savunmahavacılıkteknolojipolitikaanalizmevduatkriptosağlıkkoronavirüsenflasyonemeklilikötvdövizakpchpmhp
DOLAR
35,1981
EURO
36,7471
ALTIN
2.968,65
BIST
9.724,50
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
Ankara
Hafif Yağmurlu
6°C
Ankara
6°C
Hafif Yağmurlu
Pazar Parçalı Bulutlu
9°C
Pazartesi Yağmurlu
10°C
Salı Yağmurlu
8°C
Çarşamba Hafif Yağmurlu
8°C

Siyasilere Çağrı

Siyasilere Çağrı
A+
A-

Siyasilere Çağrı

Savaş kanlı bir siyasettir, siyaset ise kan dökülmeden yapılan bir savaştır. Mao Zedung

Böyle bir zamanda siyasetçilerin asli görevi milli birlik ve beraberliğin sağlanması ile harekâtın önce askeri sonra da siyasi hedefinin ele geçirilmesine yönelik elverişli politik ortam oluşturulmasıdır.

Yazar: Yakup Battal, Sun Savunma Net, 12 Şubat 2018

Politics and War, Miles Land. Foto: Deviant Art

Fransa Başbakanı Georges Clemenceau 1. Dünya Savaşı sırasında “Savaş, generallere bırakılamayacak kadar ciddi bir iştir” demiş, bu söz Churchill tarafından düstur edinilmiş, Charles De Gaulle de “Politika, politikacılara bırakılmayacak kadar ciddi bir meseledir.” demiştir.  Sağ olsun politikacılarımız De Gaule’ü haklı çıkarmak için ellerinden geleni yapmaktalar.

Clausewitz’in “Savaş politikanın başka araçlarla (kuvvet kullanımıyla) devamıdır.” sözü de dikkate alındığında sanırım doğru olan “savaş generallere bırakılamayacak kadar, politika da savaş zamanında sadece politikacılara bırakılamayacak kadar ciddi iştir.” demek lazım.

Dikkat ediyorum, bizde bir dış kriz oluştuğunda veya harekât yapıldığında aynı zamanda iç politikada da ciddi gelişmeler oluyor. Geçtiğimiz yıl bir yandan El Bab operasyonu yapıldı, diğer yandan da Anayasa Değişikliği Referandumu. Şimdi de Afrin Harekâtı ile yaklaşan 2019 seçimlerine yönelik parti kongreleri birlikte götürülüyor. Acaba parti olağan kongreleri ertelenemez mi? Yoksa harekatın hemen sonrasında yaz veya sonbaharda erken seçim mi yapılacak? Menbiç ve Fırat Nehrinin Doğusuna harekât söylemleri aynı zamanda seçim yatırımı mı?  Ben siyasi iktidarın böyle davrandığını düşünmüyorum, böyle bir yaklaşım şehit kanı üzerinden siyaset olur ki, hiçbir siyasi partiye yakıştıramam. Dashiell Hammett “Politikacıya soru sorma ki sana yalan söylemesin.” Mark Twain’in “Politikacının hayatının yarısı seçmeni, öbür yarısı birbirini aldatmakla geçer.” sözlerinin bizim siyasi hayatımızda yeri olmamalı.

Savaş politikanın başka araçlarla devamıdır.

Savaş veya yurt dışı harekât sırasında dış politika, en az harekât kadar önemlidir. Harekât/savaş ortamında, başta siyasi iktidar olmak üzere politikacıların asli görevleri;

  • milli birlik ve beraberliğin sağlanması,
  • savaş veya harekâta Milletin destek vermeye devam etmesinin sağlanması,
  • harekâtta veya savaşta acil ihtiyaç duyulan personel, silah ve malzemenin temini ve
  • uluslararası kamuoyunun idare edilmesi ve savaş/harekât sonunda politik sonucun alınmasına uygun ortam oluşturulmasıdır.

Şimdi milli birlik ve beraberlik zamanı, ancak bunu kim sağlayacak? Anayasa’nın 104. Maddesi “Cumhurbaşkanı Devletin başıdır. Bu sıfatla Türkiye Cumhuriyeti’ni ve Türk Milleti’nin birliğini temsil eder, Anayasa’nın uygulanmasını, Devlet organlarının düzenli ve uyumlu çalışmasını gözetir.” yazdığına göre asli sorumlu Sn. Cumhurbaşkanı olmak üzere Hükümet ve milletvekilleridir.

