Osman Başıbüyük, Sun Savunma Net, 31 Ocak 2020 (Güncelleme-07 Eylül 2020)
Filistin – İsrail Sorununa Barış Getirecek Plan!
Filistin barış planı nihayet ortaya çıktı. ABD Başkanı Donald Trump ve İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu, anlaşmanın taraflarından biri olan Filistin’in temsil edilmediği Beyaz Sarayda yapılan bir toplantıda yüzyılın anlaşmasını dünyaya duyurdu! Söylediklerine göre bu barış planı, bağımsız bir Filistin Devleti ve Filistinliler için son şansmış! Plana göre;
İşin ilginç yanı, planın açıklandığı toplantıya Birleşik Arap Emirlikleri (BAE), Bahreyn ve Umman’ın ABD Büyükelçileri de katılarak bir anlamda plana destek verdiler. Takip eden günlerde Suudi Arabistan da destek açıklamasında bulundu. Nasıl oluyor da Arap ülkeleri artık Filistin’i desteklemiyor? Bu noktaya nasıl geldik? Niçin Müslümanlar sürekli kaybederken İsrail hep kazanıyor? Türkiye olarak acaba biz de hata yapıyor muyuz? Bu soruların doğru cevabını bulamazsak daha çok kaybetmeye devam ederiz.
İsrail’in dini inanışı gereği, Arz-ı Mev’ud olarak adlandırılan, Nil ve Fırat nehirleri arasındaki vaat edilmiş topraklara sahip olma niyetinde olduğunu biliyoruz. Filistin’in topraklarını ilhak ederek sürekli genişlemesi bu niyetin bir işareti olarak gözüküyor.
Hikâye biraz uzun, biz 2005 yılından başlayalım. İsrail çevirdiği çeşitli entrikalarla 25 Nisan 2005 tarihinde 29 yıldır devam eden Suriye’nin Lübnan’daki askeri varlığına son vermeyi başardı. Artık genişleme planları doğrultusunda Lübnan’a daha rahat müdahale edebilecekti. Çok zaman geçmeden 12 Temmuz 2006’da savaşı başlattı. Ancak 34 gün süren savaşta hiç beklemediği bir yenilgi aldı. İran’ın Hizbullah’a verdiği silahlar, İsrail’i durdurmayı başarmıştı. Savaş, İsrail’e milyarlarca dolara mal oldu. Binlerce roket İsrail topraklarına düşmüş, 6 bin konut hasar görmüş, 300 bin İsrailli göç etmiş, bir milyondan fazlası aylarca sığınaklarda yaşamak zorunda kalmıştı. Bu korku, büyümek için ülkeye nüfus çekmek zorunda olan İsrail’in planlarını bozuyordu. Acil olarak yeni bir strateji geliştirmek gerekiyordu.
Bütün Müslüman ülkeler İsrail için tehditti ancak İran şimdilik öncelikli tehdit olmuştu. İran bir şekilde zayıflatılmalı ve Hizbullah ile olan bağı kesilmeliydi. Peki, bu nasıl olacaktı? En kesin çözüm, bir askeri müdahale ile İran rejimini devirmekti. Ancak sadık müttefiki ABD buna bir türlü yanaşmıyordu. O zaman geriye HAMAS’ı kurarken öğrendiği din ve mezhep ayrılıklarını körükleme silahını daha iyi kullanmaktan başka çare kalmıyordu. Müslüman ülkeler arasındaki mezhep ayrılıkları savaşlara sebep olacak kadar keskindi. Hatta aynı mezhep içindeki çeşitli tarikat ve cemaatler bile kışkırtmayla birbirlerini boğazlayabilirdi. İşte Müslümanlara özgü bu yumuşak karın, kaşınarak Müslümanların gücü birbirine karşı kullanılarak İsrail’in önü, yavaş yavaş açılacak ve emin adımlarla vaat edilmiş topraklara doğru ilerlenecekti. Temel strateji buydu.
Bu strateji çerçevesinde İsrail’in en çok sevdiği şey; “Elâzığ depremi sonrasında afetlerin nedenini çocuk evliliklerinin yasaklanmasına bağlama” gibi ilginç yeteneklere sahip olan Müslümanların var olmasıdır. Hiç şüpheniz olmasın; İsrail elinden gelse bu adamların hepsine ayrı ayrı tarikat kurur.
Neyse şimdi bu strateji çerçevesinde uygulama konulan bir plandan kısaca bahsedelim.
