“İşgaller sonrası Yeni Almanya’nın ‘‘kırsal bir devlete’’ dönüştürülebileceği gibi bir hayal var. 25 milyon insan yok edilmeden veya ülkeden dışarı taşınmadan böyle bir şey gerçekleştirilemez.” ABD Başkanı Herbert Hoover
Atilla Aşçı, Sun Savunma Net, 10 Mart 2019
Bazı komplo teorileri vardır ki, gerçeklik ile gerçek dışılık arasındaki çizgileri çok incedir. Birbirlerine iç içe geçmişlerdir. Nerede, ne zaman, ne şekilde gerçek ya da gerçekdışı olarak toplumu dizayn ettikleri, o günün siyasi, ekonomik verilerine göre ivme kazanır. Algı operasyonlarının, psikolojik savaşların büyük toplum katmanlarında paranoyadan, psikolojik travmaya kadar etkiler yaptığı tarihte ve günümüzde çok sık rastlanmaktadır. Doğruluğu ispat edilemeyen bu teoriler, toplum içerisindeki sisteme karşı olan güvensizliğin yüksek olduğu dönemlerde daha fazla kabul görmüşlerdir.
Eski dönemlerde, dar alan kavramı içerisinde gerçekleşen topyekûn savaş da, zaman içerisinde boyut değiştirerek toplumsal, ekonomik ve siyasal alanlarda oldukça gelişmeler göstermiş ve çeşitli savaş propaganda sistem ve metotları korkunç etkiler yaratacak şekilde kullanılmıştır. Sıcak savaşın yanında bir de soğuk savaş kavramı dünya tarihi sayfalarında yerini almıştır. Topyekûn savaş taktiklerinin çeşitli uygulamaları sonucu, yüzyıllar içerisinde, toplumlar, halklar ırksal dönüşümler yaşamışlar, din, dil, kültür, sanat alanlarında hepten değişime uğramışlar, hatta yok olmuşlardır.
İşte, İkinci Dünya Savaşı sürecinin en kızgın dönemlerinde, Almanya’nın uyguladığı başta Yahudileri ve sisteme göre düşman ve marjinal sayılan insan gruplarının topyekûn imha planları karşısında da, başkaları Almanların ari ırk tezine karşıt tezler ve (komplo) planlar üretiyordu. Kalıtımsal özelliklerini diğer ırklardan üstün tutan Almanlar yok edilmeliydi. Ülkelerine el koyulmalıydı.
Bir ırk bilimci olan Amerikalı akademisyen Earnest Hooton ( 1887-1954) yaşamını ırklar üzerindeki çalışmalarına adamıştı. Hooton’a göre, hakeden sınıfın yaşam şartlarının iyileştirilmesi için ‘‘hiçbir işe yaramayan, değersiz, anti sosyal ve dejenere olmuş her toplum katmanı’’ yok edilmeliydi.
Hooton, İkinci Dünya Savaşı sürecinde, savaş propagandasının en yüksek ve acımasız noktaya eriştiği, savaşın ortalarında, 1943 yılında bir makale yazar. Makalenin başlığı ‘‘Alman kanındaki savaş karakteristiğini yok et’’ anlamına gelecek ‘‘Breed war strain out of Germans’’ olup, genetik Alman milliyetçiliği kaynaklı saldırganlığının önlenebilmesi, Alman ırkına mensup olmayan halk gruplarını Almanya’ya yerleştirmekle sağlanabileceği tezini taşımaktadır. Hooton bu şekilde, Almanlar’ın içinde var olan biyolojik temelli ve doğuştan gelen yağmacı/savaşçı eğilimlerin, dışarıdan getirilenler ile gerçekleştirilecek çiftleşmelerle yok edileceğini savunur. Almanlar daha az doğuracak ve böylelikle doğum oranı azalacak ve daha kolay kontrol edilebilir konuma gelecekti. Bu insan haraları projesini Adolf Hitler’in ari ırk uzmanları uygulamıştır. Hooton, tüm Nazi büyüklerinin ya ölüm, ya da ömür boyu hapis cezasına çarptırılmalarını, muvazzaf subayların hepsinin yurt dışı edilmesini, Alman Ordusu askerlerinin 20 yıl boyunca, savaştan zarar görmüş ülkelerde işçi olarak çalıştırılmasını istemişti. Bu askerlerden evli olanların çocukları bir süre sonra babalarının yanlarına gelebilirler, fakat babaları tekrar Almanya’ya 20 yıl boyunca dönemeyeceklerdi. İşgalci askerlerin Alman kadınları ile evlenmeleri teşvik edilecekti.
