Anlatan: Meira Svirsky
Videodan Çeviren: Ercan Caner, Ankara-Türkiye, 18 Şubat 2017
Hacca gitmek İslam’ın beşinci şartıdır. Mekke-i mükerreme şehrine gidip gelinceye kadar, geride bıraktığı çoluk çocuğunu geçindirmeye yetişecek maldan fazla kalan para ile oraya gidip gelebilecek kimsenin, ömründe bir kere, Kâbe-i şerifi tavaf etmesi ve Arafat’ta durması farzdır. Bir kimsenin hac ibadetiyle yükümlü sayılması için; Müslüman, akıllı, erginlik çağına ulaşmış, hür, hac için yeterli malî imkâna sahip ve bu ibadeti yerine getirecek vakte erişmiş olması şarttır.
Kadının, kocasının veya ebedi mahrem akrabasından fâsık ve mürted olmayan akıl baliğ veya mürâhık bir erkekle beraber gitmesi lazımdır. Erkeğiyle gidince de, otelde, tavafta, say’da ve taş atarken, erkekler arasına karışması haccın sevabını giderdiği gibi, büyük günaha da girer.
Bir Türk kadını da kocasıyla birlikte 1990 yılında hac görevini yerine getirmek üzere Mekke’ye gider. Sayın Müge Anlı sunduğu Tatlı Sert programında onun hikâyesini dile getirir. Film gibi olarak nitelenen hikâye aslında tam bir trajedidir. Mekke’de meydana gelen tünel faciasında öldüğü sanılan kadının aslında yaşadığı ve yıllardır Mekke’ye giden Türklerden ülkesine geri dönmek için yardım istediği programda açıklanır.
Sayın Müge Anlı programında; yaşlı bir adam tarafından alıkoyulan kadının, gördüğü bütün Türklerden kendisini Türkiye’ye götürmek için yardım istediğini ve kadının nerede yaşadığının bulunmaya çalışıldığını anlatmaktadır. Sayın Müge Anlı’ya kadını bulma ve Türkiye’ye geri getirme çabalarında başarılar diliyorum.
02 Temmuz 1990 günü, iki yıl önce Suudi Arabistan hükümeti tarafından inşasına başlanan, toplam 15 milyar dolar tutarındaki proje kapsamında, Mekke çevresindeki tünellerden bir tanesi olan, Mina’dan Arafat Ovalarına uzanan, Al-Ma’aisim tünelinde, şeytan taşlamaya giden hacıların başına korkunç bir olay gelir.
Saat 10.00 sularında yaya köprülerinden bir tanesi çöker ve yedi hacı, altlarındaki Al-Ma’aisim tünelinden çıkmakta olan diğer hacıların üzerine düşer. Tünelin kapasitesi 1.000 hacıdır ve çok geçmeden tünele 5.000 hacı dolar. Dışarıda hava sıcaklığı 44 °C’dir, tünelin havalandırma sistemi de arızalanır. Panik ve sonrasında felaket kaçınılmazdır. Çıkan izdihamda 1.426 hacı hayatını kaybeder. Bu inanılmaz olay Mekke’de hac görevini yerine getirenlerin karşılaştığı ne ilk ne de son facia olacaktır.[1]
Suudi kurucusu İbni Suud’un 37 çocuğundan biri olan, Suudi Arabistan Kralı, İki Kutsal Caminin Hizmetkârı Fahd bin Abdülaziz el-Suud[2] (1921-2005) olayın ‘‘Her şeyin üzerinde olan Allah’ın iradesi’’ olduğu açıklamasını yapar ve ilave eder: ‘‘Onlar orada ölmediler, başka bir yerde de, önceden belirlenmiş olan kaderleri nedeniyle aynı zamanda ölebilirlerdi’’.
Kocasıyla hacı olmaya gelen ve izdihamda ağır bir şekilde yaralanan Türk kadının kaderi tünelde ölmek değildir. Yaralanan kocası olay sonrasında yaralandığını gördüğü eşini yerde yatmakta olan ölülerin arasında umutsuzca arar, ama bulmayı ne yazık ki başaramaz. Kendisi de yaralandığından Suudi yetkililer tarafından hastahaneye kaldırılır. 10 gün Suudi Arabistan’da kalır, eşinin ismi hastahane ve morg kayıtlarında yoktur. Türkiye’ye yalnız döner, eşinin öldüğünü söyler, gıyabında cenaze namazı kılınır ve olay kapanır.
Suudi Arabistan devleti ‘‘İslam’da asıl olan ölen kişinin öldüğü yere defnedilmesidir’’ kuralını istisnalar hariç uygulamaktadır. Medine’de kaldığı otelde kalp krizi geçirerek hayatını kaybeden Yeni Akit Gazetesi Genel Yayın Koordinatörü Hasan Karakaya’da yaptığının aksine, hac ibadeti esnasında Mekke ve Medine’de ölen hacılar Cennetül-Baki mezarlığına sünnete uygun olarak defnedilirler.
Cennetül-Baki Mezarlığı küçük bir yerdir. Aradan bir müddet geçince, havanın çok sıcak olması nedeniyle etler kemikten erken ayrılır. Suudi Arabistanlı yetkililer kemikleri alarak Mekke’nin dışında ayrı bir kabristana naklederler. Cennetül-Baki’nin kabirleri boşaltılır ve bir sonraki sene hac ibadeti esnasında hayatlarını kaybedecek hacıları beklerler.
Suudi Arabistan’da ölenlerin mezarlarına mezar taşı veya işaret koyulması yasaktır. Ölenin dünya ile ilişkisi kesilmiştir ve o artık Rabbı ile baş başadır. Ölenin yakınlarının kabri ziyaret etmesi, mermer taşlarla süslü kabir yaptırması ve mum yaktırması şirk olduğundan yasaktır.
