Berk ÖZER-USMER Dış Politika Sorumlusu, Sun Savunma Net, 7 Mayıs 2018
Türkiye Cumhuriyeti Devletinin yapı taşlarına dinamit koyan, son yıllardaki en büyük iki sorunun ana kaynağı da FETÖ’dür. Bu iki temel sorun: Adalet ve eğitimdir.
Adalet mekanizmasının ciddi şekilde zarar görmesine ve güçler ayrılığı ilkesinin ağır yara almasına neden olan, 2010 yılı referandumunun sonuçlarının ağır faturası, 2013 yılında neticelenen Ergenekon ve Balyoz davalarında görülmüştür. Türk Silahlı Kuvvetleri ‘nin vatansever mensupları adi ve haksız suçlamalarla yargılanmış ve kahraman ordumuz itibarsızlaştırılmaya çalışılmıştır.
Ancak aradan geçen zaman ve yaşanan olaylar göstermiştir ki; Türk Silahlı Kuvvetleri, hiçbir legal görünümlü illegal yapı ve odaklarla irtibat ve işbirliği içerisinde olmamıştır. Çünkü Türk Silahlı Kuvvetleri, milli bir ordudur. Aziz Türk Milleti ‘nin bağrından kopan değerlerle yoğrulmuştur. Ve hiç bir güç, bu iki mukaddes oluşumu karşı karşıya getiremeyecektir. Bunların ardından 15 Temmuz’da yaşadıklarımız, milletçe bize çok acı bir tecrübe olmuştur.
Türk Hukuk Sisteminde, Yargıda Birlik Platformunun kurulması ve akabinde HSYK’da etkin hale gelmesi ile ciddi mesafeler kat edilmiş ve bugünlere gelinmiştir. Hukuk sistemimizin düzelmesi için verilen olumlu mücadelenin, ne kadar doğru ve yerinde olduğu, yaşanan acı tecrübelerimizden sonra çok daha net biçimde ortaya çıkmıştır. 2010 referandumunda evet/hayır kararının neye istinaden verildiği bile, halkımıza açıkça anlatılmadan; oy kullanılmak zorunda bırakılmıştır. Ergenekon ve Balyoz davalarında vatanseverlerin haksız yere cezalandırılması, Türk Silahlı Kuvvetlerine yapılan kumpaslar, Atatürkçü ve Türk Milliyetçisi gençlerin ordudan uzaklaştırılması, 2010 referandumundaki “Yetmez Ama EVET” sloganları ve 2013 yılında verilen hukuksuz mahkeme kararları, Türkiye Cumhuriyeti Devletini yıkamamış ve parçalayamamışlardır. Ergenekon ve Balyoz davalarından alnının akıyla çıkan Atatürkçü ve vatansever değerlerimizin göstermiş olduğu cesaret, azim ve kararlı duruş sayesinde, Türk Ordusu bağımsızlığını geri kazanmış ve milli ordumuzu itibarsızlaştırmak isteyen vatan hainleri, hak ettikleri şekilde cezalandırılmışlardır.
Gelelim kurutulmaya ve yozlaştırılmaya çalışılan ikinci can damarımıza: Tevhid-i Tedrisat Kanunu (Öğretim Birliği Yasası); Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından, 3 Mart 1924 tarih ve 430 yasa numarası ile kabul edilmiş olan ve ülkedeki bütün eğitim müesseselerinin Maarif Vekâletine (Milli Eğitim Bakanlığına) bağlanmasını öngören yasadır. Türkiye Cumhuriyeti Devletinde eğitimin temel yasası kabul edilmiş ve daha sonra çıkarılan yasalara temel teşkil etmiştir.
Tevhid-i Tedrisat Kanunu ile birlikte, eğitimin dini esaslara göre verilmesi (medrese) bir yana bırakılarak; laik, çağdaş ve Atatürkçü bir eğitim hedeflenmiştir. Türk kültürünü ve bilincini geliştirici bir eğitim anlayışı ile milli bir toplum yaratma amacı güdülmüştür. Ancak, Türk Milletinin değer yargılarını koruma ve geliştirme kararlılığına, emperyalist güçler tarafından ket vurulmuş; bunun için de en büyük yardımcıları olan FETÖ yapılanması ile başta dershaneler olmak üzere, çeşitli yollarla öğretim birliğinin engellenmesini ve milli bir toplum yaratma hedefinden uzaklaşılmasını amaçlayan planlarına genç nesillerimizi kurban etmişlerdir. Ne yazık ki; Cumhuriyet döneminde (yasanın adından da anlaşılacağı üzere) “Öğretimde Birlik” ilkesi ile çıkılan yoldan, eğitimimizin parçalandığı, birlik ve beraberliğin tamamen ortadan kaldırıldığı bir döneme gelinmiştir. Laik, çağdaş ve Atatürkçü bir eğitim anlayışından uzaklaşılmış; “dindar nesil yetiştirme” adı altında yeşil kuşak ABD projeleri ile gençlerimizin ve ülkemizin geleceğine ipotek konulmuştur.
