Müyesser Yıldız, Sincan Kadın Kapalı Ceza İnfaz Kurumu, G4 Blok
Bir önceki yazımda Lozan’ın yıldönümünde ve Ayasofya’da kılınan Cuma namazında yaşananları değerlendirirken, AKP eski milletvekili Mehmet Metiner’in Yemyeşil Şeriat Bembeyaz Demokrasi isimli kitabından, geçmişte Erdoğan’ın Atatürk ve Lozan hakkında neler düşündüğünü anlattım. Ama bir yandan da Metiner’i yine hedefe oturturlar diye endişelendim.
Neyse ki Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş’ın Cuma hutbesinde isim vermeden Atatürk’ü “lanetlemesi”, üstüne hilafet çağrıları yapılması ve de Erdoğan’ın oğlu Bilal Erdoğan’ın harf devrimine yönelik eleştirileri üzerine Metiner’in yaptığı paylaşımı okuyunca rahatladım. Metiner, yaşananlara şöyle tepki göstermiş:
“Bir yandan Atatürk’e saldırılar… Bir yandan alfabe tartışmaları… Bir yandan hilafet çağrıları… Uyanık olalım. Bunların hiç birisi tesadüf değil. Yeni bir fitnenin ve iç kışkırtmanın ayak sesleridir bunlar. 28 Şubat öncesini hatırlayın. Bu oyuna asla gelmemeliyiz.Meraklıları için işte açık açık söylüyorum: Ben ne hilafetçiyim ne de saltanatçı. Ben milletin değerlerine bağlı hür ve eşit vatandaşları olan demokratik bir cumhuriyetten yanayım. Her türlü fanatizme karşıyım. Biz hep birlikte Türkiye’yiz. Farklılığımız zenginliğimizdir.”
Günlerdir Türkiye’yi karıştıran bu olayların müsebbipleri belli. Ali Erbaş, Erdoğan’dan habersiz hutbede o sözleri sarf edebilir mi? Diğeri Erdoğan’ın oğlu. Hilafeti isteyenler de iktidarı destekleyen bir grup. O yüzden Metiner’in 28 Şubat benzetmesini anlayamadığımı belirtip bu gelişmelerle doğrudan ilgili Erdoğan’ın yeni “bombası” olan, İstanbul Sözleşmesi’nden çekilme tartışmalarına geleyim.
Sözleşmeyi imzalayan AKP iktidarı, Meclis’te tam kadro oy veren AKP. Dokuz sene sonra “aile yapısını bozduğunu, eşcinsel evliliklere izin verdiğini” iddia edip sözleşmeden vazgeçmeye niyetlenen de yine AKP. Oysa bizzat AKP Grup Başkanvekili Özlem Zengin, “Türkiye’de bir grup bütün kötülüklerin anası olarak İstanbul Sözleşmesi’ni görüyor. Nafaka, eşcinsel evlilik diyor da yazmıyor bunlar bu sözleşmede. Hiç okumadan bununla alakalı bir sürü iddia ortaya koyuyor.”açıklamasını yapmadı mı?
Peki kim bu grup veya gruplar?
Geçenlerde gazeteci-yazar Murat Yetkin birisini yazdı. “Türkiye Düşünce Platformu” imiş; Mayıs’ta Erdoğan’a sözleşmenin feshi için bir rapor sunmuş. Platformda yer alanlar kadın konusundaki görüşleri malum kişiler. O yüzden raporun detaylarına girecek değilim.
Kaldı ki daha üç gün önce Erdoğan’a yakın isimlerden AKP İstanbul Milletvekili Hamdi Çamlı özetle şunları söyledi:
“Kadın erkek eşit değildir, eşitlik koca bir tantanadır. Allah nasıl şirk kabul etmezse, insan da kabul etmez. Kadın ve erkeği eşitliğe zorlayanlar en büyük kötülüğü yapanlardır. Onların fıtratına, yani yaradılışlarına müdahale etmemek gerekir.”
Herkes görüyor, anlıyor; mesele İstanbul Sözleşmesi değil. Bu adımla miras hukuku değişikliğinden çocuk evliliklerine, belki de çok eşliliğe giden bir yolun kapısı aralanacak.
Hatta hatta daha ötesi!..
Daha ötesi ne mi? Yeniden Mehmet Metiner’in kitabına başvurup geçmişte Erdoğan’ın demokrasi, laiklik ve de kadın hakkında ne düşündüğünü hatırlatayım. Metiner şunları anlatıyor:
“İlk gençlik yıllarında demokrasiyi tıpkı bu satırların yazarı gibi ‘küfür rejimi’ olarak kabul eden Erdoğan, bu rejimi yüzde elli birin yüzde kırk dokuz ve üzerindeki tahakkümü olarak görüyor, yerden yere vurmayı sürdürüyordu. Laikliği ise ‘din düşmanlüğü’ ve ‘dinsizlik’ biçiminde eleştiren bir siyasi argümanı dillendiriyordu. Erdoğan’ın demokrasiyi ve laikliği içselleştirmesi hayli zaman aldı, ama sonunda o çizgiye gelip oturdu işte. Bugün geldiği noktada samimi olduğuna inanıyorum.”
Kadın İffetinin Ölçüsü
Olanlar ortada. O yüzden “acaba” demekle yetinerek, “kadın” başlığına geçip yeniden Metiner’e kulak verelim:
“Bizim anlayışımıza göre kadın, ayakları altına cennetin serildiği kutsal bir varlıktı. Ya bir anaydı, ya bir eş veya bir bacıydı, mecbur olmadıkça çalışmamalıydı. O, eşine ve çocuklarına bakmakla yükümlüydü. Kadını iş yerinde başka erkekler arasında çalışan bir varlık olarak düşünemezdik bile. Böyle bir çalışma düzenini İslam dışı bulurduk. Dışarıda başı açık dolaşan kadın, iffeti ve namusu tartışmalı bir kadındı. Bu hafif tabiriyle günahkar bir kadındı, ‘fitne unsuru’ydu.”
Kısa bir süre önce Grup Başkanvekili Özlem Zengin’in, “AKP iktidarına kadar kadının adı yoktu.” sözü epey tartışıldı ya, peki AKP iktidarına kadar Erdoğan’a göre kadının siyasetteki adı ne olmalıydı?
İşte Metiner’in yazdıkları:
“1980’li yıllar… Tayyip Erdoğan, RP İstanbul İl Başkanı. Genç, inançlı ve hırslı bir politikacı. Politika onun için bir araç elbet. ‘İslami devlet’e giden yolda parti çalışması sadece sevap kazandıran bir uğraş. Referansı bütünüyle İslam olan Erdoğan, günah olduğu için kadın eli sıkmıyor… Kadınların siyasal çalışmalarda erkeklerle bir arada bulunmalarını günah sayıyor.”
Dahası var; “Kadınların seçme hakkı olabilir, ama seçilme hakkı asla.” deyip ayak direyenlerin safında yer alıyormuş!..
Erdoğan, Ayasofya’nın camiye çevrilmesi kararı için, “Gençlik hayalimizdi.” demedi mi?
Buyurun, size bir gençlik hayali daha!
Tarikatlar ve cemaatleirn de kadın hakkındaki görüşleri belli. Onlar istiyor diye İstanbul Sözleşmesi’nin feshi düşünüldüğüne göre ister misiniz bu “hayal” de hayata geçirilsin!..
Sincan’dan Silivri’deki Barış Pehlivan’a, Hülya Kılınç’a, Murat Ağırel’e ve açık cezaevindeki tüm dostlara kucak dolusu sevgiler…