savunmahavacılıkteknolojipolitikaanalizmevduatkriptosağlıkkoronavirüsenflasyonemeklilikötvdövizakpchpmhp
DOLAR
35,1981
EURO
36,7471
ALTIN
2.968,65
BIST
9.724,50
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
Ankara
Yağmurlu
6°C
Ankara
6°C
Yağmurlu
Cumartesi Çok Bulutlu
6°C
Pazar Parçalı Bulutlu
8°C
Pazartesi Yağmurlu
10°C
Salı Yağmurlu
8°C

Yunan Ordusu Nasıl Denize Döküldü?

Yunan Ordusu Nasıl Denize Döküldü?
A+
A-

Yunan Ordusu Nasıl Denize
Döküldü?

Sabahın sessizliğini, gökleri yırtarak uçan bir top mermisi bozdu. Arkasından bütün Türk topları ateş püskürmeye başladı. Düşmanın, alınamaz denen mevzileri alt üst oluyordu. Bir an içinde her taraf ateş ve duman içinde kalmıştı. Her taraf yanıyordu. Manzara cidden ibretliydi: Ateş gittikçe şiddetleniyor; Türk Milleti’nin talihi ile birlikte güneş de nazlı nazlı yükseliyordu. Atatürk, pelerini altına topladı ve kayaların üstüne oturdu. Dalgınlığı kalmamıştı; gülümsüyordu. Sabah ışıklarının okşayarak aydınlattığı altın saçlarında, Türk Milletinin geleceği parlıyordu.

Türkçenin Diriliş Hareketi Derneği (TDHD), Sun Savunma Net, 04 Eylül 2019

Atatürk’ün hayatındaki en zoru günü 26 Ağustos 1922’dir, çünkü bu tarih Türklerin Anadolu’daki son bağımsız günü olabilirdi. Atatürk de bunun bilincindeydi. Devlet 1911’den beri tam 11 yıldır savaştadır. Tükenmek üzeredir. Tek atımlık  barutu kalmıştır.

Atatürk 1921’de Sakarya Savaşı’nı kazandı, fakat ordunun önemli bir kısmı firar etti. Üstelik mevcut subayların çoğu şehit oldu. Yunan ordusu ise Ankara önlerinden çekilip Afyon-Eskişehir eksenine İngiliz destekli “muazzam” bir savunma hattı kurmuştu. İngilizler bu savunma hattı için “Türkler 6 ayda geçerse 6 günde geçmiş sayabilirler” diyordu. Savunma hattı o kadar sağlamdı. Atatürk de bunun bilincindeydi. Uzun süre vuruşamazlardı. Savaş uzarsa cephane, erzak, para vs. yetmezdi. Batı Anadolu Yunan toprağı olurdu.

Bu nedenle düşmanı tek vuruşla imha etmek ve Anadolu’dan atmak gerekiyordu. Atatürk bu iş için riskli bir plan oluşturdu. Ya büyük bir bozgun ya da büyük bir zafer olacaktı. Bu planı sadece üç Mustafa biliyordu: 

Mustafa Kemal,
Mustafa İsmet,
Mustafa Fevzi…

Yunan ordusu Ertuğrul Bey, Osman Bey, Orhan Gazi gibi tarihi şahsiyetlerin mezarlarını çiğniyor, üç Osmanlı başkentinde Türkleri aşağılıyordu. Meclis savaşmak için Atatürk’e baskı yapıyor fakat 27 Temmuz’da futbol maçı düzenliyor, Ağustos ortalarında Çay partisi veriyordu.

Türk’ün savaşı hileli olur. Attila’dan Kılıçarslan’a, Selçuk Bey’den Fatih’e, Timur’a ve Mustafa Kemal’e… Türk tarihi savaşta hileyi sanatçı gibi kullanan mareşallerle doluydu.

Futbol maçı ve çay partisi işin hilesiydi. Mustafa Kemal savaşın son hazırlıklarını yapıyordu.

Meclis’te Atatürk öyle eleştiriliyordu ki… Bu eleştirileri duyan Yunan ordusu, Türklerin içine düştüğü durumdan keyif alıyor, rahat bir şekilde olan biteni izliyordu. Atatürk’ün istediği de buydu. O, muhaliflerini de hilenin bir parçası haline getirmişti.
Savaştan birkaç gün önce, Çay partisi verildiği esnada hızlıca Konya’ya geçti. Telgraf ve posta teşkilatı basıldı. Kontrol altına alındı. Geldiğini duyurmak mümkün değildi. Oradan cepheye geçti. Savaş planı masaya kondu. Paşalardan itiraz eden oldu.
Harbiye’nin eski stratejisti Yakup Şevki Paşa itiraz etti. Paşa’ya göre bu delilikti. Kaybetme riski yüksekti. Başarısızlık halinde Ankara düşer, Milli Mücadele kaybeder, Anadolu tamamen işgal edilirdi.

