Yeni Türkiye için Sekiz Politik Tavsiye
Dışarıdan bizi birbirimize düşürebileceğini sanan yeteri kadar dengesiz varken, üstüne üstlük korona virüs salgını ve ekonomik zorluklarla boğuşurken birbirimizi yemeyelim. Gün birlik olma zamanıdır.
Pipes Tütmeye Devam Ediyor!
Dışarıdan bizi birbirimize düşürebileceğini sanan yeteri kadar dengesiz varken, üstüne üstlük korona virüs salgını ve ekonomik zorluklarla boğuşurken birbirimizi yemeyelim. Gün birlik olma zamanıdır.
Yazar: Daniel Pipes, THE NATIONAL INTEREST, 20 Nisan 2020
Çeviren: Ercan Caner, Sun Savunma Net, 09 Mayıs 2020
Foto: Reuters
Dünya, daha az şiddetli ve dramatik, çok daha gelişmiş ve potansiyel olarak çok daha uzun süreli ağır çekim ikinci bir İran oluşumuna tanıklık ediyor.
Recep Tayyip Erdoğan ve AKP’nin iktidara geldiği 2002 yılından yaklaşık olarak 2016 yılına kadar geçen sürede Birleşik Devletlerde Türkiye’yi izleyenler arasında Ankara’nın hâlâ bir müttefik olup olmadığına yönelik tartışma sürüp gitmektedir.
Aslında nostalji nedeniyle bu tartışma Türkiye’nin artık bir müttefik olmadığı aşikâr olduktan çok sonraları devam etmiştir. Bu mesele bereket versin ki artık kapanmıştır. NATO üyeliği devam ediyor olmasına rağmen hiç kimse artık bu iddiayı ciddiye almamaktadır.
Bugünlerde yeni bir tartışma başlamıştır: Türkiye’nin düşmanlığı geçici bir sapma mı yoksa uzun dönemli yeni normal yaklaşımı mı? Türkiye’deki durum Necmettin Erbakan’ın 1996-1997 ve Mursi’nin 2012-2013 yıllarındaki iktidara gelişlerine mi benziyor yoksa daha çok 50’nci yıldönümünü kutlayan İran devrimini mi andırıyor?
Washington’daki görüşler ikiye bölünmüş durumdadır. Genellikle başkan, savunma, içişleri ve ticari çıkarlar Türkiye’nin durumunun geçici bir sapma olduğunu ve bu talihsiz ara dönemin eski güzel günlere mutlu bir geri dönüşle sonlanacağını beklemektedir. Kongre ve birçok analizci ise benim de argümanım olan, uzun dönemli bir değişiklik olduğunu öne sürmektedir.
Amerika’da sürmekte olan tartışmaları anlayabilmek için eski güzel günlere bir göz atmak gerekmektedir. Türkiye’nin NATO’ya girdiği 1952 yılından 2002 yılındaki kilit seçime kadar 50 yıllık bir süre geçmiştir. Birleşik Devletler-Türkiye ilişkileri, bazı aksilikler (en dikkat çekeni 1964 yılında Kıbrıs nedeniyle iki ülkenin karşılıklı öfkesi) olsa da basit ve iyidir: Washington liderlik etmiş, Türkiye’de onu takip etmiştir.
1992 yılının Ekim ayında Dışişleri Bakanlığının misafiri olarak Ankara’da bir hafta bulunma fırsatım olmuştu ve hafızamda en belirgin iz bırakan karar verme mekanizmasının yetersizliği olmuştu. Yetkililer, Washington’daki Türk büyükelçiliğine politik talimatlar vermek için faks makinesinin başına geçerlerdi. Abartıyorum, ama o kadar da değil. Bu sistem her iki taraf açısından da 50 yıl iyi işledi; Türkiye, Sovyetler Birliği’ne karşı korunmanın keyfini çıkarırken Birleşik Devletler de güvenilir bir müttefike sahip olmanın tadını çıkarıyordu.
1990’lı yıllarda; Sovyetler Birliği’nin çöküşü ve ana akım Türk siyasi partilerinin yolsuzluk ile beceriksizlik içine düşmeleri ile özetlenebilecek iki gelişme bu istikrarı ciddi şekilde sarsmıştır. Atatürk zamanından beri azınlıktaki bir güç olan ve 1996-97 yıllarında kısa bir süreliğine iktidara gelen İslamcılar bu değişikliklerden faydalanmıştır. Türk ordusu arka planda yatan sorunlara hiç değinmeden İslamcıları iktidardan uzaklaştırmıştır.