Sn. Cumhurbaşkanı Anayasal görevi gereği söylem, tutum ve davranışları ile kendine oy vermeyen vatandaşları da kucaklayacağına, CHP’yi HDP/PKK ile özdeşleştirmektedir.  Siyasi iktidar maalesef ya inandığı ya da propaganda taktiği olduğu için “Madem milletin çoğunluk oyu ile seçildim, milleti ben temsil ediyorum, milli irade benim” düşüncesi içinde “Vatan ve milleti ben düşünüyorum, benim gibi düşünmeyenler haindir” yaklaşımında hareket etmektedir. Bu düşünce, 1600’lü yıllarda Hobbes ve 1700’lü yıllarda Rossue’nun düşünceleri olup, günümüz dünyasında geçerli değildir ve anti demokratiktir.

Sn. Cumhurbaşkanı, %90 oranı ile değil %52 ile seçilmiştir, yani Türk Milleti’nin yarısı kendine oy vermemiştir, son Nisan 2017 referandum sonucu bellidir. Türk Milleti’nin her ferdi, siyasi iktidar yanlısı olmak zorunda değildir. Siyasi iktidara ve MHP’ye oy vermeyen insanlar hain değildir, aralarında PKK ile savaşmış, Doğu ve Güneydoğu’da görev yapmış, hatta ve hatta bazı şeyleri bilip de Vatan ve Millete vefa borcu nedeniyle susanlar vardır.



Ben CHP’li, daha doğrusu hiçbir partiden değilim. Churchill’in “Bazı insanlar prensipleri için partilerini, bazıları partileri için prensiplerini değiştirir” yaklaşımında ben prensiplerim için partiyi değiştiririm. Her Türk vatandaşının da partileri için prensiplerini değiştirmek yerine, prensiplerine göre partilerini değiştirmesinin Vatan ve Milletin hayrına olduğunu söylerim.

CHP, Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucu partisidir ve mazisi incelendiğinde Vatan, Millet ve Devlet için iktidarı bırakabilmiş, kötü olmayı dahi sineye çekebilmiştir, bugünkü politikaları da Vatan, Millet ve Devlete sadakat içindedir. Bunları söylerken her parti gibi CHP’nin de hata ve yanlışları, CHP içinde HDP sempatizanları veya benzer düşünen azınlık olabilir; ancak CHP’yi HDP ile özdeşleştirmeye çalışmak, Millete ve Vatana kötülük etmektir. Bunu başka bir yazıda açıklayabilirim.

Siyasi iktidar açısından diğer bir konu ise, arzu ettikleri gibi CHP/HDP özdeş algısı seçmende oluşursa, “Bazı insanlar prensipleri için partilerini değiştirir” düşüncesinden hareketle bazı CHP’liler ilk turda da Sn. Meral Akşener, belki de Sn. Abdullah Gül’ü destekleyebilir. Böyle bir durumda Sn. Cumhurbaşkanı birinci turda seçilemezse ikinci turda hüsrana uğrayabilir.

Sn. Cumhurbaşkanı Yunus Emre’nin “Yaratılanı severim, Yaratandan ötürü” sözünü ilke edinmiştir. Tolstoy’un “Bir insanın başka insanları, hatta düşmanlarını bile sevmesi, Tanrı’yı da bütün belirtileriyle sevmesi demektir. Bizim için kıymetli olan bir kimseyi sevmek insani sevgidir, düşmanını sevmek hemen hemen Tanrısal sevgidir.” sözü de sanırım her ülkenin Cumhurbaşkanı veya Devlet Başkanı için rehber niteliğindedir.

Türk Ordusu, siyasi iktidarın veya ‘‘Milli Mutabakat’’ denen ittifakın ordusu değildir, aynı şekilde Afrin Harekâtı da kesinlikle siyasi iktidarın veya Milli Mutabakat denen ittifakın harekâtı değildir. Türk Ordusu Türk Milletinin Ordusudur. Türk Ordusunun adı da Türk Silahlı Kuvvetleridir.

Bugün harekâta katılan veya katılacak askerler, oy kullanmaya hak kazanmış kişilerdir. Kışlada siyaset yasaktır, her rütbedeki asker siyaset yapmamalıdır. Kışlaya siyaset sokulmasının sıkıntı ve yaralarını hala çekiyoruz; ancak her asker de bir vatandaş olarak oy verir. Bütün dünyada bu böyledir. Her Türk askeri, siyasi iktidar partisine veya MHP’ye oy vermek zorunda değildir. Şayet her asker, siyasi iktidara oy veriyorsa zaten asker siyasallaşmış demektir.

