Komşularla sıfır sorun doktrinine göre Türk hükümeti ve PKK (Partîya Karkerên Kurdistanê), 2013-2015 yılları arasında aralarındaki uzun süreden beri sürmekte olan çatışmayı çözmek maksadıyla bir yumuşama sürecine girerler. Taraflar ateşkes konusunda anlaşır ve Kürt siyasetinin normalleşmesi ile PKK güçlerinin dağıtılması konularında müzakerelerde bulunurlar. Ancak İslami Devlet Terör Örgütü’nün (ISIS)[i] yükselişi ve Suriye iç savaşı, Kürt-Türkiye ilişkilerindeki yakınlaşmayı ortadan kaldırır.
Ercan Caner, Sun Savunma Net, 22 Nisan 2023
Türkiye zor ve bazen bocalayan, fakat NATO operasyonları ile politikalarına ve NATO ittifakının kollektif güvenlik garantisine bağlı kalmayı sürdüren bir müttefiktir. Avrupa ve Birleşik Devletler ile olan ilişkiler mesafeli olmaya devam eder, fakat aradaki görüş farklılıkları da fazla gerginlik veya karmaşa olmadan yönetilebilir.
Muhalefetteki bir parti lideri veya koalisyon, Erdoğan’ı 2023 seçimlerinde yenilgiye uğratabilir, 2017 yılı referandumuyla onaylanan anayasa değişikliklerine geri dönülebilir ve Batı yanlısı bir dış ve güvenlik politikasının kaldığı yerden uygulanmasına dönülebilir. Bu durum, Birleşik Devletler ve Avrupa’nın Türkiye ile daha gelişmiş bir siyaset ve savunma işbirliği geliştirmesine, İsrail ve Arap ülkeleriyle gelişmiş Türk ilişkilerine ve Kürt ve Kıbrıs meselelerinde gelişme kaydedilmesine neden olabilir.
Türkiye, NATO müttefikleri ve Avrasya’da ortaya çıkan ortaklarıyla (özellikle Rusya, İran ve Çin Halk Cumhuriyeti) olan bağlantılarını, bazen Batının tutumunu destekleyerek, fakat genellikle değişken koalisyonlar oluşturarak, daha açık bir şekilde dengeleyecek şekilde hareket eder. Bu, Erdoğan’ın 2018 seçim manifestosunda ortaya koyduğu bir stratejidir ve birçok AKP ve MHP’li politikacının dünya görüşünü yansıtmaktadır.
Bu stratejinin Türkiye açısından içerdiği birçok risk mevcuttur ve Birleşik Devletler’in Rusya, İran ve Çin’e karşı yürüttüğü caydırma ve savunma çabalarını karmaşık bir hale getirebilir. Birleşik Devletler ve Avrupa yönetimleriyle olan tartışmalı sorunların çözülememesi durumunda Türkiye’nin gelecekte stratejik dengeleyici olarak hareket etmesi çok daha büyük bir olasılıktır.
Avrupa ve Birleşik Devletler ile olan karşılıklı şüpheler ve politik farklılıkların bir kırılma noktasına ulaşması durumunda, Türkiye resmi olarak NATO ittifakından ayrılma ve Avrasya ile Orta Doğu’daki ortaklarıyla daha yakın işbirliği ve çeşitli uyum sağlama faaliyetleri için harekete geçer. Bu durum, mesafeli ve daha düşmanca ilişkiler ile askeri açıdan ani durumların gelişmesine neden olabilir.
Mevcut eğilimlerin devam etmesi (zor müttefik) veya Türkiye’nin gelecekte stratejik dengeleyici veya Avrasya gücü olarak konumlanması, Türk dış ve savunma politikalarının, değişen ölçülerde Birleşik Devletler ve diğer NATO müttefiklerinin çıkarlarıyla çatışmasına ve uzun süredir devam eden savunma ve güvenlik işbirliğinin daha da bozulmasına neden olacaktır.
Bu değişken durum, Birleşik Devletler ve Avrupa’nın Türkiye’ye yönelik stratejisinin yeniden değerlendirilmesini, bütün ilişki alanlarında bozucu gelişmelere karşı hazırlık yapılmasını ve mevcut trendlerin tersine dönmesi durumunda uzun süredir devam etmekte olan bağların muhafaza edilmesi ve yeniden eski konumuna getirilmesi için adımlar atılmasını zorunlu kılmaktadır.
