savunmahavacılıkteknolojipolitikaanalizmevduatkriptosağlıkkoronavirüsenflasyonemeklilikötvdövizakpchpmhp
DOLAR
35,1981
EURO
36,7471
ALTIN
2.968,65
BIST
9.724,50
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
Ankara
Yağmurlu
6°C
Ankara
6°C
Yağmurlu
Cumartesi Çok Bulutlu
6°C
Pazar Parçalı Bulutlu
8°C
Pazartesi Yağmurlu
10°C
Salı Yağmurlu
8°C

Putin-Erdoğan Anlaşması Suya Düştü

Putin-Erdoğan Anlaşması Suya Düştü

Rusya S-400’leri Vermeyebilir mi?

Putin-Erdoğan Anlaşması Suya Düştü

 

Türkleri, stratejik maksatlarla Rus yapımı S-400 hava savunma füzeleri ile silahlandırmak Kremlin’in bir taktiği ise, Türklerin Rus çıkarlarına hizmet edebileceği beklentisinin ne kadar aldatıcı ve kısa süreli olacağı çok kısa bir zamanda tekrar görülecektir.

 

Yazar: John Helmer, Russia Insider, 04 Haziran 2019

Çeviren: Ercan Caner, Sun Savunma Net, 22 Haziran 2019

 

Türk lider Recep Tayyip Erdoğan’ın, 20 Ocak 2016 tarihinde kendisini kutlaması için gerçekten çok iyi nedenleri vardı. Erdoğan, Birleşik Devletler ve Rusya devlet başkanlarının çok yakın danışmanları olan iki adam için, eş zamanlı olarak, çok başarılı bir ödeme planı ayarlamayı başarmıştı. Bu iki adamdan bir tanesi, Başkan Donald Trump’ın Ulusal Güvenlik Danışmanı olan Emekli Korgeneral Michael Flynn, diğeri de Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’in sözcüsü olan Dmitry Peskov’du.

Daha önce hiç kimse, eş zamanlı olarak böyle bir başarıya imza atmamıştı, fakat ne yazık ki bu büyük başarı çok kısa ömürlü olabildi. Zavallı Emekli Korgeneral Flynn, göreve geldikten sadece 24 gün sonra istifaya zorlandı ve FBI ajanlarına yalan söylemekle suçlandı. Sonradan suçunu itiraf eden çok kısa ‘‘Ulusal Güvenlik Danışmanlığı’’ görev ömürlü emekli tümgeneral şimdi hapis cezasıyla yargılanmaktadır. Kendisine çok iyi paralar ödenen emekli tümgeneralin Türkiye için yaptığı lobicilik faaliyetleri hakkındaki soruşturma ise halen devam etmektedir.

Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’in sözcüsü olan Dmitry Peskov ise, son yedi yıldır olduğu gibi hâlâ Kremlin’deki varlığını sürdürmeye devam etmektedir. Bununla birlikte Sergei Shoigu liderliğindeki Savunma Bakanlığı ve General Valery Gerasimov başkanlığındaki Genelkurmay Başkanlığı; Putin ve Erdoğan arasında geçtiğimiz Eylül ayında imzalanan ve Suriye’nin kuzeybatısındaki İdlib eyaletinde bir Türk hamiliğini öngören anlaşmayı bütün sonuçlarıyla iptal ederek Peskov’un Putin ile arasındaki ilişkiye karşı isyan etmiştir.

 

Soldan sağa: Harvard University Press tarafından 24 Nisan tarihinde piyasaya sürülen Otuz Yıllık Soykırım adlı kitabın kapak sayfası, ABD 2016 yılı başkanlık seçim kampanyası esnasında görülen Emekli Korgeneral Michael Flynn ve Dmitry Peskov ile birlikte görülen Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan.

 