Sonra 2002 yılındaki acayip seçim gerçekleşmiştir. AKP, Türk anayasasında yer alan; bir partinin parlamentoya girebilmesi için toplam oyların en az %10’unu almasını gerektiren tuhaflıktan faydalanarak yoktan var olarak iktidara gelmiştir. O yıl yapılan seçimlerde sadece iki parti %10 seçim barajını aşabilmiş, diğerleri ise yüzde 9, 8, 7, 6 ve 5 oranında (ÇN: Doğru Yol Partisi: 9.5, Milliyetçi Hareket Partisi: 8.4, Genç Parti: 7.2, Demokratik Halk Partisi: 6.2, Anavatan Partisi: 5.1) oy almışlardır. Bu gariplik; oyların sadece üçte birini (%34.3) alan AKP’ye parlamentonun üçte ikisine sahip olma imkânı vermiştir (ÇN: AKP oyların %34’ünü alarak TBMM’deki toplam 550 sandalyenin 363’ünü, CHP: %19.4 ile 178 sandalye kazanmış, 9 sandalyeyi de bağımsız adaylar almıştır). Ortaya çıkan bu şok, en sonunda İstanbul belediye başkanlığı yarışını kazandığı 2019 yılına kadar muhalefeti perişan etmiştir.
Birleşik Devletler ile ilişkilere gelindiğinde dönüm noktası ise AKP’nin iktidara gelmesinden kısa bir süre sonra yaşanmıştır. Amerikan birliklerinin Irak’taki Saddam Hussein rejimine karşı savaşında Türk topraklarını üs olarak kullanma talebi 01 Mart 2003 tarihinde Türk parlamentosu tarafından reddedilmiştir. 50 yıllık sağlam ittifaktan sonra bu değişiklik ne kadar çarpıcı olsa da Amerikan yönetimi buna pek aldırış etmemiştir. Başkan George W. Bush, kişisel olarak adli bir yasaktan kurtulmasına ve başbakan olmasına yardım ettiği Erdoğan ile yakın ilişkisini sürdürmüştür. Barack Obama, Erdoğan’ı favorisi beş yabancı lider arasına koymuştur. Donald Trump ise onu pohpohlamış ve hep alttan almıştır.
Bu üç farklı Birleşik Devletler başkanının Erdoğan ile tutarlı dostluğu Beyaz Ev’deki Türkiye’de meydana gelen temel değişiklikleri kabullenme yönündeki isteksizliği göstermektedir. Benzer şekilde Savunma Bakanlığı eski güzel günleri korumaya çalışmış, İçişleri bakanlığı gönül alıcı politikalar izlemiş, Boeing ve diğer şirketler de satış yapmayı sürdürmek istemiştir.
Amerikan yönetimi Türkiye’nin; ülkenin en güçlü kurumları olan ordu, istihbarat servisleri, polis, yargı sistemi, bankalar, medya, seçim kurulları, camiler ve eğitim sistemini kontrol eden İslamcı bir diktatör tarafından yönetildiği gerçeğini hafife almaktadır. Bunun da ötesinde kendisi için SADAT adlı özel bir ordu dahi kurmuştur. Kafasına estiğinde kendisiyle aynı fikirde olmayanları ve bunu ifade edenleri kim olursa olsun ezmektedir, örneğin yumuşak ifadeler içeren bir dilekçeyi imzalayan terörist olarak etiketlenmekte ve kendisini hapishanede bulabilmektedir. Erdoğan’ın popülerliği azaldıkça giderek artan oranda seçim hileleri, muhalif liderleri cezaevlerine tıkma ve yandaşları rakip partilerin ofislerine saldırtma gibi yöntemlere yönelmektedir.
Erdoğan ve AKP iktidardaki yerlerini sağlamlaştırmakla kalmamış, bütün bir nesli değiştirmiştir ve ülkeyi de dönüştürmektedirler. Türkiye’ye, İran İslam Devriminin ikinci bir versiyonunu yaşıyormuş gibi bakmak yardımcı olabilir. Daha az şiddetli ve dramatik, fakat şok daha gelişmiş ve potansiyel olarak daha uzun süreli, ağır çekim ikinci bir İran İslam Devriminin oluşumuna tanıklık etmekteyiz. Bilgisayar terminolojisini kullanırsak; Khomeini İslamcılık 1.0, Erdoğan ise İslamcılık 2.0 ve hatta İslamcılık 3.0 versiyonu olarak adlandırılabilir.
