Yazar: Ofer Aderet, Haaretz, 15 Haziran 2017
Çeviren: Ercan Caner, Sun Savunma Net, 20 Haziran 2017
Kedem Müzayede Evi tarafından yayımlanan yeni katalog, Kudüs müftüsünün Nazi Almanya’sına yaptığı ziyaretten kareler sunan altı adet geçmişte bilinmeyen fotoğraf çok değerli bir içeriğe sahip.
Müftü Haj Amin al-Husseini’nin Nazi Almanya’sı ile olan irtibatını, İsrail’in Filistin diye bir ortağı olmadığı yönündeki iddiasını güçlendirmek maksadıyla, İsrail’e karşı Filistin tutumunu yansıtan bir örnek olarak kullanan Başbakan Benjamin Netanyahu sayesinde son yıllarda gazete manşetlerinde yer almıştır.
Netanyahu’nun 2015 yılında Husseini’nin Nihai Çözüm (Final Solution) konusunda Hitler’i ikna ettiği yönündeki iddiaları her ne kadar abartma da olsa, iddialar sonucu ortaya çıkan fırtına, Husseini’nin Nazi bağlantıları hakkında bir bilinç oluşmasına neden olmuştur.
İki ay önce, İsrail Ulusal Müzesi, bu yöndeki bilincin gelişmesi maksadıyla; SS Şefi Heinrich Himmler’in, müftüye gönderdiği ve ona Yahudi İşgalcilerle olan mücadelesinde başarılar dilediği telgraf metnini açıklayarak bu hikâyeye katkıda bulunmuştur.
Kedem Müzayede Evi web sitesinde yapılan açıklamaya göre; satışa sunulan altı adet fotoğrafla, Husseini tahminen 1943 yılında Nazi Almanya’sına yaptığı ziyarette açıkça bir kamp olduğu belli olan bir yerde görünmektedir. Üç adedi web sitesine koyulan fotoğraflarda müftü Husseini, birkaç üniformalı Nazi yetkilinin yanı sıra sivil kıyafetli Alman hükümet yetkilileri ile birlikte görünmektedir.
Kedem Müzayede Evinin ortaklarından Meron Eren fotoğrafların Almanyalı, fotoğraflarda gördüklerinin önemini bilen bir belge satıcısından alındığı açıklamasını yapmıştır. İsmi açıklanmayan alıcı şimdi bu fotoğrafları satmak istemektedir. Fotoğraflardan her birinin 30.000 ABD dolarına kadar alıcı bulabileceğini söylemektedir.
Müftünün Nazi Almanya’sında çektirdiği Hitler ve Himmler ile birlikte görüldüğü fotoğraflar İnternette bulunabilirken Kedem Müzayede Evi tarafından ortaya çıkarılan yeni fotoğraflar muhtemelen Nazi dönemi araştırmacı ve tarihçileri tarafından dahi bilinmemektedir.
Bütün fotoğrafların arkasında, fotoğrafların Almanya’nın Trebbin kentinde baskıya tabi tutulduğunu gösteren Foto-Gerhards Trebbin ifadesi bulunmaktadır
Fotoğraflar hakkında başka ayrıntı ne yazık ki bulunmamaktadır. Kedem Müzayede Evine ait katalog, fotoğraflarda görülen diğer insanların; 1941 ile 1943 yılları arasında Hırvatistan Almanya temsilciliği görevini yürüten Ustase Partisinden Hırvat politikacı Mile Budak, Iraklı politikacı Rashid Ali al-Gaylani ve işgal edilen Hollanda’daki ünlü Reichskommissar (valilik) göreviyle bilinen Avusturyalı politikacı Arthur Seyys-Inquart oldukları belirtilmektedir.
Listede, Almanya’nın Irak büyükelçiliğini yapan ve sonra Almanya Dışişleri bakanlığı Orta Doğu masasına başkanlık yapan Fritz Grobba da bulunmaktadır. Grobba’nın, Kudüs Baş Müftüsü Husseini ve Iraklı politikacı Gaylani ile çok yakın irtibatları bulunmaktadır.
