Batağa düşmüş bazı kişileri kurtarmaktan ziyade batağı kurutmak çok daha önemli.
Yakup Battal, Sun Savunma Net, 30 Eylül 2018
İllüstrasyon: İndigo Dergisi
Milliyetçi Hareket Partisinin (MHP), 24 Haziran Genel Seçimleri öncesinde ortaya attığı af teklifi kabul görmediğinden genel seçimler sonrasına ertelendi. MHP’li 8 milletvekili 24 Eylül 2018 tarihinde bazı suçlarla ilgili şartlı indirim ile tutuklu ve hükümlülerin salıverilmesine dair kanun teklifinde bulundu. 31 Mart 2019 tarihinde yerel seçimler yapılacağından MHP’nin kanun teklifinin amaçlarından biri seçim yatırımı.
Kanun Teklifinin Genel Gerekçesine bakıldığında; Türkiye’deki 449 cezaevinin kapasitesinin 211.274 olduğu, buna karşın cezaevlerinde 194.404 hükümlü ve 59.131 tutuklu olmak üzere toplam 253.535 kişinin bulunduğu belirtilerek, fiziki yetersizliklerin sosyal barışı tehdit edecek nitelikte olduğu belirtilmekte. Söz konusu rakamlara bakıldığında hükümlü sayısının 1/3’ü kadar tutuklu bulunması dikkat çekiyor. Türk adalet sisteminin kangren olmuş hastalıklarından biri, tutuklamanın cezaya dönüştürülmüş olması ve uzun tutukluluk süreleri. Bunun yanı sıra son dönemlerde tutuklama kararlarında hukukun değil, siyasetin ön plana çıktığı da oldukça yaygın bir görüş.
Tutuklama, dikkatli yapılmadığı zaman kanuni yargısız infazdır. Her ne kadar siyasiler yargı bağımsız ve tarafsız dese de buna Cumhur İttifakı dışında Türkiye ve uluslararası kamuoyunda pek itibar edilmemekte. Rahip Brunson konusunda asıl eleştiri konulardan biri, uzun tutukluluk süresi ve tutuklamanın siyasi olduğu. Enis Berberoğlu uzun süre tutuklu kaldı, milletvekilliği görevini yapamadı, hakkında hüküm verildi, suçlu bulundu “buyur çık haydi siyasi haklarını kullan” denildi. Yani suçlu olduğuna karar verilmeden önce hapiste tutuldu, suçlu olduğu kararı verildikten sonra dışarı çıkarıldı. Böyle bir uygulama gerçekten çok çarpıcı, uluslararası kamuoyunda bunu açıklamak mümkün değil. Üstelik Enis Berberoğlu’nun hapse girmesi, Cumhur İttifakının iki dudağı arasında.
O halde yapılması gereken şey öncelikle tutuklama ve tutukluluk süreleri konusunda tedbir alınması. Tutukluluk için kriterler belli. Ceza Muhakemeleri Kanunu’nun 100. Maddesine göre kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren olguların ve bir tutuklama nedeninin bulunması halinde tutuklama kararı verilebilir. 1) Şüpheli veya sanığın kaçması, saklanması veya kaçacağı şüphesini uyandıran somut olgular varsa, 2) şüpheli veya sanığın davranışları, delilleri yok etme, gizleme veya değiştirme, tanık mağdur veya başkaları üzerinde baskı yapılması girişiminde bulunma hususlarında kuvvetli şüphe oluşturuyorsa bir tutuklama nedeni var sayılabilir. Tabii bir de suç kataloğu var, daha ziyade devlet güvenliği ve terör ile ilgili suçlar ile organize suçlar. Bu suçların işlendiği hususunda kuvvetli şüphe sebeplerinin varlığı halinde tutuklama nedeni var sayılabilir. Savcıların ve sulh ceza hâkimlerinin bu kararları tarafsız ve bağımsız olarak vicdani kanaatine göre verebilmesi gerekir. Savcılar ve sulh ceza hâkimleri, siyasilerin hoşuna gitmeyecek kararlar aldıklarında tayin ediliyorlarsa; yani hâkimlik teminatı ihlal ediliyorsa, verecekleri kararlar hemen hemen bellidir. Böyle durumlarda tutuklamanın devamı kararı verme olasılığı yüksektir, üst makamlardan talimat beklenebilir, işin kötüsü bazı savcı ve hâkimler “kraldan fazla kralcı kesilebilir” adaletin ve uluslararası ilişkilerin ocağına incir ağacı dikebilir, siyasi iktidarı uluslararası ortamda zor durumda bırakabilir.
