Devalüasyon: bir ülkenin ulusal parasının değerinin başka bir güçlü paraya göre değerinin düşürülmesidir.
Yazar: Omoh Gabriel, Vanguard, 8 Ekim 2015
Çeviren: Ercan Caner, Sun Savunma Net, 29 Ekim 2107
IMF (International Monetary Fund – Uluslararası Para Fonu) İş Direktörü Omoh Gabriel, ülkelerin kriz zamanlarında başvurdukları döviz kuru devalüasyonunun, ekonomileri üzerinde olumsuz etkileri olabileceğini ifade etmektedir. Gabriel’e göre; döviz kurunun değerinin düşürülmesi, ekonomik büyüme hızında yavaşlama görülen ülkeler için, uzun süredir faydalı ve oldukça önemli bir koruma tedbiri olarak kabul edilmesine rağmen, döviz cinsinden borçlanma olduğunda ödemeler dengesini olumsuz yönde etkileyebilir.
Maurice Obstfeld ise büyüme performansını geliştirmek ve direncini artırmak isteyen her ülke için tek bir reçetenin uygun olmadığını ifade ederken, yine de bazı bilinen genel prensiplerin olduğunu ifade etmektedir. Gelişmekte olan piyasalar ve gelişen ekonomiler, Birleşik Devletler tarafından yapılacak para politikası düzenlemelerine karşı her zaman hazırlıklı olmak zorundadırlar. Gelişmiş ekonomiler kriz kalıntıları ile mücadeleyi etmeyi sürdürmelidirler.
Gelişmekte olan piyasalar ve ekonomiler, Birleşik Devletler tarafından yapılması planlanan para politikası normalleştirmesine karşı hazırlıklı olmak zorundadırlar. Gelişmiş ekonomiler ise kriz kalıntıları ile mücadele etmeyi sürdürmelidirler. Bunun yanı sıra parasal uyumlaştırma, üretim açıklarının negatif olduğu durumlarda, mali alan izin verdiği ölçüde mali tedbirlerle de desteklenerek devam ettirilmelidir. Özellikle, uzun vadeli reel faiz oranlarının çok düşük olduğu bir zamanda altyapı yatırımları oldukça zorlayıcı görünmektedir.
Potansiyel üretim artışı için daha fazla yatırım yapmak yöntemlerden bir tanesidir, fakat hedeflenen yapısal reformlar da olumlu yönde önemli bir rol oynayabilir. Bu tür reformlar gelecekte büyümeyi artırmanın yanı sıra büyümenin esnekliğini de artıracaktır. Bütün ülkelerde mikro ve makro seviyede ihtiyatlı politika sisteminin güçlendirilmesi de içerden veya dışarıdan kaynaklanan ekonomik şoklara karşı direnci artıracaktır.
Küresel ekonominin karşı karşıya olduğu problemlerin altını çizen Obstfeld, ilk problemin; Çin’in dışsatım, yatırım ve üretim esaslı olmaktan ziyade tüketim ve hizmet sektörüne odaklanan ekonomik dönüşümü olduğunu ifade etmektedir. Bu süreç, uzun vadede ne kadar gerekli ve sıhhatli olsa da yakın vadede Çin’in büyümesi ve ticaret ortaklarıyla olan ilişkilerine bazı etkileri olacaktır.
İkinci problem ise hammadde fiyatlarında yaşanan düşmedir. Yıllardır yaşanan yüksek küresel talep fiyatları yukarı çekmiş ve hammadde sektörlerine olan yatırımları teşvik etmiştir. Fakat Çin, içinde bulunduğumuz on yılda yavaşlamaya başladığında birçok hammadde fiyatları, 2011 yılı ikinci yarısından itibaren düşüşe geçmiş ve bu düşme son zamanlarda oldukça artmıştır.
