İsrail Başbakanı Benjamin Netanyahu 27 Haziran 2016 günü Roma’da yaptığı basın konferansında, Türkiye ile İsrail Devletinin güvenliği, bölgesel istikrar ve İsrail ekonomisi için stratejik önemde olan bir antlaşmaya vardıklarını açıkladı.
Netanyahu konuşmasında; İsrail Devletinin başbakanı olarak, ülkesinin stratejik çıkarlarını koruma, kapsamlı ve uzun vadeli bir politika yürütme ile günümüzde ve gelecekte ülkesinin güvenlik ve ekonomik ihtiyaç ve önceliklerini gözetmenin sorumluluğunu taşıdığının altını çizdi.
Netanyahu’nun basın konferansında üzerinde önemle durduğu ilk husus; antlaşmanın yürürlüğe girmesi sonrasında, İsrail Savunma Kuvvetlerinde görev yapan komutan ve askerlerin, halen sürmekte olan cezai ve hukuki yaptırımlardan ve gelecekte haklarında herhangi bir dava açılma olasılığından kurtulmaları oldu.
İsrail Savunma Kuvvetleri mensubu komutan ve askerler ne yapmışlardı da haklarında bazı davalar neden ve nerede yürütülmekteydi? Sorunun cevabını bulmak için 31 Mayıs 2010 sabahında olanları hatırlamamız gerekiyor.
İsrail Savunma Kuvvetlerine bağlı maskeli komandolar, Gazze’ye insani yardım götürmek ve Gazze ablukasını protesto etmek için, Akdeniz’de uluslararası sularda seyretmekte olan Mavi Marmara gemisine helikopterden inerken, sürat botları da aynı anda saldırıya geçmişlerdi. Silahlı olan, sersemletici el ve göz yaşartıcı bombalar ile donatılmış İsrail komandoları, gemide bulunan 40 farklı ülkeden toplam 663 insani yardım gönüllüsü üzerine saldırmışlardı. 9 Türk vatandaşı hayatını kaybetmiş, 50’yi aşkın insan da yaralanmıştı. Saldırı Akdeniz’de uluslararası sularda gerçekleşmiş, olay Cenevre’deki İnsan Hakları Komisyonu tarafından ‘gaddarlık’ olarak nitelendirilmişti.
Sarayburnu’ndan dualarla uğurlanan geminin yolcu listesinden 15 kadar AKP milletvekilinin, parti yönetiminin izin vermemesi üzerine çıkarıldığı Türk basınında dile getirilmiş, AKP yönetiminin, milletvekilleri için duyduğu kaygıyı, gemide bulunan diğer yardım gönüllüleri için taşıyıp taşımadığı yönündeki sorular ise bugüne kadar nedense cevapsız kalmıştır.
Peki, Netanyahu’nun basın konferansında ilk olarak ve önemle vurguladığı, haklarında açılan davaların günümüzde ve gelecekte düşeceği İsrailli komutanlar kimlerdir? İsrail Genelkurmay Başkanı Rau Gabiel Ashkenazi, Deniz Kuvvetleri Komutanı Eliezer Alfred Maron, Hava Kuvvetleri İstihbarat Sorumlusu Avishay Levi ve İsrail İstihbarat Başkanı Amos Yadlin.
Günümüzdeki ve gelecekteki davalar düşecek. Peki, nasıl olacak bu iş? Nasıl mı? İki ülke arasında varılan İsrail-Türkiye Antlaşması, İsrail askerleri ve komutanlarını Türkiye tarafından ileri sürülebilecek iddialardan koruyacak maddeler içeriyor. Bağımsız mahkemeler tarafından yürütülen davalar nasıl sona erecek peki? O da kolay, antlaşmanın maddelerinden bir tanesine göre, sıkı durun, Türkiye Büyük Millet Meclisi, Türkiye’de sürmekte olan bütün davaların iptal edildiğine dair bir yasa çıkaracak.
Konumuzla ilgisi yok ama antlaşmanın önemli maddelerinden bir tanesinden de kısaca bahsetmek gerekiyor: Türkiye, üyesi olduğu bütün uluslararası organizasyonlara girmesi için İsrail’e yardım edecek. Nasıl mı? Örneği var; Türkiye’nin daha önce gösterdiği iyi niyetli yaklaşım sayesinde İsrail şimdilerde, NATO’da bir ofis açma hazırlıklarını sürdürüyor.