Tarih tekerrürden ibarettir. ‘‘The Thirty-Year Genocide, Turkey’s Destruction of its Christian Minorities, 1894-1924 – Otuz Yıllık Soykırım, Türkiye’nin Hıristiyan Azınlıklarını Yok Etmesi, 1894-1924’’ adlı yeni yayımlanan bir kitapta soykırım iddiaları dile getirilmektedir. Bu kitap, Osmanlı Sultanlığı ve onun yerini alan Mustafa Kemal Atatürk liderliğindeki milliyetçi yönetimin, Türk topraklarında yaşayan bütün Ermeni, Rum ve Süryani toplumlarını tamamen imha etme politikalarını, bugüne kadar en ayrıntılı olarak anlatan kitaptır. 650 sayfalık kitap, bölge bölge ve yıl yıl Türklerin yaptığı etnik temizlik yöntemlerini ve nedenlerini bütün ayrıntıları ile açıklamaktadır. Yazarlar Benny Morris ve Dror Ze’evi kaleme aldıkları kitaplarında; 1894-96 ile 1915-1916 yılları arasında katledilenlerin sayılarına bakıldığında, Türk gaddarlığının asıl kurbanlarının Ermeniler olduğunu iddia etmektedirler. Yazarlar kaleme aldıkları kitapta; ‘‘Türkler, kesinlikle en çok onlardan nefret etmiş görünmektedir’’ ifadelerine yer vermişlerdir.

Kitap bunun yanı sıra; birbirini takip eden Türk rejimlerinin soykırım politikalarının bütün izlerini silmek maksadıyla yürüttüğü sürekli çabaları da belgelendirmektedir. Askeri arşivler hâlâ kapalı kalmayı sürdürmektedir ve askeri olmayan devlet belgeleri de Türklerin suçunun neredeyse hiçbir direkt kanıtlarını içermeyecek şekilde değiştirilmiştir. Suç faaliyetleri için emir verdiklerini veya bu faaliyetlere katıldıklarını bilen Konstantinapol ve vilayetlerdeki siyasi liderler, genellikle gerçek zamanlı olarak bütün telgraf mesajlarının okunduktan sonra imha edilmelerini emretmişlerdir. Bazen, geride yazılı belge izleri bırakmamak maksadıyla talimatlar sözlü olarak iletilmiş veya gerçek niyetler ve yapılanların gizlenmesi için örtülü ifadeler kullanılmıştır.

 

Lenin’in örtülü siyasetinin; Atatürk liderliğindeki milliyetçileri Osmanlı Sultanlığı rejimine karşı gizlice desteklemek olan 1920 yılında Moskova’da yayınlanan siyasi bir karikatür. Karikatürdeki yazıda açık Rus politikası ve Rus kamuoyunun geleneksel düşüncesi yansıtılmaktadır.

Bu tarihin dayandığı kanıtlar; Türk kayıtları ile Almanya, Avusturya, Amerika, İngiltere, Fransa ve diğer yabancı kaynakların kayıtları ile karşılaştırılarak derlenmiştir. Yazarlar kaleme aldıkları kitapta; ‘‘Büyük bir kısmın kayıp olduğunun farkına vardık. Bu, ne de olsa yaptıklarının izlerini örtmek isteyenlerin niyetidir’’ ifadelerine yer vermektedir.

Peki, neden bugün bu tarih Moskova’da öne çıkarılmaktadır? Bunun bir nedeni Türk devlet politikasının Hıristiyan halkları imha etmek ve o tarihten itibaren temizlenen topraklara Türk devlet gücünü yaymanın, tıpkı halen sürmekte olan yabancıları ülkeden atma ve oyuna getirme temeline dayanan Türk devlet politikasının sürdürülme niyetidir. Günümüzde söz konusu olan; Suriye, Kıbrıs, Irak, Arnavutluk ve Kosova bu politikanın en tipik örnekleridir.

Diğer bir neden de belgelenen 30 yılın üzerinde süren soykırım döneminde; Çarlık ve Komünist Rusya’nın bölgedeki Hıristiyanların en güçlü savunucuları ve Türk devletinin en amansız düşmanı olmasıdır. Kremlin, Mustafa Kemal Atatürk’ün milliyetçi hareketini, onun İngiltere ve Fransa’nın Rusya’nın güneyine saldırmasını engelleyebilecek kapasitede olduğunu değerlendirdiği 1920-21 yıllarında, çok kısa bir süre için stratejik nedenlerle desteklemiştir.

Düşmanımın düşmanını silahlandırma yaklaşımı o zamanlarda yürütülen kısa süreli bir Rus taktiğidir. Bugün Türkleri, aynı stratejik maksatla Rus yapımı S-400 hava savunma füzeleri ile silahlandırmak Kremlin’in bir taktiği ise, Türklerin Rus çıkarlarına hizmet edebileceği beklentisinin ne kadar aldatıcı ve kısa süreli olacağı çok kısa bir zamanda tekrar görülecektir.