Orta Doğu
Orta Doğu’daki nüfuzunu artırmak istediğinden Rusya açısından Türkiye ile işbirliğine dayanan ilişki önemli bir mihenk taşı vazifesi görebilir. Bununla birlikte, iki yönetimin bölgesel politikalara farklı yaklaşımları, bu ortaklığın kapsamını sınırlayacak gibi görünmektedir. Kafkaslardaki İslami istikrarsızlık ve bu bölgeden savaşçıların Orta Doğu’daki çatışmalara gidip gelmesi kadar, Kremlin’in otokratik ortaklara olan eğilimi, Rusya’nın Suriye’de Assad ve Mısır ile Libya’daki askeri yönetimler dâhil bölgedeki mevcut kuvvetlere desteğinin temelini oluşturmaktadır.
Öte yandan Türkiye, esas olarak Suriye’de değişim isteyen güçlerin tarafında yer almış durumdadır ve siyasi İslam güçleriyle kendisini çok daha rahat hissetmektedir. Bunun yanı sıra, Türkiye’nin potansiyel bağımsız küçük bir Kürdistan devleti hakkındaki süregelen endişelerinin, Suriye çatışmasında çıkarcı bir yaklaşım sergileyen Rusya tarafından göz ardı edilmesi durumunda, iki ülke arasındaki ilişkiler zarar görebilir. Bölgesel perspektif ve politikalardaki çakışmalar nedeniyle; 21’nci yüzyılın ilk on yılında işbirliği beklentileri olumlu görünmektedir. Hem Türkiye hem de Rusya, bölgenin dinamiklerini önemli ölçüde şekillendiren Birleşik Devletlerin Irak işgaline şiddetle karşı çıkmıştır.
Ahmet Davutoğlu’nun Türkiye dışişleri bakanı olarak görev yaptığı ilk görev süresinde ‘‘komşularla sıfır sorun’’ ve ‘‘komşularla ilişkileri normalleştirme’’ politikaları Rusya’nın Orta Doğu istikrarına önem veren politikasıyla tutarlıdır. Bununla birlikte, 2011 Arap Baharı esnasında ve sonrasında Türkiye’nin siyasi İslam güçlerini desteklemekte daha iddialı bir rol alırken, Ankara’nın bölgesel ajandası giderek artan oranda Moskova’nın öncelikleriyle çatışır hale gelmiştir. Bu gerginlik örneğin; iki başkentin Mısır ve Libya’daki Müslüman Kardeşler ve askeri unsurlar arasında devam eden çatışmalarda farklı tarafları destekliyor olmasında görülebilir.
Suriye
Suriye, Türkiye’nin dış politikasının değişmesinde çok önemli bir rol oynamıştır. Ankara, 2011 yılına kadar ‘‘komşularla sıfır sorun’’ politikası ve 2044 yılında iki ülke arasında imzalanan Serbest Ticaret Anlaşması sayesinde Assad ailesi ile iyi ilişkiler geliştirmiştir. Ancak Suriye’de iç savaşın patladığı 2011 yılından itibaren iki ülke arasındaki dostluk inanılmaz derecede kötüye gitmiştir.
2011 yılından önce Recep Tayyip Erdoğan’ın çok yakın bir müttefiki olan Assad, Şubat 2019’da yaptığı bir değerlendirmede Erdoğan’ı ‘‘KÜÇÜK BİR ABD PİYONU’’ olarak nitelendirmiş ve Rusya, Mısır, Suudi Arabistan, Suriye, Birleşik Arap Emirlikleri ve Bahreyn tarafından terör örgütü olarak kabul edilen Sünni İslamcı örgüt Müslüman Kardeşler’in bir üyesi olan ‘‘İhvancı’’ olmakla suçlamıştır. Kaynak: INTELLINEWS
Türkiye bütün ağırlığı ile muhalefet ve Suriye Özgür Ordusu’nu desteklemeyi seçmiş ve bu hamlesine gerekçe olarak da Assad rejiminin Türk ordusu ve sivillere yönelik saldırılarını göstermiştir. Komşularla sıfır sorun politikasını tamamen bırakan Recep Tayyip Erdoğan yönetimindeki Ankara, Müslüman Kardeşler ve cihatçı ağalar da dâhil olmak üzere bölgedeki İslamcı gruplara aktif destek vermeye başlamış ve yeni militarize dış politikasında Selefi bileşenini öne çıkarmıştır.
