Yazar: Steven A. Cook
Çeviren: Ercan Caner
Türkiye’de 15 Temmuz 2016 gecesinde yaşanan darbe girişimi esnasında isabet alan bir binadan, arka plandaki Türkiye Cumhuriyetinin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk’ün heykelinin görüntüsü. AMR ABDALLAH DALSH / REUTERS
Ortadoğu’da son yarım asırdır yaşanan olaylar arasında, en çok hatırda kalacak olanlar herhalde halkın sokaklara dökülerek tanklara ve diğer zırhlı araçların üzerlerine yürümesidir. Temmuz 2013 ayı içerisinde, Müslüman Kardeşlerin yaklaşık bir yıl süren iktidarını ve Mısır’ın seçilmiş devlet başkanı Mohammed Morsi’yi devirmek maksadıyla, ordunun kışlalarından çıkmasını kutlayan Mısırlıların fotoğraflarını unutmak mümkün değildir. Yapılan müdahale, Mısır ordusunun ülkenin politik sistemindeki prestij, etki ve otoritesini bir kez daha açık bir şekilde ispatlamıştır. 15 Temmuz 2016 gecesi aynı sahneler İstanbul ve Ankara sokaklarında da görülmüştür. Fakat Mısır sokaklarında hâkim olan neşe ve sevincin yerine Türkler, 1994 yılından itibaren girdiği bütün seçimleri kazanan Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ı devirmek isteyen ordu üyelerine karşı direnmişlerdir. Darbe girişimi başarısızlığa uğramıştır ve şimdi, NATO’nun ikinci büyük askeri gücü olan Türk ordusu, büyük bir karmaşa içindedir. Peki, Mısır ordusu subaylarının başarıp da, başarılı birçok geçmiş darbe deneyimine rağmen Türk subaylarının yapamadığı nedir?
Analizcilerin belirttiği gibi; birçok teknik neden, 15 Temmuz darbe girişiminin başarısızlığını ayrıntılı olarak açıklamaktadır. Darbeciler Erdoğan’ı ele geçirememiş, haberleşme sistemlerini kontrol altına alamamış, hava alanları kullanılmaya devam etmiş ve bakanlar serbest ve görevlerinin başında kalmışlardır. Mısır’da ise, darbe öncesinde Savunma Bakanı ve şimdi Devlet Başkanı olan Abdel Fattah al-Sisi, bütün bunları göreceli olarak başarmıştır. Türkiye’de, birliklerin sokağa çıkmasından sadece bir saat sonra, askeri hareketlerin illegal olduğunu ve sorumluların cezalandırılacağını televizyonda açıklayan Başbakan Binali Yıldırım’ın aksine, Mısır’ın sivil liderleri gözaltına alınmışlardır. Mısırlı subaylar hedef birliği gösterirlerken, Türk birlikleri birbirlerinden habersiz ve darmadağınık bir görüntü sergilemişlerdir.
Mısır ordusu ve Mısır Devlet Başkanı Abdel Fattah al-Sisi’ye olan desteklerini göstermek için sokaklara dökülen ve 25 Nisan 2016 Sina Özgürlük Günü kutlamalarında neşeyle dans eden Mısır halkı. AMR ABDALLAH DALSH / REUTERS
Yapılan bu açıklamaların bir anlamı var, fakat açıklamaların yüzeyselliği, Türkiye ile Mısır orduları arasındaki çok daha derin ve önemli farkları ve politik hayattaki rollerini gizliyor. Herkesin bildiği gibi akademik gözlemciler ve gazeteciler, Türk Genelkurmayını her zaman çok güçlü olarak göstermişlerdir. Türkiye’de komutanlar, her zaman politikacıları ürkütmek ve onları iktidardan uzaklaştırmakta ustaca hareket etmişlerdir. 1990’lı yılların sonlarında Bülent Ecevit, Türk halkına başbakanlığa neden uygun olduğunu, kısmen de olsa orduyla iyi geçinme kabiliyetini öne çıkararak anlatmaya çalışmıştır.