 

Ağrı Dağı yakınlarındaki Alakuşak köyünden öksüz çocuklar. Kaynak: Davenport Koleksiyonu

 

Türklerin yorumuna göre Birinci Dünya Savaşının sonunda ne orduları savaş alanında yenilmiş ne de teslim olmuşlardır. Türklerin yorumuna göre onlar, hedefleri Türk topraklarını ele geçirmek olan batılı güçlerin şiddetli saldırıları sonrasında hayatta kalmayı başarmışlardır. 1894 yılında başlayan ve 1924 yılına kadar süren kitlesel cinayetler ve zorunlu yer değiştirmeler Türklerin iddiasına göre bölgesel ve savaş zamanı savunma gereksinimlerinden başka bir şey değildir. Türk yetkililer, batılı güçlere ve kendi halkına sürekli olarak bunu söylemiştir. Ölenlerin sayısı ise devasa boyutlarda olmuştur.

Öldürülen Ermenilerin sayısı bir milyonu aşmış, belki de çok daha fazla olmuştur. 250 bin kadar Ermeni de çoğunluğu Rusya’ya olmak üzere ülkeden kaçmak zorunda kalmıştır. Rumları öldürme faaliyetleri ise 1894 yılında başlamamış, savaş esnasında ivme kazanarak 1919 ile 1924 yılları arasında zirve noktasına ulaşmıştır. Tahminlere göre yaklaşık bir milyon Yunanlı cinayet ve sefaletin kurbanı olmuş, 1,2 milyonu da Yunanistan topraklarına kaçmaya zorlanmıştır.

 

Tahminen 1917-19 dönemine ait Kudüs kenti dışındaki bir Kızılhaç kampındaki
Ermeni ve Suriyeli mülteciler. Foto: Library of Congress

 

Toplam 619,000 Süryani’den katledilenlerin sayısının en az 250,000 olduğu tahmin edilmektedir. Morris ve Ze’evi’nin hesaplamalarına göre; Türkler ve onlara yardım edenler, 1894 ile 1924 yılları arasında açıkça veya sefalet ve hastalıklar nedeniyle dolaylı olarak 1,5 ile 2ü5 milyon arasında Hristiyan’ı katletmiştir. On dokuzuncu yüzyıl sonunda Osmanlı İmparatorluğunun toplam nüfusunun %20’si Hıristiyan nüfusu iken 1924 yılına kadar bu oran sadece %2 olmuştur. Diğer taraftan Müslüman nüfusun oranı, yüzde seksenden 98’e yükselmiştir.

İşlenen cinayetlerde Türklere yardım eden asıl yerel unsurlar Kürtler olmuş, Türk Ordusu bunun yanı sıra pis işlerini yaptırmak üzere Bedevi Araplar, Kafkasya’dan Çeçenler ve Çerkezler ve Balkanlı Müslümanları da kullanmıştır. Fransızlar Türk topraklarındaki varlığını, demiryolu ve maden hakları karşılığında, Ermeniler ve Rumları korumayı bırakmak ve kuvvetlerini Türkiye’den çekmeyi içeren bir anlaşmayı Atatürk ile imzalayarak sona erdirmiştir.

 

General James Harbord, General George Moseley, ismi bilinmeyen Amerikalı bir subay ve Teğmen Harootiun Khachadoorian, 27 Eylül 1919 tarihinde, Ermenistan’ın Etchmiadzin kentinde bir karşılama esnasında görülürken. Foto: Birleşik Devletler Ulusal Arşivleri

 

Birleşik Devletler, Amerikan sigara şirketlerinin bağımlı olduğu İzmir civarındaki Yunan tütün endüstrisi işçilerini kurtarmak maksadıyla bir anlaşma yapmıştır. ABD’li misyonerler, tıpkı Amerikan’ın Türkiye’deki askeri misyon şefi olan Tümgeneral James Harbord’un 1919 yılı Eylül ayında anlattığı gibi olup bitenleri dehşet içinde rapor etmişlerdir. Harbord Washington’a yazdığı bir raporda ele geçirdikleri her yerde Türklerin katliamdan başka bir şey yapmadıklarını yazmıştır. Türkiye’ye inceleme yapmak üzere davet edilen ABD’li diplomatlar ve New York gazetelerinden muhabirler Ermenilerin Türkiye’nin doğusunda kendi devletlerini kurma girişiminin bedelini ödedikleri değerlendirmesini yapmışlardır.

