Bütün bu karmaşa içinde, Hulusi Akar Birleşik Devletler ve diğer yabancı ordular için kilit bir muhatap olarak kalmıştır. 2017 yılında Türk Genelkurmay Başkanlığı görevinde kalması ve sonrasında da 2018 yılının Temmuz ayında, yeni icracı cumhurbaşkanlığı sisteminde ilk cumhurbaşkanlığı kanun hükmünde kararnamesi ile Milli Savunma Bakanlığına getirilmesi, onun bir süre daha Türk savunma işlerinde önde gelen isim olmaya devam edeceğini göstermektedir.
Ercan Caner, Sun Savunma Net, 14 Şubat 2020
RAND web sitesinde; Türkiye’nin Milliyetçi Rotası – ABD-Türkiye Stratejik Ortaklığı ve ABD Ordusu için Sonuçları (Turkish Nationalist Course – Implications for the U.S.-Turkish Strategic Partnership and the U.S. Army) başlıklı 245 sayfalık bir rapor yayınlanmıştır.
Rapor: Stephen J. Flanagan, F. Stephen Larrabee, Anika Binnendijk, Katherine Costello, Shira Efron, James Hoobler, Magdalena Kirchner, Jeffrey Martini, Alireza Nader ve Peter A. Wilson tarafından kaleme alınmıştır.
Bu rapor; ABD Kara Kuvvetleri Genelkurmay Başkan Yardımcılığı Ofisi, G-3 (Harekât), G-5 (Sivil-Asker İşbirliği) ve G-7 (Eğitim ve Tatbikat) tarafından desteklenen; ‘‘Türkiye’nin Değişken Dinamikleri – ABD-Türkiye Stratejik Ortaklığı ve ABD Ordusu için Öneriler’’ başlıklı proje kapsamında yapılan araştırma ve analizlerin sonuçlarını ortaya koymaktadır. Projenin maksadı Türkiye’nin iç, dış ve savunma politikalarındaki trendleri analiz etmek ve ABD savunma stratejisi ve kuvvet planlaması açısından sonuçlarını değerlendirmektir.
Raporun ana bulgular kısmında iki önemli tespit yer almaktadır:
Karşılıklı şüpheler nedeniyle zamanın Başbakanı Recep Erdoğan’ın Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK) ile ilişkileri, ilk beş yıllık görev süresinde oldukça gergindir. İktidardaki Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP), sivil-asker ilişkilerini, özellikle ülkenin Avrupa Birliği (AB) katılım müzakerelerine adaylık şansını artırmak için gereken diğer iç reformlarla irtibatlandırarak, demokratik normlarla uyumlu hale getirmek maksadıyla geniş bir siyasi ittifak oluşturmayı başarmıştır.
2007 yılındaki E-Muhtıra krizi de orduyla ilgili meselelerde Erdoğan’ın elini güçlendirmiş ve TSK ile yeni bir dönemin başlamasına neden olmuştur. Hükümet, Ergenekon ve Balyoz davalarında tutuklanan subayların terfilerini veto ederek ve kendi terfi ve emeklilik listelerini dayatarak, 2010 yılından itibaren günümüze kadar, Yüksek Askeri Şûra (YAŞ) üzerindeki otoritesini önemli ölçüde artırmıştır.
Başbakan Erdoğan, 2017 yılı Temmuz ayında üst düzey askeri komutanların istifası sonrasında, ordunun başına yeni ve daha itaatkâr bir kadroyu göreve getirmiştir. O tarihten günümüze kadar geçen sürede; özellikle de Gülen-AKP çatışması patlak verdikten ve PKK (Partiya Karkerên Kurdistanê – Kürdistan İşçi Partisi) ile barış süreci başarısızlıkla sonuçlandıktan sonra, daha itaatkâr üst düzey TSK komutası altında ve Suriye’nin Afrin eyaletinde 2018 yılında icra edilen askeri harekâtın başarısı sonrasında, üst düzey askeri komutanlar ile AKP liderliği arasındaki ilişkiler önemli ölçüde iyileşmiştir.
