Yazar: Chris Miller, 24 Ocak 2017
Çeviren: Ercan Caner, Ankara-Türkiye, 28 Ocak 2017
FOREIGN POLICY RESEARCH INSTITUTE
(DIS POLİTİKA ARAŞTIRMA ENSTİTÜSÜ)
TARAFINDAN YAYIMLANMIŞTIR
FPRI — Amerikalılar dünya hakkında düşündüklerinde onu soyut bölgelere bölerler, onlar için: Avrupa Norveç’ten Yunanistan’a kadar uzanmaktadır; Orta Doğu, Fas ile İran arasındaki bölgedir ve Asya-Pasifik Japonya, Endonezya ve bazen de Hindistan’ı kapsayan bir bölgedir. Dünyanın bu zihinsel haritası oldukça güçlü ve tamamen hayalidir. Güçlü olmasının nedeni ülkeleri yerleştirdiğimiz yerlerin, onlara nasıl davranacağımızı etkilemesidir. Hayalidir çünkü zihinsel coğrafyalarımız dünyayı tek görme yolumuz değildirler. Genellikle en iyi yol da değildirler.
Dünyada hiç bir bölge Amerikalıların zihinsel haritasında Karadeniz kadar bölünmemiştir. Karadeniz’i çevreleyen ülkeleri üç farklı kategoriye yerleştiririz. Romanya ve Bulgaristan Avrupa’dadırlar, NATO ve Avrupa Birliği üyesidirler. Rusya, Moldova, Ukrayna ve Gürcistan eski Sovyetler Birliği üyeleridir, iyi veya kötü bu ülkeler hala Sovyet yönetiminin tarihi kalıntıları olarak tanımlanmaktadırlar. Ve Türkiye, Kürt isyanı nedeniyle karmakarışık, Suriye ve Irak ile olan savaş nedeniyle giderek Orta Doğu’nun ana güçlerinden bir tanesi olarak görülmektedir.
Bölgenin bu şekilde üçe bölünmesi, en azından bu ülkelerin bazılarının mevcut dâhili politikaları ve uluslararası oryantasyonunu göstermesi nedeniyle hiç şüphesiz çok mantıklıdır. Fakat sadece Avrupa, Orta Doğu ve eski SSCB açılarından düşünüldüğünde, bölgeyi birleştiren birçok belki de çoğu dinamik, eksik kalmaktadır. Türkiye’nin büyük Karadeniz limanı Trabzon ile Moldova’dan ayrılan Transdinyester Cumhuriyetinin başkenti olan sınır kenti Tiraspol arasındaki mesafe, sadece birkaç yüz mildir. Bulgaristan’ın en büyük limanı ve petrol rafineri bölgesi olan Burgaz kenti, geçmişte Çarlık Rusya’sının en büyük petrol limanı olan Gürcistan’ın Batum kentinden, yelkenliyle bir günlük bir mesafededir. Rusya’da düzenlenen 2014 Kış Olimpiyatlarına ev sahipliği yapan Soçi, Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın doğum yeri olan Rize kentinin tam kuzeyindedir.
Karadeniz coğrafyasının önemi, giderek Birleşik Devletlerin dış politikasının merkezi olmasının yanı sıra bölgeyi, hatalı olarak bağlantısız parçacıklar olarak görmeyi sürdürmemizden de kaynaklanmaktadır. Oysaki coğrafi yakınlık ve tarihi bağlantıların ötesinde, Karadeniz’e, orta büyüklükte bir su kütlesinden ziyade bir bütün olarak bakmamızı gerektiren, güvenlik, enerji ve Avrupa ile Avrasya entegrasyonu gibi üç ana neden bulunmaktadır. Bağlantıları ayırt etmediğimiz ve Karadeniz’i bir bütün olarak görmediğimiz sürece bölgeyi tam olarak anlayamayız. Neden Karadeniz? Onu Avrupa’yı Asya’dan ayıran veya Orta Doğuyu eski SSCB’den ayıran bir su kütlesi olarak görebiliriz. Fakat Karadeniz’in bütün kıyıları, bölgedeki politik ve ekonomik değişikliği harekete geçiren birçok faktörü paylaşmaktadır.
