Yazar: Guy Millière, 5 Eylül 2017
Çeviren: Ercan Caner, Sun Savunma Net, 8 Eylül 2017
On yıl önce, tarihçi Walter Laqueur ‘‘Avrupa’nın Son Günleri’’ tanımlamasını yaparken, Avrupa medeniyetinin ölmekte olduğunu ve Avrupa medeniyetinden geriye sadece tarihi yapılar ile müzelerin kalacağını ifade etmiştir. Laqueur’un teşhisi çok iyimserdir. Eski tarihi eserler ve müzeler de havaya uçurulabilir. Bunun için, faşizm karşıtı bir grup olduğunu iddia etmese de bütün eylemleri faşizan olan ‘‘Antifa’’ adlı hareketi destekleyen siyah kapüşonluların, Birleşik Devletlerdeki heykellere neler yaptıklarına bakmak yeterlidir.
Barselona’da gerçekleştirilen terör saldırısı, Avrupa’da düzenlenen bütün büyük terör saldırıları sonrasında gösterilen bildik tepkilere neden olmuştur: gözyaşları, dualar, çiçekler, oyuncak ayılar ve İslam’ın barış anlamına geldiğini öne süren protestolar. Avrupalılar, İslam dininin bütün kıtada yayılmakta olan etkisine karşı daha sert tedbirler alınmasını talep etmek için bir araya geldiklerinde daima faşizm karşıtı göstericiler ile karşı karşıya geldiler. Barselona saldırısı sonrasında Müslümanlar İslam dinini savunmak için bir karşı gösteril düzenlediler ve terörün asıl hedefinin, İspanya’da yaşayan Müslümanlar olduğunu iddia ettiler. İspanya İslam Dini Toplulukları Federasyonu Lideri Benjelloun El Andaloussi, İslam dinine karşı düzenlenen bir komplodan bahsetti ve teröristlerin İslamofobik nefretin enstrümanları olduklarını dile getirdi. Barselona Belediye Başkanı Ada Colau kameraların önünde ağladı ve kentinin bütün göçmenler için ‘‘Açık Kent’’ olarak kalmaya devam etmesi gerektiğini söyledi. Katalonya Valisi Carles Puigdemont da hemen hemen aynı sözleri ifade etti. Muhafazakâr İspanya Başbakanı Mariano Rajoy, cihatçı terörizmini doğru olarak nitelendiren tek kişiydi. Neredeyse bütün Avrupalı gazeteciler Rajoy’un kullandığı ifadelerin çok sert olduğunu ifade ettiler.
Dehşeti tanımlayan Avrupalı gazeteler, bir kez daha ‘‘anlaşılmaz’’ olarak niteledikleri saldırıya bir açıklama getirmeye çalıştılar. Önde gelen İspanyol gazetesi El Pais, kaleme aldığı başyazıda, ‘‘radikalleşmenin’’ bazı toplumları ‘‘dışlamanın’’ acı bir meyvesi olduğunu yazdı ve çözümün daha fazla sosyal adalet olduğunu ekledi. Fransa’da Le Monde, teröristlerin nefret tohumları ekmek istediklerini öne sürdü ve Avrupalıların önyargılardan sakınmaları gerektiğine vurgu yaptı. Birleşik Krallıkta, The Telegraph, katillerin batıya sadece batı olduğu için saldırdıklarını açıkladı, fakat o da teröristler ve İslamcılar yerine ‘‘katiller’’ terimini kullandı.
Televizyonlarda röportajlara katılan anti terör uzmanları, bütün kıtada giderek artan saldırıların çok daha ölümcül olacağını ifade ettiler. Barselona cihatçılarının asıl hedeflerinin Sagrada Familia Cathedral’ini yıkmak ve binlerce insanı öldürmek olduğuna dikkat çektiler. Anti terör uzmanları, Avrupalıların çok daha büyük ve kapsamlı katliam tehditleri ile yaşamayı öğrenmek zorunda olduklarını yinelediler. Ortaya hiçbir çözüm önerisi getirmediler. Bir kez daha birçok insan, teröristlerin gerçek Müslümanlar olmadıklarını ve saldırıların İslam dini ile hiçbir ilgisi olmadığını dile getirdiler.
Batı Avrupa ülkeleri liderlerinden birçoğu İslami terörü, İslam ile ilgisi olmayan bir çeşit sapma ve Avrupalıların alışmak zorunda oldukları bir tehdit olarak görmektedir. Genel olarak terörizm ifadesini kullanmaktan dahi kaçınmaktadırlar. Barselona’da gerçekleştirilen terör saldırısı sonrasında, Almanya Şansölyesi Angela Merkel kısa bir kınama metni yayımlamış ve İspanyol halkıyla olan dayanışmasını ifade etmiş ve sonrasında kendi işine koyulmuştur. Fransa Başkanı Emmanuel Macron ise Twitter üzerinden kısa bir baş sağlığı mesajı atmış ve mesajında trajik bir saldırıdan bahsetmiştir.