Yine genel gerekçede; FETÖ/PYD mensubu hâkim ve savcılar nedeniyle adalet mekanizması ve adalet duygusunun derin yara aldığı belirtilmektedir. FETÖ/PYD hâkimleri nedeniyle yargı sisteminde bazı olumsuzluklar yaşanmışsa, yapılması gereken şey, ceza, hukuk ve idari davalarda yeniden yargılama kurumunun etkin bir şekilde işletilmesidir.
Diğer yandan, yargının ve mahkemelerin tarafsız ve bağımsızlığının sağlanması, hâkimlik teminatının korunması, hâkim ve savcıların mesleğe alınmalarında, atama (tayin) ve yükselmelerinde (terfi) siyasetin değil liyakatin esas olması FETÖ/PYD’nin yargıda yarattığı zafiyetin kapatılması için önemli.
Mahkemelerin bağımsızlığı konusunda Anayasa’nın 138. Maddesi şöyle diyor; “Hâkimler, görevlerinde bağımsızdırlar; Anayasaya, kanuna ve hukuka uygun olarak vicdani kanaatlerine göre hüküm verirler. Hiçbir organ, makam, merci ve kişi, yargı yetkisinin kullanılmasında mahkemelere ve hâkimlere emir ve talimat veremez; genelge gönderemez; tavsiye ve telkinde bulunamaz. Görülmekte olan bir dâva hakkında Yasama Meclisinde yargı yetkisinin kullanılması ile ilgili soru sorulamaz, görüşme yapılamaz veya herhangi bir beyanda bulunulamaz. Yasama ve yürütme organları ile idare, mahkeme kararlarına uymak zorundadır; bu organlar ve idare, mahkeme kararlarını hiçbir suretle değiştiremez ve bunların yerine getirilmesini geciktiremez.” Ancak bugün özellikle siyasi suçlar ve terör suçlarında bu ilkeye uyulduğu pek inandırıcı gelmemekte.
Hâkimlik teminatı Anayasamızın 139. maddesinde düzenlenmiş. Buna göre; “Hâkimler ve savcılar azlolunamazlar, kendileri istemedikçe Anayasada gösterilen yaştan önce emekliye ayrılamaz; bir mahkemenin veya kadronun kaldırılması sebebiyle de olsa, aylık, ödenek ve diğer özlük haklarından yoksun kılınamaz.” Tabii bunu tamamlayan 140. Maddenin ikinci fıkrasına göre; “Hâkim ve savcıların nitelikleri, atanmaları, hakları ve ödevleri, aylık ve ödenekleri, meslekte ilerlemeleri, görevlerinin ve görev yerlerinin geçici veya sürekli olarak değiştirilmesi, haklarında disiplin kovuşturması ve disiplin cezası verilmesi, görevleriyle ilgili veya görevleri sırasında işledikleri suçlardan dolayı soruşturma yapılması ve yargılanmalarına karar verilmesi, meslekten çıkarmayı gerektiren suçluluk veya yetersizlik halleri ve meslek içi eğitimleri ile diğer özlük işleri mahkemelerin bağımsızlığı ve hâkimlik teminatı esaslarına göre kanunla düzenlenir.” Bugün hâkimlik teminatı konusunda ciddi ihlaller olduğu kuşkusu yüksek, Hâkim ve Savcılar Kurulu siyasallaşmış durumda, hâkim ve savcıların kendilerini savunabilecekleri bir mekanizma yok, belki de Türkiye Barolar Birliği ve Barolar, hâkimlik teminatı konusunda hâkim ve savcılara destek sağlamak zorunda.