TSK kadroları darbe girişimi sonrasındaki tasfiyelerle önemli ölçüde azaltılmıştır. Başarısız darbe girişiminin hemen sonrasında Kara, Deniz, Hava Kuvvetleri, Jandarma ve Sahil Güvenlik Komutanlıklarından 11 üst düzey komutan uzaklaştırılmıştır. Kara, Deniz ve Hava Kuvvetlerindeki 325 generalden 150’si (% 46), ya görevden uzaklaştırılmış ya da kendi istekleri dışında emekli edilmiştir.
Darbe girişiminden sonraki yedi ay içinde muvazzaf subay sayısı, yaklaşık %20 oranında azaltılarak 32,451’den 25,728’e düşmüş, toplamın %77’ne karşılık gelen 1,400 kurmay subay elimine edilmiş ve 2016 yılı Temmuz ayında da kurmay subaylık sistemi kaldırılmıştır. 2017 yılı sonuna kadar geçen sürede, bütün profesyonel askeri eğitim kurumlarında okuyan toplam 16,409 askeri öğrenci okullarından atılmıştır.
Islah edilen askeri akademiler ve subay okulları, askeri okullardan atılanların yerini almak üzere öğrenciler yetiştirmiş, fakat mezun olan 27,000 subay ve 67,000 astsubay, Türk Silahlı Kuvvetlerinin darbe öncesindeki kuvvet sayısına ulaşmasında yetersiz kalmıştır. Türk ordusu 2018 yılı Ocak ayında, 3,755 subay, 5,375 astsubay, 13,213 uzman çavuş ve 20,595 sözleşmeli er ve erbaş olmak üzere toplam 42,938 personel almayı planladığını duyurmuştur.
Milli Savunma Bakanı Hulusi Akar, 2018 yılı Aralık ayında yaptığı bir açıklamada; 2016 yılından o tarihe kadar geçen sürede, 150’si general ve amiral olmak üzere toplam 7,595 subayın Gülen hareketiyle bağlantıları nedeniyle Türk Silahlı Kuvvetlerinden uzaklaştırıldığını ifade etmiştir.
Ordudaki tasfiyelerin üst düzey komutanlar ve karargâhlardaki kadrolar ve personel yönetiminde görev alanlar üzerinde odaklandığına bakıldığında, Türk hükümetinin Gülencilerin, tıpkı Dışişleri Bakanlığı ve diğer bakanlık kadrolarında da öne sürüldüğü gibi öncelikle personel temin ve terfilerde etkinlik kazanma peşinde olduğunu değerlendirmiş olabileceği görülmektedir.
Hükümetin bu konudaki görüşünün, bu hedefe ulaştıktan sonra Gülencilerin, gizli ajandalarını gerçekleştirmek maksadıyla; takipçilerini karargâh personeli ve operasyonel açıdan belirleyici olabilecek kadroların yanı sıra askeri istihbarat, yargı ve sağlık sistemlerine sızdırmayı sağlamış olacakları şeklinde görülmektedir. Bu değerlendirme hiç şüphesiz darbe sonrasındaki önemli reformları ve yeniden yapılanmayı etkilemiş ve cumhurbaşkanı ile savunma ve iç işleri bakanlarına TSK üzerinde yeni yetkiler vermiştir. 31 Temmuz 2016 tarihinde ilan edilen Olağanüstü Hal yasası Türk sivil asker ilişkilerinde tarihi bir revizyon başlatmıştır.
İlk olarak; kanun hükmünde bir kararname ile Kara Kuvvetleri, Deniz Kuvvetleri ve Hava Kuvvetleri Komutanlıkları, Türk Genelkurmay Başkanlığının yetkisi azaltılarak direkt olarak sivil milli savunma bakanına bağlanmıştır. Yeni yasal düzenlemelere göre cumhurbaşkanı, kara, deniz ve hava kuvveti komutanlarından direkt olarak bilgi alabilecek ve emir verebilecektir. Jandarma Genel Komutanlığı ve Sahil Güvenlik Komutanlıkları ise bu KHK öncesinde İç İşleri Bakanlığına bağlanmıştır. Parlamentonun Türk Silahlı Kuvvetlerini gözetimindeki rolü reformların kamuoyunda tartışılmasına dâhil edilmemiştir.