Kendinizi siyasi iktidara veya MHP’ye oy vermemiş ve harekâta katılan veya katılmayı bekleyen bir asker olarak düşününüz, PKK/PYD ile savaşıyorsunuz veya savaşacaksınız, birisi sizin oy verdiğiniz partiyi veya kitleyi PKK/PYD yandaşı olarak suçluyor.

Afrin Operasyonuna katılan zırhlı birlikler. Foto: Sözcü

Üstelik siz, çözüm sürecini biliyorsunuz, Salih Müslim ve Barzani’nin Türkiye’ye gelişlerini ve meşhur Diyarbakır mitingi ile Habur’a gelen PKK’lılara yapılan karşılamayı hatırlıyorsunuz. Ne düşünürsünüz? Bili Vaugheur’ün “Hata yapmak insanlara vergidir, bunu başkalarının üstüne atmak politikadır.” deyişini hatırlamaz mısınız?

Kendinizi oğlu harekâta katılmakta olan veya katılacak, CHP’ye veya başka bir partiye oy vermiş bir anne ve baba olarak düşününüz, oy verdiğiniz parti böyle suçlanırken ne düşünürsünüz?  CHP’li aileyi bir yana bırakın, siyasi iktidara oy vermiş bir anne ve baba ne düşünür? “Benim oğlum cephede savaşıyor, siyasiler koltuk kavgası yapıyor.” demez mi? Ben size söyleyeyim; her anne bunu en azından içinden kendi kendine söyler. Ateş düştüğü yakar, evlat acısı ana ve babanın kalbine kor gibi düşer, zaman içinde küllenir ama ölünceye kadar unutulmaz.

Savaş/harekât, ciddi ve kapsamlı bir faaliyetler dizisidir. Öncelikle her savaşın/harekâtın politik ve politik-askeri veçheleri hazırlanır, yani harekâtın en üst düzeyde politik ve politik-askeri hedefleri ile ana prensipler belirlenir. Politik-askeri veçhe/direktife göre askeri harekât seviye olarak stratejik, operatif ve taktik olmak üzere üç kademede, zaman olarak cari (güncel icra edilen) gelecek (planlanan) müteakip (tasarlanan) olmak üzere üç zamanlı olarak planlanıp icra edilir. Bazen kademe ve zamanlar birleştirilebilir. Bu konularda eleştirilecek hususlar vardır, ancak yeri ve zamanı değildir.

Savaş veya harekâtın politik-askeri seviyede amacı karşıt kuvvetlerin savaşma azim ve iradesini kırmaktır, karşıt kuvvetleri veya teröristleri yok etmek ancak taktik seviyede amaç olabilir. Televizyonlara bakıyorum, sanki tugay harekât merkezi gibi bir kısım kişiler araziyi ve ele geçirilen köyleri anlatıyor. Bu tür yaklaşım yanlıştır. Böyle bir zamanda yapılması gereken askerlerimizin savaşma azim ve iradesini artırmak, PKK/PYD’nin savaşma azim ve iradesini kırmaktır.   

Şehit ve gazilik harekât veya savaşın doğasında vardır. Önemli olan en az sayıda şehit verilmesidir. Şehit haberleri vatandaşın moralini bozar, askeri harekâta desteği azaltır, harekâta girmemiş askerler ve dış kamuoyunda olumsuz etki yapar. Yapılması gereken Hükümet, Dışişleri ve Genelkurmay Başkanlığınca mümkünse basın sözcüleri marifetiyle harekât hakkında günlük bilgi verilerek basın mensuplarının ve Halkın aydınlatılması, medyanın da böyle bir ciddi konuya daha sorumlu ve ilkeli yaklaşmasının sağlanmasıdır. Zira bazı basın mensupları iyi niyetli olarak olumlu haber veriyorum derken, hata veya yanlış yapmakta, normal bir insan anlamasa da uzman kişilere istihbarı bilgi verilmektedir.   