Suriye, esas olarak; Rusya’nın Assad’ı desteklemesine karşın, Türkiye’nin Suriye’de bir rejim değişikliğini tercih etmesi nedeniyle, 2011 yılından beri iki taraflı büyük bir sürtüşme kaynağıdır. Moskova için Assad rejiminin iktidarda kalmasına verilen önem; Orta Doğu bölgesinde yakın bir müttefike ve özellikle de Suriye’nin Tarsus kentinde bir deniz üssüne sahip olma arzusu kadar rejim değişikliğinden ziyade otokratik bir yönetimi tercih etmesine ve radikal İslamcı güçlerin büyümesinden duyduğu gerçek endişelerden kaynaklanmaktadır. İslami Devlet terör örgütü (ISIS) 2014 yılında dikkate değer bir şekilde Kafkaslar bölgesini öncelikli çıkar sahası olarak nitelendirmiştir.
Türkiye’nin yaklaşık 20 yıldır Şam yönetimi ile sürdürülen bağlantıların iki ülke arasındaki ilişkilerin normalleşmesini sağlamasından kaynaklanan nedenlerle, başlangıçta Assad rejimini reformlar yapması yönünde ikna etmek olan dürtüsü; rejim değişikliği için sert çağrılar yapmaya, Suriye muhaliflerini doğrudan desteklemeye ve hem Rusya hem de Türkiye’nin Batılı müttefiklerinde büyük endişe yaratan savaşçılar ve silahların Türk topraklarından geçişine izin verme arzusuna dönüşmüştür.
Türkiye bunun yanı sıra Rusya’nın, Ankara tarafından Türkiye’deki isyancı PKK hareketi ile yakın bağlantılı olarak görülen PYD ve milisleri dâhil Suriyeli Kürt gruplara sağladığı askeri ve siyasi desteği de eleştirmektedir. Kasım 2015 ayı içinde meydana gelen uçak olayı bu nedenle en iyi şekilde, iki ülkenin Suriye politikalarının arasındaki derin farklılıkların tezahürü olarak anlaşılabilir.
Suriye’de Rus ve Türk işbirliği, iki hükümet arasında 2016 yılının ikinci yarısından beri süregelen son yakınlaşmanın temel unsuru olmuştur. Uzlaşma sonrasında Türkiye, Assad’ın iktidardan uzaklaştırılması gerektiği konusundaki tutumundan geri adım atmış ve Suriye’deki diplomatik ve askeri girişimler için Rusya ile işbirliği yapmıştır. Suriye konusundaki direkt görüşmeler ve askeri operasyonların karşılıklı koordinasyonu; Rusya, Türkiye ve İran arasında 2017 yılında imzalanan ve ağırlıklı olarak Suriye’nin muhalefetin kontrolü altındaki bölgelerinde dört adet gerginliği azaltma bölgesi tesis edilmesini sağlayan somut sonuçlar da vermiştir.
Görüşmeler sonrasında yaptığı açıklamada Erdoğan, Rusya ve Türkiye’nin omuzlarında çok ağır bir yük ve sorumluluk olduğunu ifade etmiştir. Erdoğan açıklamasında ‘‘Ve eminim ki birlikte attığımız adımlar bütün bölgenin kaderini değiştirecek’’ ifadelerini kullanmıştır. Rusya, Suriye’de hâkim güç pozisyonunu sürdürmektedir ve geçmişte kısmen de olsa hareket özgürlüğü olan Ankara, Suriye politikalarını Moskova ile koordine etmeye zorlanmıştır.
Erdoğan’ın iyimserliğine rağmen Orta Doğu konusundaki Türk-Rus işbirliği müphem olabilir. 2017 yılının Şubat ayında Türk askerlerinin, Suriye’nin kuzeyinde gerçekleşen bir Rus hava saldırısında kazayla öldürülmesi, iki ülkenin birbirine düşman unsurları desteklediği çatışmalarda, her ne kadar aktif bir şekilde çatışmaları sonlandırma ve hatta işbirliği gayretinde olsalar da kazaların olabileceğini net bir şekilde göstermiştir.
Bölgesel işbirliğinin geleceği, PYD Kürtlerinin potansiyel bölgesel güçlenmesi dâhil, Türkiye’nin çıkarlarını hesaba katmayan çatışmanın taraf ülkeleri tarafından tehdit edilebilir. Suriye’nin ötesinde Moskova son zamanlarda, Rusya’nın bölgeye gelmesini memnuniyetle karşılayan İsrail dâhil Orta Doğudaki mevcut bütün yönetimlerle iyi ilişkilerini muhafaza ederek sorumlu bir aktör rolüne soyunmak istemektedir.