Kaynak: YÖRÜNGE
Planın Önemli Aktörü Müslüman Kardeşler (İhvan-ı Müslimin)
Planın temelinde RAND Corperation’un büyük katkılarıyla 2004 yılında hazırlanan Büyük Ortadoğu Projesi (BOP) yatıyordu. BOP projesinin haritasını hatırlayın! Afganistan’dan Moritanya’ya kadar geniş bir coğrafyada 22 Müslüman ülkenin sınırları değiştirilecek ya da bir başka deyişle bu ülkeler istikrarsızlaştırılacaktı.
Aynı haritayı FETÖ de başka bir niyetle kullanıyordu. Bu haritadaki Müslüman ülkeler, altın neslin kontrolüne geçecek böylece “sümüklü peygamberin” liderliğinde İslam bütün dünyaya hâkim olacaktı!
Peki, bugün aynı harita kimlerin elinde dolaşıyor dersiniz? SADAT’ın kurucusu, Cumhurbaşkanının eski başdanışmanı Adnan Tanrıverdi’nin yönettiği Adaleti Savunanlar Stratejik Araştırmalar Merkezi’nin (ASSAM) amblemine bakın; bu merkezin Müslüman ülkeleri birleştirmek için hazırladığı anayasaya dikkat edin! İttihad-ı İslam, yani İslam Birliği oluşturma ülküsünün büyüklüğünü düşünün. Büyük sazan avlamak için oltanın ucuna büyük yem takmak gerekir. Bu konuya birazdan döneceğiz ama önce kısaca Şii-Sünni çatışmasından bahsedelim.
İran Şii şeriatıyla, Suudi Arabistan ise Sünni şeriatıyla yönetilen iki ülke. Zaten var olan Şii-Sünni düşmanlığı alevlendirilebilirse İran’ı zayıflatma işinin finans ve vekâlet savaşı gibi en önemli unsurları, Suudi Arabistan liderliğindeki koalisyona havale edilebilir. Nitekim bugün bu senaryoyu canlı canlı seyrediyoruz. İşte bu yüzden yıllarca “Şii hilali” tehditlerini duyduk. Şii hilali Türkiye’yi kuşatıyordu! Baş düşman İran olmalıydı! Bu propagandayı en çok kim yaptı dersiniz? Tabi ki FETÖ.
Şimdi mezhep içi çatışmanın ana aktörü İttihat-ı İslam savunucusu Müslüman Kardeşler (İhvan-ı Müslimin) hareketine bir bakalım. BOP Projesinin hazırlık safhası bitmiş artık uygulama zamanı gelmişti. 2011 yılında “Arap Baharı” rüzgârları esmeye başladı. Tunus’ta başlayan halk hareketi kısa sürede Mısır, Libya ve Suriye’ye sıçramıştı. Tunus’ta “ılımlı İslam”ın temsilcisi Nahta Hareketi, Mısır’da ise Müslüman Kardeşler iktidara geldi. Bu iki ülkede rejim değişikliği göreceli olarak kolay olmuştu. Ama Suriye ve Libya’da Müslüman Kardeşler’in iktidarı ele geçirme çabası her iki ülkeyi de iç savaşa sürükledi.
Arap Baharı rüzgârı, nedense petrol zengini, krallık ve emirlikle yönetilen Suudi Arabistan ve BAE gibi ülkelerin kapısına geldiğinde durmuştu? Çok geçmeden 2013’te askeri darbe ile Mısır’daki Müslüman Kardeşler iktidarı devrildi. 2014’te de Tunus’ta Nahta Hareketi seçimleri kaybetti. Bu esnada Suriye ve Libya iç savaş ile yanıyordu. Müslüman Kardeşler’in askeri ve siyasi liderleri ülkelerinden kaçmak zorunda kaldı. Gittikleri ilk adres Katar olmuştu. Fakat burada çok dayanamadılar. Suudi Arabistan, BAE ve Mısır’ın baskı sonucu Katar’ın yol vermesiyle birçoğu soluğu Türkiye’de aldı.
Nasıl olduysa Müslüman Kardeşler Örgütü’nün kontrolü birdenbire Türkiye’nin eline geçmişti! Bazı saflar, “Katar’ın parasal desteği ile bu kartı oynayarak Türkiye’yi daha güçlü bir bölgesel aktör yapacağız” diye çok sevindi! Ama kazın ayağı öyle değildi.