Dış siyaset ile harekât arasında çok yakın bir ilişki vardır.  Siyasi iktidar ve milletvekilleri böyle bir zamanda önceliği dış politikaya vermeli, diğer ülkeler nezdinde iktidar ve muhalefet milletvekilleri de yoğun çalışma yapmalıdır. Siyasi iktidar ise, bir yandan kendine düşen dış politika görevlerini yerine getirmeye çalışmakta, diğer yandan parti olağan kongrelerini yapmakta, bu kongrelerde harekât hakkında açıklamalar yapmaktadır.

İnternet sitelerine girin göreceksiniz ki sadece Genelkurmay Başkanlığı sitesinde açıklama ve bilgi mevcut; Cumhurbaşkanlığı, Başbakanlık, Milli Savunma Bakanlığı ve Dışişleri İnternet sayfalarında Afrin Harekâtı ve PKK/PYD konularında birkaç Twitter mesajı dışında doğru dürüst bilgi yok.  Bir an önce internet sitelerine harekât hakkında iç ve dış kamuoyunu aydınlatacak bilgi konulmalıdır.

Savaş, sadece askeri unsurlar ile değil; politik, ekonomik, sosyal vb. tüm milli güç unsurları ile yapılan kapsamlı ve koordineli birçok yönü olan bir eylemler zinciridir. Bunun için Cumhurbaşkanlığı, Başbakanlık, Bakanlıklar ve bunlara bağlı kamu kurum ve kuruluşların koordineli çalışması, böyle yapıldığının Türk Milletine ve bütün dünyaya gösterilmesi gerekir.   

Meclis, harekât konusunda adeta tatile çıkarılmıştır, siyasi iktidar ve Dışişleri Bakanlığınca uluslararası kuruluşlar nezdinde harekât başlamadan yapılması gereken çalışmalar, yeni yeni yapılmaya başlanmıştır. Harekâtın dış politika ve medya ile ilişkiler konusunda bazı ciddi hatalar yapılmakta, eksiklikler bulunmaktadır.

ABD’ye ve tüm dünyaya Afganistan’da ve Pakistan’da yaşananlar, 11 Eylül Saldırısı, Taliban, El Kaide, Kuzey İttifak gibi aktörlerin tavır ve davranışları örnek verilerek açıklama yapılabilir. Suriyeli sığınmacılar uluslararası alanda çok güçlü bir kozdur.

PYD terör örgütü değildir diyen herkesin önüne KCK-Rojava Sözleşmesi, PYD Tüzüğü ve Öcalan posterleri konulmalıdır.   

Eğri oturup doğru konuşmak gerekir, ABD ve Batı, 1950-1959 dönemi hariç olmak üzere Türkiye’de hiçbir siyasi iktidara 2002-2012 dönemi kadar destek vermemiştir. Türkiye de 2003 yılında Süleymaniye’de Türk askerlerinin başına çuval geçirdiğinde ABD’ye nota dahi vermemiştir. Sn. Cumhurbaşkanı, partisinin grup toplantısında ”Bir olay olduğunda ‘pat’ diye onun üzerine atlanmaz. Atalarımız tecrübenin neticesinde bunu dile getirmişler. Bize, öfkeyle kalkarak değil, olgunlukla kalkarak ve olgunlukla kararlarımızı almak yakışır. Bu göçebe devlet olmamamızın bize verdiği olgunluktur. Biz asırları aşmış, kökü binlerce yılı aşmış bir tarihten geliyoruz. Bunun bir deneyimi var.

Türk Silahlı Kuvvetler ve Türkiye tarihindeki kara leke. 4 Temmuz 2003

Öyle kalkıp nota verecek misiniz? Ne notası veriyorsun? Onu söyledim… Müzik notası mı? Olayı teşhis edeceksin, derinliğine teşhis edeceksin, anlayacak, bileceksiniz, ha verilmesi neyse ondan sonra verirsin. İki tane ortak arasında dargınlık olduğu zaman, bu dargınlığı nasıl gideririz, ona çalışılır. Ortak, ‘yanlış yapıldı’ diye ortaklığı bozmaz…” demiş ve Kuzey Irak’ta meydana gelen olay hakkında kamuoyundaki tepkileri bildiklerini söylemiş ve olayın ‘‘diplomatik bir nezaket’’ ile aşıldığını ifade etmiştir.

