Muhteşem Erdoğan’ın Megalomanisi
“Son 10 yıldır İran, Suriye, Hamas ve Hizbullah’ın dostluğunu tercih eden, ABD’yi İran nükleer programı politikası nedeniyle eleştirirken, Türkiye’nin İsrail ile 70 yıla dayanan dostluğunu sona erdiren Türk başbakanı için Obama’nın neden hala en güvenilir müttefik nitelendirmesinde bulunmaya devam etmesi şaşırtıcıdır.”
Yazan: Stanley A. Weiss
Çeviren: Ercan Caner
LONDRA— Genç Türklerin, adı hala Konstantinopolis olarak bilinirken, İstanbul sokaklarında yaptıkları ilk yürüyüşleriydi. 105 yıl önce sıcak bir bahar gecesinde, öğrenci hareketlerine katılan bir grup milliyetçi ve laik eylemci, İslamın 99’uncu halifesi (veya dini lideri) ve 600 yıllık Osmanlı İmparatorluğunun 34’üncü padişahı olan Sultan II. Abdülhamit’in otokratik yönetimine karşı ayaklandılar. Talepleri basitti: sultanın 1877 yılında askıya aldığı, Türk vatandaşlara daha fazla özgürlükler veren kısa ömürlü anayasayı tekrar yürürlüğe koymak. Korkan Abdülhamit derhal isteklerine boyun eğdi, parlementoyu tekrar bir araya getirdi ve Türkiye’de İkinci Anayasal Dönem olarak bilinen dönemi başlattı.
Bütün bunlar Türk Ordusundaki islamcı gelenekçiler için çok fazlaydı ve 1909 yılının Mart ayında İstanbul sokaklarında islami şeriat yasalarının tekrar uygulanması talebiyle yürüyüş yaptılar. Genç Türkler kaçtıkları için bir yazar, Türkiye’nin tekrar İslamcı bir yola girmesinden korkmuştu. Fakat öyle olmadı. 10 gün içerisinde demokratik reformcular İstanbul’u tekrar ele geçirdiler. İslamcı isyancılar, teslim olmadan önceki son direnişlerini, aralarında Mustafa Kemal isimli genç bir subayın da bulunduğu reform yanlısı birliklere karşı şehrin Avrupa yakasındaki Taksim Kışlasında yaptılar. Sonradan Atatürk olarak anılacak, modern, laik ve demokratik Türkiye’nin kurucusu Kemal için Taksim Kışlası, İslami gericiliğin bir sembolü olarak kalacaktır.
Ülke genelinde 78 Türk şehrine yayılan protestoların, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın 1940 yılında yıkılan Taksim Kışlasının, şimdi popüler bir park alanı olan yerinde tam bir kopyasını yeniden inşa etme planı üzerine başlaması asla tesadüf değildir. 1909 ve 2013 yıllarındaki İstanbul çıkmazları çok farklı özellikler taşısa da her ikisinin temelindeki sorun aynıdır: % 99’u Müslüman olan Türkiye, tanrının mı yoksa insanların mı kuralları ile idare edilecektir? Bu, Erdoğan’ın isyan polisinin protestocuları boyun eğdirebilmek için kullandığı gaz bombaları ve tazyikli su le çözülebilecek bir problem değildir. Bu modern Türkiye’nin kaderiyle ilgili bir savaştır, uzun süredir NATO üyesi ve ABD’nin müttefiki olan Türkiye’nin Atatürk’ün laik yolunda mı kalacağı yoksa Mısır Müslüman Kardeşler’in bir Türk versiyonu mu olacağını belirleyecek olan bir savaş.
Türk siyasi hayatındaki bütün kariyeri süresince megaloman (ÇN: kendini beğenen, sürekli olarak öven ve herşeyden üstün gören), son derece islamcı olan ve kendisini ‘İstanbul imamı’ ve ‘şeriatın hizmetkarı’ olarak tanımlayan Erdoğan, sergilediği duruşu asla gizlememiştir. 10 yıl süren İstanbul belediye başkanlığı döneminde ‘tek amacımız İslami bir devlettir’ söyleminde bulunmuştur. 1990 yılında yaptığı, YouTube’ta da bulunan bir konuşmasında tehditkar bir şekilde ‘birisi Müslüman ve laik olamaz, bu ikisinin bir arada olması mümkün değildir’ sözlerini sarf etmiştir.
