Yazar: Marc PIERINI
Çeviren: Ercan CANER
Hiç şüphe yok ki 10 Ekim 2016, Türkiye’nin diplomatik tarihinde önemli bir gün olarak daima hatırlanacaktır. Bu tarihte ülkenin Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ve paydaşı Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, Rus gazını Türkiye’ye, oradan da Avrupa’ya ulaştıracak olan Türk Akımı doğal gaz boru hattı antlaşmasını imzalamışlardır. Özetlemek gerekirse antlaşma, Türkiye’ye taktik bir avantaj sağlarken, Avrupa Birliğine gaz ikmalini elinde tutan Rusya’ya yeni bir stratejik pozisyon sunmaktadır.
Doğal olarak Türkiye’deki hükümet yanlısı medya, antlaşmayı okuyucularına ‘‘Enerjinin kalbi İstanbul’da atıyor’’ manşetleriyle duygusal bir şekilde duyurmaktadır. Antlaşmanın imzalanması Türkiye’ye sadece enerji alanında bir başarı getirmemiş, aynı zamanda ülke hala 15 Temmuz darbe girişimiyle sendelemiş durumdayken ve Batılı müttefikleriyle gerilimli ilişkileri içindeyken diplomatik bir geri dönüş fırsatı da sağlamıştır. Türk-Rus ilişkilerini en azından bir sektörde onarması, Kasım 2015 ayı içerisinde bir Türk savaş jetinin Rus bombardıman uçağını düşürmesi olayının kapandığının ve ikili işbirliğinin daha büyük bir projeyle yeniden başladığının da göstergesidir. Rus devlet kontrolündeki Gazprom enerji şirketinin, gaz fiyatıyla ilgili olarak Türk paydaşlarıyla, açıklanmayan bir indirim için de pazarlık yapacağı antlaşmanın maddeleri arasındadır.
Bununla beraber bir Türk gözlemcinin bakış açısından 10 Ekim antlaşması, mutabakat metninin Gazprom ve Türkiye’den BOTAŞ arasında 2014 yılında imzalandığı fakat Kasım 2015’deki olay nedeniyle durdurulduğu göz önüne alındığında hiç de yeni bir şey değildir. Bunun da ötesinde antlaşma, sadece her iki gaz şirketinin de yatırım yapmaya karar vermesi durumunda gerçeklik kazanacaktır, bu karar da henüz alınmamıştır. Bu antlaşma ile uzun vadede ve gelecekteki kararlara bağlı olarak Türkiye, Avrupa Birliğine giriş yolundaki pozisyonunu da güçlendirmektedir.
Rusya açısından bakıldığında ise başarı çok daha büyüktür. Antlaşma ile Rus gazı Batı Avrupa’ya ulaştırılırken, Rusya’nın düşman olarak gördüğü Ukrayna’yı bypass edeceğinden, Kiev’i önemli oranda transit geçiş gelirlerinden mahrum bırakacaktır. Hâlihazırda Rus gazının yaklaşık olarak % 40’ı Ukrayna üzerinden Avrupa’ya ulaştırılmaktadır. İlave olarak Rusya, her iki ülke de Türk-Rus antlaşması hakkında olumlu açıklamalar yapmış olsa da, Azerbaycan ve İran doğal gazının Avrupa’ya karadan ulaştırılmasının da önüne geçmiştir.
Uzun vadede Türk Akımı, İsrail ve Kıbrıs’tan Türkiye ve Avrupa Birliğine gaz taşıyacak sualtı boru hatlarının da yerini alabilir. Bununla beraber, Rus-Türk antlaşmasından sadece iki gün sonra, İsrail ve Türkiye enerji bakanları arasında ilk görüşme gerçekleşmiştir.