Plana göre cephanenin ikmali mümkün olmayacaktı. Yani kurşun biterse işimiz kılıçlara kalacaktı. Makineli tüfeğe karşı kılıç… Yakup Paşa buna onay veremiyordu. Haksız sayılmazdı.

Atatürk “İkmali düşmandan yaparız” demişti. Yani düşman ele geçmezse imha riski olacaktı.

Tartışma uzayınca Atatürk “Uğraşa uğraşa, ancak 1 yılda düşmanla az çok denk bir hale gelebildik. Bir daha bu gücü yaratamayız. Bu sefer kesin sonuç almak, savaşı bitirmek zorundayız. Bunun için de, tehlikesine rağmen, bu planın uygulanmasından başka çare göremiyorum” dedi.

Yakup Paşa “Bu planla kaybedersek bize vatan haini derler. Bu meclis bizi asar” diye itirazını sürdürünce Atatürk net konuştu: 

“Korkmayın paşam. Sorumluluk bana aittir. Kaybedersek beni hemen asarsınız!”

Peki, ne yapılacaktı? Plan neydi? Esasen Yakup Paşa haklıydı. Atatürk’ün planı ters cepheydi. Taarruzdan bir gece önce ordunun neredeyse tamamı mevzileri terk ederek yer değiştirecekti. Bu durum fark edilirse koca ordu hareketli halde yakalanır ve bir gecede imha olabilirdi.

Taarruzdan bir gece önce, 25 Ağustos günü, hava karardıktan sonra ordu harekete geçti. Cepheyi terk ederek, Şuhut dağları arasından, bir patika vasıtasıyla Yunan hattının güneyine sızdı. Kimse fark etmedi.

Koca milletin kaderini değiştirecek ordu, koca toplar, silahlar, onca yük… Sessiz sedasız şekilde varması gereken yere vardı. Sabahın ilk ışıklarından biraz önce bombardıman başlayacaktı. Dakikalar geçmek bilmiyordu.

Tan ağarmaya başladığında İsmet Paşa bombardımanı başlatacaktı. Fakat hiç hesapta olmayan bir şey oldu. Etrafı sis bastı. Toplar kör olmuştu. Bu şekilde bombardıman başlamazdı. Herkes şaşkındı.

Hava gittikçe aydınlanmaya ve fark edilme riski yükselmeye başlamıştı. Sis dağılmıyordu. Mustafa Kemal tepedeki karargâhından çıktı. Canı çok sıkılmıştı. Sis dağılmıyordu. Yapacağı hiç bir şey yoktu.

Oldukça stresli görünüyordu. Vakit akıp gidiyordu. Bir ara yerinden ayrıldı. Bölgedeki kayalıkların bulunduğu yere gitti. Yalnız başına kayaların arasına girdi. Etraftakiler şaşkındı. Kayalıktan çıkıp yürüdüğü esnada ekipten biri makinesini aldı ve o tarihi anı fotoğrafladı. Havanın iyice aydınlanmaya başladığı saniyelerde sis bir anda dağılmaya başladı. Düşman mevzileri görünür hale geliyordu. Vakti gelmişti. Derhal bombardıman için İsmet Paşa’ya talimat verildi. 

26 Ağustos 1922 günü, saat 05.30’da Türk topları sessizliği bıçak gibi yırttı.
Cephane kısıtlıydı. Topların mevziiyi yok edene dek bitmemesi gerekiyordu. Aksi halde taarruz yapılamazdı. Üstelik ordu dağlık arazide çok ters bir halde kalacaktı. 

Toplar birbirini ardına ateşlenirken, Mustafa Kemal’in stresi arttıkça artıyordu!
Yaveri ve koruması Yarbay Muzaffer Kılıç onunla birlikte bombardımanı izlerken, Mustafa Kemal’in fısıldadığı cümleleri işitti: 

Ya Rabbi! Sen Türk ordusunu muzaffer et! Türklüğün ve Müslümanlığın düşman ayakları altında, esaret zincirinde kalmasına müsaade etme!”

İsmet Paşa’nın bombardımanı bir sanat tablosu gibiydi. Yunan mevzileri tam isabet vuruluyordu. Yunan karargâhı bu baskını “gerçek taarruzu gölgelemek isteyen kandırmaca” olarak algılamıştı. Asıl hamle doğudan bekleniyordu. Oysa ordu güneydeydi. Hile adım adım işliyordu.

İsmet Paşa’nın topları kısa sürede Yunan mevzilerini parçaladı. Sıra Türk askerindeydi. Tepeler birer birer sarılıp ele geçirilmeye başlandı. Bu sırada Yunan karargâhı, İzmir’de bulunan Yunan başkomutana erişemiyordu. Çünkü telgraf hatları kesilmişti.