Asıl şaşırtıcı olan ise, Batılı devletlerin, geçenlerde önde gelen bir Amerikan gazetesinde yansıtıldığı gibi ‘son bir kaç yıldır Türk demokrasisi hakkında batı başkentlerinde iyimser bir hava mevcut’ Erdoğan’ın gerçek niyetleri hakkında nasıl bu kadar kör olabildikleridir. Türkiye’nin 2011 yılında üçüncü kez iktidara geldiği seçimlerde Erdoğan’ı desteklemeyen % 48 kadar, Türkiye ekonomisini başarılı bir şekilde yönetmesine dayanarak onu destekleyen % 50’si açısından Erdoğan’ın, Economist’in geçtiğimiz hafta ‘Demokrat veya Sultan’ olduğu yönündeki sorusunda olduğu gibi kendisini nasıl gördüğü hakkında bir kafa karışıklığı yoktur. Gazeteci Ron Ben-Yishai’ye göre Erdoğan’ın açık hedefi Osmanlı İmparatorluğu’nun muhteşem günlerine geri dönmektir.
Bütün bunlar yine de laik bir demokratın ifadelerine benzemekte midir?
Bu köşede defalarca ifade edildiği gibi, 2003 yılında iktidara geldiği andan itibaren Erdoğan’ın İslamcı Adalet ve Kalkınma Partisi dünyadaki herhangi bir devletten çok daha fazla gazeteciyi tutuklamıştır. İlave olarak sadece ifade özgürlüğü hakkını kullanan 2800 öğrenci hapse atılmıştır. Benzer suçlar nedeniyle Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinde Türkiye Hükümeti aleyhine 20.000’den fazla şikayet başvurusunda bulunulmasına neden olmuştur.
Bir zamanlar ‘minareler süngü, kubbeler miğfer, camiler kışlamız, müminler asker’ mısralarını içeren islami bir şiiri alenen okuyan Erdoğan, İstanbul’a bakan süper bir cami inşa planını açıklamış ve kamu fonlarını 17.000’den fazla cami yapımında kullanmıştır. Geçen ay İstanbul’un Osmanlılar tarafından fethinin 560’ıncı yılının kutlandığı Asya ile Avrupa’yı bağlayan üçüncü köprünün temel atma töreninde, köprüye, Sünni İslamı Osmanlı İmparatorluğu’nun resmi dini olarak alan ve sonrasında yeterice müslüman olmadıkları için 45.000 aleviyi öldüren tartışmalı Sultan 1’inci Selim’in adının verileceğini açıklamıştır. Iktidarı süresince ilk ve orta okullarda kız ve erkeklerin ayrılmasını emretmiş, dini okullar için yaş sınırını düşürerek 11’e indirirken bu okullara kayıtların üçe katlanmasına neden olmuş ve islami medreselerden mezun olan on binlerce öğrencinin lise mezunları ile denk diploma alarak üst dereceli memur olabilmelerine imkan sağlayan kanunları çıkarmıştır.
Laik Türkleri en çok kızdıran ise Türk bilim insanı Şeyla Benhabib’in ifade ettiği gibi Erdoğan’ın insanların özel yaşamlarını en uç noktasına kadar kontrol etme arzusudur. Dindar bir nesil yaratmak istediğini ifade eden Erdoğan sahillerde erkekler ve kadınları ayırma taraftarı olduğunu, geçtiğimiz ay açık alanlarda metro yolcularının öpüşmelerini engelleme yönünde yapılan açıklamaları desteklediğini ve Atatürk’ü bir ayyaş olarak tanımlayarak alkol satışlarının sürpriz bir şekilde yasaklanmasını öngören kanun tasarısının geçirilmesine liderlik ettiğini açık bir şekilde söylemektedir. Kamu alanlarında baş örtüsünün giyilmesini yasaklayan 90 yıllık kanunu başarıyla ortadan kaldıran Erdoğan, Türk kadınlarına üç çocuk yapmaları yönünde çağrıda bulunurken gündüz çocuk bakım evlerine karşı olduğunu da ifade etmiştir, onun bu sözleri Economist tarafından ‘kadınlar çocuk sahibi olmalı ve evlerinde kalmalıdır’ şeklinde yorumlanmıştır.