Rusya’nın bu tutumu, Türkiye’nin son zamanlarda Mısır’da ve diğer yerlerde Müslüman Kardeşler örgütüne verdiği destek, İsrail ile gergin ilişkileri ve diğer Arap Körfez ülkeleri ile çatışmasında Katar’ı destekleme gayretlerine tamamen ters düşmektedir. Ayrıca Rusya, Türkiye’nin radikal İslamcı gruplara destek verdiğine ve bu grupların da özellikle Rusya’nın Kuzey Kafkasya bölgesindeki isyancılarla bağlantılı olduğuna yönelik sağlam kanıtlar bulursa iki ülke arasındaki ilişkilerde büyük bir gerginlik ortaya çıkacaktır.
Kıbrıs
Kıbrıs adasında, adanın güneyindeki Rumlarla (Kıbrıs Cumhuriyeti) ve kuzeyindeki Türklerle (Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti) onlarca yıldır sürmekte olan bölünmüşlük, özellikle Kıbrıs Cumhuriyetinin 2004 yılında Avrupa Birliği üyesi olmasından sonra, Türkiye’nin Avrupa Birliği (AB) üyeliği ve AB güvenlik yapısına entegrasyonunun yanı sıra EUNATO işbirliği için de ana engel olmuştur.
AKP’nin başlangıçtaki, krizi çözüm odaklı ‘‘proaktif siyaseti’’ birleşme için 2004 yılında yapılan referandumda Kıbrıslı Rumların Annan Planını reddettiğinde ve buna rağmen Avrupa Birliğine kabul edildiklerinde önemli ölçüde yavaşlamıştır.
AB tarafından alınan kararın Kıbrıs Cumhuriyeti’ne Türkiye’nin Avrupa Birliği ile ilgili bütün ilişkilerinde veto hakkı tanıması, Türkiye’nin katılım sürecine olan güvenini derinden sarsmış ve Kıbrıs’ta iki toplum arasındaki ekonomik ve siyasi ayrılıkların artmasına neden olmuştur.
Türkiye, Yunanistan ve Birleşik Krallık ile birlikte, Birleşmiş Milletler sponsorluğundaki görüşmelerin yeniden başladığı 2008 ve 2015 yılları da dâhil, Kıbrıs’ın üç garantör devletinden biri olarak önemli ve aktif bir rol oynamayı sürdürmektedir. 2015 yılındaki görüşmeler, her iki toplumun ılımlı liderleri yeniden birleşmeye kendilerini adadıklarından büyük ümitlerle başlamıştır. Bununla birlikte, adadaki mülkiyet meseleleri ve güvenlik düzenlemeleri üzerindeki derin görüş ayrılıkları bir kez daha çözülemez olduklarını ispatlamış ve görüşmeler 07 Temmuz 2017 tarihinde sona ermiştir.
Görüşmelerde uzlaşmayı engelleyen çekişmeli konulardan bir tanesi Türkiye’nin Kıbrıs Türk Barış Kuvvetleri Komutanlığını lağıv etmeyi ve 1974 yılından beri bulundurduğu 40.000 kadar askeri adadan çekmeyi kabul etmemesidir. Son tur müzakereler, daha en başından; Türkiye’deki artan milliyetçi duygular ve AKP’nin özellikle kendi Avrupa Birliği üyeliği arzusu hız kestiğinden, Türkiye’nin müzakerelerden kazanacak fazla bir şeyinin olmadığı yönündeki değerlendirmeleri nedeniyle baltalanmıştır. Müzakerelerin başarısı, Ankara’nın komşuları ile olan ilişkilerde yetenekli bir çatışma yöneticisi olduğuna yönelik itibar ve prestijini artırabilir ve Türkiye’nin ekonomik avantajlar sağlamasına neden olabilirdi.
2017 yılının Ekim ayında, Kuzey Kıbrıs’ın açıklamaları ve Ankara’nın yarı ilhak anlamına gelen, otonom cumhuriyet kurulması yönündeki imaları nedeniyle Avrupa Komisyonu ile yeni gerginlikler patlak vermiştir. Adadaki iki toplum arasında sürmekte olan çıkmaz ve Ankara’nın güvenlikle ilgili sert tutumuna bakıldığında, çözümün öngörülebilir bir gelecekte zor olacağı ve Kıbrıs faktörünün etkili Türk-AB ve NATO-AB güvenlik işbirliklerini sınırlamaya devam edeceği anlaşılmaktadır.
