SURİYE VE LİBYA’DAN DOĞRU BİLGİ ALABİLMEK…
Yazan: Alican Türk, Sun Savunma.Net, 6 Mart 2020
Son günlerde Libya ve Suriye’de yaşanan acı olaylardan sonra, siyasi iktidarın “kayıplarımız” konusunda verdiği bilgilerin gerçeği yansıtmadığına dair kamuoyunda geniş bir kanaat oluştuğu anlaşılıyor. Sosyal medyadaki yazı ve paylaşımlarda bu kanaat çok net görülüyor. Özellikle Libya’da biri albay iki personelimizin şehadetlerinin olaydan birkaç gün sonra açıklanması, bir tören yapılmadan defnedilmeleri, 27 Şubat gecesi Suriye’de birliklerimize yönelik saldırı sonrasında cep telefonlarıyla paylaşılan görüntüler ve ses kayıtları, o olayla birlikte internet hızının düşürülmesi, bilgilere erişimin engellenmeye çalışılması vb. durumlar toplumdan bilgi saklandığı algısını güçlendiren hususlar olarak karşımıza çıkıyor.
Tabii genel anlamda baktığımızda, kriz, çatışma ve savaş dönemlerinde bazı gerçeklerin toplumların bilgisinden kaçırıldığı bir vakıadır. Nitekim “savaşta en önce gerçekler ölür” sözü çok bilinen bir özdeyiştir. Kayıplara ilişkin bilgiler hem savaşan birliklerin hem de ilgili toplumun morali üzerinde çok etkili faktördür. O nedenle bir muharebede taraflar kendi kayıplarını küçük veya önemsiz gibi gösterirken, düşmanın kayıplarını çoğu kez abartılarak vermeye gayret eder. Bu konu savaşın “psikolojik” boyutuyla ilgilidir. Bir savaşta “dost” kesimlerin moral – motivasyonunun artırılması, “düşmanın” moralinin bozularak savaş azminin olumsuz etkilenmesi ve muharebeden caydırılması,” tarafsız” kitlelerin de desteğinin elde edilmesine yönelik tüm çaba ve faaliyetlere “psikolojik harp” adı verilir ki bir harbin en önemli kuvvet çarpanlarından biridir.
Yani psikolojik harbin bizatihi kendisi aslında bir “silah”tır.
Tabii bu silahı sadece devletler değil, özellikle terör örgütleri de çok sık kullanır. Örneğin PKK’nın bu konuda çok mahir olduğunu biliyoruz. Yakın geçmişte, PKK terör örgütünün yayınları olan MED TV ya da Özgür Gündem gibi medya organlarında sıradan bir çatışmanın bile nasıl müthiş abartılarak verildiğini görüyorduk. Anılan medya organlarında her gün “PKK gerillalarının” (!) “TC askerlerine” nasıl darbeler vurduğu, kaç helikopteri düşürdüğü, kaç aracı kullanılamaz hale getirdiği türündeki haberler büyük abartılarla yer alıyordu.
Peki, psikolojik harp hep yalanlar üzerine mi kurulur? Biz de yalan haber mi üretiyorduk?
“GERÇEK EN İYİ PROPAGANDADIR!”
Bakın bu konuda da Genelkurmay’da görev yaparken bizzat yaşadığım ve “Doğu ve Güneydoğu’da Faili Meçhul Cinayetler ve Gerçekler” adlı kitabıma da aktardığım bir olayı yine kitaptan nakletmek isterim:
14 Mayıs 1997 tarihinde K.Irakʹtaki PKK kamplarına “Çekiç 97” adıyla yine büyük çaplı bir harekât başlatılmıştı. Operasyonlar sürerken, 04 Haziran günü Genelkurmay Karargâhına ʺbölgede bir helikopterimizin düştüğü ve içinde çok sayıda personelimizin muhtemelen şehit olduğuʺ bilgisi ulaştı. Gelen bilgilere göre düşme nedeni net belli değildi, ancak ilk bilgiler arasında örgüt tarafından düşürülmüş olabileceğine ilişkin ‐ henüz teyit edilmemiş ‐ bazı haber ve bilgiler vardı. Genelkurmay Genel Sekreterliği bu konuda basına / kamuoyuna bir açıklama yapacaktı, ama ne söyleyeceği konusunda tereddütlüydü. Acaba helikopter teknik bir arıza nedeniyle mi düşmüştü, yoksa gerçekten örgüt tarafından mı düşürülmüştü? Örgüt düşürdüyse, bu bilgiyi kamuoyuna açıklamak örgüte moral sağlamaz mıydı?