Morris ve Ze’evi tarihsel gerçeklere bağlı kalmaktadır. Vahşet uygulamaları üç farklı ideolojik şemsiye altında gerçekleştiğinden bütün olup bitenleri sapkın bir ideoloji veya şeytani bir grup veya kişiye yükleme eğilimine karşı koyulması gerekmektedir. Yazarlar bunun yanı sıra devlet tarafından işlenen cinayetler ve etnik temizlik politikasının Türk propagandasına ülke dışında inanılmasından değil, aksine batılı güçler ve Rusya’nın olaylara diğer yönden bakmaları için kendilerine ait nedenleri olduğu sonucuna varmışlardır.

 

Eski NATO Genel Sekreteri Jens Stoltenberg (sağdaki) 30 Ekim 2014 tarihinde Atina yakınlarında bir Yunan savaş gemisinde zamanın Yunanistan Savunma Bakanı Dimitris Avramopoulos ile birlikte görülürken. Soltenberg’in Atina ziyaretinin nedeni; Yunanistan ile Türkiye arasında, bölünmüş Kıbrıs karasularında bulunan doğal gaz ve petrol sahaları konusunda yeniden alevlenen gerginlik üzerinde görüşmelerde bulunmaktır. Foto: Thanassis Stavrakis / Associated Press

Türklerin askeri operasyonlarına Kremlin’in bakışı şu anda olaylara diğer yönden bakmaktır. Yakın bir zamana kadar, Rusya’nın adanın kuzeyindeki Türk işgaline karşı Kıbrıs yönetimini desteklediği Kıbrıs’ta yeni yaklaşım, adanın batı ve doğu kıyıları açıklarındaki Kıbrıs Münhasır Ekonomi Sahası karasularındaki Türk genişlemesine hoşgörüyle yaklaşmaktır. Büyükelçi Stanislav Osadchiy, Kıbrıs Komünist Parti gazetesi Haravgi’ye yaptığı açıklamada; ‘‘Gerilimi artırmak bir çözüm değildir. Bu nedenle iki tarafın da Akdeniz’de gerilimi artıracak adımlardan kaçınması gerektiğine inanıyoruz’’ ifadelerini kullanmış ve bunun yanı sıra Kıbrıs meselesinin çözümü için görüşmelerin yeniden başlamasının altını oyan bütün adımlara karşı olduklarını sözlerine eklemiştir. Osadchiy’in söylediklerinin anlamı aslında; Kıbrıslıların kendilerini savunmamaları gerektiğidir.

 


Türkiye ile Suriye sınır bölgesindeki alanlara diğer açıdan bakmak geçtiğimiz Eylül ayından beri Kremlin’in politikasıdır. 17 Eylül 2018 tarihinde Putin, Erdoğan ile ‘‘İdlib Gerginliği Azaltma Bölgesinde Durumu İstikrarlaştırma Mutabakat Muhtırası’’ adı verilen bir anlaşma imzalamıştır. Bu MoU (Memorandum of Understanding), Türkiye’nin Suriye’nin batı ve kuzey sınırlarını tanımamasına ve Türkiye’nin Suriye’nin İdlib eyaletindeki işgalini güçlendirmesine neden olmuştur. Rusya ve Türkiye’nin, Suriye’de terörün bütün form ve biçimleriyle savaşmaya olan kararlılıklarını yeniden teyit ettiği MoU ile Putin ve Erdoğan kâğıt üzerinde anlaşmıştır.

İşin aslına bakıldığında ise bu MoU, Kremlin’in Türkiye’nin İdlib eyaletinde sürmekte olan Arap muhalif grupları konuşlandırma, silahlandırma ve operasyonlarının sorumluluğunu üzerine almasını kabul ettiği anlamına gelmektedir. Anlaşma ile Türkiye’ye gerginliği azaltma bölgesi içindeki Arapları silahsızlandırma ve bölge dışında da Rusya ile Suriye ordu mevzilerine saldırılarını durdurması için 10 Ekim 2019 tarihine kadar süre verilmiştir. Böyle bir şey bugüne kadar gerçekleşmemiştir, Türklerin verilen süreye uymak gibi bir niyetleri olmamıştır. Putin olaya diğer açıdan bakmıştır.

Bu, geçtiğimiz ay içinde, yeniden silahlanan Arap birliklerinin İdlib eyaletinden Latakia, Hama ve Aleppo’nun batı, güney ve doğusundaki komşu bölgelere saldırılarını artırmasına kadar sürmüştür.

