Bizi bir arada tutan ne çıkardır, ne de hesaptır; bizi bir arada tutan aynı ülkeye, aynı değerlere, aynı yüksek ideallere olan samimi bağlılığımızdır. Türkiye Cumhuriyeti’nin eşit, özgür ve onurlu vatandaşları olmak, hepimiz için gurur kaynağıdır. Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan
Fatih Bengi, Sun Savunma Net, 26 Nisan 2021
Zamanın Birleşik Devletler Başkan Yardımcısı Joe Biden, Ermenistan Cumhurbaşkanı Serzh Sargsyan ile sözde Ermeni soykırımını anarken. Fotoğraf: Samantha Power.
Yüzyıllar boyunca Osmanlı idaresi altında yaşamış olan Ermeniler, bu süre içinde toplumun bir parçasını oluşturmuşlar ve çeşitli devlet görevlerinde bulunmuşlardır. İçlerinden birçoğu da ticaret, musiki, edebiyat, mimarlık vs. gibi alanlarda önemli işler başarmışlardır. Sosyal ve iktisadi hayatta kazanmış oldukları bu statü sayesinde, Türklerle rahatça uyum sağlayarak, en nüfuzlu tebaa konumuna sahip olmuşlardır.
Gerçekten de Osmanlı Devleti, kuruluş döneminden itibaren Ermenileri iyi niyetle himayesine almıştır. Onlar da Osmanlılara sığınmış, sadakatten ayrılmayacaklarına dair yemin etmiş bulunduklarından, diğerlerinden ayrı tutulmuşlardır.
Osmanlı Devleti, bu iyi niyetli tutumunu her zaman devam ettirmişse de özellikle 19. yüzyılın ikinci yarısından itibaren Avrupalıların gayr-ı Müslim tebaa üzerindeki kışkırtıcı faaliyetlerine kanan Ermeniler, düşmanca bir tavır almaya ve çeşitli isyanlar çıkarmaya başladılar. Bilhassa 1877-78 Osmanlı-Rus Harbi esnasında, Rusların bağımsızlık vaatlerine kapılmaları, neticede bir Ermeni Meselesi’nin doğmasına vesile olmuştur. Savaş sonunda imzalanan Berlin Antlaşması’nda Ermeniler’in yaşadıkları vilayetlerde ıslahat yapılması öngörülünce memnun olmadılar. Bundan sonra da Taşnak ve Hınçak Komitelerini kurup hedeflerine ulaşabilmenin vasıtası olarak terörizmi benimsediler. Bu komitelerin inancına göre “Yakın maksada gidecek biricik yol ihtilaldir. Türkiye Ermenistanı’ndaki bütün müesseseleri alt üst etmek, değiştirmek, halkı umumi isyan yoluyla Türk hükümetine karşı savaştırmak” gerekmektedir.
Ermeni meselesi gündeme geldiğinde, Osmanlı tahtında yeni padişah II. Abdülhamit vardı. II. Abdülhamit Ermeni meselesi ve Doğu Anadolu ıslahatı konusunda çok kararlı bir tutum sergilemiş ve Berlin Kongresi’nde öngörülen hususları hiçbir zaman yürürlüğe koymamıştır.
Van Gölü-Akdamar Adası
Birinci Dünya Savaşı’na Osmanlı Devleti dâhil olduktan sonra Ermeni komitelerinin düşmanla işbirliği ettiğine dair istihbarat Bab-ı Ali’ye ulaştıkça ve akabinde Anadolu’da birbiri ardı sıra isyanlar çıktıkça hükümet giderek telaşlanmış fakat hadiselerin durulacağını varsayarak kesin bir tedbir almak yoluna gitmemiştir. Bu süre içinde günün Dâhiliye Nazırı Talat Bey, Erzurum Mebusu Varteks Efendi’ye “Ermeniler bu çeşit muamelelere devam ettikleri takdirde çok şiddetli tedbirlerle karşılaşacaklarını’’ bildirmiş, Başkumandan Vekili Enver Bey de aynı şekilde patrikle görüşerek cemaatine barış nasihatinde bulunmasını istemiş ve devamla söz konusu hareketler “umumi bir mahiyet aldığı takdirde askeri hükümetin en sıkı tedbirleri almak mecburiyetinde kalacağını da” vurgulamıştır.
Çeşitli uyarılara rağmen Ermeniler’in Müslüman ahaliyi katletmeye başlamaları askerleri müteessir etmiş; ordu daha etkili bir tedbirin alınmasını, askeri zorunluluk olduğu kadar insani bir görev olarak da görmeye başlamıştı. Nitekim ordu Dâhiliye Nezareti’ne 2 Mayıs 1915’te başvurarak “ya isyankâr Ermenileri ve ailelerini Rusya hududu dâhiline sürmek yahut meskun (isyankar) Ermenileri Anadolu dâhiline muhtelif yerlere dağıtmak lazımdır. Bu iki şıktan münasibinin iltihabı ile icrasını rica ederim” diyordu.