1895 yılında doğan Husseini 1937 yılında İngiltere Mandası Filistin’e kaçmış, Lübnan ve Irak’ta bir süre kaldıktan sonra faşist İtalya’ya oradan da Nazi Almanya’sına gitmiştir. Nazi Almanya’sında Dışişleri Bakanlığı yetkilileri, üst düzey SS ve Gestapo subayları ve hatta Hitler ile ilk kez 1941 yılında olmak üzere birkaç defa temasa geçmiştir. Kudüs Baş Müftüsü Husseini, bütün temas ve yakın ilişkilerine rağmen Arap ülkelerinin bağımsızlıklarını ve Kutsal Topraklarda bir Yahudi devleti kurulmasını engellemek yönünde çalışma hakkını tanıyan bir Almanya-İtalya ortak bildirgesi elde etmeyi asla başaramamıştır.
Kudüs Baş Müftüsü Husseini’ye ait eski fakat yeni ortaya çıkan fotoğraflar müzayede evlerinin tarihi bilgi kaynağı olarak ne kadar önemli olduklarını göstermektedir. Bazen bir müzayede evinin katalogları tarih derslerinin yerini alabilir. Yazının orijinaline http://www.haaretz.com/israel-news/1.795563 linkinden erişebilirsiniz.
Çevirenin Notları: Zamanın diğer Müslüman imamlarının Nazilere karşı çok daha farklı tepki gösterdiklerini hatırlamakta fayda var. Örneğin İmam Si Kaddour Benghabrit Paris camisinde Yahudileri saklayarak onların hayatlarını kurtarmış ve bu olayın filmi dahi yapılmıştır.
1868 yılında Cezayir’in Sidi Bel Abbes kentinde doğan ve 1954 yılında Paris’te hayatını kaybeden Si Kaddour Benghabrit, Paris Büyük Camisi Müslüman Enstitüsü’nün resmi kurucusudur. Si Kaddour Benghabrit, İkinci Dünya Savaşı esnasında, Cezayirli ünlü şarkıcı Salim Halali dâhil yüzlerce Yahudi’ye resmi Müslüman kimlikleri verilmesini sağlayarak onların tutuklanmalarını ve toplama kamplarına gönderilmelerini engelleyerek hayatlarını kurtarmıştır.
Türkiye’nin Fransa Büyükelçisi olan Behiç Erkin de Naziler tarafından ele geçirilme ve toplama kamplarına gönderilme tehlikesi altında olan binlerce Yahudi’ye vatandaşlık belgesi ile pasaport sağlamış ve Fransa’dan Türkiye’ye gidiş planını hazırlayarak hayatlarını kurtarmıştır.
Fransa’daki Türk Büyükelçiliği etnik kökenlerine bakılmaksızın vatandaşlarına yardım eden bir yer olarak görülmüştür. Alman işgalinin ilk yıllarında Naziler Yahudi iş yerlerinin vitrinlerine Yahudiler tarafından işletildiklerini gösteren işaretler koyulmasını zorlamışlardır. Türk Büyükelçiliği bu iş yerlerinin iflas etmelerini önlemek ve Yahudi sahiplerini korumak maksadıyla, bu işaretlerin yanına Türk olduklarını da gösteren işaretler koymaları yönünde cesaretlendirmiştir. Elçilik, Türkiye tarafsız statüsünü muhafaza ettiğinden, Almanların Türk vatandaşlarına dokunamayacağını ümit etmiştir. Elçilik aynı zamanda Türk bağlantısı olan herkesi Türk vatandaşlığı alması yönünde de teşvik etmiştir.
Savaş sürerken Türk yetkililer, kendi Yahudi vatandaşlarını korumak maksadıyla Almanya ile iş birliği yapma girişiminde bulunmuştur. Bununla birlikte, Xavier Vallat’ın Yahudi meseleleri baş komiserliğine getirilmesi sonrasında, Fransa’da Yahudi karşıtlığı artmıştır. Naziler birkaç yıl içinde, önce Fransa’ya son göç edenlerden başlayarak, Yahudileri toplama kamplarına sürmeye başlamışlardır.