Gözlemcilerin Mısır ordusu üst düzey komutanlarıyla ilgili düşünceleri ise her zaman ılımlı olduklarına inanılması yönündedir. Önceki Başkan Muhammad Hosni El Sayed Mubarak’ın karizmatik Mareşal Abdel Halim Abu Ghazala’yı 1989 yılında görevden alması, iddialara göre Mısır’daki sivil-asker probleminin çözüldüğü dönüm noktası olmuştur.
2011 yılının başlarında Mubarak’ı deviren ayaklanmadan önceki on yıl süresince Mısır İçişleri Bakanlığı da yükselen bir grafik çizmiştir. Mısırlı ve Batılı uzmanlar, Gamal Abdel Nasser ve Free Officers (Hür Subaylar) ile başlayan askeri otoritenin yerini artık polis devletine bıraktığına inanmaya başlamışlardır.
Ne Mısır Genelkurmayı ne de Mısır ordusuyla ilgili tanımlamalar aslında yanlış değildir, bununla beraber, Türk ordusunun güçlü, Mısır ordusunun ise pasif olduğuna dair yaratılan imaj da kesinlikle doğru değildir.
Mısır Devlet Başkanı Abdel Fattah al-Sisi, 24 Nisan 2013 yılında çekilen fotoğrafta ABD Savunma Bakanı Chuck Hagel’i Kaire’de bulunan Savunma Bakanlığında karşılarken. AP Photo
1960, 1971, 1980 ve 1997 yıllarında Türk ordusu hükümetleri neden devirmiştir? Türkiye’de politik sisteme yapılan bütün müdahaleler, politik sistemin cumhuriyetçi doğasına ve ülkenin kurucusu olan Mustafa Kemal Atatürk’ün ilkelerini koruma gerekçelerine dayandırılmıştır.
1960 yılında Başbakan Adnan Menderes ve Demokrat Parti, onu iktidardan uzaklaştıran albaylara göre toplumun değerlerinden sapmış ve iktidarı süresince orduyu aşağılamıştır.
1971 yılındaki darbe muhtırası Türkiye’deki sivilleri, 1960 darbesi sonrasında yazılan ve Türk Genelkurmayı tarafından ‘‘aşırı liberal’’ olarak tanımlanan anayasayı değiştirmeye yönlendirmiştir.
12 Eylül 1980 tarihinde yönetimi ele geçiren ve ülkeyi üç yıl idare eden cunta, Türklere bazı kişisel özgürlükler veren, fakat Türk devletini halktan ve Kemalizm’in laiklik, cumhuriyetçilik, milliyetçilik, devletçilik, devrimcilik ve halkçılık ilkelerini korumada güvenilmeyen ve daima kendi çıkarlarını düşünen politikacıların talanından korumayı hedefleyen yeni bir anayasa yapılması emrini vermiştir.
1997 yılında subaylar, hükümeti esas olarak laiklikle ilgili bir takım taleplerini kabul etmeye zorlamış fakat bu talepleri yerine getirilmemiştir. Öfkelenen Genelkurmay, sivil toplum kuruluşları, basın, büyük iş adamları, akademisyenler ve politikacıların yardımıyla hükümeti devirmiştir.
Darbe gecesi hükümet yetkililerince ulaşılamayan ve durumuyla ilgili bilgi alınamayan Genelkurmay Başkanı Orgeneral Hulusi Akar, 12 saat esir alındıktan sonra helikopterle Başbakanlık Çankaya Köşküne gelmiştir. Çevresindeki en yakın adamları tarafından satılan Orgeneral Akar, boynundaki kemer izleri ve yüzündeki ifadeyle darbe girişimi sonrasında kameralar karşısında. Hürriyet Gazetesi
Türk ordusunun darbe geçmişindeki bu kayıtlara bakıldığında, insan neden gözlemcilerin ordunun güçlü olduğuna inandıklarını anlayabilir, fakat anlaşılması gereken bir şey daha vardır; Türk ordusu bu müdahalelerin gerekli olduğuna nasıl ve neden inanmıştır. Zamanla gittikçe artan sayıda Türk vatandaşı, Kemalizm ve ordu tarafından dayatılan politikalara bağlı kalmayı red etmiştir. Türk ordusunun subayları ve sivil müttefikleri, Kemalist düşünce yapısını doğal bir şekilde Türk insanının zihinlerine yerleştirmeyi başarabilmiş olsalardı, Radyo ve Televizyon Üst Kurulu ile Yüksek Öğretim Kuruluna subayları dâhil etmeye veya hükümetin, subayların hâkim olduğu Milli Güvenlik Kurulunun kararlarına öncelik vermesi yönünde anayasaya bir madde eklenmesine gerek kalmazdı.
