Fatih Bengi, Sun Savunma Net, 15 Ekim 2019
İkinci Dünya Savaşı sonrası başlayan demokrasi rüzgârı, ABD’nin yolunu açmak için kullanışlı bir argüman oldu. Amerika, demokrasi kılıcını Uzakdoğu’da kullandı. Kore’de 3,5 milyon, Vietnam’da 6 milyon olmak üzere toplam 9,5 milyon insan hayatını kaybetti. Yakın zamanlardan hatırlandığı gibi ABD’nin; Afganistan, Irak, Mısır, Libya ve Suriye’ye demokrasiyi götürmesi toplam 13 milyon insan hayatını kaybetmesine neden oldu. Onlar demokrasi ve insan haklarından yararlanamasalar da ölen bu 13 milyon insanın çocukları, torunları Amerikan tipi demokrasinin bütün faziletlerinden eksiksiz faydalanarak birbirlerini katletmeye devam ediyor. Son 60 yılda 25 milyon insan sadece “Amerikan demokrasisi ile tanışsın diye” katledilirken, Amerika’nın dostları ülkeler de alkışlarla bu katliama katkı sundular.
Suriye gündemi Dünya kamuoyunu tam 9 yıldır meşgul ediyor. Mart 2011 tarihinde, Dera şehrinde Arap Bahar’ından etkilenen “demokrasi yanlısı” gösterilerin başlaması ve Esad rejiminin bu gösterilere müdahale etmesiyle başlayan Suriye iç savaşında gelinen nokta tam bir felâket.
9’uncu yılına giren Suriye’deki iç savaşta yüzbinlerce insan vefat etti, 6 milyona yakın sivil savaştan kaçıp yerini yurdunu bırakarak komşu ülkelere sığındı. Suriye’de kalan siviller de sürekli korku içinde hayatlarını devam ettiriyor. Şu anda Suriye’de “Küresel güçler” tıpkı Irak’ta olduğu gibi pay kapma telâşındalar. Suriye’de barış olması ve insanların hayatları kimsenin umurunda bile değil! Suriye’deki iç savaştan en çok etkilenen ülke ise hiç şüphe yok ki Türkiye. Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliğine göre, Suriye’deki karışıklıktan kaçan 6 milyondan fazla kişinin 3 milyon 644 binine Türkiye tek başına ev sahipliği yapıyor. Türkiye’nin başından itibaren uyguladığı Suriye politikası eleştiriliyor. Birçoğu da haklı eleştiriler.
Humus, Suriye. Reuters
Günümüzde Suriye, bütün dünyanın gözü önünde cereyan eden bir dış politika laboratuvarı oldu. Suriye’deki oyuncular ülkelerinin menfaatlerini tüm güçleriyle maksimize etmeye uğraşıyorlar. Sergilenen politikalar tarafların dünya siyasetine bakış açılarını da birebir yansıtıyor. Suriye’de gizli hesabı olmayan millet ve devlet yok gibi. Bu analizi sağlıklı yapabilmek için öncelikle tarafların amaçlarını ve isteklerini bilmek gerekiyor.
İsrail, 1948 yılında kurulduğunda en büyük tepkiyi Suriye’den aldı. 1948, 1967 ve 1973 savaşlarında Suriye Arap Cumhuriyeti başrol oyunculardan biriydi. Diğer ülke ise Mısır’dı. Suriye, İsrail ile yapılan bütün savaşlarda hep en ön cephede yer aldı. Bu uğurda Golan Tepelerini kaybetti. İsrail’in amansız düşmanı olduğunu her fırsatta gösterdi. İsrail karşıtlığı politikalarından hiç vazgeçmeme uğruna Filistin’e onlarca yıl inanılmaz yardımlar yaptı, direniş örgütlerine her türlü desteği verdi.1982 yılından sonra bölgede etkinliğini artıran Hizbullah’a koşulsuz destek verdi. ABD ve İsrail, Suriye’nin parçalanmasını ve başta Kürt devleti olmak üzere Alevi, Sünni ve Dürzi devletçiklere bölünmesini istiyor. Esad’ın gitmesini ve yerine İsrail politikalarını hayata geçirecek kukla bir rejim hayali kuruyorlar. Şii bloğunun yok olması ve Şii-Sünni savaşı da en önemli projeleri olarak öne çıkıyor. ABD ve İsrail, Suriye’deki İran etkisini kırmak ve İran askeri varlığını sıfırlamak hedef ve isteklerini gizlemiyorlar.
