Çağın en karmaşık yerinde durduk, biri bizi yazsın. Gülten Akın
Özlem Uzun, Sun Savunma Net, 4 Ocak 2021
Var oluştan, yani yaratılıştan konuyu ele almaya başlarsak, canlı, nesne, aklın algıladığı havsalanın kabullenebildiği ya da kabullenemediği tüm oluşumun, henüz zekâmızla dahi tam olarak çözememiş olduğumuz düzen içinde işleyişin (seleksiyon) sürdüğünü gözlemleriz, hissederiz.
Yaşadığımız evrenin var oluşunu sürdürürken bazı kurallara tabi olarak düzenini sürdürebildiğini, kuralların bir takım etkenlerle tahribata uğradığı durumda ise; yeniden düzeni oluşturarak seleksiyonu sürdürmek için bu tahribatları onarıma gittiğini görebiliyoruz.
Varoluşu ve bunu sağlıklı yaşayabilme olgusuna endeksleyip bireysele ve çağın gereği toplumsala indirgediğimizde her şeyin başında, doğru insan olmak durumunu görüyoruz.
Tabii ki doğru insan tanımını açmaya kalkarsak; bunu anlatmak için dakikalar, saatler hatta günlerce konuşmamız gerekir.
Özellikle toplumlarımızda göreceli kavram tanısı gibi bir olgu varken, anlatmak çok zaman alır.
Bu nedenle ben bunlara girmeden varoluşun sürmesi gereği temel değerleri önce kişiselleştirip sonrada bu insanlardan oluşan toplumlarda uyumun gerektiği gibi olacağını düşünmekteyim.
Kısaca şöyle ki;
Doğru insan önce kişisel sağlığını düşünür, sorumlu olduğu kişilerin sağlığını korumasına destek verir (Anne, baba, çocuk ilişkilerinde gözlendiği gibi).
Aşama aşama yaşam sürecinde kendisince doğru ve çevresine uyumlu bir yaşamın;
Varoluşun temel esaslarıyla doğrudan bağlantılı olduğunun farkındalığına ulaşmış olur.
Ve bu bilinçteki insanlardan oluşan toplumların en huzurlu gelişen refah ve mutluluğa ulaşmış toplumlar olduğu gözlenir.
Tabii ki yaşadığımız dünyada maalesef bunları görmek bizlere nasip olmuyor, henüz tam mükemmelliğe ulaşmış herhangi bir toplum yok.
Bunu toplumsal açıdan irdelediğimizde gözümüze ilk çarpan varoluşun devamı için gerekli düzenli sürdürülebilirlikten (senkronizasyondan) sapmaları görüyor, gözlemliyoruz.
Maalesef buna neden olan etkenlere baktığımızda da insanların, insan olma özelliklerinden uzaklaştığı ve ego olgusunun öne çıktığı durumları görüyoruz.
Bu da gösteriyor ki egosu yüksek, yeterli düzeye erişmemiş insanlar oldukça bu kaos ortamları aşılamıyor. Bunun temel nedeni ise yetersiz ve hak etmedikleri yerlere getirilen yüksek statü sahibi kişiliklerin, temel kavramlardan uzak kişiler olması ve uygun davranışlar sergileyememesidir.
Burada ki en büyük eksikliğin de kişisel haklara saygı, takdir ve tektir (ceza) anlayışlarının uygun olmayışı ve esasen günümüzde de en büyük sorunlardan birisi olduğu gibi liyakat (yeterlilik) esaslarından sapılmış olduğu ortadadır.
Bunun göstergeleri de, en küçük topluluktan en büyük şirketlere ve hatta uluslara kadar her seviyede gözlenebilmektedir.
En temel sapmanın da övgü ve eleştiri konularında olduğu görülmektedir.
Yetersiz kişilerin statü gereği üst kademelere ulaşmış olmaları ve bunların yerlerini korumak için, kendilerince değerlendirmeleriyle eleştiri veya övgüde bulunmaları topluluklarda, huzursuzluk, hoşnutsuzluk ve verimsizliğe neden olmaktadır.
Yetersiz, yeterince yetişememiş insanlar, liyakatle yaranma kavramlarını ayırt edemeden kendi işlerine geldiği şekilde değerlendirmektedirler, burada ego kavramı öndedir, topluluk gerekleri ve çıkarları arka planda bırakılmıştır.
Sonucunda yerinde ve yeterince uygun üsluplarla yapılamayan övgü de eleştiri de hoşnutsuzluk ve kaosa neden olmaktadır.
Eleştirel bakışı ele alacak olursak;
İnsan ilişkilerinde ilk saptama;
Yirmi birinci yüzyılda gerçekleşir,
Toplumlar, bireylerin yaşam boyu öğrenmeleri için gerekli temel beceriler olan bilgiye ulaşma, bilgiyi dağıtma ve bilgiyi paylaşma gibi özellikleri kazanmalarını beklemektedirler.
Bu niteliklerin etkili ve verimli gerçekleştirilmesi için bilgi toplumunda düşünme, özellikle de eleştirel düşünme önemli bir eğitim değeri olarak gösterilmektedir.
Adil eleştirel düşünme, düşünme hakkında düşünme yeteneğidir.
Adil eleştirel düşünen biri olmak kolay değildir.
Zaman ve çaba gerektirir. Eleştirel düşünmenin öğretilebilmesi için uygun süreçlerin ve ortamların hazırlanması gerekir. Eleştirel düşünenler gerçeğe ve güçlü akıl yürütmeye tutkundurlar. Eleştirel düşünemeyen kişiler, kendilerini ve öğrendiklerini yenileme gereksinimini duymazlar.
Eleştirel düşünmek, sadece var olan durumu eleştirip öylece bırakmak değil; çözümleri, alternatifleri ortaya koymak, örneklemektir.
Eleştirel düşünme becerilerini kazanmış bir insan ile hiç edinmemiş ya da sınırlı düzeyde edinebilmiş kişilerin, bilgi içeriğine, örgütlenmesine, olaylara, kendisine bakışı ve değerlendirme biçimleri arasında önemli farklılıklar vardır.
Adil eleştirel düşünme becerilerini kazanmış ve kendi öğrenme işlemleri üzerinde sorumluluk alabilen bireyler amacını ulaşmışlardır,
Eleştirel düşünmenin önemli bir eğitim değerine dönüşmesine yol açan tekno-kültürel değişimi irdelemek, bu konuya literatür çerçevesinde bir bakış açısı getirmektir.
Sevgilerimle…