Yargının siyasallaşmasına, mahkemelerin tarafsızlığı ve bağımsızlığı ile hâkimlik teminatı ihlallerine ses çıkarmayan, hatta bu tür olumsuz uygulamalara destek veren MHP’nin şartlı indirim teklifinde bulunması, devlet partisi imajını pekiştirmekte. Af konusunun Devlet Bahçeli’nin Alaattin Çakıcı’yı ziyareti sonrasında gündeme gelmesi ve şartlı indirimin mafya suçlarını kapsaması da bir talihsizlik.
Genel gerekçede dikkati çeken diğer bir husus ise Samsun’a çıkış ve Milli Hareketi başlatma gibi hamasi sözler ile Atatürkçülük istismarı. 19 Mayıs 2018’den sonra işlenen suçlar kapsam dışı bırakılmış. Şartlı indirim yapılacaksa, tarih yeniden düzenlenmelidir.
Şartlı indirim kanun tasarısını veren Feti Yıldız; terör suçlusu olarak 25.063 hükümlü ve 20.643 tutuklu, adam öldürme suçlarından 22.610 hükümlü ve 5.664 tutuklu, cinsel saldırı suçlarından 13.000 civarında hükümlü olduğunu bildirdi. Buna göre toplam 86.980 kişi sırf bu üç suç nedeniyle af indiriminden yararlanamayacak. Bu rakam, cezaevinde bulunanların 1/3’ü, yani şartlı indirim kapsayıcı değil, sadece belirli kişilere yönelik izlenimi yaratıyor.
7 maddelik kanun teklifine bakıldığında şartlı indirim yapılacak suçlar, yapılmayacak olanlardan daha az. Genel olarak devletin güvenliğine yönelik suçlar ile terör suçları kapsam dışı, buna karşın kişilere ve topluma karşı suçlar şartlı indirim kapsamında. Esasen bu yaklaşım, MHP’nin klasik devlet partisi görünümü ile uyumlu olmakla birlikte modern devlet anlayışına ters. Çağdaş sistemlerde insan hak ve özgürlükleri ile toplum sağlığı ve huzuru devletten daha önemli. Sn. Cumhurbaşkanı ise demeçlerinde devlete karşı suçlara af getirilebileceğini gündeme getirmekte, bence daha makul. Diğer taraftan İslam Hukukuna göre hırsızlık, yol kesmek-silahlı soygun ve soygun, zina, zina iftirası, şarap içme-sarhoşluk, irtidat (İslam dinini açıkça terk etme) ve isyan Allaha karşı işlenmiş had suçları. Bazı kişiler, isyan, irtidat ve şarap içme-sarhoşluk suçlarını kapsam dışı tutmakta. Had suçlarında af olmaz. Adam öldürme ve yaralama gibi müessir fiiller kısas veya diyete tabi. Ta’zir suçları denen had, kısas ve diyet suçları dışındaki suçlarda hâkimin takdir yetkisi var. Diğer yandan 16 yıldır iktidarda olan bir partinin, bir yandan yargının bağımsızlığı ve tarafsızlığını öne sürüp yargının iyi işlediğini söylerken af kanunu çıkarması, yargıda aksamalar olduğu gerçeğinin zımnen itirafı olacak. Ayrıca suçluların hapse atılmasının nedeni, sadece onları cezalandırmak değildir, modern ceza teorilerinde bundan daha önemlisi, onların ıslah edilerek topluma yeniden kazandırılmasıdır. Geçmişte yapılan afların toplum açısından ciddi olumsuz yansımaları olmuştur. Esasen af, gelişmiş demokrasilerin ve yargı sistemlerinin değil, demokrasi ve yargı sorunları bulunan devletlerin başvurduğu bir yöntemdir. Bu nedenle MHP’nin kanun tasarısı aslında AK Partinin dünya görüşüne ve politikalarına aykırı, nasıl tepki vereceği merak konusu.