Rusya, Rus Çarı Deli Petro’dan beri hayal ettiği Akdeniz’e inme projesini gerçekleştirdi. Deniz üsleri ve kara üslerine kavuştu. Bu sayede ABD’nin karşısında elini güçlendirdi. Bu sayede Kırım’ın ilhakını kabul ettirme yolunda önemli bir mesafe aldı. Ayrıca Doğu Akdeniz’deki enerji savaşlarında önemli bir oyuncu sıfatını elde etti.
1979 devriminden beri ABD’nin hedefinde olan İran, 40 yıldır ambargolarla terbiye ediliyor. İran, Suriye’de nefsi müdafaa yapıyor. 40 yıldır ABD saldırılarından korunmaya çalışan İranlıların savunma becerileri ve refleksleri üst düzeye çıkmış durumda. Bu süreçte dost düşman ayırımını başarılı bir şekilde yapmaları İran’dan başlayan Irak ve Suriye’de devam ederek Lübnan’da biten Şii hilalinin ortaya çıkmasını sağladı. Bu blok Yemen’e kadar uzandı. İran’ın Suriye’deki varlığı Rusya’nın varlığından çok farklı bir mahiyet taşıyor. Rusya’nın Suriye’deki varlığı yüzyıllık hayallere ulaşmaktan ibaretken, İran’ın Suriye’deki varlığı tamamen yaşamsaldır.
Rusya’nın Suriye’den çekilmesi Rusya’yı temelden sarsan bir etkiye sebep olmaz. Fakat İran’ın Suriye’den çekilmesi hem Suriye hem de İran’ın varlığı ve güvenliği açısından büyük bir felaket anlamına gelmektedir. O halde Esad, Rusya’dan ziyade İran’la beraber olmak zorunda kalacaktır. Suriye, Rusya için kullanışlı bir karttan öteye gitmezken, İran için Suriye’nin anlamı inanç birliğini de temsil eden bir coğrafyadır. Ortak düşmanları olan ABD ve İsrail’e karşı durmak her iki ülkenin mevcudiyeti için zorunludur. Rusya’nın böyle bir zorunluluğu yoktur. Rusya diğer çıkarlarına karşılık Suriye’yi pazarlık konusu yapabilir. Fakat Suriye, İran için pazarlık konusu yapılamayacak bir öneme sahiptir.
Bu yüzden ABD’nin Suriye’deki varlığı Suriye sorununun çok önemli bir kısmını oluşturuyor. Türkiye, Suriye konusunda ABD’nin izlediği politikaları güvenilmez olarak görüyor. Çünkü ABD Suriye’de bir sorun çözmek üzere değil, bölge ülkeleri ve halkları için sorunu daha da derinleştirmek, yeni sorunlar üretmek maksadıyla bulunuyor. Bir terör örgütünü allayıp pullayarak “Demokratik Güç” olarak lanse edip, bu örgüte meşru bir devlete parayla satmadığı tonlarca silahı verip bir “Silahlı Güç” yaratmaya çalışıp hem Suriye’nin hem de bölgenin bütün siyasi dengelerini altüst ediyor. Bu durumdan en büyük zararı Türkiye görüyor, en ağır faturayı da başta Suriye halkı olmak üzere Türkiye ödemek durumunda kalıyor.
