Akademisyen-Yazar Doç. Dr. Necip Hablemitoğlu’nun 2002 yılında evinin önünde katledilmesiyle ilgili olarak hazırlanan iddianame ve devam eden davaya ilişkin notlarımıza devam edelim.
Daha iddianame Mahkeme tarafından kabul edilip resmileşmeden önce kamuoyunda suikastın aydınlandığı havası oluşturulsa da iddianamenin oldukça özensiz hazırlandığı, çok sayıda eksiklik, hatta yanıltıcı bilgiler içerdiği görüldü.
Buna ilişkin bazı örnekler verelim.
“Suikastın” tetikçisi olduğu söylenen emekli Albay Tarkan Mumcuoğlu’nun, Kazakistan’dan İstanbul’a, oradan KKTC’ye geçtiği, KKTC’den ise askeri kargo uçağıyla Ankara’ya geldiği, cinayeti işledikten sonra aynı yolla Kazakistan’a döndüğü anlatıldı.
Askeri Kargo Uçağının Kayıtları Var mı Yok mu?
Bu uçuş güzergâhının kayıtları konusunda ise şu bilgiler verildi:
“Türk Hava Yolları Anonim Ortaklığı’nın 03 Ağustos 2022 tarihli yazısından söz konusu kayıtların geçmişe dönük olarak 10 yıl tutulduğu, 10 yıldan eski bilgilerin sistem tarafından otomatik olarak silindiği bildirilmiştir. Genelkurmay Başkanlığı Lojistik Başkanlığının 15 Şubat 2022 tarihli yazısından Hava Kuvvetleri Komutanlığının yolcu yük ve manifestolarının 1 yıl süre ile saklandığı, herhangi bir forma ulaşılamadığı, ayrıca Muhabere Yönetim Sitemi üzerinden tutulan kayıtların 2007 yılından bu yana tutulduğu, bu sebeple askeri kargo uçaklarının yolcu bilgilerine ulaşılamadığı belirtilmiştir.”
Aynı iddianamenin ek klasörlerinde yer alan bir başka belgeden söz etmeden önce şunu kaydedelim.
Savcılık, sözkonusu dönemde KKTC Sivil Savunma Teşkilâtı’nda görev yaparken askeri kargo uçaklarının geliş-gidişinden sorumlu Hasan Ergin’in ifadesine başvurdu. Ergin’in anlatımlarından sonra da şu değerlendirmeyi yaptı:
“KKTC ülkesine inen ve KKTC ülkesinden kalkan askeri kargo uçaklarının personelleri KKTC resmi makamlarınca kayıt altına alınmamıştır. Bu durumu bilen Ahmet Tarkan Mumcuoğlu, aynı zamanda askeri Hava Limanı olarak kullanılan Ercan Hava Limanının verdiği kolaylığı kullanarak Kazakistan’dan Türkiye’ye geliş ve Türkiye’den Kazakistan’a dönüşlerde KKTC’yi aktarma yeri olarak kullandığı, gerektiğinde ise bir süre KKTC’de beklediği anlaşılmaktadır.”
Özetle; sadece Türk Hava Yolları’nın kayıtlarına değil, askeri kargo uçaklarına ilişkin bir kayda da ulaşılamamıştı.
Şimdi ek klasörlerdeki o belgeye bakalım.
Savcılık, Ankara Emniyet Müdürlüğü’ne Hasan Ergin’in yurda giriş-çıkış kayıtlarını sormuş. Kendi sisteminde yaptığı sorgulamalar sonucunda Emniyet, Ergin’in sadece Esenboğa’dan değil, Etimesgut Havaalanı’ndan yaptığı giriş-çıkışları gün gün bildirmiş.
Buna göre, o zamanlar TSK’nın böyle bir sistemi bulunmasa veya kayıtlar sadece 1 yıl saklansa bile; uçakta başka birileri var idiyse, Emniyet’in onların da kaydını tutmuş olması gerekmez miydi?