1942 yılının sonunda Almanlar, bütün Yahudileri tarafsız konumdaki ülkelere taşımak için bir plan yapmışlardır. Behiç Erkin şansını deneyerek tahliye için ilk treni ayarlamıştır. Burada not edilmesi gereken önemli bir ayrıntı Türk hükümetinin bu faaliyet içinde yer almaması, sayısız Türk diplomatın kendi inisiyatifleri ile harekete geçerek binlerce Yahudi’nin hayatlarını kurtarmasıdır.
Tahliye treniyle ilgili haberlerin yayılması üzerine çok sayıda Türk Yahudi, elçilik binası önünde Türk vatandaşlığına başvurmak için toplanmıştır. Nazilerin elçilik binası önünde toplanan Yahudilere müdahale etme ve tahliye işlemini sınırda durdurma olasılıkları olduğundan oldukça riskli bir operasyondur, Nazilerin, Yahudilere karşı tutumunun oldukça sertleştiği ve acımasız bir hale geldiği yıllardır. Türk vatandaşlığı için başvuran Yahudilerin arasında hiç Türkiye bağlantısı olmayanların da olduğu göz önüne alındığında, Türk diplomatların kahramanca giriştikleri operasyon gerçekten çok risklidir. Bütün bunlara rağmen Behiç Erkin, Türk Büyükelçiliğinin herkese yardım etmesi yönünde emir vermiştir.
Behiç Erkin durumla ilgili kendisine bilgi verildiğinde ve ne yapılacağı sorulduğunda hiç tereddüt etmeden ‘‘Osmanlı İmparatorluğu veya Türkiye Cumhuriyeti ile ilgili herhangi bir doküman veya tapu senedi sunan herkesin, Türk vatandaşlığına başvurmaları için gerekli belgeleri doldurmalarını sağlayınız ve sonra da hepsine Türk vatandaşlığı veriniz’’ yanıtını vermiştir. ‘‘Fakat sayın elçim aralarında, ellerinde hiçbir doküman olmayan ve hatta hiç Türkçe bilmeyen, fakat aileleri veya büyük babalarının yıllar önce Türkiye’de yaşadıklarını iddia eden sayısız Fransız vatandaşı var’’ şeklindeki itiraza Kahraman Behiç Erkin aşağıdaki cevabı vermiştir.
‘‘O zaman onlara altı kelimeden oluşan şu Türkçe cümleyi ezberletiniz: Ben Türküm, akrabalarım Türk topraklarında yaşıyorlar.’’
Ezberletin ve onlara TÜRK olduklarını gösteren vatandaşlık belgelerini verin. Almanlar nasıl olsa Türkçe bilmezler diyerek sözlerini sürdürmüş ve ‘‘Bütün konsolosluklara da aynı şekilde hareket etmeleri yönünde talimat verelim’’ sözleriyle talimatını sonlandırmıştır.
Yahudileri taşıyan trene, yolcuları korumak ve geçilen çeşitli sınırlarda Nazi kontrolünden kaçınmak maksadıyla ay yıldızlı Türk Bayrağı asılır. Yolculardan bir tanesi eski Fransa Başbakanı Leon Blum’un oğludur. Blum’un Behiç Erkin’e gönderdiği mektubun orijinali Ankara Üniversitesinde muhafaza edilmektedir.
Yahudi bir Türk, hatıralarında başına gelen olayları şöyle anlatmaktadır. Metro istasyonundaydım. Kimlik kartımda Yahudi yazdığını gördüklerinde beni tutukladılar ve bir kampa gönderdiler. Babam kayıp olduğumu öğrendiğinde Türk Konsolosluğuna gitmiş. Konsolosluk bir araştırma yapmış ve olayı protesto etmiş. Kamptan salıverildim. Almanlar, Türk yetkililere yakalanan Yahudiler için daha fazla sorumluluk kabul etmeyeceklerini söylemişler. Türk Konsolosluğu babamı çağırmış ve Türkiye’ye gidecek olan birkaç tane daha tren olduğunu söylemiş. Bunu hatırlıyorum. Trenle Türkiye’ye ulaştık. Bir kadın ağlamaya başladı ‘‘Türkiye’deyiz, Türkiye’deyiz’’ diye bağırıyordu. Sonunda her şeyi anladık. Bütün Yahudiler, ailelerimiz, herkes ölmüştü. Ben Türk pasaportum olduğu için yaşıyordum.