15 Temmuz hain darbe girişiminden sonra, FETÖ mensupları, devlet kurumlarından tasfiye edildiğinden, “Tam Bağımsız Türkiye” hayallerini yeniden yeşerten milletimiz, FETÖ’nün üst aklı tarafından kurgulanan ve zaman zaman ortaya çıkarılan; algı yaratma amaçlı yapay gündemler karşısında, haklı olarak hayal kırıklığına uğramaktadır. Askeri liselerin ve askeri hastanelerin kapatılması, şeker fabrikalarının satılması ve son günlerde gündeme getirilen üniversitelerin bölünmesi gibi emperyalist odaklara hizmet eden FETÖ projeleri, milli seferberlik hasreti duyan Aziz Türk Milletimizi umutsuzluktan kaynaklanan bir karamsarlığın içine sürüklemiştir.
Temel eğitim yuvalarımız olan ilk ve orta öğretim okullarımızın gerek müfredat, gerek kadro, gerekse fiziksel koşullarının zayıflatması ile evlatlarının kaderlerinin ve dahi memleketin geleceğinin dershanelerin insafına bırakmasına ses çıkartamayan milletimiz, akademik eğitimin nihai durağı olan üniversitelerimizin bölünme kararı karşısında bu gidişata bir dur diyebilmek için suskunluğunu bozmuş ve ayağa kalkmıştır. Çünkü aşikârdır ki; gündeme sessiz sedasız servis edilen üniversitelerin bölünmesi projesi ile milli bir toplum yaratma amacıyla yürürlüğe konarak yasallaştırılan, Eğitimde Birlik (Tevhid-i Tedrisat) ruhuna tam ve kesin dönüşe muhtaç eğitim sistemimize, derin bir darbe indirilmesi amaçlanmaktadır. Milletimiz de yerine konulamayacak ehemmiyetteki kayıpların verildiğini görmekte ve buna karşı var gücü ile direnmektedir. Öğrencisinden, akademisyenine, hastane personelinden hastasına kadar, üniversite ile ilgili olan ya da olmayan tüm vatandaşlarımız bölünmeye karşı başlattıkları direnişte tek vücut olmuşlardır.
Bu, psikolojide kaybetme korkusu olarak adlandırılan bir ruh halidir. Bireylerin ya da toplumların anlam yüklediği, değer verdiği varlık ya da kıymetlerin kaybına karşı gösterdikleri doğaçlama gelişen bir tepkidir. Kendilerine yaşatılan bu haksızlığa karşı, ortaya koydukları davranış biçiminin sonucunda, verdikleri mücadelenin başarı ile sonuçlanabilmesi için yapılması gerekenler psikolojide net olarak belirtilmiştir: Birey/toplum sorunun ana kaynağına (FETÖ ve onun üst aklına) odaklanmalıdır. Sorunun çözülebilmesinin yegâne yolunun, ana kaynağın ortadan kaldırılması olduğunu bilinmeli ve bu konuda onunla (FETÖ ile) siyasi ve sosyal alanlarda sonuna kadar kararlı şekilde mücadele edilmelidir. Hiç bir birey ya da topluluğun onların yaşam tarzına ve değer yargılarına müdahale etme, değiştirme ya da kontrol altına alma hakkı bulunmadığı bilinmelidir. İçerisinde bulundukları kaygı ya da karamsarlığın, onların değerlerine göz diken mihraklar tarafından bilinçli ve kontrollü olarak kendilerine zerk edildiğinin farkında olmalı ve bu ruh halinden bir an evvel uzaklaşarak; kendileri gibi düşünen birey/toplumlardan aldıkları inanç ve güçle mücadeleye devam edilmelidir. Yalnız oldukları düşüncesinden bir an evvel sıyrılmalı ve gücün asıl merkezinin, kendilerinin de bir paydaşı olduğu büyük bir topluluğun ta kendisi olduğuna kani gelinmelidir. Kendilerini zavallı, korkak ve sindirilmiş olarak görmekten vazgeçilmelidir.