Kişilere karşı suçlar kapsamında örneğin intihara yönlendirme, taksirle adam öldürme, kasten/taksirle adam yaralama, çocuk düşürtme, tehdit, şantaj, kısırlaştırma, hakaret, şantaj, cebir, kişinin hürriyetinden alıkoyma (adam/kız kaçırma) konut dokunulmazlığına ihlal, hırsızlık, yağma, mala zarar verme görevi kötüye kullanma gibi kişilere karşı suçlar şartlı indirim kapsamında. İyi de bu suçların mağduru devlet değil, kişiler. Ayrıca ceza yargılamasında siyasi suçları bir yana bırakırsak “şüpheden sanık yararlanır.” ilkesinden hareketle suç sabit olmadıkça ceza verilmez. Bu suçları işleyenler kader kurbanı değil, olsa olsa devlet kurbanı olabilir. Birinin evine girilmiş neyi var neyi yok çalınmışsa devlet veya suçlu bu suçu ancak mağdurun zararını karşılarsa affedilebilir. Dolayısıyla kişiye karşı suçlarda ancak suçlu veya devlet, mağdurun zararını öderse ve mağdur kabul ederse af kapsamına alınabilir.
Toplumsal açıdan bakıldığında göçmen kaçakçılığı ve insan ticareti, uyuşturucu imali ve ticareti, fuhuş, kumar, birden çok evlilik, her türlü sahtecilik, tefecilik bozulmuş ve değiştirilmiş gıda ve ilaçların ticareti, yangın çıkarma gibi toplum güvenliğini tehlikeye sokan suçlar ile çevre suçları şartlı indirim kapsamında. Yani şartlı indirim teklifi, toplum huzur ve güvenliğini olumlu değil olumsuz etkileyecek gibi görünüyor.
Devlet açısından ise zimmet, irtikâp, görevi kötüye kullanma, rüşvet, ihaleye fesat karıştırma, yalan tanıklık, suçu üstlenme şartlı indirim kapsamında. MHP, bir yandan idamı savunurken, öte yandan bu kanun teklifi ile vatandaşa adeta “sen devlete ve rejime itaat et, toplum sağlığı ve insan haklarını boş ver git” demek istediği abartılı olarak söylenebilir. Devlet kendine karşı işlenen suçları affedebilir, ama kişilere ve topluma karşı işlenen suçlar için Halkın görüşü alınmalı gerekirse referandum yapılmalı.
Cinsel saldırı, taciz, çocuk istismarı gibi cinsel dokunulmazlığa karşı suçlar kapsam dışında bırakılmış; ancak fuhuş, bir kadını kemiklerini kırıncaya kadar dövmek, bir yerde alıkoymak af kapsamında, ama laf atmak kapsam dışında. Cinsellik ve cinsel suçlar artık tabu olmaktan çıkmalı. Bugün dünyanın çözemediği en önemli problemlerden biri cinsellik, dindar toplum ve devletlerde bu sorun çok daha şiddetli ve aykırı yaşanmakta. Örneğin bugün papalık bir yandan Hıristiyanlık ile özdeşleşirken kilise ve manastırların gayrı meşru ilişkileri ile gündemde. Bizde de bazı yerlerde bu sorun çok ciddi yaşanmakta, Adnan Oktar, Hüseyin Gülmez vakası, bazı dini kurumlarda yaşanan taciz ve tecavüzler basında zaman zaman gündeme düşüyor.
Kanun teklifinde sos olarak Atatürk Aleyhine İşlenen Suçlar ve Orman Suçları şartlı indirim dışında tutulmuş. Bugün Atatürk aleyhine işlenen bazı suçlar, ifade özgürlüğü kapsamında sayılıp suç olmaktan defacto olarak çıkarılmış durumda. MHP’nin genel olarak Atatürk ve ailesine karşı işlenen eylem ve söylemlere çok fazla tepkisi olmamakta.
Soykırım, işkence, insan üzerinde deney, organ ve doku ticareti, eziyet gibi uluslararası suçlar doğal olarak kapsam dışı bırakılmış; ancak insan ticareti ve göçmen kaçakçılığı unutulmuş. Bu suçların kapsam dışına çıkarılması zorunluluk.
Sonuç olarak MHP’nin şartlı indirim kanun tasarısı, Türk adalet sisteminin makul sürede hakkaniyetle karar verilmesi, adaletin tecellisi için devede kulak. Sanki MHP’nin seçim manevrası gibi görünüyor.