Türkiye’nin genel olarak Batı dünyası ve özelde Birleşik Devletlere karşı tutumunda çok büyük kaymalar devam etmiştir. Erdoğan’ın iktidara gelmesinden kısa bir süre önce 2000 yılında yapılan kamuoyu anketlerinde Türklerin yarısından biraz fazlası Amerika’ya sempatiyle bakarken, bu oran Erdoğan’ın döneminde %18’e kadar düşmüştür. Amerikan aleyhtarlığı günümüzde; siyaset, medya organları, filmler, okul kitapları, camilerdeki vaazlar ve daha birçok yerde iyice azmış durumdadır.
Düşmanlık karşılıklı hale gelmiştir. Türkiye’nin Rus yapımı S-400 füze sistemlerini almasına duyulan öfke Kongrenin onu F-35 programından çıkarmasına neden olmuştur. Türkiye’nin hassasiyetleri nedeniyle onlarca yıl Ermeni soykırımı önergesini oylamaktan kaçınan Senato da 2019 yılında yapılan oylamada 405’e 11 oranında önergenin lehinde oy kullanılmıştır. Oylama sesli oyla yapılmış; senatörler oylarını; evet-hayır anlamına gelen ‘‘aye ve nay’’ sözcükleriyle sesli olarak ifade etmişlerdir.
Erdoğan iktidardan gittikten sonra Amerikalıların Ankara’da daha dostane bir kabul göreceği yönünde çok az neden bulunmaktadır. Evet, Erdoğan 66 yaşındadır ve söylenenlere göre değişik hastalıklardan rahatsızdır. Fakat halefi olarak ortaya çıkan örneğin Süleyman Soylu gibi adaylar onun görüşlerine sıkı sıkıya bağlıdırlar. Hatta Türkiye’deki diğer büyük siyasi gruplar; milliyetçiler ve solcular Erdoğan’ın partisinden çok daha fazla düşmanca bir tutum sergilemektedir. Kürt Halkların Demokratik Partisi (HDP) hariç Türkiye Büyük Millet Meclisinde (TBMM) sandalyesi olan bütün partiler (CHP, MHP, İYİ), AKP’den çok daha fazla Amerikan aleyhtarıdır. Bu partiler aslında Erdoğan’ı Amerikan yanlısı olmakla suçlamaktadır.
Sonuç olarak, Amerikan politikaları Türkiye’nin bir gün geri döneceği umuduna dayanmamalıdır. İran’ın gittiği gibi Türkiye de artık yok. Sonsuza kadar değil, fakat bir süreliğine Türkiye gitmiş durumdadır. Birleşik Devletler yönetimi iğrenç belki de haydut bir Ankara için uzun vadeli bir plan hazırlamak zorundadır. Aşağıda, sonuçları en az olandan başlamak üzere yeni Türkiye’yi ele alırken kullanılacak sekiz politik tavsiyede bulunuyorum:
Çevirenin Notları: Daniel Pipes ‘‘Okunuşu: Denyıl Payps’’ tarafından kaleme alınan yazı aslına sadık kalınarak çevrilmiştir. Yazıda ifade edilen görüşler ve ileri sürülen iddialar tamamen Denyıl Payps’a aittir.
Yazının çevrilerek paylaşılması, Sun Savunma Net sitesi ve çevirenin yazıda ifade edilen görüşleri ve ileri sürülen iddiaları paylaştığı anlamına gelmemektedir. Yazının çevrilerek paylaşılmasındaki maksat; bütün dünyanın korona virüs salgınıyla boğuştuğu bir ortamda dahi Denyıl Payps gibi insan müsveddelerinin ne kadar alçalabileceklerini okuyucular ile paylaşmaktır.
Ne yazık ki Denyıl Payps benzeri Türk düşmanlarının sayısı çoktur. Bugüne kadar Recep Tayyip Erdoğan ve AKP’ye saldıran Payps efendinin, bu yazısında bütün Türkiye ve HDP hariç bütün partileri hedef aldığına dikkatinizi çekmek isterim.
Dışarıdan bizi birbirimize düşürebileceğini sanan yeteri kadar dengesiz varken, üstüne üstlük korona virüs salgını ve ekonomik zorluklarla boğuşurken birbirimizi yemeyelim. Gün birlik olma zamanıdır.
Yazının orijinal metnine aşağıdaki link üzerinden erişebilirsiniz.