Yazan: Yakup Battal, Sun Savunma Net, 16 Mayıs 2018
Dünya dönmekte, zaman geçmekte, istisnalar hariç sadece Türkiye değil, genel olarak her ülke teknoloji sayesinde geçmişe nazaran daha rahat yaşam sürmekte, buna karşın uygarlığın getirmiş olduğu kültürel hoşnutsuzluk, insanlarda huzursuz oluşturmakta ve stresi artırmakta. Bir ülkenin ekonomik büyüme ve kalkınma hızı, tarihi değişimi kıyaslanarak ve diğer ülkeler ile mukayese edilerek daha sağlıklı değerlendirilebilir. Yani Einstein’ın görecelilik (izafiyet) kuralı.
Business Haber Türk verilerine göre Türkiye’nin Cumhuriyet döneminde ekonomik büyüme oranı 95 yıllık dönemde ortalama olarak % 4,8; 2. Dünya Savaşı yılları hariç tutulursa % 5,6. 1929 Dünya ekonomik bunalımı ve savaş tehlikesine karşın 1923-1950 dönemi büyüme hızı %8. Üstelik Osmanlı’dan miras olarak borç alınmışken.
Siyasi iktidar yoğun medya bombardımanıyla farklı göstermeye çalışsa da 2002-2014 dönemi büyüme oranı, %4,7genel ortalamanın altındadır. 2016 için %3,2, 2017 için %7,4. Amma velakin, büyüme oranını enflasyon oranı ile mukayese etmek gerekmektedir: 2016 için ÜFE % 9,94 ve TÜFE % 8,53, 2017 için % ÜFE %15,47 ve TÜFE 11,92, yani fiyatlar gelirlerden çok daha fazla artmış, vatandaşın alım gücü azalmış.
Türkiye, ekonomik açıdan koalisyon dönemlerinde de tek parti iktidar dönemleri kadar gelişebilmiş, 16 yıllık tek parti iktidarı döneminde aslında çok daha hızlı gelişememiş. Üstelik son yıllarda Cumhuriyet döneminde yapılan fabrika ve işletmelerin çoğu satılmış, Avrasya Köprüsü ve Yavuz Sultan Selim Köprüsü gibi büyük projeler ise geleceğe yönelik borçlanma riski taşıyan yap-işlet-devret modeli ile finanse edilmiş. Aslında yapılan köprü ve hava alanlarının bütçeye getirmiş olduğu yükün ayrıca analiz edilmesi gerekiyor.
Kapitülasyon deyiminden çok korkarız ama bu tür projeler bir nevi modern kapitülasyon. Türkiye uluslararası tahkimi kabul etti, parasını ödemezsen yapımcı şirket borcunu çatır çatır alır. Düyun-u Umumiye gibi teşkilat kurulmasın diye devlet ya vergileri artırır ya bir şeyleri satar ya da dış hibe veya borç almak için başka ülkelere taviz vermek zorunda kalır.
Ekonomik açıdan alım gücünün artması, işsizliğin ve dış borç yükünün azalması, katma değer sağlayan sektörlerin desteklenmesi, şeffaflık ve hesap verilmesi, sürdürülebilir ekonomik büyümenin sağlanması ve adil gelir paylaşımı önemlidir.
IMF (International Money Fund – Uluslararası Para Fonu) verilerine bakıldığında Türkiye ekonomisi, Avrupa’nın gelişmiş ülkeleri ile kıyaslanmıyor, Polonya gibi Orta Avrupa, Makedonya gibi Balkan ülkeleri ile kıyaslanıyor, yani biz Almanya ve Fransa gibi ülkelere siyaseten kafa tutabiliriz ama bu siyasi söylemi destekleyecek ekonomik gücümüz maalesef yok. Onun için Almanya, Hollanda ve Avusturya gibi ülkelere efelenmemiz lafta kalıyor. Geçen sene Hollanda ve Almanya çok eleştiriliyordu, şimdilerde ses yok.
Ekonomik veriler açısından Asya’nın büyüyen ülkeleri kadar iyi değiliz. Mesela 2016 yılı verilerini kıyaslarsak;
Türkiye’nin ithalatı ihracından fazla ve dış borcu milli gelirinden fazla ülkelerden biri, yani cari açığı var ve finansman açısından dış sermayeye ihtiyacı olan bir ülke.