Türkiye’de toplumsal barış ve huzurun sağlanması için öncelikle hukuk devleti ilkesinin hayata geçirilmesi gerek. Yani hukukun üstünlüğü, hukuki güvenlik, hukuki mevzuat uyumu, insan hakları, erkler ayrılığı. Maalesef MHP’nin bunlarla çok fazla alakası yok.
Hapishanelerde olanlar kader kurbanı görülüyorsa, mahkemelerin kararlarından ziyade Türkiye’nin ekonomik, siyasi ve sosyal koşulları ile ilgili. Vergi adaleti, adil gelir paylaşımı, kayıt dışı ekonomi, yolsuzluk ve rüşvet gibi kangren olmuş sorunlar, maalesef MHP’nin gündeminde pek yok.
Terörle mücadele derseniz? Şüphesiz ki ilgili makamların politika ve stratejileri vardır; ancak hiçbir internet sisteminde bu konuda herhangi bir bilgi göremedim, daha da vahimi “terörle mücadele” yazınca AB’nin terörle mücadele stratejisi çıkıyor. Terörle mücadele gizli diye savunma yapılabilir, ancak terörle mücadele sadece askeri tedbirler ile yapılmaz; askeri, siyasi, ekonomik, sosyal, psikolojik, uluslararası ilişkiler gibi birçok disiplini, sonuç odaklı zamana yayılmış kapsamlı bir terörle mücadele planlaması ve uygulaması ile yapılır.
Devlet güvenliği ve terör suçlarında da hükümlü ve tutukluların suç veya suçlamaların incelenmesi; bu kapsamda silah kullanmamış, başkasını öldürmemiş yaralamamış, terör eylemine bizzat katılmamış, başkasına iftira atmamış, kumpas kurmamış pasif konumundaki kişilerin tespit edilip sicil sabıkası ve mevcut hal ve hareketleri dikkate alınarak af kapsamına alınıp alınmaması tartışılmalı, nihayetinde bu suçlardan tutuklu ve hükümlü bulunanlar mağdur veya kader kurbanı olabilir. Diğer yandan bir zamanlar bazı hapishanelerin terör örgütünün eğitim kurumuna döndüğü, hükümlüleri topluma kazandırmaktan ziyade daha azılı bir terörist olmasına neden olduğu malum. Af kapsamına alınsın demiyorum, incelensin diyorum.
Son olarak Türkiye adeta üç kutba ayrılmakta, adeta üç ayrı Millet oluşmakta. Böyle bir ortamda milli birlik ve beraberliğin sağlanması, toplumsal huzur, barış ve güvenlik imkânsız denecek kadar zor. Toplumsal kutuplaşmanın önlenmesi en öncelikli konulardan biri olmalı. Bunun için insan hakları, çoğulcu demokrasi ve hukuk devleti ilkeleri önemli. CHP’yi HDP ile özdeşleştirmeye çalışmanın orta ve uzun vadede çok tehlikeli sonuçları olabilir. İktidarın asli görevi ülkedeki terörü önleyerek, Doğu ve Güneydoğu’da PKK’nın askeri, siyasi ve sosyal gücünün kırılmasıdır. PKK etkin olduğu sürece bölgede sol görüşlü bir partinin etkin olabilmesi hatta var olabilmesi mümkün değil.
Toplumsal huzur, barış ve güvenliğin sağlanması, suç batağının kurutulması ile mümkün olur, bu da ancak demokrasi, insan hakları, hukuk devleti, sosyal devlet ilkelerine uygun hareket etmekle sağlanır. Yargı sistemimizin ciddi aksayan yönleri bulunmaktadır, düzeltilmesi gerekir. Terörle mücadele ancak ekonomik siyasi, sosyal, askeri vb. kapsamlı ve koordineli yapıldığında başarılı olur, terörle mücadele politika ve stratejisi tartışılmalıdır. Af, yapılacaksa geniş kapsamlı olmalı, suçlardan mağdur olanların mağduriyeti giderilmeli, toplumsal suçların tekerrür etmemesi için tedbir alınmalı, toplumun mutabakatı alınmalı, gerekirse referandum yapılmalıdır.