Güvenliği ele alalım. İçin için yanan bir çatışma halkası Karadeniz’i çevrelemektedir. Moldova’da 25 yıldır buzdolabına koyulan eski bir çatışma ülkeyi ikiye bölmektedir. Ukrayna’nın Kırım yarımadası Rusya tarafından ilhak edilmiş durumdadır ve Donets Havzası Rusya tarafından desteklenen ayrılıkçıların işgali altında kalmaya devam etmektedir. Rusya’nın, Suriye’deki kuvvetleri için ana ikmal yolu Karadeniz, İstanbul ve Çanakkale Boğazlarından geçerek Doğu Akdeniz’e ulaşmaktadır. Kafkaslarda, Ermenistan ve Azerbaycan arasında Dağlık Karabağ için sürmekte olan savaş ile Gürcistan ve Kuzey Osetya’ya bağlanmak isteyen Güney Osetya ve bağımsızlığını ilan eden Abhazya arasındaki mücadele, Rusya başta olmak üzere dış güçlerin ilgisini çekmektedir.
Farklı derecelerde dondurulan bütün bu çatışmaların nedeni, genellikle Sovyet çöküşüne bağlanmakta ve çatışmalar çekilen Rusya İmparatorluğunun kalıntıları olarak görülmektedir. Bu görüş doğrudur, fakat Karadeniz bağlamını gözden kaçırmaktadır. Sovyet dönemi sonrası devam eden bütün çatışmaların (Rusya’nın kendi Kuzey Kafkasya bölgesini yatıştırmak ve ilhak etmek için yürüttüğü mücadele dâhil) Karadeniz etrafında görülmesi bir tesadüf değildir.
Neden durum böyledir? Esas olarak Karadeniz, Rusya ve Batının, Soğuk Savaş sonrasında oyunun kurallarını belirlemede başarısız oldukları bir bölgedir. Merkezi Asya’da, Batı hiç bir zaman dominant bir nüfuz kullanma veya mahalli yönetimlere geçileceği beklentisi içinde olmamıştır. Tacikistan sivil savaşı bu nedenle, 1990’lı yıllarda, Rusya’nın katkıları ile çözülmüş, Batının girdileri asgari seviyede kalmıştır. Benzer şekilde Baltık ülkeleri Litvanya, Letonya ve Estonya’da, Avrupa sisteminin bir parçası olarak, bu ülkelerin etnik çoğunlukları ile Rusça konuşan azınlıkları arasındaki anlaşmazlıklar, Batının tercih ettiği yöntemlerle çözülmüşlerdir.
Rusya ve Batı hiç bir zaman Karadeniz üzerinde uzlaşmamıştır. Ukrayna, Moldova ve Gürcistan, Rusya’nın kontrol alanında mı yoksa Batı kurumlarına katılma yolunda mıdırlar? Bu tür anlaşmazlıkların büyük oranda nedeni, 1990’lı yıllarda ne Batı ne de Rusya’nın bu ülkelerin ciddi bir şekilde Batı kurumlarını isteyeceklerini veya Batıya katılmayı talep edeceklerini ciddi bir şekilde düşünmemeleridir. 1990’lı yıllarda Polonya’nın NATO’ya katılıp katılmayacağı tartışılmaktadır. Aynı zamanda Türkiye de uzun bir süredir Avrupa Birliğine katılmak istemekte, fakat bir Türk göç dalgasından korkan Batı Avrupalı seçmenler tarafından kıyıların açıklarında bekletilmektedir. Bu karışıklık, ilave bir coğrafi zorluk ortaya çıkarmıştır. Açık ve net kurallar olmadan Karadeniz bölgesindeki mevcut çatışmalar içten içe yanmaya devam etmiştir. 2008 yılındaki Gürcistan ve 2014 yılındaki Ukrayna savaşlarının ilk kıvılcımlarını yerel kavgalar ateşlemesine rağmen, bu savaşların ortaya çıkmalarının asıl nedeni, Karadeniz Bölgesinin nasıl yönetileceği hakkındaki daha büyük anlaşmazlıklardır.