Bilgilerin netleşmesi zaman alacaktı.
Yapılacak açıklama konusunda Harekât Başkanlığına görüş sorulduğunda, Harekât Başkanlığına bağlı Psikolojik Harekât Daire Başkanlığı olarak biz de kendi görüşümüzü oluşturduk. Buna göre, ʺöncelikle bir helikopterin düştüğü bilgisinin kamuoyuna duyurulması gerektiği, düşme gerekçesi konusunda henüz net bir bilgi olmadığı, gelişmelere göre kamuoyuna bilgi verileceği şeklinde bir açıklama yapılmasının uygun olacağı, düşüş konusunda bilgilerin netleşmesi hâlinde en doğru bilgilerin verilmesi gerektiğiʺ hakkında görüş oluşturduk. Ayrıca şu bilgiyi de ekledik: ʺGenelkurmay Başkanlığı resmî bir kurumdur ve Türk Silahlı Kuvvetlerinin en üst makamıdır. Böyle bir makamın kamuoyuna gerçek dışı bir bilgi verme şansı, lüksü, riski, durumu söz konusu olamaz. Genelkurmay her zaman en doğru ve gerçek bilgiler vermeli ve güvenilirliği asla sarsılmamalıdır. O nedenle, eğer olay örgüt tarafından gerçekleştirilmiş olsa bile, bu durum vatandaşlara doğru biçimde sunulmalı, halkın TSKʹne güveni zedelenmemelidir.ʺ
Nitekim Genelkurmay Genel Sekreterliği ilk açıklamayı bu görüş doğrultusunda yaparak önce helikopterin düştüğü bilgisini kamuoyuyla paylaştı. Bilahare gelen bilgilere göre helikopterin örgütün attığı bir füze ile düştüğü anlaşıldı. Genel Sekreterlik bu bilgi çerçevesinde yeni bir bilgi notu ile medyaya şu açıklamayı yaptı: ʺOperasyon bölgesinde düşen helikopterimizin ne yazık ki terör örgütü militanlarınca yerden havaya fırlatılan bir füze ile düşürüldüğü ve içindeki 11 personelden kurtulan olmadığı anlaşılmıştır.ʺ
Evet, Genelkurmayʹın her zaman doğru bilgi verme konusunda kesin bir tavrı vardı. Çünkü temel ilkemiz şuydu: ʺGERÇEK EN İYİ PROPAGANDADIR!ʺ
Zaten çok geçmeden de helikopterin vurulması ve düşmesine ilişkin PKK terör örgütü mensuplarının çektiği kamera görüntüleri ‐ örgütün neredeyse resmî kanalı olan ‐ MED TVʹden de yayımlandı.(*)
İşte kitapta bu anekdotu yazmıştım.
Evet, bundan 20-25 yıl önce görev yaptığım Genelkurmay’ın olaylara ilişkin yaklaşımı böyleydi. Topluma doğru bilgi vermeyi ilke edinmiştik. Her ne kadar bazı eksikleri olsa da – Genel Sekreterlik aracılığıyla basına bilgiler aktarılıyor, çatışma bölgelerinde Basın Bilgi Büroları açılıyor ve medyaya bilgi sağlanıyordu. Doğrusu da oydu.
Bugüne gelelim…
Bugün baktığımızda, artık Genelkurmay Başkanlığını da, Genelkurmay’ın dışa açılan penceresi olan Genel Sekreterlik veya ona bağlı olan İletişim Daire Başkanlığı gibi birimlerini de ortalıkta göremiyoruz. Onun yerine, yaşadığımız sürece ilişkin bütün bilgiler ya Milli Savunma Bakanlığı’nca paylaşılıyor ya da bizzat Cumhurbaşkanınca veriliyor.
Fakat malûm, Cumhurbaşkanlığı da Milli Savunma Bakanlığı da “askerî” değil “siyasi” kurumlar… Toplum onlara “siyasetçi” gözüyle bakıyor.
Peki, bu toplumda siyasetçilerin inanılırlık ve güvenilirlik oranı nedir? Siyasetçilerce verilen hangi sayısal bilgiler topluma inandırıcı geliyor? Örneğin zaman zaman açıklanan işsizlik rakamlarına, enflasyon oranına, kişi başı milli gelire, büyüme oranlarına vs. kim – kaç kişi inanıyor?
Hal böyle olunca, “şehit” bilgilerinin tartışılıyor olması niye garipseniyor ki?
(*) “Doğu ve Güneydoğu’da Faili Meçhul Cinayetler ve Gerçekler”, Sarkaç Yayınları, 3. Baskı, Ankara, 2014, Sf.144-145