Başka bir plan daha vardır. Bu plan, 2. Dünya Savaşı sürecinde, Amerika Birleşik Devletleri ABD nin Devlet Başkanı Roosevelt’in Maliye Bakanı Yahudi asıllı Henry Morgenthau Jr.un 1944’de hazırlamış olduğu, Almanya’nın savaş sonrası durumunu dizayn etmeyi hedefleyen bir plandır. Roosevelt tarafından pek rağbet görmeyen bu plan, daha sonra, Morgenthau’nun, Kasım 1945 de yayımladığı ‘‘Germany is our problem’’ (Bizim Problemimiz Almanya) adlı kitabında tekrar gündeme gelse de, 12 Nisan 1945 tarihinde yaşamını yitiren Roosevelt’in yerine geçen Harry S. Truman bir daha bu plandan bahsetmemiştir. Henry Morgenthau Jr. Birinci Dünya Savaşı dönemi, Kasım 1913 ile Şubat 1916 tarihleri arasında, İstanbul’da, Babıali’de ağırlığı hayli yüksek Amerika Birleşik Devletleri Büyükelçisi sıfatıyla aktif bir görevde bulunmuş olan Henry Morgenthau’nun oğlu idi.
Morgenthau planına göre, Alman teknolojisi neredeyse sıfırlanacak ve Almanya bir tarım ülkesine dönüştürülecekti. Bu şekilde, Almanya’nın savaş endüstrisine yarayacak her türlü teknolojik olanak ve know-how ellerinden alınacaktı. Ren havzasındaki tüm endüstri merkezleri kaldırılacaktı. Ordu dağıtılacak, Doğu Prusya Bölgesi, Polonya ve Sovyetler Birliği arasında paylaşılacak, Polonya’ya ayrıca Şilezya Bölgesi verilecek (o bölge bugün hala Almanya ve Polonya arasında bir ihtilaf konusudur). Almanya kuzey ve güney olmak üzere iki bağımsız ülke haline dönüşecek, merkezi yönetimden çok federatif yönetim sistemi teşvik edilecek, silah ve savaş endüstrisinin tekrar gelişmesini engellemek için ulusal ekonomi, gelecek 20 yıl sürecinde Birleşmiş Milletler kontrolü altına girecek. Almanya’ya hava aracı kullanması yasağı getirilecek ve bir Amerikan Yüksek Komiseri tayin edilecekti. Almanlar her türlü etkin görevden uzak tutulacaktı. Almanların kendilerine biçtikleri üstün ve ari ırk kavramı beyinlerinden kazınacaktı.
Yalnız bir sorun vardı; ekonomik yönden çökmüş bir Almanya, Avrupa’daki güç dengelerinin bozulması açısından çok olumsuz gelişmelere yol açabilirdi. Truman, savaştan sonra görmüştür ki, esas sorun Almanya değil, yayılmacı Sovyetler Birliği idi. Güçlü ama kontrol edilebilir bir Almanya, asıl sorun olan Sovyetler Birliği karşısında koruma ve önleme gücü yüksek bir kale olarak görev üstlenebilirdi.
(Almanya, savaştan sonra ordusunu ancak 12 Kasım 1955 tarihinden itibaren kurmaya başlayabilmiştir).