Şimdi bu kadar sert söylem orantılı mıdır?      Dış politikada yumuşak bir tonda ve diplomatik lisanla fikirlerin en iyi şekilde açıklanması esastır. Her lider veya diplomat, kendi ülkesinin çıkarlarına göre konuşur. Haklı fikirleri uygun lisan ile tartıştığınızda size daha fazla saygı duyarlar, azami kazanç sağlanır. Hakaret eder veya yüksek sesle konuşursanız kabalık ve kendilerine hakaret olarak görür, husumet beslerler.

  1. Abdülhamit “Dış politika, hassas terazi ile tartılmalıdır.” Victor Hugo “Politikacının dili, sivri değil kıvrımlı olur.” demiştir. Kriz ve savaş zamanlarında, sert söylemlerden kaçınılması, yanlış anlaşılabilecek sözler sarf edilmemesi gerekir. Harekât zamanı söylemi, kimi zaman Ali Poyrazoğlu’nun bir yandan “dostluk, kardeşlik, insanlık” deyip öbür taraftan adamı dövdüğü bir tiyatro sahnesini andırır.

Diğer taraftan bu tür harekât için bölge ülkelerini ve uluslararası kamuoyunu tatmin etmek için bazı prensipler sürekli vurgulanır. Örneğin; sadece Suriye’nin toprak bütünlüğüne saygılıyız denilmektedir, oysa BM’nin şablon ifadesi “Suriye’nin egemenliğine, bağımsızlığına, birliğine ve toprak bütünlüğüne saygılıyız” dense daha hoş olur.  İlave olarak, harekâtın insani amaçlı ve geçici olduğu, harekât esnasında sivillere zarar verilmemesi için azami gayret gösterileceği, orantılı güç kullanılacağı gibi şablon prensipler, bölük pörçük parti kongrelerinde ve bazı diğer basına verilen demeçlerde gündeme getirilmektedir, en kısa sürede Cumhurbaşkanlığı, Başbakanlık, Milli Savunma ve Dışişleri Bakanlığı internet sitelerinde harekâtın politik amaç ve hedeflerini ve temel ilkeleri açıklayan bir bildiri koyulması yararlı olur. 

Türkiye’nin KCK/PKK/PYD ile Mücadele Stratejisi, bölge dinamiklerine göre güncellenmelidir. Basın mensubu olsam “KCK/PKK/PYD’nin kâğıt üzerindeki ideolojisi nedir? KCK/PKK/PYD arasında nasıl bir ilişki vardır? diye sormak isterdim. PKK demek PYD demek deniyor da bunu bütün dünyaya örnek vererek açıklamak siyasilerin ve diplomatların görevidir. Anlamazlar diyebilirsiniz, gözlerine sokacaksınız, ısıtıp ısıtıp önlerine koyacaksınız? Çünkü bu bizim ulusal meselemiz.

Ayrıca böyle bir zamanda milli birlik ve beraberliği sarsacak söylem ve eylemlerden kaçınılmalıdır. Türk Tabipler Birliği’nin bir açıklaması gerekçe gösterilerek, Türkiye Barolar Birliğinin ve Türk Tabipler Birliğinin isimlerindeki Türkiye ve Türk kelimelerinin kaldırılması gündeme getirilmiştir.

Öncelikle bu tür barış açıklamaları, kamuoyunda fazla rağbet görmedikçe zararlı değil, yararlıdır, demokrasinin ve ifade özgürlüğünün göstergesidir. Nihayetinde herkes aynı fikirde olacak değildir ve her ülkede bazı kişiler zaten savaş karşıtıdır. İlla siyasi iktidar bunlara cevap vermek zorunda değildir, zaten kısa bir süre sonra unutulup gidecektir. Bunları fazla büyütmek sönecek ateşe gaz dökmek gibidir. Ateşi söndüreceğine parlatırsın.  

Amaç, isim tartışmasından öte, siyasi iktidarın kontrol edemediği kurum ve kuruluşların birliğini bozarak, kendine yandaş kurum ve kuruluşlar oluşturma gayreti ise bu daha tehlikelidir. Haydi, Türk Tabipler Birliği açıklama yaptı, Türkiye Barolar Birliği ne yaptı? Diğer yandan siyasi iktidarın Türk ve Türkiye kelimelerine olumsuz yaklaşımını bu ortamda söylemesi doğru mudur?