Avrupa’nın her yerinde öfke ve kızgınlık ifadeleri bilinçli bir şekilde marjinal hale getirilmiştir. Harekete geçme veya göçmen politikasında ciddi değişiklikler yapılması yönündeki çağrılar, sadece birçokları tarafından popülist olarak aşağılanan politikacılardan gelmiştir.
İslam dinine yöneltilen en küçük eleştiri dahi neredeyse hemen ortak bir öfkenin hedefi olmaktadır. Batı Avrupa’da İslam dini hakkında yazılmış birçok kitap, Tariq Ramadan gibi Müslüman Kardeşler örgütüne yakın kişiler tarafından kaleme alınmıştır. Politik açıdan doğru olmayan kitaplar da mevcuttur fakat kaçak mallar gibi tezgâh altında satılmaktadırlar. İslami kitapçılar ise yaptıklarını gizlemeye dahi gerek duymadan şiddet çağrısı yapan broşürler satmaktadır. Barselona’daki terör saldırısının arkasındaki beyin olduğundan şüphelenilen Abdelbaki Es Satty gibi düzinelerce imam, dokunulmazlık zırhı altında vaaz vermeye devem etmekte ve herhangi bir nedenle tutuklandıklarında süratle serbest bırakılmaktadırlar.
Boyun eğme her yerde hüküm sürmektedir. Her yerde söylenen şudur; artan tehdide rağmen Avrupalılar mümkün olabildiğince normal hayatlarını sürdürmeye devam etmelidir. Fakat Avrupalılar tehditlerin neler olduğunu görmektedir. Hayatın hiç te eskisi gibi normal olmadığının farkındalar. Caddelerdeki polis ve askerlerin, artan güvenlik kontrollerinin, sinema ve mağaza girişlerinde uygulanan sıkı kontrollerin farkındalar. Güvensizliğin her yerde olduğunu biliyorlar. Avrupalılara, tehdidin kaynağına aldırış etmemeleri söylenmekte, fakat onlar tehdidin gerçek kaynağını çok iyi biliyorlar. Korkmadıklarını iddia ediyorlar. Binlerce Barselona sakini gösteri esnasında ‘‘No tinc por’’ (Korkmuyorum) diye haykırdılar fakat aslında ölecek kadar korkuyorlar.
Barselona saldırısı sonrasında, saldırının gerçekleştiği yerde, İslam’ın bütün Avrupa’da yükselen etkisine karşı daha sert tedbirler alınmasını talep etmek üzere toplanan kalabalığa faşizm karşıtı gösteri düzenleyen bir grup müdahale etmiştir: Fotoğrafta, Las Ramblas, Barselona’da, faşizm karşıtları, sağ görüşlü olduğunu iddia ettikleri bir adamı döverken görülmektedir. 18 Ağustos 2017. Foto: Carl Court/Getty Images.
Yapılan kamuoyu anketleri, Avrupalıların oldukça karamsar olduklarını ve geleceği çok karanlık olarak düşündüklerini göstermektedir. Anketler, Avrupalıların artık kendilerini yöneten politikacılara da güvenmediklerini ve kendilerini başka seçeneği kalmamış ve çaresiz olarak hissettiklerini de göstermektedir.
Avrupalıların hayatlarındaki değişim oldukça kısa bir süre içinde, yarım yüzyıldan daha az bir zamanda gerçekleşmiştir. Öncesinde, çoğunlukla geçmiş Avrupa kolonilerinden olan sadece birkaç bin civarında Müslüman bulunmaktadır ve Avrupa’da geçici bir süre kalacakları farz edildiğinden, bu Müslümanlardan yaşadıkları toplumlara entegre olmaları asla talep edilmemiştir.
Çok geçmeden sayıları yüzbinlere ve sonrasında da milyonlara ulaşmış, geçici statüleri daimiye dönüşmüş ve birçoğu Avrupa ülkesi vatandaşı olmuştur. Onlardan entegre olmalarını beklemek giderek daha da fazla göz ardı edilmiştir, birçoğu kendilerini önce Müslüman olarak görmektedir.
Avrupalı liderler kendi medeniyetlerini savunmayı çoktan bırakmış durumdadır. Onlar artık bütün kültürlere aynı şekilde davranılması gerektiği söylemini benimsemiştir, birçoğu çoktan pes etmiş gibi görünmektedir.