Trump ve Mike Pence, Beyaz Ev’de İran yaptırımları belgesini imza basın toplantısında görülürken. Foto: AFP
ABD, Türkiye’yi güneyden kuşatan bir stratejiyi devreye sokmuş olmasına karşın bu durumu IŞİD’le mücadelenin gereği olarak sunuyor. ABD, NATO’da müttefiki olan Türkiye ile değil terör örgütü olarak kabul ettiği PKK ile bağlantılı PYD ile Suriye’de iş tutuyor. ABD, Suriye’de Türkiye’yle işbirliği yapmıyor, çünkü böyle bir birlikteliğin Türkiye’yi bölgede söz sahibi yapmasından korkuyor. ABD, Türkiye’ye oyun içinde oyun oynuyor, Türkiye’nin Suriye’deki her adımına karşı ABD’den karşı adım geliyor. ABD bu adımları meşru ve makul nedenlerin arkasına saklıyor. PYD’ye binlerce TIR dolusu silah veriyor, eğitiyor, donatıyor, bölgede yirmiyi aşkın üs inşa ediyor, PYD/PKK’lılardan sınır güvenlik güçleri oluşturuyor ve bütün bunları IŞİD’le mücadele adına “geçici ve taktiksel” olarak yaptığını ve PYD’ye hiçbir vaatlerinin olmadığını söylüyor.
ABD’li bir asker Türk hava saldırıları sonrasında Al-Malikiyah yakınlarındaki bir YPG kampını ziyaret esnasında görülürken. 25 Nisan 2017. Foto: AFP
Türkiye Fırat’ın doğusunu PKK/PYD’den temizleyeceğini ve bu bölgede hiçbir oldubittiye müsaade etmeyeceğini, sınırından terörist sızmaları olduğunu söylüyor. ABD Savunma Bakanı Jim Mattis “Suriye’nin kuzey sınırı boyunca birkaç yerde gözlem noktası kuracağız” diyor. Bunu da ‘Türkiye’ye yönelik her türlü tehdidi takip etmek, Türkiye’ye istihbarat vermek ve Türk ordusuyla iletişim içinde olmak için’ yapacaklarını söylüyor. ABD’nin gözlem noktası inşa etmekteki gerçek amacı PKK/PYD’yi, TSK’nın yapması muhtemel operasyonlara karşı korumak ve Türk ordusunu caydırmaktır. TSK, obüs toplarıyla sınırdan PKK/PYD mevzilerine ateş açınca Amerikan güçleri de YPG ile ortak devriye turu atarak bir kez daha Türkiye’nin önüne set çekiyor. Türkiye, sınır güvenliğini sağlamak için bir adım atar atmaz ABD derhal PKK/PYD’yi koruyucu karşı tedbir alıyor. Aslında ABD bu tavrıyla “PKK’ya karşı istediğini yap ama Suriye’deki PYD/PKK’ya dokunma” mesajını Türk tarafına vermiş oluyor.
ABD’nin Suriye’de on binlerce TIR dolusu silahla teçhiz ettiği taşeron terör örgütler üzerinden Suriye’de uyguladığı plan, Suriye’nin fiilen bölünmesinden başka bir sonuç doğurmuyor. Üstelik böyle bir ortamda bölgeden milyonlarca insan başta Türkiye olmak üzere birçok ülkeye göç etmek zorunda kalıyor.
ABD’nin planı böyle devam ettiği takdirde bu bölgelerden göç etmiş insanların kendi topraklarına dönme yolları tamamen kapanmaktadır. Kendi ülkesinde göçmenlere karşı bin bir türlü tedbir almasını bilen ABD’nin uyguladığı bu zorlama politikalarla başka ülkelere göç üretmesi başlı başına büyük bir sorumsuzluk örneğidir. Sadece bu çelişki dahi Türkiye’ye bugün söz konusu müdahaleyi yapmak için her türlü meşruiyeti vermektedir.