Günümüzde durum, on yıl öncesi kadar karışık, fakat çok daha gergindir. Hem Rusya hem de Ukrayna Karadeniz’deki askeri güçlerini kuvvetlendirmektedir. NATO Romanya’ya ilave kuvvetler konuşlandırmıştır ve Karadeniz’deki deniz gücü varlığını artırmayı planlamaktadır. Geçtiğimiz yıl Türkiye ve Rusya geçici dostluk ve neredeyse sıcak çatışma arasında gidip gelmiştir. Ankara, Karadeniz’deki ayrıcalıklı konumunu sürdürmek istemekte ve NATO’nun savunma taahhütlerine güvenmektedir. Ve Rusya’nın Suriye’deki askeri rolünün artması, Kremlin’in Karadeniz ikmal yollarına verdiği önemin de artmasına neden olmaktadır. Karadeniz, Soğuk Savaş sonrası dönemde, belki de 1940’lı yıllardan bu yana, hiç olmadığı kadar askerileşmiş ve istikrarsız bir durumdadır.
Karadeniz’de güven ve güvensizlik sorusu diğer çatışma ve işbirliği alanları ile de çakışmaktadır. Önemli ve tartışmalı konulardan bir tanesi enerjidir. Rusya’nın doğal gaz ihracatının önemli bir bölümü Karadeniz yoluyla, esas olarak Ukrayna üzerinden yapılmaktadır. Rusya’da devlet eliyle işletilen Gazprom şirketi, kısmen Batı yanlısı Kiev hükümetine baskı uygulamak için tasarlanan bir hamle ile Ukrayna üzerinden yaptığı doğal gaz ihracatını kesmek istediğini söylemektedir. Böyle bir değişiklik mümkündür, Rusya daha kuzeyde yeni doğal gaz boru hatları inşa etmenin yanı sıra, Karadeniz bölgesinde de yeni boru hatları inşa etmenin yollarını aramaktadır. Yıllar boyunca Rusya, doğal gazı Rusya’dan, denizaltından geçen bir boru hattıyla Bulgaristan’a, oradan da Avrupa ülkelerine taşıyan Güney Akım boru hattını desteklemektedir. Bulgaristan ve başka yerlerde bu boru hattı projesine kısmi bir destek olmasına rağmen, Kırım’ı ilhak eden Rusya’yı cezalandırmak isteyen Batılı liderlerin baskısıyla bu proje çöpe atılmıştır.
Güney Akım projesinin iptal edilmesinden bu yana Kremlin dikkatini yeni bir boru hattına yöneltmiş durumdadır. Türk Akımı. Bu boru hattı da Ukrayna’yı baypas ederek bir sualtı hattı ile Karadeniz yoluyla gazı Türkiye’ye, oradan da Avrupalı müşterilere ulaştıracaktır. Bu boru hattı da kısmen jeopolitik bir oyundur. Rusya, 2015 yılı sonlarında Türkiye ile aralarında çıkan gerilim sonrasında, bu projeyi buzdolabına kaldırmış ve 2016 yılında iki ülke arasındaki ilişkiler düzeldikten sonra yeniden başlatmıştır. Bununla beraber birçok uzman, düşük enerji fiyatları ve yeterli boru hattı kapasitesi olduğu gerçeğine dayanarak, bu projeyi ekonomik açıdan uygulanabilir olarak görmemektedir. Boru hattının inşa edilip edilmeyeceği henüz bilinmemektedir.