Ekonomide genel kural, devlet yatırımları ve harcamaları artırırsa örneğin devlet yol, köprü yaparsa ekonomik büyüme artar ve işsizlik azalır. Türkiye ekonomisinin itici iki sektörü inşaat ve turizm. Yanlış politikalar sonucu turizm sektörü krize girmiş, inşaat sektörü ise aşırı arz ve vatandaşın alım gücü yetersizliğinden ciddi kriz içinde, bu nedenle Ziraat Bankası ve Halk Bankası seçim ekonomisi kapsamında konut kredilerinin faiz oranını düşürdü, tapu harçları düşürüldü, varlık barışı gündemde.
Türkiye teknoloji açısından da dışa bağımlı, bugün gelişmiş ülkeler ile yaşanan siyasi krizler nedeniyle teknoloji transferinde de sıkıntılar yaşanmakta. Kim ne derse desin, Türkiye ekonomisine dış sermaye ve teknoloji transferi olmazsa ekonomimiz krize girer, bu nedenle Türkiye diğer ülkeler ile iyi ilişkiler kurmak ve OHAL’i kaldırmak zorunda. Ekonomik bağımsızlık olmaksızın siyasi bağımsızlık veya tam bağımsızlık gibi sloganlar ayağı yere basmayan ütopik düşünceler ve söylemlerdir. İnsanoğlu kendi yaşamsal ihtiyaçlarını tehdit edinceye kadar, yani amiyane deyimle zurnanın zırt deliğine kadar siyasi hayallerle duygu ve arzularını okşayan algıları sever; ancak ekonomik kriz karabasan gibi çöktüğünde gerçeği anlar ama iş işten geçmiş olur. Siyasetçiler ekonomik krizleri hep saklamak ister.
Türkiye 2016 verilerine göre %11,3 ile dünyada işsizlik oranının en yüksek olduğu dokuzuncu ülke. En kötü Güney Afrika 26,6, Yunanistan %23,4, İspanya %18,91, Nijerya 13,3, Mısır 12,5, İran, Brezilya 11,8 İtalya 11,7 ve Fransa %11. Asya ve Amerika’da nispeten düşük düzeyde.
Robot teknolojilerinin devreye girmesi, sanayi devrinden dijital çağa geçilmesi nedeniyle tüm dünyada işsizlik ciddi sorun, emeğin niteliği değişti ve değeri düştü, işçilerin alım gücü ABD de bile son 20 yılda %15 düşmüş durumda. İşsizlik yanı sıra beyin göçü de yüksek, nitelikli gençler daha cazip olduğu için yurt dışına gidiyor.
NTV’nin haberine göre Londra merkezli düşünce kuruluşu The Legatum Institute’nün 2016 Küresel Refah Endeksi’nde Türkiye genel sıralamada 78’inci olmuş, en iyi derece ekonomik kalitede 49. olmuş, iş ortamı kategorisinde 74. sağlıkta 52. güvenlikte 126. sırada yer almış.
Sözcü gazetesinin haberine Türkiye’nin Yolsuzluk Algı Endeksi puanı ve sıralamadaki yeri 2013 yılından beri gerilemeye devam etmekte ve Uluslararası Şeffaflık Örgütü’nün (Transparency International – TI) 2017 yılı Endeks sonuçlarına göre, Türkiye, altı basamak daha gerileyerek 180 ülke arasında 81. sırada yer almaktadır. Türkiye, son beş yıl içinde en çok puan kaybeden dördüncü ülke olmuş. Yolsuzluk konusunda şüphesiz ki 17-25 Aralık soruşturmalarının ve Rıza Zarrab davasının önemli rolü olmuştur; ancak Türkiye’deki bu konudaki soruşturmalar delillerin hukuka aykırı yoldan elde edildiği gerekçesi ile kapatılmış, FETÖ’ye bağlanarak aklanılmış, ABD’deki Rıza Zarrab Davası da Türkiye karşıtlığı olarak lanse edilmiş durumda. Deliller hukuka aykırı elde edilmiş olabilir ama sonuçta ayakkabı kutularından paralar çıkmış, 4 bakan istifa etmiş veya ettirilmiş.