Üçüncü problem ise Birleşik Devletlerde gerçekleşmek üzere olan para politikasının normalleştirilmesidir. Birleşik Devletlerdeki nispeten uygun üretim ve fiyat performansı, çok yakında bir faiz oranı artırımını haklı kılabilir, fakat faiz artırımının özellikle gelişmekte olan ve gelişen ekonomilere olası küresel yansımaları olacak ve mevcut belirsizlikleri artıracaktır.
Obstfeld, bütün bu gelişmelerin ortasında yakın dönemde küresel büyümenin, geçmişe göre aşağı doğru giderek orta ve düzensiz olacağını tahmin ettiklerini ifade etmektedir. Canlı ve senkronize bir küresel genişleme yakalanması çok zor bir hedef olarak kalmaya devam edecektir.
Genel olarak beklentilerin geçtiğimiz yıla göre düşük olduğunu ifade eden Obstfeld, 2014 yılında %3,4 olan küresel gerçek gayri safi yurtiçi hasılanın 201 yılında %3,1 oranında kalacağını, 2016 yılı için ise bir umut ışığı olduğunu ve %3,6 büyüme oranına geri dönüleceğini öngördüklerini ifade etmektedir.
Bu toplam rakamlar, gelişmiş ülkeler ile gelişmekte olan ve az gelişmiş ekonomilerin tamamen farklı kaderlerini yansıtmaktadır. Gelişmiş ekonomilerde, özellikle Birleşik Devletler ve Euro Bölgesinde, geçen yıla oranla orta seviyede bir yükselme beklenmektedir. Fakat maalesef Japonya’da ekonomik büyümenin sendelediği görülmektedir. Gelişmiş ekonomilerde 2014 yılında büyüme oranı %1,8 oranında gerçekleşmiş, 2015 yılı için bu rakam %2,0 olarak öngörülmekte ve 2016 yılında hızlanarak %2,2 seviyesine yükselmesi beklenmektedir.
Her zaman olduğu gibi bu toplam rakamlar, ülkeler arasındaki farklı beklentileri maskelemektedir. Özellikle Kanada olmak üzere, Avustralya ve Norveç gibi ana hammadde üreticilerinde yavaşlamalar görülmektedir. Kötü ticaret hadlerinden kaynaklanan gerçek gelir düşmelerinin yanı sıra hammadde üretim sektörlerinde, Birleşik Devletler de dahi büyümeyi önemli ölçüde etkileyen, negatif yatırım etkileri de görülmektedir. Hammadde fiyatlarındaki aşağı doğru gidiş son zamanlarda oldukça hız kazanmış ve en dramatik etkiler, az gelişmiş ve gelişmekte olan hammadde ihracatçılarında görülmüştür. Bu grupta olan ve dünyanın gayri safi yurtiçi hasılasının yarısından daha fazlasına sahip olan ve yine dünyadaki büyümenin aslan payını sağlayacak olan bu ülkeler için, 2015 yılındaki büyüme oranının, 2014 yılındaki %4,6 seviyesinden %4,0’a düşeceği beklenmektedir. Bu seviyedeki büyüme oranı, küresel krizden çıkmak için öngörülen büyüme hızından oldukça azdır ve az gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerde beş yıl arka arkaya GSYH’deki düşmeyi göstermektedir.
Hammaddeler hikâyenin büyük bir parçası olsa da tamamı değildir: bazı durumlarda politik istikrarsızlık çok daha büyük bir faktör olabilmekte veya sermaye girişleri sonrasındaki yüksek borç stoku ve aşırı yatırımlar da hikâyenin eksik kalan kısımlarını tamamlamaktadır. 2015 yılında beklenen %4,5 oranındaki küresel büyüme hızı, geçtiğimiz yıllarda büyük durgunluklar yaşayan Brezilya ve Rusya ile halen büyüme eğiliminin çok altında olan Latin Amerika ülkeleri dâhil, bazı diğer ülke ekonomilerinde giderek bir normalleşmeye neden olacaktır.