27 Mayıs 1915’te çıkan kanun ile Ermeniler’in savaş alanı olmayan Suriye’ye mecburi göç ettirilmesine karar verildi.
Ordu, 26 Mayıs 1915’te yeniden Dâhiliyeye müracaatla Ermeniler’in Doğu Anadolu vilayetlerinden, Zeytun’dan ve yoğun bulundukları diğer yörelerden Diyarbakır vilayeti güneyine Fırat Nehri vadisine, Urfa, Süleymaniye yakınlarına gönderilmelerini ve bu yer değiştirme operasyonu sırasında Ermeni nüfusun gönderildiği yerlerdeki aşiret ve Müslümanların sayısının %10 oranını geçememesine, göç ettirilecek Ermenilerin kuracakları köylerin her birinin 50 evden çok olmamasına ve göçmen ailelerin seyahat ve nakil suretiyle de olsa yakın yerlere ev değiştirmemesine dikkat edilmesini istedi.
Soldan sağa: Türkiye Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu ve Ermenistan Cumhurbaşkanı Serj Sarkisyan
Osmanlı, Ermeniler’in yerlerinin değiştirilmesi kararının düzenli ve güvenli bir şekilde uygulanması için gereken önlemleri almıştı. İskân yerlerine gelen Ermeniler, durum ve yere göre, ya mevcut köyler ve kasabalarda inşa edilecek evlerde ya da hükümetçe belirlenecek yerlerde kurulacak köylerde yerleştirileceklerdi. İskân yerlerine sevk edilen Ermeniler’in can ve malları korunacak, Ermeniler bütün taşınabilir mallarını birlikte götürebilecekler, beslenmeleri ve istirahatleri sağlanacaktır. Ermeniler’in beraberinde götüremeyecekleri eşyaları sahipleri adına açık arttırma ile satılacak, bedeli hükümetçe ödenecektir. Talat Bey, 30Temmuz 1915’te yayınladığı ek bir kararla gülünç denilecek fiyatlar üzerinden mal satın almış kişiler varsa, satışları iptal etmek, fiyatları normal seviyeye yükseltmek ve kanun dışı kar sağlanmasını önlemek için gerekli önlemleri almalarını ilgili mülki mercilerden talep ediyordu.28 Ağustosta ise Dâhiliye Nezareti, diğer hususların yanı sıra, tehcir edilenlerin sağlık durumlarının kontrol edilmesini, hastalara, hamile kadınlara ve bebeklere ihtimam gösterilmesini emrediyordu. Yine aynı yazı hasta kadın, çocuk ve yaşlıların demiryoluyla, geri kalanların ise atlarla ve arabalarla sevk edilmelerini; her kafileye yiyecek stoku sağlanıp muhafız birliklerinin refakat etmesini kayda bağlıyordu. Devam a Müslüman halkın muhtemel saldırılarına karşı emniyet tedbirleri alması, bu konuda teşebbüsü veya ihmali görülenlerin Divan-ı Harbe verilmeleri vurgulanmıştır.
Birinci Dünya Savaşı’nda 26 Şubat 1919’da Erzurum’u kaybedince şehre Rus taburlarının başında Ermeni asıllı Antranik isimli bir kumandan girer. Öldürdüğü Türk sayısı 16.000. kadardır. Harput’ta bir Amerikan Koleji vardır. Buradaki öğretmenlerden Miss Jayson Smith anlatır ki: ‘‘Antaranik’in ruhu, sokakta rastladığı her Türk’ü öldürmeye göre ayarlanmıştır”.