Doğu Akdeniz
Türk liderler ülkenin bölgesel ortamına baktıklarında, hangi yöne bakarlarsa baksınlar her yerde stratejik tercihlerini karmaşıklaştıran sorunlar ve değişimlerle karşı karşıya kalmaktadır. Türkiye’nin kendi arka bahçesinde ise durum özellikle iç karartıcı görülmektedir.
Giderek azalan karşılıklı şüpheler ile derin dini ve politik farklılıklara rağmen Türkiye ve İran son 20 yıl içinde belirli çıkarlar kesiştiklerinde pragmatik bir işbirliği içinde olmuştur. Suriye savaşı ve Irak’ta artan İran nüfuzu, Tehran ve Ankara arasındaki ilişkileri germiş, fakat Suriye ve Irak’ta olası Kürt devletlerinin kurulması konusundaki ortak endişeler, iki ülke arasında ihtiyatlı ve temkinli bir işbirliğine neden olmuştur.
Ekonomik işbirliği, enerji ticareti ve sınır güvenliği alanlarındaki karşılıklı çıkarların yanı sıra, iki ülkeye komşu alanlarda bölge dışı güçlerin etkisini sınırlandırmak, birkaç yıldır kabine düzeyinde gerçekleşen ilişkilerin, gelecekteki işbirliğinin temelini oluşturmaktadır. İki ülke arasında üst düzey askeri komutanlar seviyesinde karşılıklı ziyaretler ve bölgesel tehditlere karşı ortak mücadele açıklamaları yapılmıştır. Türk-İran ilişkileri bütün bunlara rağmen gelecekte de gerginliğini muhafaza edecektir. Mezhepçi duygular hâlâ politik uygulamalara yön vermeyi sürdürmektedir ve bunu ortadan kaldırabilecek bir mekanizma bugüne kadar geliştirilememiştir.
Türkiye’nin güneyindeki Arap devletleri Ankara’yı uzun zamandan beri, Irak ve Suriye’de İran nüfuzunun büyümesiyle iyice belirginleşen bir temenniyle, İran’ın bölgesel düzene karşı tehdidini körelten oldukça güçlü bir Sünni ortak olarak görmektedir. Ankara’nın İran ve Suriye’ye yönelik faydacı politikaları Arap dünyasını hayal kırıklığına uğratmıştır, fakat Türkiye’yi anahtar bir ortak olarak yanında tutmak, Arap devletleri arasında hâlâ önceliğini korumayı sürdürmektedir.
AKP’nin değişim güçlerini kucaklaması ve özellikle de Müslüman Kardeşler örgütüne olan desteği Türkiye’nin Mısır ve Birleşik Arap Emirlikleri ile olan ilişkilerini bozmuştur. Katar ve Türkiye bunun tam tersine, derinleşen ekonomik ve askeri ilişkilere dayanan ve siyasal İslam’ın bölgenin gelişmesinde çok önemli bir rol oynadığı görüşünü paylaşan gerçek bir stratejik ortaklık oluşturmaktadır. Türkiye ile Arap devletleri arasındaki karmaşık ilişkiler değişik senaryolar altında gelişebilir veya kötüye gidebilir, fakat Birleşik Devletler dış siyaset ve güvenlik çıkarlarının geliştirilmesi için yapılabilecekleri kısıtlayacaktır.
Birleşik Devletler açısından en büyük zorluk Türkiye ve Arap devletlerinin farklılaşan önceliklerinin Washington açısından, İslami Devlet terör örgütüne karşı bir koalisyon kurma gayretlerinde olduğu gibi, bölgesel girişimler için ortak desteği kazanmakta engeller oluşturmaya devam etme olasılığıdır. Birleşik Devletler açısından bölge içindeki rekabetten kaynaklanan ikinci en önemli zorluk ise Türkiye’nin Körfez İşbirliği Konseyi devletleri (Bahreyn, Kuveyt, Umman, Katar, Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri) arasındaki Katar anlaşmazlığına müdahil olmasıdır. Bu müdahale bir taraftan da Suudi liderliğindeki bloğun, bugüne kadar olduğu gibi komşusuna askeri bir eylemde bulunmasını caydırmaya yardım ettiği sürece faydalı olabilir.