İkinci olarak hükümet, Türk Ordusu bünyesindeki bütün eğitim kurumlarının bağlandığı bir Milli Savunma Üniversitesi kurarken silahlı kuvvetlerin kendine özgü kültürünün yeşerdiği mevcut bütün askeri eğitim kurumlarını da kapatmıştır. 2016 yılı Ekim ayında Recep Tayyip Erdoğan orduya danışma gereği dahi duymadan, silahlar geçmişi veya ilgili bir akademik olmayan tarih bölümü mezunu Erhan Afyoncu’yu Milli Savunma Üniversitesinin dekanlığına atamıştır. Ayrıca yayınlanan bir kanun hükmünde kararname ile askeri akademiler yerine sivil üniversitelerden mezun olan sözleşmeli subay sayısı da önemli ölçüde artırılmıştır.
Üçüncü olarak da askeri terfi, emeklilik ve disiplin tedbirleriyle ilgili kararların alındığı Yüksek Askeri Şuranın yapısı, çok daha fazla sivil etkiye tabi hale getirilmiştir. 2016 yılı öncesinde YAŞ’a başbakan başkanlık etmektedir ve 15 general ve amiral arasındaki diğer tek sivil de milli savunma bakanıdır. Getirilen yeni düzenlemeye göre YAŞ’a başbakan yardımcısı, dışişleri, adalet ve içişleri bakanları dâhil edilmiştir. Buna ilave olarak general ve amiral sayısı önemli ölçüde azaltılmış ve sadece Genelkurmay Başkanı ile kuvvet komutanları ile sınırlandırılmıştır.
En önemlisi ise Jandarma Genel Komutanın YAŞ üyeliğinden çıkarılması ve savunma bakanının YAŞ Genel Sekreterlik görevini Genelkurmay Başkan yardımcısından devir almasıdır. 02 Ağustos 2017 tarihli YAŞ toplantısında Erdoğan; genelkurmay başkanını görevde tutarken Kara, Deniz ve Hava Kuvvetleri komutanlarını değiştirmiştir. Bu üst düzey komutan değişiklikleri askeri terfilerde artan siyasallaşmayı ve Erdoğan’ın silahlı kuvvetlerin Suriye, terörle mücadele ve Gülencilerin köklerini kazımaya odaklanması yönündeki arzusunu yansıtmaktadır.
Bu, 2016 yılındaki başarısız askeri darbe girişiminden sonra yeniden yapılandırılan YAŞ’ın ilk toplantısıdır ve hem cumhurbaşkanı hem başbakanın terfi listelerinin hazırlanması ve son hale getirilmesinde önemli roller oynadığı görülmektedir. Terfi listeleri geçmişte üst düzey komutanlar tarafından Yüksek Askeri Şûra öncesinde gizlilik içinde şekillendirilmekte ve sunulduklarında da rutin bir şekilde onaylanmaktadır. Silah arkadaşları arasında en düşük rütbeli olanın komutanlığa atandığı Türk Donanmasında büyük bir deprem yaşanmıştır.
YAŞ bunun yanı sıra alışılmadık bir şekilde emekliliği gelen birçok üst düzey subayın görev süresini uzatmış ve bazıları da tuğgenerallik rütbesine terfi ettirilmiştir. Bu yapılanlar, dört ve tek yıldızlı generaller arasında önemli bir boşluk yaratan ve muhtemelen bazı birliklerin harbe hazırlık seviyelerini azaltan darbe sonrasındaki tasfiyelerin etkileriyle başa çıkılmasına yardımcı olmaları için tasarlanmış olabilirler.
Tasfiyeler ve askeri reformların Türk Silahlı Kuvvetlerinin harbe hazırlık seviyesi, kabiliyetleri ve moralinin yanı sıra sivil-asker ilişkilerini de olumsuz yönde etkilediği görülmektedir. Bilgili gözlemciler, siyasi dürtülerle yapılan yapısal reformların emir komuta zincirini berbat bir hale getirdiğini, silahlı kuvvetler bünyesindeki iç rekabeti artırdığını, Türk Silahlı Kuvvetlerinin taktik ve stratejik kapasitesini azalttığını ve personel arasında siyasallaşmaya neden olduğunu bildirmektedir.