Antranik ve adamları. Fotoğraf: WİKİWAND
Görüldüğü üzere Osmanlı birçok cephede bile savaşırken öncelikle azınlıkların güveliğini düşünmüştür. Fakat Ermenilerle beraber diğerleri yabancı devletlerin kışkırtmaları sonucu devlete isyan etmişlerdir. Yıllarca idaresinde barındırılıp ayrıcalıklı muamelesi yapılan Ermeniler bunu unutmuşlar ve devletin en nazik zamanında Doğu Anadolu’da savunmasız durumdaki kadın, çocuk ve yaşlıları hunharca katletmekten geri durmamışlardır. Aradan uzun zaman geçmiş olasına rağmen bu gün hala Doğu bölgelerimizde Ermeniler tarafından katledilen Türkler’in toplu mezarlarına rastlanmaktadır. Buna rağmen Osmanlı Devleti onları sadece Suriye’ye göç ettirmekle yetinmiştir. Aynı durum bu gün bizlere insan hakkı dersi vermeye çalışanların başına gelse nasıl davranacaklarını tahmin etmek hiç te güç değildir. Bu olay Türklerin Ermenileri katli şeklinde anlatılmış ve bu sorun değişik zamanlarda bu gün bile karşımıza çıkmaktadır. Tehcir Kanunu’nu imzaladığı için Talat Bey en büyük düşman olarak görülmüş, aradan yıllar geçtiği halde Ermeniler’in intikam duyguları bitmek bilmemiştir. Talat Bey, Berlin’deki evinden çıkarken Teleyran adındaki bir Ermeni tarafından vurularak öldürülmüştür. Yakalanan katil Talat Bey’i 1915 yılında çıkarılan Tehcir Kanunu’ndan dolayı öldürdüğünü çekinmeden itiraf etmiştir. Sonraki tarihlerde ASALA adındaki Ermeni Terör örgütünün çeşitli faaliyetlerine devam etmiş 31 diplomat ve yakınlarını şehit etmişlerdir. Çeşitli Avrupa ülkelerinde sözde 24 Nisan 1915 sözde Ermeni katliamı anısına anıtlar dikilmektedir.
Kaynak: AVİM
Anadolumuz üzerinde bir yüzyıldan fazla bir süredir devam ede gelen niyet ve eylemler karşısında pasif ve üşengeç davranışımız, milletlerarası arenada sahnelenen senaryolarda etkili olmamızı kesinlikle engellemiştir.
Nasıl engellemesin ki, Ermeniler’in, dış ve özellikle Rus desteği ile başlattıkları “Anadolu’da devlet ve katliam bedeli” gayretlerinin çıkış noktası olan 1874’ten bu güne kadar yayınladıkları Avrupa dillerindeki eserlerin şöylece bir sayısı dört binin üzerindedir. Çoğunun önsözünü o zamanın başbakanları, dış işleri bakanları, tarihçileri ve ünlü edebiyatçıları yazmışlardır. Ermeni örgütleri bu eserleri mükemmel bir dağıtım sistemine bağlamış, gazetelerde eleştiriler yapılmasını sağlamış ve bir Avrupa ve Dünya kamuoyu oluşturulmasında en akıllı yolu seçmişlerdir.
Bizim ise, şu dört bin küsur esere karşı mücadelemizde kullandığımız on küsur eser vardır.
Bu dengesizlik karşısında “Avrupalı niçin bize değil de onlara kulak veriyor?” şikâyetinin müdafaa edilebilir tarafını bulmak hakikaten zordur. Bütün bunların sebebi kendi tarihimizden gerekli dersleri almayışımızdır.
Yabancıların farklı düşünmelerini beklemek zaten mümkün değildir. Bizleri üzen asıl taraf hala Türkiye’de kendi tarihinden habersiz insanların varlığıdır. İlk önce buradan başlamak lazımdır.
Ancak ben şunu biliyorum SOYKIRIMLAR;
Almanya’da Yahudilere, Çingenelere, eşcinsellere, Polonyalılara, Özürlülere, komünistlere,
Norveç’te Taterlere (Göçerlere) ,
Amerika’da Aztek, Maya, İnka medeniyetlerindeki yerlilere,
Avustralya’da yerlilere,
Afrika’da Namibya yerlilerine,
Danimarka’da Alman mültecilere,
Kıbrıs’ta, Batı Trakya’da, Bulgaristan’da Türklere,
Bosna’da Boşnaklara,
Filistin’de Filistinlilere,
Çin’de Uygur Türklerine,
Cezayir’de Cezayirlilere yapılmıştır.
İşte tarihteki bazı soykırımlar:
1- Josef Stalin (SSCB, 1934-39) 13.000.000 mülteci, 100 binlerce ölü.
2- Adolf Hitler (Almanya, 1939-1945) 12.000.000 mülteci kamplarda iki milyon ölü/kayıp.
3- Mao Tze Dong (Çin, 1966-1969) 11.000.000 kişiye kültürel asimilasyon, toplama kamplarında sayısı belli olmayan kayıplar.
4- İspanyol ve Amerikalı Kâşifler (1492-1800) 7.972.000 ölü- kayıp.
5- Hideki Tojo (Japonya, 1941-1944) 5.000.000 ölü/kayıp.
6- Pol Pot (Kamboçya, 1975-1979) 1.700.000 ölü.
7- Kim Il Sung (Kuzey Kore, 1948-1994) 1.600,000 mülteci ve toplama kamplarında ölü/kayıp.
8- Menghitsu (Etiyopya, 1975-1978) 1.500.000 ölü/kayıp.
9- Charles De Gaulle (Cezayir, 1954-1962) 1.000.000 ölü/kayıp.