Artan döviz kuru esnekliği, daha yüksek döviz rezervleri, doğrudan yabancı sermaye akışları ve ülke parası-dış finansa bağımlılık ile güçlü politik çerçeveler sayesinde, birçok gelişmekte olan ekonomi, dış şoklara karşı esnekliklerini artırmışlardır. Bütün bunlara rağmen bu gelişmeleri tehdit eden potansiyel aşağı yönlü riskler mevcuttur ve bunun nedeni bazı ülkelerin tepki gösterme kapasitelerinin sınırlı olmasıdır.
Bazı ekonomilerde deflasyon riski hala mevcuttur. Uzun vadeli faiz oranlarında keskin artışlara neden olan tahvil riski primlerinin hızla düşme riski de mevcuttur. Bu risklere, özellikle hammadde ihraç eden bazı gelişmekte olan ve az gelişmiş ekonomilerde rastlanmıştır.
Çevirenin Notları: Yazı biraz eski, fakat içeriği hala güncelliğini koruyor. Devalüasyon, depresyon, borsa, deflasyon, döviz kuru, enflasyon, rant, resesyon, stagflasyon, regresyon, reflasyon ve daha birçok ekonomik terim. Anlamlarını öğrenmek için bir iktisat sözlüğü gerekli, fakat cebimize giren paranın değerinin sürekli azaldığı, yabancı yatırımlar ve sıcak para girişinin durduğu, dış borcun arttığı, ot ve saman ithal ettiğimiz bir ortamda ekonomik gidişin kötü olduğunu anlayabilmek için iktisat sözlüğü karıştırmaya gerek yok.
Böylesine karamsar bir tabloda hala herkesle kavga etmenin faydası nedir? Kavgayı bırakıp çalışmak, katma değeri fazla olan ürünler üretmek ve satmak zorundayız.
Sayın Mahfi Eğilmez’e göre; 2002 yılında toplam 366 milyar TL olan dış borcumuz 2017 yılında 2.953,1 milyar TL olmuş. Toplam borcun unsurlarından olan, hane halkının aynı dönemde bankalara olan borcu karşılaştırıldığında ise 2002 yılında 6,6 milyar olan rakamın, 2016 yılında, tam 66,63 kat artarak 439,8 milyara yükseldiği görülmektedir.
Son 14 yılda özelleştirmeden elde edilen gelir 60,219 milyar dolardır. Hane halkının bankalara olan borcunun aynı dönemde 66.63 kat arttığı göz önüne alındığında bu gelirin halkın cebine gitmediği apaçık ortadadır.
Son 14 yılda GSYH ve kişi başına düşen milli gelir, ciddi biçimde artmış olmasına ve ortalama %4,8 oranında bir büyüme yakalanmasına rağmen, aynı dönemde işsizlik oranı ortalama %10,7 olarak gerçekleşmiş ve cari açık yükselişi kontrol altına alınamayarak yükselmeye devam etmiştir.
Borçlanarak ve mevcut varlıkları özelleştirmeler yolu ile satarak yakalanan 14 yıllık ivme sonuna gelmiş gibi görünmektedir. Bankalara olan borcu 66,63 kat artan hane halkı bu durumu; gemisini karaya oturtan acemi kaptanın dediği gibi ‘‘DENİZ BİTTİ’’ olarak nitelendirmektedir.
Herkes varlık fonunun dış borç alabilmeyi sürdürmek için oluşturulduğunun farkındadır ve ‘‘ET’’ ile ‘‘OT’’ ithal ettiğimizi görmektedir. Yazının başlığı ‘‘Devalüasyonun Ekonomi Üzerine Olumsuz Etkileri’’, hane halkı 1994 ve 2001 yıllarında patlayan krizlerin cari açıktan kaynaklandığını ve sonrasında yapılan devalüasyonları da hatırlamaktadır.
Son söz niyetine: EĞİTİM ve ÜRETİM olmadan ekonomiyi düzeltme adına yapılan bütün düzenlemeler PALYATİF tedbirlerdir.
Yazının orijinal metnine aşağıdaki link üzerinden erişebilirsiniz.
https://www.vanguardngr.com/2015/10/devaluation-can-cause-adverse-effect-on-economy-imf/