Suudi Arabistanlı yetkililer tünel faciası sonrasında bütün imkânlarını seferber eder. Mekke çöpçülerini de yardıma çağırır. Yemenli bir çöpçü, yaralı kocasının bulamadığı Türk kadını bulur. Suudi Arabistan yetkilileri o karışıklıkta bir kadının Yemenli bir çöpçü tarafından hastahane yerine başka bir yere götürüldüğünü fark edemez.
Yemenli çöpçü kadını evine götürür, altı yıl kilit altında tutar. Bu altı yıl süresince sadece üç kez doğum yapmak için hastaneye gitmek üzere evden çıkabilir. 1996 yılından günümüze kadar neler olduğu bilinmemektedir. Kadın, Türk ailesinin kendisini aradığını bir şekilde öğrenir. Şimdi bir ikilemde ve ne yapacağını bilemez bir durumdadır.
Diyanet İşleri Başkanlığı organizasyonu dışında Suudi Arabistan’a gittiği ve pasaportu da, üç çocuğunun babası olan Yemenli çöpçü tarafından yok edildiği için kimliğini ispatlayamayan Türk kadın, Suudi Arabistan’ı terk etmek isterse Suudiler tarafından zina suçuyla yargılanacaktır.
Yemenli çöpçü tarafından kaçırıldıktan sonra ondan üç çocuk sahibi olması tamamen kadının suçudur. Kadının rıza göstermesi veya karşı koymasının Suudi Arabistan adaleti nezdinde hiç bir önemi bulunmamaktadır. Önemli olan zinanın gerçekleşmesidir. Ve 21’inci yüzyılda Suudi Arabistan’da zinanın cezası da taşlanarak öldürülmektir.
‘‘Şunu çok net olarak belirtelim ki, İslam’da recm gibi hükümler caydırıcı ağır bir ceza müeyyidesidir. İnsanlık camiasında ve bütün semavî dinlerin ortak amaçlarından biri, neslin devamını sağlamaktır. Zina, nesilleri -değişik hukukî ve insanî kriterler bakımından- dejenere eden, karıştıran en alçak bir gayr-ı meşru yoldur. Bu fuhuş, ağır bir suç olduğu kadar, serkeş nefisler için çekici bir suç işleme mekanizmasıdır. İslam gibi evrensel bir dinden, böyle alçak bir suçun önlenmesi için caydırıcı bir önlem almamasını bekleyemeyiz. Suçluya ceza vermek merhamet ve sevgiye zıt olmadığı gibi adaletin de gereğidir (Sorularla İslamiyet sitesinden)’’.
Türk kadının bir seçeneği daha vardır; kendisini kaçıran Yemenli çöpçüyü ihbar etmek, fakat böyle bir durumda da üç çocuğunun babası Yemenli çöpçüyü, Suudi Arabistan yasalarına göre bir infaz beklemektedir.
Üç çocuğunun babası olan Yemen asıllı çöpçü şimdi 80 yaşının üzerinde. Fakat çöpçünün 27 yıl önce işlediği suç hala geçerli. Başkasının nikâhlı karısını kaçırmak ve zina yapmanın Suudi Arabistan yasalarına göre cezası halkın önünde kafası kesilerek infaz edilmek.
Bu Türk kadını Suudi Arabistan rejimi tarafından kendisine sağlanan haklar hakkında, haklı olarak oldukça şüpheci olmak zorundadır. Şu anda Türk diplomatları, bu problemi çözmek için uğraşmakta ve hiç kimsenin ölmesine gerek kalmadan kadının Türkiye’ye dönmesi için çabalamaktadırlar.
Meira Svirsky video konuşmasını, bu aşamada neler olacağının belli olmadığını fakat 21. yüzyılda böyle şeylerin olmaması gerektiğini vurgulayarak sonlandırmaktadır.
Çevirenin Notları: Konuşma metninin orijinalini İngilizce olarak aşağıdaki linkten dinleyebilirsiniz.
https://soundcloud.com/clarion-project/why-is-this-
happening-in-2017-a-turkish-womans-tragedy
[1] Mekke’de Yaşanan Hac Faciaları: 1975 Çadır Yangını – 200 Hacı, 1987 İranlı Göstericiler ile Suudi Güvenlik Kuvvetleri Çatışması – 400 Hacı, 1990 Tünel Faciası -1.426 Hacı, 1994 Tünel Faciası – 270 Hacı, 1997 Çadır Yangını – 343 Hacı, 1998 Köprü Faciası – 118 Hacı, 2001 Şeytan Taşlama Faciası – 35 Hacı, 2004 Şeytan Taşlama Faciası – 251 Hacı, 2005 Şeytan Taşlama Faciası – 3 Hacı, 2006 Şeytan Taşlama Faciası – 346 Hacı, 2006 Otel Çökme Faciası – 76 Hacı, 2015 Şeytan Taşlama Faciası – 4.173 Hacı.
[2] 1982 yılında tahta çıkan Kral Fahd bin Abdülaziz el-Suud 1995 yılında felç geçirmiştir. 10 yıl tekerlekli sandalyeye mahkûm olarak yaşayan ve 2005 yılında, 84 yaşında hayatını kaybeden kral arkasında yüzlerce saray, hiç binemediği lüks yatlar, pahalı uçaklar bırakmıştır. Ölümünden sonra 32 milyar dolarlık bir servet bıraktığı konuşulmaktadır. Arkasında bıraktığı üç eş ve sekiz çocuğuna 7 saray, İspanya’da bir malikâne, aralarında Boeing 747 uçaklarının da bulunduğu dev bir filo, onlarca süper lüks yat ve sayısı bilinmeyen yüzlerce otomobil bırakmıştır.