savunmahavacılıkteknolojipolitikaanalizmevduatkriptosağlıkkoronavirüsenflasyonemeklilikötvdövizakpchpmhp
DOLAR
35,1981
EURO
36,7471
ALTIN
2.968,65
BIST
9.724,50
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
Ankara
Hafif Yağmurlu
6°C
Ankara
6°C
Hafif Yağmurlu
Pazar Parçalı Bulutlu
9°C
Pazartesi Yağmurlu
10°C
Salı Yağmurlu
8°C
Çarşamba Hafif Yağmurlu
8°C

Seyfi Dursunoğlu’nun Anısına

Seyfi Dursunoğlu’nun Anısına

Seyfi Dursunoğlu’nun Anısına

 

Bir millet sanattan ve sanatkârdan mahrumsa tam bir hayata malik olamaz. Böyle bir millet bir ayağı topal, bir kolu çolak, sakat ve alil bir kimse gibidir. Sanatsız kalan bir milletin hayat damarlarından biri kopmuş olur.” Mustafa Kemal Atatürk

 

Özlem Uzun, Sun Savunma Net, 17 Temmuz 2020

 

Son çeyrek asır içinde, Türk sanatının en erken devirlerine ait keşifler fevkalade bir gelişme gösterir.

 

Orta Asya’nın ücra köşelerinde, dağların ıssız bölgelerinde ve nehir kenarlarında bulunan Türklere ait mezarlar, kurganlar keşfedildikçe Türk sanatının kaynaklarına doğru bir yönelme olur.

 

Atalarımızın resim, heykel ve süsleme sanatlarının en eski örnekleri gün ışığına çıkartılır.

 

Türklerin Uygurlardan ve Göktürklerden çok daha önceleri son derece ilgi çekici sanat eserleri olduğu meydana çıkınca, bize yepyeni bir dünyanın hitap ettiğine şahit olarak, şaşkın ve hayran bir şekilde onun sesini duymamızı sağlar.  

 

 Ancak bundan sonradır ki daha ileride İslamiyet’i kabul etmiş, siyaset dünyasında büyük varlık gösteren birçok Türk topluluklarının sanat temalarını ve kültürlerinin yavaş, yavaş şekil değiştirdiğine şahit oluruz. 

 

Doğu ile Batı arasında köprü görevi yapan Anadolu coğrafyasında gelişmiş köy tiyatrosu (Köy Seyirlik Oyunları), halk tiyatrosu geleneği (Meddah, Karagöz, Ortaoyunu, Kukla), kimi zaman halk tiyatrosu geleneğini benimseyen, kimi zaman da Batı tarzı tiyatro etkinliklerinin yapıldığı saray tiyatrosu modern Türk Tiyatrosu’nu besleyen kaynaklar ortaya çıkar. 

 

Cumhuriyet’in ilk yıllarından başlayarak tiyatromuzun yönelişi üzerine karşıt iki görüşten söz edilebilir.

 

Bunlardan biri, batılılaşmayı yalnızca taklit olarak algılayıp Batı tiyatrosunun model alınması gerektiği görüşü, diğeri de yaşadığımız coğrafyanın kültürel ve geleneksel özellikleriyle Batı tiyatrosunu kaynaştırarak yeni bir yol bulma savıdır.

 

Çünkü gerek köylerde gelişen köy seyirlik oyunlarımız, gerekse kentlerde gelişen meddah, karagöz, ortaoyununda, günümüz dünya tiyatrosunun da anlatım tarzı olan açık biçim-göstermeci tiyatroyla da buluşan kimi özellikleri vardır.

 

Şenlik atmosferi, meydan da oynamak, oyuncu ustalığına dayanan oyunculuk, doğaçlama oynamak, parçalı yapı, tiyatrosallık, tip boyutunda kişileştirme, güldürü, en aza indirgenmiş dekor, müzik ve dans, seyirci-oyuncu organik bağı, kısaca soyut bir anlatım tarzı oluşturur. 

 

Geleneksel tiyatroyu tüm yönleriyle incelenerek, kalıcı ve geçici özellikleri saptanmış, kalıcı özelliklerden yola çıkarak “Öz Tiyatro Kuramı”nı oluşturmuş, aynı zamanda bu görüş doğrultusunda uygulama örnekleri de vermiştir. 

 

Öncülerden biri olan, İsmail Hakkı Baltacıoğlu olmak üzere, pek çok tiyatro insanının katkılarıyla oluşturulan birikim doğrultusunda, Türk Tiyatrosu’nun, dünyaya batılı gözle bakan, ama doğulu özellikleriyle biçimlenmiş bir tiyatro üslubuna yöneldiği söylenebilir. Bu yöneliş günümüzde de sürmektedir.

 

Absürt tiyatro tanımlaması, 2.Dünya Savaşı’nı yaşayan insanlığın içine düştüğü saçmalıkların, boşuna çabaların, boşuna bekleyişlerin acısından kaynaklanan bir umutsuzluk havası içinde oluşmuştur.

 

Geleneksel tiyatro ile modern tiyatronun özelliklerini harmanlayan, manzum ve mensur anlatımın bir arada bulunduğu, ders vermeyi amaçlayan ve bu sebeple izleyicinin kendini oyuna kaptırmasını istemeyen, toplumcu gerçekçilik akımı etkisinde gelişen, izlenenlerin gerçek değil, oyun olduğunun hatırlatıldığı çağdaş tiyatro türüdür.

 

19.  yüzyılın ikinci yarısında ise doğduğu kabul edilen kantonun İtalyanca şarkı söylemek anlamına gelen “Cantare” kelimesinden alınma bir deyim olduğu ve İstanbul’a gelen gezginci bir tiyatrodan dilimize miras kaldığı söylenir. Kısaca “Sahnede hareket ederek şarkı söylemeye ve bu yolda yazılmış özel şarkılara kanto denilmiştir.”

 

O halde; Türk Sanat tarihine baktığımızda ‘Absürt Tiyatro’nun

‘Gölge oyunu’nun

‘Kanto’nun

‘Orta Oyunu’nun

ve

‘Tuluat’ sanatının birleşmesi ile karşımıza çıkan ‘Huysuz Virjin’ tiplemesinin sahibi, Seyfi Dursunoğlu’na  halkımızın  haklı sevgisi, ilkeli, belli bir duruşu, erdemleri ile var olması dolayısıyla,  vermiş olduğu saygısı, ne denli layık olduğunun şahidi olduğumuzun farkına varırız…

 

Naçizane, bir Sanat Tarihçisi, İnsan Bilimcisi ve Pedagog olarak, umarım ki; acı kaybımızı tarihsel açıdan değerlendirerek ne denli büyük bir sanatçıyı kaybetmiş olduğumuzu vurgulayabilmişimdir….

 

ETİKETLER: , , ,
Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.