Siyasi iktidar, 15 Temmuz sonrasında da yaptığı gibi adeta savaş, terör ve kalkışma gibi durumları fırsat bilip, devlet yapısını kendine göre şekillendirmeye çalışıyor izlenimi yaratmaktadır. Mevcut siyasal iktidar zamanında paralel yapılanmadan çok çekilmiştir, HDP ve Güneydoğu’yu bir yana bırakalım, Türkiye’nin kalan büyük kısmında da kutuplaşma devam etmekte, adeta birbirinden kültür ve yaşam felsefesi bakımından farklı iki Türkiye oluşmaktadır. Bu durum paralel yapılanmadan da tehlikelidir, bu tür bloklaşma arttığı sürece, Türk Milleti’nin birlik ve beraberliği ile vatanın bütünlüğü tehlikeye girer. Mevcut siyasal ve sosyal trend devam ederse, korkarım ki Türkiye göz göre göre önce eyalet sistemine, sonra da bölünmeye doğru gidebilir, bir noktadan sonra da dönüşü olmayabilir, bu kuşku beni ciddi şekilde rahatsız etmektedir.

Suriye, küresel ve bölgesel aktörlerin cirit attığı bir ülkedir, bu ülkedeki gelişmeler ülkemizin ulusal çıkarlarını hayati derecede doğrudan etkilemektedir. Bu nedenle başta Sn. Cumhurbaşkanı ve Hükümet olmak üzere siyasilerin görevi; milli birlik ve beraberliğin sağlanması, gayretlerin dış politikaya yöneltilmesi, iktidarıyla muhalefetiyle bu yönde çaba sarf edilmesidir.  Böyle davranılmamasının vebali çok büyük olabilir, vatan ve millet için çok ciddi bir tehlike yaratabilir. İdeoloji veya kutsal davaya dayalı siyasi mücadeleler, yapıldıkları sırada yüce ve ulvi görülebilir, ancak sonucunun hayal kırıklığı olduğu, en yakın Sovyetler Birliği örneğinde görüldüğü gibi tarihi bir gerçektir.

Hasar görmüş binalar arasında Suriyeli bir kız. Al-Bab, 28 Şubat 2017. Foto: Reuters

Siyasetçilik, hele hele iktidar çok zor iştir. İktidar, makam ve mevkii insanı mıknatıs gibi kendine çeker, bağımlılık yapar, insanlar ideallerine doğru yürümeye devam etmek ister, ego tatmini sağlar. Lider ve yöneticilerin etrafında ‘‘güzel söz söyleyen’’ “kraldan fazla kralcı olan” birçoğu maddi ve manevi çıkar peşinde koşan bir insan grubu oluşur, bazı gerçekler ise kötü olmamak veya kötü söz işitmemek için siyasetçi ve bürokratlar tarafından söylenmeyebilir. Bunları herkes bilir de bazı kişiler bunun kendi başına geleceğine ihtimal vermez. Bunları yazarken hiçbir siyasetçi veya Sn. Cumhurbaşkanı’nı ima etmiyorum, çünkü hiçbir siyasetçiye veya yöneticiye yakın değilim, bilmiyorum. 

Bismarck’ın “Siyaset cambazlığına giren bir adam, iradesine dikkat etmelidir çünkü siyaset karakteri bozar” deyişi ağır bir söylemdir ancak her siyasetçinin kulağına küpe olmasında yarar vardır.

Mahatma Gandhi’nin “Bizi yok edecekler şunlardır: İlkesiz siyaset; vicdanı sollayan eğlence; çalışmadan zenginlik; bilgili ama karaktersiz insanlar; ahlâktan yoksun bir iş dünyası; insan sevgisini alt plana itmiş bilim; özveriden yoksun bir din anlayışı.” deyişi siyasetçilere ders niteliğindedir. 

Yöneticilerimiz, siyasetçilerimiz, her insan fani, iktidar ve siyaset geçicidir.  Baki’nin “Bâki kalan bu kubbede hoş bir sadâ imiş” deyişini hatırlatarak sizden bir vatandaş olarak isteğim; ülkenin milli güvenliğinin bu kadar tehdit altında olduğu, içte bir sürü sorunumuzun bulunduğu bu dönemde Vatanın bölünmezliği, Milletin huzur ve refahı ile Devletin bekası için birlik olunuz, milli birlik ve beraberliği sağlayınız, dış politikaya daha fazla ağırlık veriniz, milli meseleleri iç politikaya alet etmeyiniz.

Tüm şehitlerimizin, vefat etmiş gazilerimizin ruhu şad olsun, gazilerimize Allah şifa ve mutluluk, şehit yakınlarına sabır ve metanet versin.

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.