Türk Silahlı Kuvvetlerinde yapılan tasfiyeler en çok Hava Kuvvetlerine zarar vermiş ve eğitimli pilot sayısında önemli sayıda azalmaya neden olmuştur. TSK bazı emekli subayları yeniden göreve çağırmayı denemiş fakat bugüne kadar çok az sayıda subayın aktif askerlik hayatına dönmeye istekli olduğu görülmüştür. Birçoğu Birleşik Devletlerde ileri seviye eğitim alan ve askeri dönüşüm projelerinde çalışan orta rütbeli 200’den fazla subayın, 2016 yılında ordudan tasfiye edilmesi modernizasyon çabalarını yavaşlatabilir.
Kara Kuvvetleri bünyesindeki helikopter pilot sayısında da 40 personelin ordudan atılması sonrasında giderek artan bir eksiklik görülmektedir. Pilot sayısındaki bu eksiklik, PKK terör örgütüne yapılan hava saldırılarına katılan, Türk hava sahasında devriye uçuşları icra eden ve Suriye’de Türk Silahlı Kuvvetlerinin kara harekâtını destekleyen personelde stres yaratmaktadır. Bunun yanı sıra Hava Kuvvetlerinin seçkin Muharebe Arama ve Kurtarma (MAK) birliklerinde görev yapan birçok helikopter pilotu ve diğer subay ve astsubaylar ile Donanmanın Sualtı Taarruz (SAT) Birliklerinden komutanların da darbeyi desteklemek suçuyla ordudan atıldıklarına dair bilgiler mevcuttur.
Askeri komutanların olağandışı siyasal faaliyeti ve profesyonellik seviyesindeki genel düşme, Türk Silahlı Kuvvetlerindeki düşük rütbeli subayları yabancılaştırmış ve vazifeden soğumalarına neden olmuştur. Orta rütbeli subayların askeri komutanlıktan aşırı derecede rahatsız olduğu bildirilmektedir. Bazı gözlemciler bu hoşnutsuzluğun gelecekte başka bir darbe girişimine dahi neden olabileceğine inanmaktadırlar. Geçmişte kamu düzeninin koruyucusu ve laik devletin teminatı olarak görülen Türk Silahlı Kuvvetlerine olan halkın güveni aşınmış, fakat Türk Silahlı Kuvvetlerinin 2018 yılında Suriye’nin Afrin eyaletinde Kürt unsurlara karşı yürüttüğü operasyondaki başarısı sonrasında bir dereceye kadar yeniden kazanılmıştır.
Bütün bu karmaşa içinde, Hulusi Akar Birleşik Devletler ve diğer yabancı ordular için anahtar bir muhatap olarak kalmıştır. 2017 yılında Türk Genelkurmay Başkanlığı görevinde kalması ve sonrasında da 2018 yılının Temmuz ayında, yeni icracı cumhurbaşkanlığı sisteminde ilk cumhurbaşkanlığı kanun hükmünde kararnamesi ile Milli Savunma Bakanlığına getirilmesi, onun bir süre daha Türk savunma işlerinde önde gelen isim olmaya devam edeceğini göstermektedir.
Darbe girişimi sonrasında emniyet sektöründe yapılan reformlarla Türkiye’nin yarı askeri polis gücü olan Jandarma Genel Komutanlığının kontrolü de Türk Silahlı Kuvvetlerinden İçişleri Bakanlığına aktarılmıştır. 2015 yılı Mart ayına kadar, resmi olarak İçişleri Bakanlığı kontrolünde olan Jandarma Genel Komutanlığındaki terfi ve emekliliklere Türk Silahlı Kuvvetleri karar vermiştir. Avrupa Komisyonu 2015 yılı Türkiye Raporu, jandarmanın kolluk kuvvetleriyle ilgili vazifesinde sivil denetimi artıracağından, kentlerdeki jandarma personelinin atama, açığa alma ve yönetim yetkisinin İçişleri Bakanlığına aktarılmasını tavsiye etmektedir.