Daha da önemlisi, gaz ihracı maksadıyla Avrupa Birliğine ulaşan bir güney rotası inşa etmekle Rusya, AB Enerji Birliği ve Enerji Güvenliği Stratejisinin temel direklerinden olan, Rusya’dan farklı kaynaklardan enerji tedarik politikasını zayıflatmakta ve Ukrayna ile Rusya arasındaki potansiyel gerilimlerden de kaçınmaktadır. Bir bakıma Türk Akımı, Rusya-Almanya bağlantısını Baltık Denizi altından gerçekleştiren ve halen Polonya’daki yasal engeller nedeniyle bir sorun teşkil eden Kuzey Akımı ile birlikte, Rusya’nın Ukrayna’ya olan bağımlılığını azaltmakta ve AB’nin temel politikalarından bir tanesine zarar vermektedir.
AB açısından bakıldığında birkaç olumsuz jeopolitik gerçek ortaya çıkmaktadır. Ukrayna’nın stratejik önemi, bir geçiş ülkesi olarak artık iyice azalacak, AB’nin Kuzey Akımı-2 hattı üzerindeki farklı görüşleri Rusya’nın elini güçlendirecek ve Avrupa Birliği’nin Enerji Güvenlik Stratejisinin politik açıdan bir mantığı kalmayacaktır. Fakat her şey de olumsuz değildir. Rusya-Bulgaristan doğal gaz boru hattına bağımlı olan Güneydoğu Avrupa ülkeleri Avusturya, Bulgaristan, Yunanistan, İtalya ve Romanya, boru hatlarını birbirlerine bağlayan yasal sorunların çözülmesi durumunda alternatif bir gaz hattına kavuşmuş olacaklardır. Gaz pazarının büyük karmaşıklığının ötesinde daha büyük politik etkenler devreye girecektir.
Türk Akımı antlaşması, Ankara ile Rusya arasındaki genel ilişkilerin, önümüzdeki aylar ve yıllarda karşılıklı saygı içerisinde sürdürülmesi durumunda iyi bir mantıklı açıklaması olacaktır. Rusya’nın Kırım’ı ilhak etmesinden Suriye Devlet Başkanı Bashar al-Assad’ın geleceğine, kendisini İslami Devlet olarak ilan eden IŞİD’in kaderinden Rusya’nın Suriyeli Kürtlere olan silah yardımına kadar ilişkilerin kısa vadede bozulmasına neden olabilecek bir sürü neden bulunmaktadır. Bölge hızlı değişimlere açıktır ve iki ülke birçok konuda aynı görüşte değildir. Bu nedenle, Suriye’deki politik durumun kötüleşmesi durumunda iki ülke arasındaki gaz antlaşmasının uygulanması tehlikeye girebilir.
Bunun da ötesinde Türk Akımı hattının AB açısından yararlı olması sadece kuzeyde Avusturya ve batıda İtalya ile olan bağlantıların tamamlanmasına değil jeopolitik atmosfere de bağlıdır. Rusya ile AB arasında son zamanlarda artan gerilim basit bir spekülasyonun çok ötesindedir ve sürtüşmeler; Rusya’nın olası bir askeri çatışmaya yol açabilecek şekilde Avrupa’daki NATO kuvvetlerini deniz ve havadan sürekli olarak taciz etmesi, doğu Ukrayna’daki gerilimin tırmanması, Rusya ile Baltık ülkeleri arasındaki yeni anlaşmazlık, Suriye ve İslami Devlet hakkındaki süregelen görüş ayrılıkları ve bunların BM’nin çalışmalarına etkileri gibi faktörler nedeniyle hızla tetiklenebilir.
Böylesine politik içerikler, kaçınılmaz olarak Rusya’nın Ukrayna üzerinden yaptığı gaz ikmalinin kesilmesi problemini ortaya çıkarmaktadır. Bu nedenle, Türk Akımı devreye girdiği zaman durumun çok daha güvenli olacağı beklentisi vardır. Rusya, Türkiye ile yeniden canlanan ilişkilerini AB ile yeni sorunlar yaratma ve Türkiye’yi daha geniş perspektifte, enerjiyle ilgili olmayan çatışmalarda da tarafını belirlemeye zorlamadıkça, prensip olarak bu düşünce doğrudur.