Okul müfredatları da değişmiştir, artık çocuklara, Müslümanların Hıristiyan Bizans İmparatorluğu, Kuzey Afrika, Orta Doğu, Doğu Avrupa’nın büyük bir bölümü, Yunanistan, Kuzey Kıbrıs ve İspanya’yı istila ederek ele geçirdiği yerine, Avrupa ve Batının Müslüman dünyasını yağmalayıp talan ettiği öğretilmektedir. Çocuklara İslam medeniyetinin, kolonizasyonun onu yakıp yıkması öncesinde ne kadar muhteşem ve zengin olduğu öğretilmektedir.
Savaş sonrası dönemde kurulan zengin devletler, büyük sayılarda gelişmemiş ve daimi olarak bağımlılık tuzağı içinde olan halk kesimleri yaratmaya başlamış ve işte tam o sıralarda Avrupa’daki Müslüman sayısı iki kat artmıştır.
Sosyal evlerin bulundukları muhitler aniden Müslüman muhitlerine dönüşmüştür. Özellikle düşük kaliteli çalışanlarda görülen işsizlik sayısındaki muazzam artış, Müslüman muhitleri kitlesel işsiz muhitlerine döndürmüştür.
Toplum bilimcileri, geldikleri ülkeleri talan ettiklerini ileri sürdükleri işsiz Müslümanları, artık Avrupalıların Avrupa’yı yeniden inşa etmek maksadıyla kullandığını ve şimdi onları işe yaramaz malzemeler olarak gördüklerini ifade eder hale gelmişlerdir.
Suç giderek kök salmış ve Müslüman muhitleri suç oranının yükseldiği yerlere dönüşmüş durumdadır. Aşırılık yanlısı Müslüman imamlar ortaya çıkmış ve Avrupa’ya olan nefreti körüklemişlerdir. Bu imamlar, Müslümanların kim olduklarını hiç unutmamaları ve İslam’ın intikam alması gerektiği fikrini yaymışlardır. Bunlar gençlere ve tutuklu Müslüman suçlulara şiddetin soylu bir neden için; cihat için kullanılabileceği fikrini aşılamışlardır.
Polise gerilimi daha da kötüleştirmemek için karışmama emri verilmiştir. Suç oranının yüksek olduğu yerler, İslamcı teröristlerin devşirildiği girilemeyen bölgelere dönüşmüştür.
Avrupalı liderler ülkelerinin bir kısmının düşman bölgelerine dönüşmesini kabullenmiştir. İsyanlar ortaya çıkmış, Avrupalı liderler giderek daha fazla tavizler vermiş ve hatta ifade özgürlüğünü kısıtlayan yasaları dahi yürürlüğe koymuşlardır.
İslami terör Avrupa’yı ilk hedef aldığında liderler ne yapacaklarını bilmiyorlardı. Hala ne yapacaklarını bilmiyorlar. Avrupalı liderler, kendi yarattıkları ve artık kontrol edemedikleri bir olgunun esiri durumundalar. Çaresiz bir durumda gibi görünmekteler.
Avrupalı liderler, kendi çıkardıkları yasalar engellediği için İslam dinini suçlayamıyorlar. Birçok Avrupa ülkesinde İslam dinini sorgulamak dahi İslamofobi olarak damgalanmaktadır. Lars Hedegaard, Elisabeth Sabaditsch-Wolff, Geert Wilders veya George Bensoussan’ın durumlarında görüldüğü gibi davalar ve tutuklanma olmasa da bunu yapan liderler ağır cezalara maruz kalmaktadırlar. Ordunun işe karışması ve olağanüstü hal uygulamaları gerektirdiğinden, girilemeyen Müslüman bölgelerinde kanun ve düzeni tekrar tesis edememektedirler. Avrupa siyasi hayatında marjinal hale getirdikleri muhalefet partileri tarafından önerilen çözüm önerilerini de uygulamaya koyamamaktadırlar.
1995 tarihli Schengen anlaşması ile ortadan kaldırılan sınırları dahi kapatmaktan acizdirler. Sınır kontrollerinin yeniden tesis edilmesi oldukça maliyetli ve zaman alacak bir iş olarak görünmektedir.
Avrupalı liderlerin, Afrika ve Orta Doğudan gelmeye devam eden milyonlarca Müslüman akınına karşı koymak için ne istekleri ne de kaynakları olmadığı görülmektedir. Onlar teröristlerin göçmenler arasında gizlendiklerini çok iyi bilmekte fakat hala durumu ciddi ve dikkatli bir şekilde ele almamakta direnmektedirler. Avrupalı liderler bunun yerine hile ve yalanların arkasına sığınmaktadırlar. İşe yaramayan ılımlaştırma programları oluşturmaktadırlar, ne yazık ki radikal Müslümanlar ılımlı hale gelmek istememektedirler.