Bunun yanı sıra özellikle bazı yazarların FETÖ’yü kutsama pahasına, Atatürk ve Cumhuriyet Dönemine karşı yaptıkları ağır eleştiriler ve eğitimde birlik inancını bozmaya yönelik takındıkları tavırlar da aslında; at izinin it izine hiç bir zaman karışmadığının, vatan hainlerinin kendilerini gizlediklerinin, gelin görün ki; en nihayetinde her canlı gibi sonunda aslına rüc-u ettiklerinin açık bir göstergesidir. Aziz Türk Milleti, Türkiye Cumhuriyeti Devleti ve Türk Silahlı Kuvvetlerinin birlik-beraberliğinden, ortak değerleri uğruna verdikleri mücadeleden, Atatürk İlke ve İnkılâplarını korumaya yönelik sergiledikleri kararlı duruşlarından rahatsız olan kripto FETÖ unsurlarının, devlet içerisinde kümelenmeye ve FETÖ projelerini dayatmaya fırsat buldukça devam ettikleri aşikârdır. Nihayetinde tüm bu vatan hainlerinin ve dahi yandaşlarının, arkalarındaki emperyalist güçlerin attıkları çığlıklar, güneşin doğduğu, medeniyetin beşiği, insani değerlerin kutsandığı, adaletin vatanı olan; ancak yüzyıllardır hainlerin elinde paçavraya çevrilmeye çalışılırken; kendi küllerinden doğan bereketli toprakların evlatları tarafından bastırılmaktadır.
Aziz Türk Milleti, Tevhid-i Tedrisat Kanunu ile birlikte amaçladığı, laik, çağdaş ve Atatürkçü eğitim ile milli bir toplum yaratma konusunda son derece kararlıdır. Milli değerlerin korunmasına yönelik bu kararlı tavrını, Türkiye Cumhuriyetinin kurucusu ve ebedi Başkomutanımız Mustafa Kemal Atatürk’ün 19 Mayıs 1919’da Samsun’da başlattığı mücadeleden bu yana göstermektedir. Ulu Önder Atatürk ‘ün Kurtuluş Savaşını başlattığı Amasya Genelgesi’nde belirttiği üzere; “Milletin bağımsızlığını yine milletin azim ve kararlılığı kurtaracaktır”. Türk Ulusu aynı kararlılık ve azim ile kripto FETÖ unsurlarının projelerine de çomak sokacak ve tam bağımsızlık mücadelesi üzerine oynanan oyunları bozacaktır. Türkiye Cumhuriyeti Devleti ve Aziz Türk Milleti yek vücut olmasından doğan sinerji ile milli geleceğini ve birliğini kurmaya kararlıdır. Aziz Türk Milleti, kendisine dayatılan ancak yaradılışına ve kuruluş amacına taban tabana zıt, ona biçilen kadere razı gelen sindirilmişlik, karamsarlık, umutsuzluk ve atalet sarmalından kurtulmaya başladığı ve geleceğine umutla baktığı bu dönemde, kendisini çağdaş uygarlık seviyesine taşımak için asla ve kat’a yılmadan kutsal mücadelesine devam edecektir.
Hayatının son anına kadar ülkesine hizmet etmiş olan Mustafa Kemal Atatürk; “Benden sonra beni benimsemek isteyenler, bu temel mihver üzerinde akıl ve ilmin rehberliğini kabul ederlerse, manevi mirasçılarım olurlar” demek suretiyle kurduğu Türkiye Cumhuriyetine sahip olunmasını ve çok çalışılarak; bilimde ileri bir seviyeye çıkılmasını arzu ve temenni etmiştir. Türk Milleti bugün, Atatürk’ün mirasına sahip çıktığını haykırarak; Ergenekon’dan çıktığı yerdedir ve vazifesinin kutsallığının bilincindedir. Gücüne güç, cesaretine cesaret, umuduna umut katan cümle de aklında ve yüreğinde mıh gibi kazılıdır: Muhtaç olduğun kudret, damarlarındaki asil kanda mevcuttur!