Nitekim davaya bakan Mahkeme de bu konudaki eksikliği görmüş olmalı ki, Şubat’taki duruşmalardan sonra Hava Kuvvetleri Komutanlığı’na müzekkere yazarak, “askeri kargo uçaklarıyla bir Türk subay veya astsubayın, diğer ülkelerden Türkiye’ye gelme veya Türkiye’den veya KKTC’den diğer ülkelere gitmeye ilişkin uygulamalarının 2002 yılındaki düzenlemeler itibarıyla nasıl olduğu, söz konusu taşınan kargo ile ilgisi olmasa bile başka bir birlikten bir subay veya astsubayın askeri kargo uçağıyla dış bir ülkeye gitmesi veya dönmesi hususunun mümkün olup olmayacağı, bu konudaki prosedürün ne şekilde işlediği” konularında bilgi istedi.
Öldürdü mü Öldürttü mü?
Bir başka örnek; iddianamenin 356’ncı ve 361’inci sayfalarında şöyle deniliyor:
“Maktul Necip Hablemitoğlu’nun FETÖ/PDY silahlı terör örgütüne ilişkin açıklama ve çalışmalardan duyulan rahatsızlık ile başlayan süreç, şüpheli Mustafa Levent Göktaş’ın maktulü öldürmesi ile bitmiştir.”
“Maktul Necip Hablemitoğlu’nun ölümüne yakın dönemde bazı çevrelerce ismi Milli İstihbarat Teşkilâtı Müsteşarlığı görevine geçirildiği, aynı dönemde Mustafa Levent Göktaş’ın da kim tarafından bu teklifin yapıldığı bilinmese de ilk defa çevresindekilere kendisinin Milli İstihbarat Teşkilâtı Müsteşarı olacağını ifade etmeye başladığı anlaşılmıştır. Maktulün bu göreve getirilip getirilmeyeceği bilinmez bir konu olsa da kendi çevresine bu duruma ilişkin düşüncelerini anlatmaya başlamış, keza Mustafa Levent Göktaş da bu göreve hiç bir zaman getirilmemiş, ancak onun için bu husus sürekli talep edilen bir durum haline dönüşmüştür. Olay tarihinde maktulün ve Mustafa Levent Göktaş’ın içinde bulunduğu bu durum, maktulün, Mustafa Levent Göktaş tarafından öldürülmesine sebep olan bir başka konu olarak görülmesi gerekmektedir.”
Bu kadar önemli bir suikastın iddianamesi böylesine özensiz olabilir mi? Levent Göktaş, Merhum Hablemitoğlu’nu “öldüren” mi yoksa Tarkan Mumcuoğlu’na “öldürten” midir?!
Göktaş “Baş Şüpheli” İdiyse?
Daha önce anlattık; Hablemitoğlu suikastıyla ilgili olarak Levent Göktaş’ın adı, ilk kez bu dosya üzerinde Savcı’yla birlikte çalıştığını açıklayan meşhur gazeteci Zihni Çakır’ın, Savcı’nın talebi üzerine Ukrayna’ya kaçmış olan eski Özel Kuvvetler Komutanlığı personeli Nuri Gökhan Bozkır’la irtibat kurmasından sonra gündeme geldi. Ancak ne Göktaş’ın telefonları dinlemeye alındı ne de -kendi talebine rağmen- ifadesine başvuruldu. Dahası Göktaş, yanında çalışan emekli albay Altan Bora ifadeye çağrıldığında, onunla birlikte Savcı’ya gitti; ama kendisine herhangi bir şey sorulmadı.
Benzer bir durum Nuri Gökhan Bozkır’ın MİT tarafından Ukrayna’dan Türkiye’ye getirilmesinde de yaşandı.