Rus Ordusu yayın organı Krasnaya Zvezda (Kızıl Yıldız) gazetesine göre İdlib eyaleti halihazırda dev bir askeri kamp görüntüsündedir. Rus askeri komutanlığı yoğun hava saldırıları ve Suriye Ordusunun karada sağladığı yeni ilerlemelere koruma sağlayarak karşılık vermiştir. Genel Karargah tarafından dile getirilmese  ve Kremlin tarafından onaylanmasa da Putin-Erdoğan  arasında imzalanan mutabakat muhtırası artık geçerliliğini yitirmiştir. Tarih yeniden tekerrür etmektedir.

Çevirenin Notları: Astana toplantılarının üç garantör ülkesi olan Rusya, Türkiye ve İran arasında sağlanan mutabakat uyarınca, üç ülkeden gözlemcilerin, çatışmasızlık bölgesinin sınırlarını teşkil eden güvenlikli bölgelerde oluşturulacak kontrol ve gözlem noktalarında konuşlandırılması kararlaştırılmıştır.

Gözlemci kuvvetlerin asli görevi, rejim ve muhalefet arasında olası çatışmaların yaşanmasını engellemek ve meydana gelebilecek ateşkes ihlallerini izlemektir.

Suriye, Türkiye ve bütün dünya için büyük bir tehdit olan Suriyeli cihatçı grupların karşısında, aşağıdaki haritada görüldüğü gibi, İdlib Eyaleti sınırlarında, toplam 12 adet kontrol ve gözlem noktasında, Türk askerleri, Rus ve İran unsurlarının önünde konuşlandırılmıştır.

 

Türk Gözetim Noktaları

Türkiye’nin, Astana süreci hükümlerine uygun olarak, İdlib eyaletinde 12 adet gözetim merkezi bulunmaktadır. Bu girişim, geçtiğimiz yıl belirlenen gerginliği azaltma bölgelerinde, ateşkes için şartları ve hükümet ile isyancılar arasında yapılacak bir barışı kolaylaştırmak maksadıyla; Türkiye, İran ve Rusya tarafından başlatılmıştır.

Gerginliği azaltma bölgeleri uygulamada ise Suriye rejiminin; Daraa ve Ghouta gibi isyancıların elinde olan bölgelere ve şimdi de geçmişte El Nusra Cephesi olarak bilinen, El Kaide bağlantılı Hayat Tahrir al-Sham (HTS) örgütünün hâkim olduğu, isyancıların kontrolündeki son kale olan İdlib eyaletine kanlı bir şekilde geri dönüşünü kolaylaştırmıştır. Gözetim noktalarında bulunan birkaç bin Türk askeri, kendilerini saldırının tam ortasında bulabilir ve on binlerce Suriyeli de Türkiye’ye kaçabilir.

 

Cihatçı Cenneti olarak anılan İdlib eyaletinde kameralara poz veren bir grup cihatçı

 

Rusya tarafından desteklenen Suriye ordusu yaşanan gelişmeler üzerine isyancıların kontrolü altındaki bölgelere saldırılarını yeniden başlatmış düzinelerce insan hayatını kaybetmiş ve yaklaşık olarak 150.000 Suriyeli de yaşadıkları yerleri terk etmek zorunda kalmıştır. Bölgede yaşayan üç milyon kadar Suriyeli büyük risk altındadır.

Cihatçı Cenneti

İdlib eyaleti çoğunlukla, 2016 yılına kadar El Kaide’nin bir parçası olan Nusra Front (Nusra Cephesi) terör örgütünün son oluşumu statüsündeki cihatçı Tahrir al-Sham isyancılarının kontrolü altındadır. Cihatçı Tahrir al-Sham grubu geçtiğimiz yıldan başlayarak Türklerin desteklediği Özgürlük Ulusal Cephesi de dâhil diğer isyancı gruplar üzerindeki kontrolünü sağlamlaştırmıştır.

Rusya ile Türkiye arasında yapılan anlaşmaya göre; cihatçıların çekilmesi gereken bir askersizleştirilmiş bölge oluşturulması ve bunun da Türkiye tarafından çözülmesi gerekmektedir. Fakat Türkiye’nin Tahrir al-Sham isyancı grubu üzerindeki etkisizliği Rusya’nın sabrının tükenmesine neden olmuş ve Suriye’nin her bir karış toprağını geri almaya kararlı olan Şam yönetimi de mevcut durumdan rahatsızlığını her fırsatta dile getirmiştir. Suriye yönetimi,  bölgede saldırılarını yeniden başlatan isyancıları, isyancılar ise hükümet ve Rus işgalcileri suçlamaktadır.