Basit olarak ifade etmek gerekirse, Türk halkı genelkurmayın dediklerini yapmayınca subaylar, herkesi baskı ile kontrol altına almak zorunda kalmışlardır. Türk Silahlı Kuvvetlerinin envanterindeki gelişmiş silahlar ve yıkıcı gücü bir kenara bırakıldığında, politik yaşama yapılan sürekli müdahaleler, aslında Türk ordusunun gücünden ziyade zayıflığını göstermektedir. Türk ordusu, kendisine rehberlik eden ve iddia edilen gücünün kaynağı olan Kemalizm ideolojisi, birçok insan için hiç bir anlam ifade etmediğinden politik sisteme defalarca müdahale etmek zorunda kalmıştır.
Mısır Silahlı Kuvvetlerinde ise oldukça şaşırtıcı bir zıtlık vardır. 2011 ve 2013 yıllarındaki müdahaleler hariç silahlı kuvvetler, baraka ve orduevlerinin ince örtüleri arkasından öne çıkarak ortalıkta görülmeyi pek de tercih etmeyen subayların otoritesi ve halk desteğine ihanet ederek, Mısır politik sistemine açıkça müdahale etme ihtiyacını hiç duymamıştır. Türk ordusundaki emsallerinin aksine Mısır ordusundaki subaylar, asla politik sisteme müdahale etmek zorunda kalmamışlardır.
23 Aralık 2012, Kaire’de anayasa mahkemesi yakınlarında, Mısır Devlet Başkanı Mohammed Morsi’yi destekleyenlerin oturma eylemi esnasında astıkları poster önünde bekleyen polisler. KHALED ABDULLAH / REUTERS
Mısır ordusunun, 1954 yılı Nisan ayında, Hür Subaylar örgütünün güç ve otoritesini sağlamlaştırdığı ana kadar geriye götürülebilen, içinde bulundukları sistem ve ülkenin kaderindeki rolü hakkındaki yazılanlar, dikkate değer istisnalar hariç, genel olarak her zaman kabul edilmiştir.
1952 yılında Mısır Silahlı Kuvvetleri rüşvet hanedanlığının başındaki bir yaratığı devirmiştir. Dört yıl sonra ise Mısır Silahlı Kuvvetleri; İsrail, İngiliz ve Fransız istilasını geri püskürtürken Mısır’ın bağımsızlığını kahramanca savunmuşlardır. Sina Yarımadası’nın 1967 yılında kaybedilmesi İsrail’in saldırgan tutumunun bir sonucudur. Mısır Silahlı Kuvvetlerindeki askerlerin kahramanlığı, 1973 yılı Ekim ayında Suveyş Kanalı’nın geçilmesi, Mısır’ın ulusal onuru ve kaybedilen toprakların yeniden kazanılmasına neden olmuştur. Mısır Silahlı Kuvvetleri ulusal istikrarın garantörü olan ve modernleşmeyi daima İslami idealleri dikkate alarak sürdüren bir kuvvettir.