Bozkır’ın Ankara Emniyet Müdürlüğü’ne teslim edildiği 27 Ocak 2022 günü, muhtemelen MİT’ten gönderilen “gizli” ibareli ve altında “İstihbari nitelikte olan bu bilgiler hukuki bir delil olarak kullanılamaz. Dokümante edilerek kullanılmak istendiğinde metinde bahis konusu edilen hususlar kaynak gösterilmeden ilgili kurum ve kuruluşlardan sorularak belgelenir.” şeklinde not bulunan yazıda, Bozkır hakkında şu bilgilere yer verildi:
“Hakkında devam eden dava ve soruşturmalar nedeniyle 12 Eylül 2015 tarihinde yurtdışına kaçtığı, söz konusu tarihten bu yana Ukrayna’da yaşadığı, yurtdışında bulunduğu süreç içerisinde Türkiye’ye iade edilmemek amacıyla ülkemizi küçük düşürücü açıklamalarda bulunduğu, bu kapsamda firari durumda bulunan Sedat Peker ile iltisaklı Beinir Nurettin, Aytaç Ocaklı isimli şahıslar ve Can Dündar ile ülkemiz çıkarları aleyhinde ilişki içerisinde olduğu, Necip Hablemitoğlu suikastı ile ilişkisini kabul etmediği, bununla birlikte suikast öncesi ve sonrasında dikat çeken HTS kayıtlarını ve olaya ilişkin ifadesine başvurulan şahısların kendisiyle irtibatlanmalarını açıklamakta zorlandığı, Necip Hablemitoğlu suikastı öncesi ve sonrasında Mustafa Özcan ile irtibat kuran Enver Altaylı ve Aydın Köstem ile ilişkili olduğu hususları istihbar olunmuştur.”
Görüldüğü üzere, bu bilgi notunda Levent Göktaş’ın ismi bir kez bile geçmiyor. Çok garip değil mi?
Öte yandan duruşmada Nuri Gökhan Bozkır’ın, MİT’teki sorgusunda Levent Göktaş hakkında sadece parasal ilişkilerinin sorulduğunu, Hablemitoğlu suikastıyla ilgili herhangi bir şey sorulmadığını anlattığını da kaydedelim.
Sebep Sezgin Baran Korkmaz mı?
Hablemitoğlu suikastına adının ne zaman ve neden dahil edilmiş olabileceğini, avukatı Ali Soykan aracılığıyla Levent Göktaş’a sorduk. Göktaş şu karşılığı verdi:
“Bu cinayete adımın dahil edilmesine çok üzülüyorum. ‘Neden?’ diye de sürekli kendi kendime soruyorum. Bence itibar suikastı. Beni kim çekemiyor, kimin nereden nasıl ayağına bastım, bilmiyorum. Bana sürekli söylenen, Sezgin Baran Korkmaz işinde ön planda olmam. Bu işi yaparak birçok kesimin kazanacağı, elde edeceği para, unvan ve itibarı zedelediğim söyleniyor. Yüzde yüz emin olduğum; bazı kötü niyetli kişi ya da kişilerin, önemli mevkilerdeki unvanlarını devam ettirme çabası da var. Bu olay kime ne fayda sağlar; ona bakmalıyız. ‘Yeni bir Zekeriya Öz çıkmış, kimsenin haberi yok.’ diye de düşünebilirsiniz.”
Cinayetten 3 Ay Önce Kimi Koruyordu?
Bilindiği gibi, merhum Hablemitoğlu 18 Aralık 2002 günü katledildi. İddianameye göre de bu suikast “Levent Göktaş suç örgütü” tarafından aylar öncesinden planlandı.
Bu vesileyle Göktaş’ın o dönemde ne yaptığına ilişkin edindiğimiz özel bir bilgiyi paylaşalım.
Göktaş’ın da sanıkları arasında olduğu Ergenekon kumpasının duruşmaları sırasında tanık olarak dinlenen merhum Başbakan Bülent Ecevit’in Koruma Amiri ve eski DSP Milletvekili Recai Birgün, Eylül 2002’de terörle mücadelede görevli bir arkadaşının, “Cumhurbaşkanı’na giderken suikast olabilir. Dikkatli ol.” dediğini, ancak Ecevit’in randevu defterinde bu tarihte bir randevu gözükmediğini anlatıp şunları söylemişti:
“Bir süre sonra 20 Eylül’de Cumhurbaşkanlığı’nda resepsiyon olacağı bildirildi. Aynı tarih olması, hiç olmayan bir günde randevu çıkması üzerine tedirgin oldum. 2 ayrı ekip çıkararak o gün Ecevit’i 24 saat basından atlattım.”
İşte Recai Birgün’ün söz ettiği bu suikast ihbarından sonra, bizzat dönemin Genelkurmay Başkanı’nın görevlendirmesiyle -tam teçhizatlı şekilde- merhum Ecevit’in korumalığını yapıp Ecevit’i gizlendiği yere helikopterle götürüp getirenin Levent Göktaş olduğunu öğrendik.
Müyesser YILDIZ
14 Mayıs 2023