Başka bir plan ise, 31 yaşındaki ABD’li Theodore Newman Kaufmann’ın, 1941 yılının başlarında yazdığı 104 sayfalık ‘‘Germany must Perish’’ (Almanya Yok Olmalı ) başlıklı bir kitapçıkta; Almanlar’ın zorunlu kısırlaştırılması yolu ile tarihten silinmesi ve yerlerine başka halk gruplarının yerleştirilmesinin önerilmesidir. Kaufmann’a göre Almanya sınırları içerisinde, kadın ve erkek sayısının neredeyse eşit olduğu 70 milyon Alman yaşamaktadır. Alman halkını sayıca bitirmek için kadın-erkek 48.000 kişinin kısırlaştırması yeterli olacaktır. Askeri birlikler bu amaca ulaşılabilecek en kolay yerler olarak görülmelidir. 20.000 doktorun, günde en az 25 kişiyi kısırlaştırabileceğinden yola çıkıldığında, hedefe ulaşmak bir ay gibi bir zaman dilimi içinde gerçekleşebilecektir. Kadınların kısırlaştırılma operasyon süreleri daha uzun olduğundan, doğum yapabilecek tüm kadınların kısırlaştırılması en çok üç ay sürecektir. Kısırlaştırılma prosedürü tamamlandığında, başka hiçbir doğum olmayacağından ve doğal ölüm oranı olarak da % 2 alındığında, nüfus her yıl 1,5 milyon azalacaktır. Kaufmann, Almanya’nın tümüyle haritadan silinerek, müttefik devletlerin arasında paylaşılmasını da öngörmektedir. (http://wahrheitinside.wordpress.com…/3-todesplaene-fuer-das-nackriegsdeutschland)
Theodore Newman Kaufmann’ın da diğer iki isim gibi Yahudi asıllı olması ve özellikle onun yazdığı kitabı, Nazi Almanyası propaganda uzmanlarının, (başta Goebels ) kendi amaçları doğrultusunda en çok kullandıkları bir araç oldu. Günümüzde de durum değişmedi. Son yıllarda Almanya’da artan, Kuzey Afrika ve Ortadoğu’dan gelen mülteci sayısını bir işaret sayan Alman milliyetçi ve Neonazi gruplarının elinde bir koz ve propaganda sistematiği olmaya başladı. Bazıları için bir komplo teorisi, bazıları için ise tarihsel bir gerçek olarak algılanan bu planlar, Almanya Başbakanı Bayan Merkel’in mülteci siyasetinin de aşırı derecede eleştirilmesine yol açıyor. Özellikle, son yıllarda giderek seçmen ve taraftar kazanan aşırı sağ eğilimli Alternative für Deutschland (Almanya için Alternatif) Partisi AfD bu tür teori ve tarihte yerini bulamamış planları tekrar gündeme getirerek, hâlihazırdaki hükümetin mülteci/yabancı siyasetini bir silah olarak kullanıyor.
AfD ye göre bu planlar, yabancıların (özellikle genç erkeklerin) büyük sayılar halinde ülkeye gelmesine önayak olunmasıyla tıkır tıkır işlemekte ve Almanya Başbakanı Merkel bu gidişatı durdurmak yerine, tam tersini yapmakla itham edilmektedir.
Savaş sonrasında Sovyetler Birliği’nin, Demirperde Ülkeleri olarak adlandırılan ülkelerde artan nüfuzu, askeri bir güç haline gelmesi, uzay çalışmaları ve nükleer silahlara sahip olması, Doğu Almanya’yı işgal ederek Avrupa’nın kalbine bir hançer gibi yerleşmesi ve dünya siyasetinde ABD ile at başı rol oynaması üzerine tüm dikkatlerin Moskova’ya odaklanması, muhtemelen Almanya’nın şansı oldu demek, çok tartışılacak ayrı bir konu. Bu planlar hayata geçer miydi ??? Kim bilir……???