13 Aralık 1941 tarihinde rastgele yapılan bir kimlik kontrolü esnasında tutuklanan Lazzare Rousso adlı Yahudi de hatıralarında olayları şöyle anlatmaktadır. Yakalanması sonrasında, binlerce Yahudi ile birlikte, iki ay Paris dışında bir kampta kalır. 6 Şubat 1942 tarihinde Behiç Erkin’in konsolosluğunun yaptığı baskılar sonucu serbest bırakılır.
Alman komutan sorar,
‘‘Senin adın Robert Lazare Rousso mu?’’
‘‘Evet,’’
‘‘Türk müsün?’’
‘‘Evet,’’
‘‘Türk olduğun için Tanrıya şükret, gidebilirsin!’’
Behiç Erkin binlerce insanı ölümden hayata döndüren bir kahramandır. Ankara’ya gönderdiği bir haber o korkunç yıllardaki durumu en iyi şekilde yansıtmaktadır: ‘‘Çocuklar, kadınlar, erkekler, anneler ve babalara bir hayvan sürüsü gibi davranıyorlar, aynı ailenin üyelerini birbirlerinden ayırıyor ve onları bilinmeyen yerlere gönderiyorlar.’’ Ankara’dan konvoylar dolusu Yahudi göndermemesi yönünde talimat aldığında cevabı açık ve nettir. ‘‘Bunu bir emir olarak kabul ediyorum, fakat Türk vatandaşlarının ülkelerine geri dönmelerini engellemek imkânsız.’’ diye yanıt verir.
Behiç Erkin tarafından kurtarılan insanların sayısı ne olursa olsun bu kahraman insan, zor zamanda gösterdiği cesareti için anılmayı fazlasıyla hak etmektedir. Behiç Erkin, İkinci Dünya Savaşı esnasında Yahudilerin hayatını kurtaran tek Türk diplomat değildir. Avrupa’nın çeşitli yerlerinde görev yapan Türk diplomatlar, Yahudileri toplama kamplarına gitmekten kurtarmak maksadıyla ellerinden geleni yapmışlar ve ülkelerinin emirlerine de karşı gelerek, bu ırkçı faşizme karşı mücadele etmişlerdir.
İkinci Dünya Savaşı’nın sona ermesi sonrasında Milletler Cemiyeti, “Faciayı Araştırma Komisyonu” adıyla, Yahudi soykırımı araştırmak için bir komisyon kurar. 18.000’e yakın Yahudi’yi soykırımdan kurtardığı için Behiç Erkin’in adını ölümsüzleştirmek isterler. Komisyon, Behiç Erkin’e yaptığı yardımlarla ilgili yanıtlanmak üzere 18 soruluk bir form verir. Erkin, Milletler Cemiyeti yetkilisine teşekkür eder, dosyayı geri verir ve şu kelimeleri kullanır: “Ben yaşlı bir insanım ve zaten böyle şeyleri doldurmaya gerek yok. Sebebi de şudur; Biz Atatürk’ün önderliğinde Türkiye Cumhuriyeti’ni kurmakta emeği geçenler, Musevilerin başına gelenlerin 460 yıl önce başlarına gelenlerden herhangi bir farkı olduğunu düşünmüyoruz. Dolayısıyla benim yaptığım, tarihimize, örf ve adetlerimize sahip çıkmak ve Türk ulusu adına insani görevimizi yerine getirmektir.”
Erkin soyadı bu kahraman Türk’e bizzat Atatürk tarafından verilmiştir. Anlamı: “Her şart altında kendi doğru kararını verebilen, müstakil fikirli” demektir.
Kurtuluş Savaşının kazanılmasında büyük yararları olan Behiç Erkin ile ilgili hazırlanan belgeselin videosuna aşağıdaki linkten erişebilirsiniz.
İlkokul, ortaokul, askeri lise ve harp okulu dâhil toplam 16 yıllık eğitim ve öğretim hayatımda Kahraman Behiç Erkin’in bu hikâyesinin yer aldığını hatırlamıyorum. 54 yaş sonrası öğrendim de paylaşmak istedim.
https://www.youtube.com/watch?v=kb44NVotQwQ