Diğer ülkeler de Karadeniz’i stratejik bir enerji koridoru olarak görmektedir. Kremlin’in diğer Karadeniz rotalarını kullanarak Ukrayna’yı baypas etme yollarını araştırması gibi, Batılı hükümetler de, doğal gaz açısından zengin olan Hazar Denizi bölgesinden enerjiyi, Batı pazarlarına ulaştırmak için, Karadeniz’i kullanmanın yollarını aramaktadırlar. Baki-Tiflis-Ceyhan boru hattı ile Azerbaycan petrol yataklarındaki petrolün, Rusya’yı baypas ederek küresel pazarlara ulaştırılmasına başlanmıştır.
Azerbaycan ve hatta Türkmenistan’dan başlayan, Türkiye üzerinden geçerek doğal gazı Batılı tüketicilere ulaştıran boru hatlarının inşa edilmesi, potansiyel olarak çok daha önemli çabalardır. Örneğin, Trans Anadolu Doğal Gaz Boru Hattı (TANAP – Trans-Anatolia Natural Gas Pipeline) projesi Azerbaycan’a, Rusya’nın eski SSCB’den Batıya olan doğal gaz ihracatındaki tekelini kırmak için bir fırsat vermek niyetindedir. Eğer İran doğal gazı Avrupa’ya ulaştırılacak ise bu da Karadeniz üzerinden olacaktır. Avrupa, enerji için doğal gaza bağımlı olduğu sürece, Karadeniz çok önemli bir enerji koridoru olarak kalmaya devam edecektir.
Avrupa’nın Karadeniz’de tek ilgilendiği enerji değildir. Bölge, Avrupa’nın güney sınırlarındaki üç istikrarsız bölgeden bir tanesidir. Doğu Akdeniz ülkeleri (Suriye, Lübnan, İsrail) ve Kuzey Afrika ülkeleriyle birlikte, Karadeniz’deki politik ve ekonomik kargaşanın Avrupa Birliğine sıçrama riski mevcuttur. Gerçekten de Balkanlar hariç olmak üzere, Ukrayna, Moldavya, Gürcistan ve (gerçek iyimserler için) Türkiye’yi kapsayan bütün Avrupa Birliği potansiyel aday ülkeleri Karadeniz’i çevrelemektedir.
Avrupa Birliği Ukrayna, Moldavya ve Gürcistan ile geçmişte birleşme antlaşmaları imzalamıştır. Bu antlaşmalar bu ülkelerin Avrupa Birliğine gelecekte üye olmalarını garanti etmemekte, fakat Avrupa pazarlarına geniş bir şekilde katılımın yanı sıra mali yardım ve teknik destek olanakları sağlamaktadır. Moldavya ve Gürcistan vatandaşları, Avrupa Birliği ülkelerine vizesiz seyahat etme hakkını kazanmışlardır, bu hak Ukrayna vatandaşlarına da 2017 yılı içerisinde verilebilir.
Bu ülkelerin her birindeki ana politik gruplar, Avrupa birliğine girmeyi uzun vadeli bir hedef olarak görmektedirler. Brexit ve bütün kıtaya yayılan politik tepkiler dikkate alındığında, kısa vadede AB’nin genişlemesi bir olasılık gibi görünmemektedir. Fakat 1989 yılında komünist rejimler Merkezi ve Doğu Avrupa’yı parçalarken, Polonya ve Romanya’nın Avrupa Birliğine katılmalarının da en iyi tahminle uzun vadeli bir hedef olarak görüldüğünü hatırlamakta fayda vardır. İki ülkenin AB’ye katılımı gerçekleştiğine göre, uzun vade, herkesin umduğundan çok daha kısa bir sürede gelmiş bulunmaktadır.