İnişli çıkışlı sosyo-ekonomik durum ve Mısır’ın ilk seçimle iktidara gelen devlet başkanı olan İslamcı otokratik Mursi’yi iktidardan indiren askeri müdahalenin politik spektrumdaki bütün insanlar tarafından sevinçle karşılanmasının anlamı; halkın henüz yeni iktidara gelen devlet başkanından ne kadar nefret ettiğinin yanı sıra, ordu hakkındaki olumlu efsanelerin ne kadar korunduğunun da göstergesi olduğudur. Mısır’ın kötüleşen güvenlik durumu, sallantıda olan ekonomisi ve utanç verici insan hakları ihlallerine rağmen Sisi ve arkadaşlarının halkın bünyesinde bir destek rezervuarını muhafaza ettiklerini bilmelerinin nedeni de budur.
Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, 15 Temmuz darbe girişimi gecesinde NTV televizyonuna yaptığı açıklamada, Türk ordusundaki onurlu generallere darbecilere karşı koyma, halka da sokağa çıkma çağrısında bulunmuştur. NTV Televizyonu
Türkiye’deki darbecilerin yetersizlik ve beceriksizlikleri şaşırtıcı gelebilir, fakat darbenin başarısız olması kesinlikle şaşırtıcı değildir. Türk Silahlı Kuvvetleri çok uzun bir süredir, geçmişteki dört askeri darbe ve son başarısız müdahalenin de kanıtladığı gibi, politik olarak çok zayıf bir konumdadır.
ÇN: Yazı aslına sadık kalınarak ve yorum eklenmeden çevrilmiştir. Orijinaline aşağıdaki linkten erişebilirsiniz.
Yazar: Steven A. Cook, Eni Enrico Mattei Vakfından, Council on Foreign Relations (CFR)’de Orta Doğu ve Afrika alanında görev yapan uzman akademisyen pozisyonundadır. Arap ve Türk politikaları kadar ABD- Orta Doğu politikasında da uzmandır. Washington Institute for Near East Policy ‘den 2012 yılında altın madalya kazanan The Struggle for Egypt: From Nasser to Tahrir Square ve Ruling But Not Governing: The Military and Political Development in Egypt, Algeria, and Turkey isimli kitapların yazarıdır. ‘‘False Dawn: Protest, Democracy, and Violence in the New Middle East’’ isimli yeni kitabı Oxford University Press tarafından 2017 yılında yayımlanacaktır. Dış politika alanında gazete, dergi ve düşünce dergilerine makaleler yazan Cook, radyo ve televizyon programlarına da yorumcu olarak katılmaktadır. Cook aynı zamanda From the Potomac to the Euphrates bloğunda da yazılarını okuyucularla paylaşmaktadır. CFR’ye katılmadan önce 2001-2002 yıllarında Brookings Institute’de araştırmacı, 1995-1996 yıllarında da Washington Institute’de Yakın Doğu Politikaları alanında araştırmacı olarak çalışmıştır. Vassar College uluslararası çalışmalar lisans derecesine sahip olan Cook, John Hopkins University uluslararası ilişkiler alanında yüksek lisans derecesi ve Pennsylvania University politik bilimler alanında yüksek lisans ve doktora derecelerine sahiptir. Arapça ve Türkçe konuşan Cook, Fransızca okuyabilmektedir.
Çeviren: Ercan Caner, Kara Harp Okulundan Elektrik ve Elektronik Mühendisliği lisans diplomasının yanı sıra, uçak ve helikopter lisanslarına sahiptir. Yüksek lisans derecesini Gazi Üniversitesi’nden Avrupa Birliği – Türkiye İlişkileri alanında alan Caner, halen Türkiye Hava Sahası Yönetimi alanında, Haliç Üniversitesi’nde doktora tez çalışmalarını sürdürmektedir. İnsansız Hava Araçları (2014) ve Taarruz Helikopterleri (2015) konulu makaleleri yayımlanmıştır. Çeşitli alanlardaki çeviri ve yazılarını sunsavunma.net ve academia.edu sitelerinde paylaşmaktadır. 36 yılı kapsayan TSK, BM ve NATO deneyimlerine sahiptir. İngilizce konuşan Caner Fransızca okuyabilmektedir.
E-mail: ercancaner@gmail.com @ercancaner1963