Ne de olsa Rusya, Avrupalı muhataplarının, AB ile ilgili (Örneğin: AB’nin Ukrayna ve Güney Kafkasya ile olan antlaşmaları) politikalarında çok yönlü tacizlerine ve Avrupa bütünleşme ruhuyla ilgili problemleri olan Avrupa hükümetleri ve politik partileriyle direkt etkileşime girmeye alışıktır. AB’yi eleştiren Macaristan’dan Fidesz ve Fransız Ulusal Cephesi, Rusya’nın desteklerinden yararlanmakta ve liderleri, Kremlin ile olumlu ilişkiler içinde olmaları nedeniyle övünmektedirler.
Başarısız darbe girişimi sonrasında, politik açıdan zayıf bir durumda olan Türkiye’nin Türk Akımı antlaşmasını, sadece politik etkileri açısından değil, diplomatik sembolizmi açısından da ballandırarak ilan etmesi hiç de sürpriz değildir. Berlin, Brüksel veya Paris tarafından antlaşmaya sadece gaz değil, daha geniş bir perspektiften bakılacaktır. Batı başkentleri, Ankara’nın bölgesel bir güç olarak Rusya ve AB gibi daha büyük aktörlerle dengeli pozisyonunu koruyup korumayacağını ve Moskova’nın Avrupa kıtası satranç tahtasında Türkiye’yi bir piyon olarak kullanıp kullanmayacağını görmek isteyeceklerdir.
ÇN: Analiz yazarın düşüncelerini yansıtmaktadır, yazı aslına sadık kalınarak çevrilmiştir. Yazının orijinaline aşağıdaki linkten erişebilirsiniz.
http://carnegieeurope.eu/strategiceurope/64870
Yazar: Marc Pierini, Carneige Europe’de misafir akademisyen olarak görev yapmaktadır, araştırmaları, Avrupa perspektifinden Orta Doğu ve Türkiye üzerinde yoğunlaşmaktadır. 1976-2012 yılları arasında AB diplomatı olarak çalışmış, 2006-2011 yılları arasında Türkiye delegasyonunda, 2002-2006 yılları arasında Tunus ve Libya, 1998-2002 yıllarında Suriye ve 1991-1995 yıllarında Fas büyükelçiliği görevlerinde bulunmuştur. Euro-Mediterranean Partnership veya Barcelona Process olarak adlandırılan girişimlerin 1995-1998 yılları arasındaki ilk koordinatörüdür. 2004-2007 yılları arasında, Libya’nın Bulgar rehineleri serbest bırakması konusundaki görüşmelerde baş müzakereci olarak görev yapmıştır. 1979-1981 ve 1989-1991 yılları arasında sırasıyla Avrupa komiserleri Claude Cheysson ve Abel Matutes’in danışmanlık görevini yürüten Pierini’nin Fransızca dilinde yayımlanan üç denemesi bulunmaktadır: “Le prix de la liberté,” “Télégrammes diplomatiques,” ve “Où va la Turquie?” Pierini, International Council of the Museum of European ve Mediterranean Civilizations in Marseille müzeleri üyesidir.
Çeviren: Ercan Caner, Elektrik ve Elektronik Mühendisliğinin yanı sıra, uçak ve helikopter lisanslarına sahiptir. Yüksek lisans derecesini Gazi Üniversitesi’nden Avrupa Birliği – Türkiye İlişkileri alanında alan Caner, halen Türkiye Hava Sahası Yönetimi alanında Haliç Üniversitesi’nde doktora tez çalışmalarını sürdürmektedir. İnsansız Hava Araçları (2014) ve Taarruz Helikopterleri (2015) konulu makaleleri yayımlanmıştır. 39 yılı kapsayan TSK, BM ve NATO savunma sektör deneyimlerine sahip olan Caner Asliye Ceza Mahkemelerinde havacılık alanında bilirkişi olarak görev yapmaktadır. Havacılık, teknoloji, savunma, analiz ve güncel politika alanlarındaki yazılarını sunsavunma.net ve Academia.edu sitelerinde paylaşmaktadır. İngilizce bilen Caner Fransızca okuyabilmektedir.
E-mail: ercancaner@gmail.com @ercancaner1963