Türkiye, Soğuk Savaşın da öncesinden bu yana, Avrupa Birliğine girmeye aday bir ülke olsa da üyeliği, teoride de olsa gerçekleşecek gibi görünmemektedir. Küçük Moldavya ve Gürcistan’ın aksine Türkiye’nin nüfusu Almanya’nınki kadardır, yani Türkiye’nin AB’ye girmesi Avrupa içindeki güç dengesini büyük ölçüde değiştirecektir. Türkiye’nin AB’ye girmesi aynı zamanda, istenmeyen ekonomik göçmenlerin daha zengin olan Avrupa ülkelerine akın etmesine de neden olabilecektir. Bunun anlamı, Türkiye’nin giderek otoriter hale gelen Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ile diğer Avrupalı liderler arasındaki politik anlaşmazlıklar çözülse de Türkiye’nin Avrupa Birliğine tam üyeliğinin gerçekleşmeyeceğidir. Yine de coğrafik ve ekonomik gerçekler, Türkiye ile Avrupa arasındaki bağların süreceğine işaret etmektedirler. Geçtiğimiz yılın başlarında Erdoğan ile Alman Şansölyesi Angela Merkel arasında yapılan mülteci antlaşması, Türkiye ile Avrupa Birliği arasındaki işbirliğinin neden sürmesi gerektiğini gösteren güzel bir örnektir.
Bu nedenlerle, Avrupa’nın dış politikası önümüzdeki dönemde bir süre daha Karadeniz’e odaklanmaya devam edecektir. Hatta Karadeniz, Rusya’nın kendi Avrasya Birliğine katmak için çaba göstereceği iki bölgeden bir tanesidir. Ermenistan şimdiden katılmış durumdadır ve Rusya Moldavya’nın da katılması için büyük çaba harcamaktadır. Donets bölgesindeki savaş sonrasında, Ukrayna kamuoyunun Moskova karşıtlığı göz önüne alındığında olası görülmese de, Rusya’nın Ukrayna’nın da kendi Avrasya projesine katılmasından memnunluk duyacağı açıktır.
Durum hiç öyle göstermese de, Avrupa ve Rusya, Ukrayna üzerinde anlaşsalar dahi, Avrupa’nın Karadeniz bölgesindeki diğer ülkelerle olan ilişkileriyle ilgili daha büyük sorunun ortadan kalkması mümkün görünmemektedir. Avrupa Birliğine giriş kapısı özellikle, Avrupa’nın sınırında küçük bir ülke olan Moldavya için açık kalmaya devam edecektir. Ve Avrupa Birliğinin, kendi kurumlarını genişletmeyen sınırındaki ülkeleri istikrara kavuşturmak için hiçbir modeli bulunmamaktadır. Ukrayna, Moldavya ve Gürcistan’ın Avrupa Birliği ile imzaladıkları Birleşme Antlaşmaları, bu ülkelerin Avrupa’ya entegrasyonunda son adım olmayacaktır.
Amerikan dış politikasında ne olduğunu dahi anlamadığımız bir bölge nadiren bu kadar belirgin olarak şekillendirilmiştir. Türkiye’ye Ukrayna ve Romanya’dan ve Gürcistan’dan tamamen farklı davranıyoruz, Rusya’yı bölgede saldırgan bir ‘‘yalnız kurt’’ olarak görüyoruz. Bunlar şüphesiz, değişik tarihi gelenekleri ve politik yapıları olan farklı ülkelerdir. Fakat güvenlikten enerjiye, Avrupa’nın geleceği için Karadeniz, Amerikalıların genellikle anladığından çok daha fazla bütünleşmiş bir bölge özelliğini taşımaktadır. Biz bölgesel bağlantıları hafife alıyoruz ve bölgesel politikaları harekete geçiren bağları anlamakta başarılı olamıyoruz.