Avrupalı liderler, radikalliği zihinsel bir hastalık olarak tanımlamaya çalışmakta ve psikiyatristlerden bu problemi çözmelerini beklemektedirler. Dünyanın diğer yerlerindeki İslam’dan tamamen farklı olan bir ‘‘Avrupalı İslam’’ yaratmayı dahi konuşmaktadırlar. Ada Colau ve Carles Puiddemont’un Barselona olayında yaptığı gibi, ahlaki üstünlük illüzyonu yaratmak maksadıyla mağrur bir duruş sergilemekte ve Barselona’nın bütün göçmenlere açık kalmaya devam edeceğini ifade etmektedirler. Angela Merkel, sayısız göçmenin gelmesine neden olan politikasının sonuçları ile yüzleşmeyi ne yazık ki reddetmekte, Orta Avrupa’da kendi politikalarını uygulamayı kabul etmeyen ülkeleri suçlayarak yerden yere vurmaktadır.
Avrupalı liderler demografik felaketin farkındalar. Onlar 20-30 yıl içinde Avrupa’nın İslam tarafından yönetileceğini çok iyi biliyorlar. Onlar, Müslüman olmayan halkı, asla gerçekleşmeyecek olan cennet gibi bir gelecek umuduyla uyutmaya çalışmaktadırlar. Avrupa’nın terörizm ile yaşamayı öğrenmesi gerektiğini ve terörizm için yapılabilecek hiçbir şeyin olmadığını dile getirmektedirler.
Aslında Avrupalı liderlerin yapabilecekleri, fakat Müslüman oyları kaybetmemek için yapmak istemedikleri birçok şey var.
Winston Churchill bir zamanlar Neville Chamberlain’e; ‘‘Savaş ve onursuzluk arasında kaldığında onursuzluğu seçersen savaşmak zorunda kalırsın’’ demiştir. Aynı şey bugün de geçerliliğini korumaktadır.
On yıl önce, tarihçi Walter Laqueur ‘‘Avrupa’nın Son Günleri’’ tanımlamasını yaparken Avrupa medeniyetinin öldüğünü ve Avrupa medeniyetinden geriye sadece tarihi yapılar ile müzelerin kalacağını ifade etmiştir. Teşhisi çok iyimserdir. Tarihi eser ve müzeler de havaya uçurulabilirler. Bunun için, faşizm karşıtı bir grup olan fakat bütün eylemleri faşizan olan ‘‘Antifa’’ adlı hareketi destekleyen siyah kapüşonluların Birleşik Devletlerdeki heykellere neler yaptıklarına bakmak yeterlidir.
Barselona’daki Sagrada Familia Cathedral, patlayıcıları kullanmakta beceriksiz olan terörist sayesinde kurtulmuştur. Diğer yerler bu kadar şanslı olmayabilir.
Avrupa’nın ölümü kesinlikle çok kötü ve acı veren bir ölüm olacaktır ve ne yazık ki kimse de bunu durdurmak istiyor gibi görünmemektedir. Avrupalı seçmenler bu kötü ve acı verecek ölümü durdurabilirler, fakat bunu çok geç olmadan derhal yapmak zorundalar.
Çevirenin Notları: Yazı aslına sadık kalınarak çevrilmiştir ve yazar Guy Millière’nin görüşlerini yansıtmaktadır. Yazının çevrilmesi Sun Savunma Net sitesi ve çevirenin yazar ile aynı görüşleri paylaştığı anlamına gelmemektedir.
Başkanlık seçim kampanyası esnasında, radikal İslami teröristleri domuz kanına bulanmış mermiler ile öldürmenin iyi bir çözüm olduğunu ima eden ABD Başkanı Donald Trump ise Barselona saldırısı sonrasında yaptığı açıklamada: ‘‘ABD’li General John J. Pershing’in yakalandıklarında teröristlere ne yaptığını inceleyin. 35 yıl önce Radikal İslam Terörü diye bir kavram yoktu’’ ifadelerini kullanmıştır. Donald Trump’ın Barselona saldırısı sonrasında yaptığı açıklama ve arkasına sığınmaya çalıştığı yalanlar için Sun Savunma Net sitesinde yer alan ‘‘Barselona Saldırısı Sonrasında Trump Müslüman Karşıtı Şehir Efsanesini Öne Sürdü’’ başlıklı yazıyı okumanızı öneririm.
Bazı söylem ve ifadelerinin nefret suçu içerdiğini değerlendirdiğim yazının orijinaline aşağıdaki link üzerinden erişebilirsiniz.
https://www.gatestoneinstitute.org/10940/europe-islamic-future