Ancak bu reforma karşı çıkanlar, yapılanları; Adalet ve Kalkınma Partisinin Jandarmayı AKP sempatizanları ile doldurma ve sadece partiye sadık bir güç oluşturma planı olarak öngörmekte ve kamu hizmetlilerinin maaş ödenmeyen erbaş ve erlerin yerlerini alması nedeniyle 7 milyar ABD doları tutarında ilave bir maliyet artışı beklemektedir. Güvenlik açısından bakıldığında; artan siyasi etki, Jandarma Genel Komutanlığında disiplin ve profesyonellik kadar personelin moralini de azaltabilir.
Geçmişte Jandarma Genel Komutanlığı ve Türk Silahlı Kuvvetlerinin yakın işbirliği yaptığı teröre karşı yapılan mücadelede, operasyonel seviyede komuta kontrol problemleri görülebilir ve ordu, jandarmanın sahip olduğu deneyim ve bilgi ağından mahrum kalabilir, bir savaş durumunda ise 150,000 daha az hazır kuvvet anlamına gelecektir.
Darbe girişimi sonrasında yeni mevzuat, başta eğitim olmak üzere tedarik ve lojistik yetkilerini Türk Silahlı Kuvvetlerinden İçişleri Bakanlığına devretmesine rağmen jandarmanın tamamen sivilleşmesi henüz bitirilmemiştir. Hâlâ dört yıldızlı bir general tarafından emir komuta edilmeye devam edilmekte ve Jandarma Genel Komutanlığı karargâhındaki personelin büyük kısmı askeri geçmişi olan personelden oluşmaktadır.
Çevirenin Notları: Bu yazı, RAND Düşünce Kuruluşu tarafından kaleme alınan; Türkiye’nin Milliyetçi Rotası – ABD-Türkiye Stratejik Ortaklığı ve ABD Ordusu için Çıkarımlar (Turkish Nationalist Course – Implications for the U.S.-Turkish Strategic Partnership and the U.S. Army) başlıklı raporun ‘‘Sivil-Asker İlişkileri ve Askeri İmkân ve Kabiliyetler’’ alt başlığının çevirisidir.
Yazı aslına sadık kalınarak çevrilmiştir ve raporda ifade edilen görüşler yazarların görüşlerini yansıtmaktadır. Yazının çevrilerek paylaşılması Sun Savunma Net sitesi ve çevirenin ifade edilen ve ileri sürülen görüş ve iddiaları paylaştığı anlamına gelmemektedir.
Herkes bir şeyler söylüyor ve çeşitli zorlama iddialar ortaya atıyor. Ben bu konuda Sayın Hulusi Akar’ın aşağıdaki açıklamasına katılıyorum.
“Raporda kullanılan, özellikle bakanlık, şahsım, Türk Silahlı Kuvvetleri ve Milli Savunma Üniversitesi hakkındaki ifadelerin, aramıza nifak tohumları ekmek isteyen çevrelere malzeme olabilecek kurnazlıkla kurgulanmış olmasını ve bunun da çarpıtılarak farklı anlamlar yüklenmesini, gerçekleri yansıtmayan zorlama imalarda bulunulmasını esefle karşılıyorum.”
İngilizce bilmeyen sayın okurlar, RAND Corporation adlı düşünce kuruluşu tarafından hazırlanan aynı rapordan çevirilerin yer aldığı, Sun Savunma Net sitesinde aşağıdaki başlıklarla yayımlanan yazıları da okuyabilirsiniz.
Raporun tamamına aşağıdaki link üzerinden erişebilirsiniz.
Turkey’s Nationalist Course and How It Affects U.S.-Turkish Relations
America’s longstanding partnership with Turkey, a powerful NATO ally, has become strained in recent years. The two countries’ interests are not as aligned as they once were, and tensions between Turkey and Europe have exacerbated these strains. What can be done to sustain the U.S.-Turkish relationship?