10- Yakubu Gowon (Biafra, 1967-1970) 1.000.000 ölü/kayıp.
11- Leonid Brezhnev (Afganistan, 1979-1982) 900.000 ölü/kayıp.
12- Jean Kambanda (Ruanda, 1994) 800.000 ölü/kayıp.
13- İngiliz Krallığı (Avustralya, 1849-1938) 719.000 ölü/kayıp, 100 bin mülteci.
14- Suharto Doğu Timor, 1976, 600.000 ölü/kayıp.
15- Saddam Hüseyin (İran ve Kuzey Irak 1980-1990) 600.000 ölü/kayıp.
16- Yahya Khan (Pakistan, 1971 ve Banglades,1990) 500,000 ölü/kayıp.
17- Savimbi (Angola, 1975-2002) 400.000 ölü/kayıp.
18- Molla Ömer – Taliban (Afganistan, 1986-2001) 400.000 ölü/kayıp.
19- Idi Amin (Uganda, 1969-1979) 300.000 ölü/kayıp.
20- B. Mussolini (Etiyopya, Yugoslavya 1936) 300.000 ölü/kayıp.
21- Danimarka (Danimarka, 1945) 250.000 Alman Mülteci ölüme terk edildi.
22- Mobutu Sese Seko (Zaire, 1965-1997) 250.000 ölü/kayıp, 200 bin mülteci.
23- Charles Taylor (Liberya, 1989-1996) 220.000 ölü/kayıp.
24- Foday Sankoh (Sierra Leone, 1991-2000) 200.000 ölü/kayıp.
25- Amerika (Almanya Dresden,1943-1945) 200.000 sivil ölü (Dresden’e sığınan siviller).
26- S. Miloseviç (Yugoslavya,1992-96) 180.000 ölü/kayıp.
27- Michel Micombero (Burundi, 1972) 150.000 ölü/kayıp.
28- Amerika (Hiroşima-Nagazaki 1944) 135.000 ölü (atom bombası).
29- Almanya (Namibya 1891) 117.000 ölü/kayıp, 15 bin mülteci.
30- Hassan Turabi (Sudan, 1989-1999) 100.000 ölü/kayıp.
31- Richard Nixon (Vietnam, 1969-1974) 70.000 ölü/kayıp.
32- Papa Doc Duvalier (Haiti, 1957-1971) 60.000 ölü/kayıp.
33- Marcos (Filipinler) 50.000 ölü/kayıp.
34- Hissene Habre (Çad, 1982-1990) 40.000 ölü/kayıp.
35- Vladimir Ilich Lenin (Rusya, 1917-1920) 30.000 muhalif infaz edildi.
36- Francisco Franco (İspanya) 30,000 muhalif infaz edildi.
37- Lyndon Johnson (Vietnam, 1963-1968) 30,000 ölü/kayıp.
38- Hafız Esad (Suriye 1980-2000) 25.000 ölü/kayıp.
39- Khomeini (Iran, 1979-1989) 20.000 ölü/kayıp.
40- Eski Yugoslavya (1995 Bosna-Hersek) 15.000 ölü, 7.500 kayıp, 45.000 mülteci.
41- Paul Koroma (Sierra Leone, 1997) 6.000 ölü/kayıp.
42- Usame bin Ladin (Dünya çapında,1991-2001) 4.000 ölü/kayıp.
43- Augusto Pinochet (Şili, 1973) 3.000 ölü/kayıp.
44- Efrain Rios Montt (Guatemala) 2.000 ölü/kayıp.
45- Sierra Leone 80,000 mülteci, kayıp rakamı belli değil.
46- Kıbrıs Cumhuriyeti (1912-1974) 25.000 sivil mülteci, 1.000’i aşkın ölü, 100 İngiliz ölü.
47- Yunanistan (Bati Trakya,1923-1990) 400.000 mülteci evlerini terk etti.
48- Bulgaristan (1970-1989) 360.000 mülteci kültürel asimilasyon sonucu evlerin terk etti, 1.000 kişi toplama kamplarına alındı.
49- Norveç (1920-1930) Tatar göçmenleri kısırlaştırma ve toplama kamplarında izole etme.
50- ABD –Felluce (2004) Devam ediyor.
Artık sadece 24 Nisanlar’da değil ve her şeyi devletten beklemeden, tarihçilerimizin ve araştırmacı yazarlarımızın devreye girip meselenin aslını ortaya koyan eserleri, belgeleri hazırlayıp dünya kamuoyuna sunmaları gerekmektedir. Çünkü meselenin ardında büyük bir oyun, tarihsel hesaplaşma, tazminat davası ve hatta toprak talepleri bulunmaktadır. Benden söylemesi.