Müslüman Kardeşler Örgütü’nden biraz bahsedersek konu daha iyi anlaşılacak. Müslüman Kardeşler, 1928 yılında Mısır’da İngilizlerin desteğiyle kurulmuştu. Örgüt üyeleri, İslami Şeriat kurallarına göre yönetilen bir devlet rejimi istiyordu. Onlara göre Atatürk’ün laik Türkiye’si dinsizdi. Türkiye’nin sömürge olan Müslüman ülkelere örnek olmasını istemeyen İngiltere, adeta hazine bulmuştu. Örgütü destekleyerek diğer Arap ülkelerinde de taraftar bulmasını sağladılar. Örgüt, pragmatik bir yaklaşımla, çıkarları doğrultusunda her aktörle işbirliği yapmaktan çekinmiyordu. Bu çerçevede örgütün kontrolü 2’nci Dünya Savaşı’nda Almanların eline geçti. Almanlar, örgütü İngilizleri Mısır’dan atmak, böylece Süveyş Kanalı’nın kontrol etmek için kullandılar. Savaş sonunda Almanların yenilmesiyle bu sefer örgütün kontrolü ağırlıklı olarak ABD’nin eline geçti. Alman istihbarat elemanları, CIA’nın kuruluşuna yardım ederken, Müslümanları manipüle etme yöntemlerini Amerikalılara öğretmişti.
Görüleceği üzere kumandası dışarıda olan bu örgüt adeta Müslüman ülkelerin iç işlerine müdahale etme aracı olarak tasarlanmıştı. Biraz düşünü bakalım; günümüzde Müslüman Kardeşler’e benzeyen başka bir örgüt var mı? Evet, FETÖ dediğinizi duyar gibiyim. FETÖ’ye Müslüman Kardeşler 2.0 diyebiliriz. İkisi de aynı işlev için tasarlanmıştır. Müslüman Kardeşler Örgütü sadece Arap ülkelerinden faaliyet gösterebilirken, yeni modeli FETÖ, çok daha yeni fonksiyonlarla bütün Müslüman ülkelerde operasyon yapacak şekilde üretildi.
Müslüman Kardeşler örgütünün kontrolünün bizim elimize geçmesi meselesine tekrar dönelim. Nasıl oldu da bu kadar kullanışlı bir örgütü birdenbire kucağımızda bulduk? Sebep aslında çok karışık değil.
Arap ülkeleri, Müslüman Kardeşler Örgütü ve onunla bağlantılı siyasi partileri, kendi rejimleri ve ülkelerinin istikrarına karşı büyük bir tehdit olarak görüyor. Suriye ve Libya örnekleri ortada. Bu yüzden Suudi Arabistan, BAE ve Mısır, Müslüman Kardeşleri terör örgütleri listesine koydu. Anlayacağınız biz, adamların “FETÖ” olarak gördüğü bir örgütü destekliyoruz. Bu ülkeler, Erdoğan ve Müslüman Kardeşler’in aynı siyasi projeyi paylaştığını düşünüyor. Projenin bir çeşit yeni Osmanlı yaratma projesi olduğunu ve kendi rejimlerini devirerek bu ülkeleri Müslüman Kardeşler ideolojisinde belli bir mekanizmada birleştirmeyi amaçladığını zannediyorlar. Osmanlıyı yeniden canlandırma fikri kulağa hoş gelebilir. Ama söz konusu ülkelerdeki kral, emir ve diktatörler, tek başlarına sahip oldukları askeri, ekonomik ve politik gücü kaybetmemek adına bu hayali projeye ciddi tepki gösteriyorlar.
Mesela; Adnan Tanrıverdi liderliğinde ASSAM’ın 19-20 Aralık 2019 tarihlerinden İstanbul’da düzenlediği 3’üncü Uluslararası ASSAM İslam Birliği Kongresinde “ASRİKA (Asya-Afrika) İslam Ülkeleri Birliği Konfederal Cumhuriyet Anayasası da tartışıldı. Tanrıverdi’nin farkında bile olmadığından eminim ama yapılan şu: Hiçbir zaman gerçekleşmeyecek olan bir hayalin peşinde koşarken Suudi Arabistan, BAE, Mısır ve hatta Türkiye gibi ülkelere rejim tehdidi oluşturuluyor. Bu sayede, “İslam ülkelerini birleştirme fikri”, tam tersi yönde, ülkeleri birbirine düşman ederken aynı zamanda iç istikrara yönelik bir tehdit haline geliyor. Bırakın Şii-Sünni düşmanlığını, bu fikir ağırlıklı nüfusu Sünni olan ülkeleri bile birbirine düşman yapılabiliyor. Anlayacağınız Müslümanların bir cephe oluşturma ihtimalinin önüne İttihat-ı İslam fikriyle geçilmiş oluyor.