 

Türkiye tarafından desteklenen Ulusal Özgürlük Cephesinden bir savaşçı, İdlib’de 22 Mayıs 2019
tarihinde rejim güçlerine karşı bir topu ateşlerken. Foto: Omar Haj Kadour | AFP

 

Türkiye’nin bölgede tırmanan gerginliğe, hükümet kontrolündeki bölgeden bir Türk mevziisine yapılan bombalamaya rağmen sessiz kalmayı sürdürmektedir. Türkiye hâlihazırda Suriye’nin kuzeyindeki diğer alanlarda, özellikle Aleppo kuzeyindeki Kürt teröristler üzerinde odaklanmış durumdadır. Türkiye ve Rusya arasında bu bölgenin durumu hakkındaki görüşmeler halen sürmektedir.

Rusya, İran ve Türkiye imzaladıkları mutabakat muhtırasına bağlı olduklarını ve Nusra Front dâhil bütün cihatçıları bölgeden temizleme konusundaki kararlarını yeniden teyit ederek, Tahrir al-Sham cihatçı terör örgütünün bölgedeki kontrolünü artırma çabaları hakkındaki endişelerini dile getirmişlerdir. Türkiye’nin en büyük endişelerinden bir tanesi de yeni bir mülteci dalgasının Türk topraklarına doğru yönelmesidir. Türkiye halen 3,6 milyon Suriyeliye ev sahipliği yapmayı sürdürmektedir.

 

Suriye Arap Ordusu tarafından vurulan bir isyancı top mevziisinden görünüm. Foto: Al Masdar News

 

Rusya ve Suriye ordusu tarafından gerçekleştirilen saldırılar göz önüne alındığında; Sochi’de Türkiye-İran-Rusya arasında imzalanan anlaşma ile 2018 yılı Eylül ayında, isyancıların son kalesi olan İdlib eyaletini ele geçirmek maksadıyla büyük kuvvet yığınağı yapan Bashar al-Assad’ın planını uygulamaya koyduğu görülmektedir. İlk saldırıları başlatma konusunda taraflar birbirlerini suçluyor olsalar da Rusya’nın Suriye ordusunu dizginleme, Türklerin de isyancıları kontrol etme imkân ve kabiliyetlerini kaybetmeye başladıkları görülmektedir.

Türkiye’nin, özellikle Birleşik Devletler ve NATO’nun tepkilerine neden olan Rusya ile imzaladığı S-400 hava savunma sistem tedariki anlaşması ortada dururken Rus basınında; Türkleri silahlandırmanın bir hata olduğunun ve Ermeni, Rum ve Süryani soykırım iddialarının dile getirilmesinin zamanlaması oldukça manidardır. Üstüne üstlük yazıda; Türkiye’nin Akdeniz’deki petrol ve doğal gaz hakları ile Suriye’de desteklenmesi yönündeki Rus politikasının hata olduğu da ima edilmektedir.

Yazıyı kaleme alan gazeteci John Helmer, 1946 yılında Avusturya’da doğmuştur ve 1989 yılından beri Moskova’da yaşamaktadır. Harvard Üniversitesi mezunu Helmer siyaset bilimi profesörüdür ve Yunanistan, Birleşik Devletler ve bazı Asya ülkeleri devlet başkanlarının danışmanlığını yapmaktadır.

Yazıda ifade edilen görüş ve iddialar yazar Helmer’in görüş ve iddialarını yansıtmaktadır. Yazının çevrilerek paylaşılması Sun Savunma Net sitesi ve çevirenin yazıda ifade edilen ve ileri sürülen görüşleri paylaştığı anlamına gelmemektedir.

‘‘Ruslar Türkleri Silahlandırmanın Çılgınlık Olduğunu Anlayınca Putin-Erdoğan Anlaşması Suya Düştü’’ başlıklı yazının orijinal metnine aşağıdaki link üzerinden erişebilirsiniz.

 

Putin-Erdogan Agreement Falls Apart as Russians Realize That Arming the Turks is Insane

The author is the longest serving foreign correspondent covering Russia. He published his fascinating memoirs in December of 2018. They are full of insights into what has really been going on in Moscow over the past 30 years. RI wrote about it here. He is the author of 12 books, 3 of them about Russia.

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.