Gelen haberler nedeniyle karargâhın kafası karışıktı. Güneydeki baskın gerçek bir taarruz muydu yoksa şaşırtmaca mıydı karar verilemiyordu. Komutan Trikupis her ihtimale karşı birlik kaydırmaya başladığı sırada Yunan başkomutandan telgraf geldi.
Başkomutan Hagi Anesti, baskının bir şaşırtmaca olduğunu düşünüyordu. Bu nedenle birlik kaydırma hamlesi durduruldu. Bu esnada Türk ordusu bölgeyi iyice ele geçirmeye başladı. 

Yunan başkomutan İzmir’deydi. Ama Türk başkomutan bizzat cephedeydi!
Ertesi gün, hava ağarırken ikinci bir taarruz gerçekleşti. Türk askeri Afyon’a girdi. Mustafa Kemal, karargâhını derhal Afyon’a aldırdı. Savaşın içinde olmak istiyordu. Taarruzun adı Kurt Kapanı’ydı! Fevzi Paşa’nın planı sayesinde git gide Yunan ordusu çevreleniyordu.

Yunan ordusu gittikçe çekilmeye başladı. Yunan karargâhı hileyi geç de olsa tamamen sezmiş ve tüm ağırlığı güneye kaydırmaya başlamıştı. Bu defa Yakup Şevki Paşa kuzeyden taarruza kalkmış ve Yunan ordusunu şaşkına çevirmişti.

Ağustos’un 29’uncu günü Türk ordusu Yunanı Dumlupınar’da çevreledi. Düşman kurt kapanına girmişti. Türk askeri süngü hücumuna kalktığı esnada Atatürk adeta sinir boşalması yaşadı. Ateş hattına gitti. Siperlerin üzerine çıktı. “Hagi Anesti! Gel de ordularını kurtar!” diye haykırdı!

Ağustos’un 30. günü Yunan ordusu imha edildi ve kaçmaya başladı. Fakat ordunun geri çekilip mesafeyi yeniden mevzilenmemesi gerekiyordu. Bu nedenle Atatürk o tarihi emrini verdi: 

Ordular! İlk hedefiniz Akdeniz’dir! İleri! Ağustos’un 30. günü kovalamaca başladı. İzmir’e 400 km vardı. Asker yorgundu ama emir kesindi. Önce Uşak’a girildi. Akabinde Yunan ordu komutanı Nikolas Trikupis, 02 Eylül’de esir alındı. Mustafa Kemal de orduyu takip ediyordu.

Türk ordusu 400 km’lik hattı sadece dokuz günde geçerek harp tarihi açısından emsali görülmemiş bir iş yaptı. 02 Eylül’de Eskişehir’i, 06 Eylül’de Balıkesir ve Bilecik’i, 07 Eylül’de Aydın’ı, 8 Eylül’de Manisa’yı geri aldı ve 9 Eylül’de İzmir’e girdi.

Yunan’ı denize döktü!

Türk askerinden hemen sonra, 10 Eylül günü Mustafa Kemal İzmir’e girdi. Tüm Anadolu bayram ediyordu.

İzmir kurtarıldıktan kısa süre sonra, bir gemi limana yanaşıyordu! Mustafa Kemal taarruzdan hemen önce Fethi Bey’i İngiltere’ye göndermiş, sorunu savaşsız çözmenin çarelerini aramakla görevlendirmiş, fakat işe yaramayınca önce Roma’ya akabinde İzmir’e geçmesini emretmişti.

Fethi Bey de, “Herhalde Yunan ile yeni görüşmelere başlayacağız, zaten Yunan başkomutan da İzmir’de, o yüzden oraya gönderiyor” diye kafası karışık bir şekilde emri kabul etmişti. 

Fakat Mustafa Kemal Fethi Bey’i Yunan’ın Smyrna’sına değil Türk’ün İzmir’ine çağırmıştı. Fethi Bey’in gemisi limana yanaştığında, limanda Yunan değil Türk vardı.

Atatürk İzmir’e Fethi Bey’den önce varmıştı!

Bir kaç gün sonra Atatürk ve diğer paşalar Kordon’daki Kosti’nin meyhanesine gider. Manzaralı masaya geçilir. Atatürk “Hagi Anesti burada rakı içti mi” diye sorar! Hayır, içmediler diye cevap verilir. Atatürk cevap verir:

Madem rakı içmeyecekti, ne halt etmeye İzmir’e geldi

BU ALANA REKLAM VEREBİLİRSİNİZI
Yorumlar
  1. öykü dedi ki:

    olayı baştan sona bilsem de yeniden tüylerim diken diken okudum