ABD destekli Suriye Demokratik Güçleri unsurları doğu Suriye’de ISIS tarafından tutulan son yerlerden bir tanesi olan Baghouz’da ele geçirilenlerin başında nöbet tutarken. 22 Şubat 2019. Foto: Felipe Dana/AP
ABD’nin Suriye’de bulunmak için gösterdiği en önemli gerekçe olan DAEŞ tehdidi, Trump’ın tabiriyle bertaraf edilmiş durumda olduğuna göre, ABD’nin Suriye’den gitme zamanı çoktan gelmiştir. Zaten Trump daha bu yılın başlarında aynı sözleri sarf ederek, Suriye’de daha fazla vakit ve ABD askeri, parası, enerjisi kaybetmenin hiçbir anlamı kalmamış olduğunu söyleyerek Suriye’den çekileceğini açıklamıştı. ABD’nin Suriye’deki varlığını bugün ABD halkına bile izah etmesi çok zor hale gelmiş durumdadır. Peki, CIA ve Pentagon çevreleri, hatta Cumhuriyetçi Kongre üyeleri Trump’ın ifadesi ve tespitiyle Suriye’de bulunma gerekçesi olan DAEŞ tamamen bitmiş olduğuna göre neden kalmaya devam etmeyi savunuyorlar?
Görünürde öne sürdükleri gerekçe DAEŞ’e karşı savaşta yardımını aldıkları PYD’yi Türkiye’ye karşı korumasız bırakmamak. Bu noktada Cumhuriyetçilerin kudretli Senatörü Lindsey Graham dahi bu dili kullanıyor. Oysa aynı Graham daha önceleri Demokrat Partilileri ve Pentagon yetkililerini Kongre’deki bir oturumda ABD’nin tasniflerinde terör örgütü olarak yer alan PKK’nın Suriye’deki uzantısı PYD’yi desteklemek suretiyle hem müttefik Türkiye’ye karşı yanlış yapmakla hem de terör örgütleriyle iş tutmakla suçlamıştı. Graham’daki bu tutum değişikliğinin arka planını iyi takip etmek ve anlamak lazım.
Türkiye ve Suriye liderleri eşleriyle birlikte mutlu günlerinde görülürken. Kaynak: INTELLINEWS
Doğrusu, ABD’nin Suriye’ye giriş, kalış ve çıkış gerekçeleri konusunda kafası hiç net olmadı. Hatırlarsak, Suriye’ye önce kimyasal silah kullandığı ve halkını katlettiği için diktatör Esad’ı devirmek üzere girmişti ABD. Onu devirerek, Suriye’de yeni, demokratik bir yönetimin önünü açacak bölgenin ve dünyanın istikrarına yeterince hizmet etmiş olacaktı. Ne var ki, ABD ne terörü toptan bitirmeyi ne de bölge istikrarını ne de akan kanın durmasını önemsedi. Suriye’ye girer girmez buradaki bulunuş sebebini bir anda değiştirdi. Esad yerine DAEŞ’le mücadele etmeyi öncelikli hedef kıldı ve onunla savaşmak için de başka bir terör örgütünden kendine müttefik edindi. Suriye’de sorun çözmek yerine var olan sorunları daha da derinleştirmek, iyice işin içinden çıkılmaz hale getirmek yolunda ilerledi.