Fakat öte yandan Türkiye’nin bu müdahalesi, bu destek Doha’nın anlaşmazlığı çözebilecek tavizler vermekten kaçınmasına olanak sağlayarak, Katar’ı Körfez İşbirliği Konseyindeki rakipleriyle daha eşit bir konuma getirdiğinden, Körfez İşbirliği Konseyi ve diğer devletler ile arasındaki anlaşmazlığın uzamasına da neden olmuştur. ABD liderleri, Körfez Arap devletleri arasındaki birliği yeniden sağlamak ve İran’a karşı birleşmiş bir cephe oluşturmak için bu sorunları çözme konusunda oldukça endişelidir. Erdoğan’ın önümüzdeki beş yıl boyunca Arap Körfezi meselelerinde ağırlığını hissettirmesi beklenmektedir.
İsrail-Türkiye ilişkileri her zaman Arap-İsrail ve İsrail-Filistin cephelerindeki gelişmelerle bağlantılı olmuştur. Uzun dönemli yakın ekonomik, diplomatik ve askeri bağlantılar sonrasında, İsrail ve Türkiye arasındaki ikili ilişkiler 2000’li yıllarda bozulmuştur. İkinci Filistin ayaklanması, AKP’nin İsrail’e karşı daha saldırgan tutumu, İkinci Lübnan Savaşı ve İsrail’in Gaza politikaları üzerindeki çatışmalar gerginliği artırmış ve iki ülke arasında 2011 ile 2016 yılları arasında altı yıl süren derin bir çatlak oluşmasına neden olmuştur.
Türkiye ve İsrail arasında 2016 yılı ortalarındaki kısmi uzlaşma, her iki ülkede işbirliği imkânlarının yeniden başlamasına istekli tarafları cesaretlendirmiş, fakat çok az gelişme sağlanabilmiştir ve önümüzdeki beş yıllık dönemde de gelişme sağlanma olasılığı belirsizliğini korumaktadır. İsrail-Türkiye ilişkilerinin geliştirilmesi, esas olarak her iki ülkenin mevcut siyasi liderleri arasındaki derin güvensizlik ve Filistin meselesi ile Kudüs kentinin statüsü üzerindeki temel farklılıklar nedeniyle büyük engellerle karşı karşıyadır.
Filistinliler, kendi adlarına Türk müdahalesinin süreceği haklı beklentisiyle, Recep Tayyip Erdoğan’ın 2018 seçimlerinden zaferle çıkmasını kutlamıştır. İsrail’in, Türkiye’ye karşı bir denge unsuru olarak Kıbrıs ve Yunanistan ile enerji ve savunma işbirliğini genişletme gayretleri ve Kürt bağımsızlığını desteklemesi Ankara ile olan ilave farklılıkları yansıtmaktadır.
Bu dalgalanmalar göz önüne alındığında Washington; karşılıklı çıkarlarda faydacı işbirliğini ideolojik farklılıklardan ayrı tutmaları konusunda İsrail ve Türkiye’yi teşvik etmek maksadıyla ağırlığını kullanabilir. Her iki ülkeyi de hassas meselelerde kışkırtıcı bir dil kullanmaktan kaçınmaları yönünde teşvik edebilir ve iki ülkenin birbirini tamamlayan faaliyetlerini; Suriye’deki savaş sonrası Orta Doğu’ya istikrar getirme, İran’ın bölgesel hâkimiyet emellerine karşı koyma ve terörle mücadele maksatlarıyla kullanabilir.
Washington’un çıkarlarına hizmet eden ve sürekli Türk rızasına bağlı olan İsrail’in NATO ile olan yeni ortaklığı, Türkiye ABD-Türkiye-İsrail işbirliği için diğer bir yol olabilir. Birleşik Devletlerin, İsrail-Kıbrıs-Yunanistan doğal gaz anlaşmasının gerçekleştirilmesinde ve Doğu Akdeniz bölgesindeki müttefikleri arasındaki bir çatışmanın önlenmesinde jeostratejik ve ekonomik çıkarları bulunmaktadır. Türkiye’nin Hamas ile olan bağları, bir noktada Birleşik Devletler ve bölgedeki diğer müttefiklerine İsrail-Filistin barış sürecinin geliştirilmesinde yardımcı olabilir.
[i] Organizasyonun ismi Arapça al-Dawlah al-Islamiyah fi al- ‘Iraq wa al-Sham (Kısaltması Da’ish veya DAESH) ‘den gelmektedir. Batıda yaygın olarak İslami Irak ve Levant (Toros Dağlarının güneyindeki Orta Doğuda geniş alan, sınırları kesin olarak belli değildir) Devleti, İslami Irak ve Suriye Devleti ve Şam (her ikisi de IŞİD olarak kısaltılır), veya basitçe İslami Devlet (IS-Islamic State) olarak kullanılmaktadır.