İnsan merak ediyor, eğer Obama’da bir parça akıl olsaydı, Erdoğan’ın geçen ay Beyaz Saraya yaptığı son ziyaret esnasındaki basın toplantısında, onu ‘cesaret’ ve ‘arkadaşlığı’ için överken, kızlarının yetiştirilmesi konusunda Erdoğan’ın tavsiyelerini sorar mıydı. Son 10 yıldır İran, Suriye, Hamas ve Hizbullah’ın dostluğunu tercih eden, ABD’yi İran nükleer programı politikası nedeniyle eleştirirken, Türkiye’nin İsrail ile 70 yıla dayanan dostluğunu sona erdiren Türk başbakanı için Obama’nın neden hala en güvenilir müttefik nitelendirmesinde bulunmaya devam etmesi şaşırtıcıdır.
Erdoğan tam olarak Atatürk’ün uyardığı türde bir islami köktendincidir ve Atatürk bu nedenle ülkenin laik geleneklerini koruma görevini Türk Silahlı Kuvvetlerine bırakmıştır. 90 yıl boyunca dört kez, son olarak 1997 yılında Erdoğan’ın akıl hocası Necmettin Erbakan’ı istifaya zorlayan askeri darbeler bu amaca hizmet etmiştir.
Bazen görevini aşırı bir şevkler yürütmektedir. Ordunun geçtiğimiz iki hafta süresince neden suskun olduğunu merak edenler için bu durum başbakanın Türkiye’nin Avrupa Birliğine umutsuzca girme iddiasını çok zekice kendi lehine kullanacak bir yöntem bulmasındandır. AB’nin Türkiye’de sivillerin ordu üzerinde daha fazla sivil control yönündeki ısrarını kullanan Erdoğan askeri liderlerin güçlerini sıfırlamış ve ülkenin her beş generalinden birini ve amirallerinin yarısını yanıltıcı suçlamalar ile cezaevlerine doldururken İslamcıları liderlik pozisyonlarına yerleştirmiştir. İlave olarak 2010 yılında, partisine yargı mensuplarının atamalarında kontrol yetkisi verirken Türkiye’de laik sistemin diğer koruyucusu olan yargının gücünü almak maksadıyla yeni anayasal düzenlemelerin yolunu açmıştır.
Stanley A. Weiss, bir maden, kimyasal ve mineral işleme şirketi olan American Premier Firmasında geçmişte başkanlık görevini yürütmüştür. Ulusal güvenliği artırmak için en iyi iş uygulamalarını üst düzey insanlardan oluşan tarafsız bir kurum olan Business Executives for National Security (BENS’in) kurucu başkanıdır. Bay Weiss genel olarak kamu politikası üzerine yazılar yazmaktadır. Sayısız makalesi International Herald Tribune, The New York Times, The Wall Street Journal, The Washington Post ve The Washington Times’da yayımlanmıştır. Manganese (Manganez) isimli kitabında manganezin metalurji harici diğer alanlardaki kullanımlarını açık bir şekilde anlatmıştır.
Harvard’s Center for International Affairs’de geçmişte görev yapan Mr. Weiss, Humane Letters from Point Park College in Pittsburgh, Pennsylvania’dan onursal doktora derecesine sahiptir. Halen Premier Chemicals’da görev yapan Mr. Weiss, Council on Foreign Relations, The American Ditchley Foundation, The International Institute for Strategic Studies, ve İngilte’de bulunan Royal Institute üyesidir. Board of Directors of Harman International Industries; The Board of Visitors of Georgetown University School of Foreign Service ve The Advisory Boards of RAND’s Center for Middle East Public Policy ve The International Crisis Group’da görev yapmıştır. Evli ve iki çocuk babasıdır, zamanını Londra’da bulunan evi ile Washington’da bulunan ofisi arasında geçirmektedir.
Ercan Caner, BİTES Savunma, Havacılık ve Uzay Teknolojileri Firması’nda Proje Yöneticisi olarak çalışmaktadır. Türkiye Hava Sahası Yönetimi alanında doktora tez çalışmalarını sürdürmektedir. İnsansız Hava Araçları (2014) ve Taarruz Helikopterleri (2015) konulu makaleleri yayımlanmıştır. Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK), Birleşmiş Milletler (BM), Kuzey Atlantik Antlaşması Örgütü (NATO) ve savunma sanayinde toplam 30 yıllık çalışma deneyimine sahiptir.