Cumhuriyet savcılarının görevi bir suçun işlenip işlenmediği konusunda şüphe oluştuğunda soruşturma yapmaktır. Benzer şekilde Man Adası olayı gündeme gelmişse, bunun vergi kaçakçılığı örtülü sermaye transferi olup olmadığı konusunun inceleme yapması Vergi Usul Kanununun gereğidir. İktidar aleyhine olan bu tür vergi kaçakçılığı veya yolsuzluk suçlarını araştırmak bir hayli riskli. Yolsuzluk ve rüşvetin olduğu bir ülkede ekonomik büyüme ve kalkınma yeterince sağlanamaz.
Türkiye, 2016 yılı rakamları ile 34 OECD ülkesi arasında kayıt dışı ekonominin en yüksek olduğu ülke. Bu oran ABD’de %7,95 İsviçre’de % 8,07, AB ülkelerinde %10, dünya ortalaması %22 iken Türkiye’de %28,72. Türkiye’de bu oranının yüksek olmasının bir nedeni, tarımda çalışanların sigortalanmaması, ancak Türkiye’de vergi kaçırmak için mali kayıtlarda hile yapıldığı da bir gerçek. Bunun içinde Gelir İdaresi Başkanlığı koordinatörlüğünde “Onuncu Kalkınma Planı (2014-2018) Kayıt Dışı Ekonominin Azaltılması Eylem Planı” hazırlandı. Türkiye’de ekonomide vergi adaletinin ve ekonomik şeffaflığın sağlanması acil bir zorunluluktur. Bizim sistemde hesap verilebilirlik ve şeffaflık için iyi şeyler söylemek zor, Sayıştay rapor hazırlıyor, kamu denetim sistemi var ama sonuçları ortada.
Vergilerin GSMH’ye oranı ise OECD ülkeleri ortalaması %34,4 iken Türkiye’de %28,7. Vergi ve harç oranları yüksek, buna karşın bina ve ev gibi taşınmazların vergi için beyan edilen değerleri gerçek değerlerinden çok düşük. Kurumsal şirketler hariç özellikle limited şirketler ve şahıs şirketleri, neredeyse sülalesinin bütün harcamalarını gider diye gösteriyor, gerçek gelirleri gizliyor. Bir de bağışlar var, vergiden de düşülüyor. Her seçimde vergi affı çıkıyor, devlet istediğinde vergi borcu için haciz koyup takır takır alıyor, istemediğine göz yumuyor. Millete AMK yaparım diyen adam ile vergide uzlaşıya gidiyor veya vergi borcu yapılandırılıyor.
Batı rejimlerinde siyasi ve liberalizm birbirinden büyük ölçüde ayrılmış durumda, bizde ise siyasi ve ekonomik kapitalizm yani siyaset ile ticaret iç içe, dolayısıyla siyasetin getirisi Batı ülkelerine göre kıyaslanamaz ölçüde. Onun için Batıda siyasetçi olmak ve kalmak için uğraşmıyor, bizde ise bir meslek ve tutku halinde.
Gelişmiş ülkeler zenginlik ekonomisine, bizim gibi gelişmekte olan ülkeler geçim ekonomisine yönelir, Ortadoğu ise nafaka ekonomisi. Bütün gelişmiş ülkeler sığınmacılar konusunda vatandaşını düşünüp temkinli davranıyor, biz ise ümmet anlayışı içinde sanki İslam Dünyasının en zengini ve patronu gibi Suriyeli sığınmacılara sınırsız kucak açıyoruz, diğer Müslüman ülkelerine yapılan yardımlar ile övünüyoruz. Nihayetinde Suriyelilere harcanan 30 Milyar Dolar vatandaşın cebinden gidiyor.
Osmanlı İmparatorluğu sanayii devrimini ıskaladığı için ekonomik sefalete ve hasta adam durumuna düştü, kapitülasyonların mahkûmu oldu Duyunu Umumi İdaresi devlet maliyesine el koydu. Gelişmiş ülkelerde endüstri 4,0’ı öğrenebilen yapay zekâ ve robot sistemlerini konuşuyor, biz ise taşeron olmakla övünüyor, ekonomimizi bugün ve geleceğe göre değil, geçmiş ve bugüne yönlendiriyoruz, bunun sonucu olarak siyasi söylemde önde olduğumuzu söylesek de geri düşüyoruz. Eğitim ve ekonomi konusunda ciddi tedbir alınmazsa gelecek 20 yıl içinde bugünlerimizi arar duruma düşebiliriz.
Yarın da erken seçim ve siyaset konusunu değerlendireceğiz.