Müslüman ülkelerin kendilerini ilgilendiren uluslararası meselelerde bile aynı istikamette uyumlu hareket etmesini kim istemez dersiniz? Kafaları biraz karıştıracak bir tespitle devam edelim. Eski MİT mensubu Enver Altaylı’nın iddianamesinin yayınlanmasıyla kamuoyunda ciddi bir tartışma başladı. Altaylı’nın CHP ve İYİ Partili bazı kimselerle şüpheli ilişkisi kamuoyunda Gladyo’nun izleri açığa çıkıyor şeklinde yorumlandı. Fakat AKP ve MİT’in içindeki Gladyo şüphelilerinden pek bahseden olmadı. Müslüman Kardeşler Örgütü’nü kim kucağımıza koyduysa, Gladyo’nun artıklarını orada aramak gerekir.
Şimdi yukarıda sorduğumuz “Nasıl oluyor da Arap ülkeleri artık Filistin’i desteklemiyor? Türkiye olarak acaba biz de hata yapıyor muyuz?” sorularının cevabına gelelim.
Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan 01 Şubat 2020 tarihinde İstanbul’da düzenlenen toplantı öncesinde HAMAS hareketi lideri İsmail Haniyeh ile tokalaşırken. Kaynak: VOA News
İsrail’in Filistin direnişini bölmek için HAMAS’ı kurduğunu biliyoruz. HAMAS’ın güçlenmesiyle birlikte Filistinlilerin gücü, Filistin Ulusal Kurtuluş Hareketi (FATAH) ile İslami Direniş Hareketi (HAMAS) arasında ikiye bölündü. Geldiğimiz noktada Türkiye ağırlıklı olarak HAMAS’ı destekliyor. HAMAS ise Müslüman Kardeşler Örgütü’nün bir uzantısı. Özellikle Mısır ve Ürdün HAMAS’ın güçlenmesini kendi rejimlerinin bekası açısından hiç istemiyor. Türkiye’nin HAMAS’ı desteklemesi bu iki ülkeyi korkutuyor. Türkiye’ye karşı cephe almaya itiyor. Bir de HAMAS’ın askeri kanadını en çok destekleyen ülkenin İran olması, durumu iyice karışık hale getiriyor. Filistin meselesinde Suudi Arabistan, BAE, Mısır ve Ürdün beraber hareket ederek İsrail’e yakın bir çizgi izlerken Türkiye ve İran, İsrail karşıtı olmakla birlikte, koordineli bir politika izleyemiyor. Sonuç itibariyle Müslüman ülkeler, İsrail karşısında blok halinde bir cephe oluşturarak hareket edemediği için hepsinin boynuzlarını birbirine takmayı başaran İsrail, her seferinde kazanan taraf oluyor.
Eskiden Türkiye, İsrail’i destekleyen belki de tek Müslüman ülkeydi. Fakat Müslüman Kardeşler kartını oynamaya başladıktan sonra Suudi Arabistan, BAE, Mısır ve Ürdün’ü İsrail’in kucağına itmeye başladı. Türkiye’nin bu ülkelerle arası bozulurken, İsrail sürekli ilişkilerini geliştirdi. Bu süreçte Türkiye politik olarak yalnızlaşırken ekonomik olarak da ciddi kayıplara uğramaya başladı. Filistin meselesinde yaşadığımız cepheleşme ve yalnızlığı Libya’da da yaşıyoruz. Müslüman Kardeşler sevdası bizi bahse konu dört ülkeyle Libya’da da karşı karşıya getirdi. Peki, bu çatışmadan kim ya da kimler kârlı çıkıyor dersiniz? Kimlerin kârlı çıkacağını bilemem ama Müslümanların kârlı çıkmadığı çok açık.
Bu uzun makaleyi kısaca özetleyecek olursak:
İsrail, Müslüman Kardeşler’in himayesini Türkiye’ye havale ederek, Müslüman ülkeleri birbirine düşürmüş ve onların kendisine karşı müşterek hareket etme potansiyelini yok etmiştir. İttihad-ı İslam projesi, İsrail’in Müslümanlara karşı kullandığı en önemli silahtır.
Türkiye’nin, Müslüman Kardeşler’in omuzlarına bindirdiği yükten kurtulmaktan başka çaresi yoktur. Rabia işaretine elveda denilmelidir. Aksi takdirde kazanan hep İsrail olacaktır.