Dış Politika Araştırma Enstitüsünün bu ay başlayacak olan Karadeniz Girişimi, bütün meseleleri derin bir şekilde ele alacaktır. Her ay, Karadeniz bölgesinin ana meselelerinden bir tanesi hakkında, hem belirli Karadeniz ülkelerinin bölgeyi nasıl gördüklerini anlatan hem de ulusal sınırları aşan konuları inceleyen bir yazı yayımlanacaktır. Bu yazılar en iyi Amerikalı ve Avrupalı analizciler ve Karadeniz bölgesinden önde gelen uzmanlar tarafından kaleme alınacaktır. Amacımız enerjiden ekonomiye, güvenlikten jeopolitiğe, bölgenin öneminin birçok insanın anlayabildiğinden çok daha büyük olduğunu ortaya koymaktır. Avrupa ve Avrasya’nın geleceği Karadeniz’de yatmaktadır.
Foreign Policy Research Institute (Dış Politika Araştırma Enstitüsü) aralarında Pulitzer ödülü kazana tarihçiler, Swarthmore College eski başkanı, eski bir büyükelçi ve Ulusal Güvenlik Konseyi de olan toplam 87 akademisyenin olduğu politika, bilim, tarih, ekonomi, hukuk, yönetim, din, sosyoloji ve psikoloji alanlarında araştırmalar yapan ve yazılar yazan uluslararası bir düşünce kuruluşudur.
Foreign Policy Research Institute yazının sonunda da belirttiği gibi her ay en iyi Amerikalı ve Avrupalı yazarlar tarafından Karadeniz hakkında bir yazı yayımlayacağını ifade etmektedir. Yazıyı çevirmekteki amaçlarımdan bir tanesi de; Karadeniz hakkındaki durumsal farkındalığı artırmaktır. Bütün düşünce kuruluşlarımızı her ay Karadeniz hakkında bir yazı yazmaya davet ediyorum. Çünkü Türkiye’nin de geleceği Karadeniz’de yatmaktadır.
Yazar: Chris Miller FPRI Avrasya Programı Araştırma Direktörüdür ve burada Baltık Bülteni ve Karadeniz Girişimi yayınlarından sorumludur. Aynı zamanda Yale Üniversitesi Büyük stratejide Brady-Johnson yardımcı direktörlük görevini de sürdürmektedir. Stanford Hoover Enstitüsü, Brooking Enstitüsü ve Carnegie Moskova Merkezinde (2012-2014) araştırma görevlisi, New Economic School’da konuşmacı olarak çalışmıştır. Harvard Üniversitesi tarih bölümünden mezun olan Miller yüksek lisans ve doktora derecelerini Yale Üniversitesinden almıştır. İlk kitabı The Struggle to Save the Soviet Economy: Mikhail Gorbachev and the Collapse of the USSR University of North Caroline Press tarafından Aralık 2016’da basılmıştır.
Çeviren: Ercan Caner Elektrik ve Elektronik Mühendisliğinin yanı sıra, uçak ve helikopter lisanslarına sahiptir. Yüksek lisans derecesini 2012 yılında Gazi Üniversitesi’nden Avrupa Birliği – Türkiye İlişkileri alanında alan Caner, halen Türkiye Hava Sahası Yönetimi alanında Haliç Üniversitesi’nde doktora tez çalışmalarını sürdürmektedir. Bir yazılım firmasında proje yöneticisi ve havacılık projeleri alan uzmanı olarak çalışan Caner, Asliye Ceza Mahkemelerinde ‘‘Havacılık Bilirkişiliği’’ alanında pilot ve bakım uzmanlığı görevini de yürütmektedir. İleri Mühendislik ve Tasarım alanında ‘‘Smart Mentor’’ unvanı da olan Caner, yazı ve çevirilerini academia.edu ve sunsavunma.net sitelerinde paylaşmaktadır. Caner evli ve iki çocuk babasıdır. İngilizce bilen ve Fransızca okuyabilen Caner’in İnsansız Hava Araçları (2014) ve Taarruz Helikopterleri (2015) konulu makaleleri yayımlanmıştır. 40 yılı kapsayan TSK, Birleşmiş Milletler, NATO ve savunma sektör deneyimlerine sahiptir. ercancaner@gmail.com