Ve şimdi ABD içindeki savaş lobileri Suriye’de kalmak için başka bir gerekçe ileri sürüyorlar, Kürtleri korumak. Kimden? Türkiye’den. Nereden çıktı Kürtleri Türkiye’ye karşı koruma gerekçesi? Türkiye’nin tepkisi Kürtlere değildir, PKK nın uzantısı PYD terör örgütünedir. Türkiye’de, Ürdün’de ve Irak’ta bu bölgeden PYD zulmü dolayısıyla göç etmek zorunda kalmış olan Arap ve Kürtler bunun fiili şahidi. ABD’nin bu politikası Kürtleri korumuyor, onların birçoğunu ateş çemberinin içine atıyor. ABD Kürtleri korumaktan bahsediyorsa aslında bunu sadece “kullanmak” diye anlamak gerekiyor. Kürtleri şimdi Suriye’de daha uzun kalmanın, Suriye’deki istikrarsızlığı İsrail lehine daha fazla sürdürmenin bir gerekçesi olarak kullanacak demektir. Zira hiçbir dostuna, müttefikine ne vefası ne koruma duygusu olmayan ABD’nin, Kürtlere gösterebileceği bir vefası ve merhameti de yoktur.
Türkiye için doğru soru şudur: Nasıl bir Suriye Türkiye’nin çıkarlarına uygundur? ABD ve İsrail’in isteklerine göre parçalanmış Suriye coğrafyasının Türkiye’ye faydası var mı?
Bence Türkiye’nin Suriye politikası, Suriye’nin toprak bütünlüğünü savunan ve bu amacın tahakkuk etmesi için hem sahada hem de masa başında mücadele eden bir anlayışta olması gerekir. Bu gün Türkiye’de sayıları 4 milyonu bulan mültecilerin güven içinde Suriye’ye geri dönmelerini sağlayacak siyaset, Suriye Devleti’yle ortak koordinasyon çerçevesinde belirlenmelidir. Diğer taraftan PYD’yi güney sınırımıza yerleştiren ABD’nin planlarından Suriye’den sonra en fazla zarar gören ve görecek olan Türkiye’dir. Bu proje ABD’nin Suriye’yi bölerken Türkiye’yi de kısa vadede bölme planının deşifre olması anlamına geliyor. ABD bu konudaki iradesini saklama gereği dahi duymuyor.
ABD ve onunla birlikte hareket eden AB’nin orta doğuda uygulamaya koydukları ve ülkemizi de hedef alan bu planı bozmak, Zeytin Dalı ve Fırat Kalkanı harekâtından sonra Kobani ve Cizre bölgelerine çekilen ve Fırat nehrinin doğusunda teşkilatlanan PKK ve PYD terör örgütlerini bu bölgeden söküp atmak, güvenli bölge oluşturmak, Suriye’nin toprak bütünlüğünü sağlamak ve ülkemizde bulunan Suriyeli mültecilerin bir kısmının bu bölgeye dönüşünü sağlamak maksadıyla “Barış Pınarı Harekâtı” Türk Silahlı Kuvvetleri tarafından 09 Ekim saat 16.00’dan itibaren uygulanmaya başlandı. Harekât, ülkemizin uluslararası hukuktan kaynaklanan hakları, BM sözleşmesinin 51’inci maddesinde yer alan “Meşru Müdafaa Hakkı” çerçevesinde, Suriye’nin toprak bütünlüğüne saygılı olarak icra edilmektedir. Harekât ile başlangıçta Resulayn ve Tel Abyad arasındaki 120 kilometrelik bölgede, 30 kilometre derinliğinde bir güvenli bölge oluşturmak hedeflenmektedir.
IŞİD saldırılarından korunmak maksadıyla Türkiye’ye sığınan Kürt mülteciler. 23 Eylül 2014. Kaynak: Bülent Kılıç/AFP/Getty Images.