Konumuza geri dönelim: TBMM, antlaşma gereği, İsrailli askerler ve komutanlar hakkında Türkiye’de yürütülen davaları iptal eden bir yasa çıkaracak. Tamam, Türk tarafı iddialarında haklı; bir ülkeye denizden abluka uygulanması, uluslararası sularda bir geminin bayrağını taşıdığı ülke hariç önlenmesi ve silahsız sivillere orantısız güç kullanılarak ateşli silahlarla müdahale edilmesi uluslararası hukukta yasak. İsrail askerlerinin orantısız güç kullanmasına karşı insani yardım gönüllülerinin kendilerini savunmak maksadıyla güç kullanması ise uluslararası hukuka göre meşru müdafaa. Ama artık bunları tartışmıyoruz, gündemde olan tek bir konu var: ne pahasına olursa olsun uzlaşmak.
İsrail tarafında, Diplomatik Güvenlik Kabinesi yediye karşı üç oyla antlaşmayı 28 Haziran 2016 günü onayladı. Beklendiği gibi Savunma Bakanı Avigdor Lieberman, Başkan ve Eğitim Bakanı Naftali Bennett ve Adalet Bakanı Ayelet Shaked antlaşma aleyhine oy kullandılar. Gazze’de hayatını kaybedenlerin yaptıkları protestolar ve antlaşmanın İsrail Parlamentosu Knesset tarafından onaylanması yönündeki itirazlar bir tarafa bırakıldığında, İsrail hükümeti tarafı işi ucuz atlattı diyebiliriz. İsrail tarafında antlaşmaya en şiddetli itiraz belki de, kendisinin de bulunduğu Mavi Marmara gemisine saldırı düzenleyen İsrail askerlerini ‘katil’ olarak nitelendiren Arap milletvekili Hanin Zuabi’den geldi.
Gelelim bizim tarafa, ‘Madde 90 – Türkiye Cumhuriyeti adına yabancı devletlerle ve milletlerarası kuruluşlarla yapılacak antlaşmaların onaylanması, Türkiye Büyük Millet Meclisinin onaylamayı bir kanunla uygun bulmasına bağlıdır.’ Usulüne göre yürürlüğe koyulmuş milletlerarası antlaşmalar kanun hükmündedir. Bunlar hakkında Anayasaya aykırılık iddiası ile Anayasa Mahkemesine başvurulamaz.
1982 anayasasına göre antlaşmaların onaylanmasında yetki TBMM’ye ait. Bazı istisnalar da mevcut; ekonomik, ticari, teknik ve idari antlaşmaların TBMM tarafından uygun bulunmasına gerek yok.
Yine Bakanlar Kurulu da antlaşmaların onaylanmasında yetkili ama antlaşmanın ekonomik, ticari ve teknik ilişkileri düzenlemesi, süresinin bir yıldan az olması, devlet maliyesi bakımından bir yüklenme getirmemesi, kişi hallerine dokunmaması ve Türklerin yabancı memleketlerdeki mülkiyet haklarına dokunmaması gerekmektedir.
İsrail tarafı üzerine düşeni yaptı, şimdi sıra Türkiye’de, bayram sonrasında bu antlaşmanın nasıl onaylanacağı ve İsrailli asker ve komutanlara dokunulmazlık zırhının TBMM veya Bakanlar Kurulu tarafından nasıl giydirileceği ilginç olacak.
‘İsrail ile örtünen çıplak kalır’ açıklamasının ardından verilen ayar sonucu geri adım atan ve kamuoyundan özür dileyen İHH İnsani Yardım Vakfının tavrı ve Anayasanın kişi hallerine dokunmaması hükümleri göz önüne alındığında, büyük bir olasılıkla antlaşma, Türkiye tarafında da TBMM yerine, İsrail tarafının da yaptığı gibi Bakanlar Kurulunca onaylanıp yürürlüğe koyulacaktır.
‘‘Türkiye’den böyle bir insani yardımı götürmek için günün başbakanına mı sordunuz? Biz zaten yardımı yaptık, yapıyoruz. Bunları da yaparken, gövde gösterisi olsun diye mi yapıyoruz? Edebi adabı içinde yaptık yapıyoruz” sözlerinden sonra TBMM’nin karşısına çıkmak, muhalefetin acımasız ve haklı eleştirilerinin hedefi olmak ve AKP Grubunun destekleyip desteklemeyeceği riskine girmek, Bakanlar Kurulunda olayı kapatmaktan çok daha zor olsa gerek.