TSK ve Suriye Milli Ordusunun (SMO) Kuzey Suriye’de gerçekleştirdiği operasyona çeşitli ülkelerden tepkiler gösterilmiştir. Mısır’ın çağrısıyla toplanan Arap Birliği, operasyonu “işgal” olarak nitelemiş, Almanya ve Fransa Türkiye’ye silah satışını durdurmuş, operasyon İsviçre’de protesto edilmiş, Arap Birliği, Türkiye’nin Suriye’de Fırat’ın doğusuna düzenlediği operasyonu “işgal” ve “Suriye’nin egemenlik hakkının ihlali” olarak değerlendirmiş, Harekâtın başlamasının ardından Mısır, Arap Birliği’ni Türkiye’ye karşı acil toplantıya çağırmıştır. “Arap dünyasının ve Arap sokağının sesi olması gereken Arap Ligi Genel Sekreteri’nin, Suriyeli Arapların hak ve hukukunu savunmak yerine, Suriye’de Araplara karşı işlenen suçların müsebbiplerine ve “Arap vatanını” parçalamaya çalışan teröristlere arka çıkması ibret vericidir. Türkiye yaklaşık 40 yıldır aralıksız olarak bölücü terörle mücadele ediyor. 40 yılda müttefiklerimizin ve dost bildiğimiz ülkelerin türlü oyunlarına şahit olduk ancak terörle mücadele konusunda Suriye krizindeki kadar çifte standarda maruz kalmadık.
TSK sahada görevini başarıyla yapıyor ama Kamu Diplomasimiz yeterli olmadığı için dünyaya haklı davamızı anlatamıyoruz ve giderek yalnızlaşıyoruz. Haklı davamızı doğru yöntemlerle anlatmalıyız.
Avrupa ve ABD, Türkiye’yi Kürtleri katletmekle suçluyorlar. Oysa Suriye’deki PKK, kendine itaat etmeyen Kürtlerin 300 binini Irak’a, 200 binini Türkiye’ye göçe zorlamış. Suriye Milli Ordusunun bünyesinde 2000 Kürt savaşçı var. Batı bunları görmüyor ya da görmek istemiyor, biz de anlatamıyoruz. Bizim düşmanımız Kürtler değil, PKK. Maalesef propaganda da hep zayıf kalıyoruz. Protesto eden ülkelere baktığımızda demek ki doğru yoldayız. Bu günlerde Suriye meselesi ile boğuşurken Yunanistan, Güney Kıbrıs Rum Yönetimi (GKRY) ve İsrail yanlarına bazı Arap ülkelerini ve elbette ki emperyalist batıyı da alarak Doğu Akdeniz’deki doğal gaz ve petrol arama, çıkarma ve ticaretini yapma çalışmalarını sürdürmektedirler. Bu faaliyetleri yürütürken Türkiye’nin ve Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin (KKTC) hakkı olan alanlara da tecavüz etme girişimleri vardır. Amaçları ülkemizi tamamen saf dışı bırakarak denizin altındaki tüm enerji sahalarına ve doğal kaynaklara sahip olmaktır. Doğu Akdeniz’de yukarıda zikredilen ülkeler dışında Rusya’nın da tasavvurları vardır. Suriye’deki mevcut durum da bu konudan bağımsız düşünülemez, Rusya’nın Suriye’de Tartus deniz üssü olduğu da unutulmamalıdır.
Çin ise bir küresel güç olarak hem genel manada hem de Bir Kuşak Bir Yol (One Belt One Road-OBOR) projesi gereği bölgeyle üst seviyede ilgilidir. İngiltere’nin GKRY’deki askerî üssü yetmezmiş gibi Fransa da GKRY’de askerî üs inşası için faaliyete geçmiştir. Eksiksiz ve istisnasız bütün dünya Doğu Akdeniz’dedir. Tüm bunlara ilave olarak ve ilişkili biçimde, Doğu Akdeniz, dünya siyasetinde müthiş bir paylaşım, varlık gösterme ve güç ispatı alanı olarak ortaya çıkmış, bu bölge askerî çatışma riskini de barındırmaktadır. Doğu Akdeniz, çok önemli bir devlet konusudur ve devlet politikaları uygulanarak tüm haklarımız korunarak çözülmeli, ülkemiz aleyhine bir oldubittiye de asla müsaade edilmemelidir.
Değerli makale/ler için sayın yazara ve SUN Savunma net sitesine teşekkür ederim.