savunmahavacılıkteknolojipolitikaanalizmevduatkriptosağlıkkoronavirüsenflasyonemeklilikötvdövizakpchpmhp
DOLAR
34,5424
EURO
36,0063
ALTIN
3.006,41
BIST
9.549,89
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
Ankara
Karla Karışık Yağmurlu
2°C
Ankara
2°C
Karla Karışık Yağmurlu
Pazar Karla Karışık Yağmurlu
1°C
Pazartesi Açık
1°C
Salı Parçalı Bulutlu
3°C
Çarşamba Çok Bulutlu
4°C

Tiksindirici Borç Konsepti ve Kanal İstanbul Projesi

Tiksindirici Borç Konsepti ve Kanal İstanbul Projesi
A+
A-

Tiksindirici Borç Konsepti ve Kanal İstanbul Projesi

Eğer bir despot iktidar, Devlet’in ihtiyaçları veya çıkarları için olmayan, sadece kendi zorba rejimini güçlendirmek ve kendisine karşı mücadele eden halkı bastırmak gibi nedenlerle bir borca girerse, bu borç o Devlet halkı için tiksindirici borçtur. Alexander Nahun Sack, 1927

Ercan Caner, Sun Savunma Net, 05 Temmuz 2021


Yerel seçimlerde AKP tarafından aday gösterilen rakibi eski bakan ve son başbakan Binali Yıldırım’ı iki kez yenilgiye uğratan İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu, Kanal İstanbul Projesi adıyla temeli atılan Marmara Otoyolu üzerindeki bir köprü hakkında açıklama yaparken görülmektedir.

Birçok ülkede kişiler, başkalarının sahtekârlıkla onların adını kullanarak aldıkları borçları yasa gereği ödemek zorunda değildir. Benzer şekilde, bir firma da kendisini bağlayan bir yetki olmadan CEO’nun bağladığı sözleşmelerle ilgili borçları ödemek zorunda değildir. Ancak uluslararası yasalar despot bir diktatör yönetimindeki ülkenin vatandaşlarını, diktatör tarafından alınan kişisel ve kötü niyetli borçları ödemekten muaf tutmamaktadır.

Uluslararası toplum, demokrasi ve insan haklarını baskı altına alan bir hükümete baskı uygulamak istediğinde genellikle ekonomik yaptırımlar uygulamaktadır. Bilindiği gibi bu ekonomik yaptırımlardan da despot yöneticilerden ziyade halk olumsuz etkilenmektedir. Ekonomik yaptırımların bir özelliği de genelde etkisiz olmalarıdır. Ekonomik yaptırım uygulanan yönetimler üçüncü taraflara büyük rüşvetler ödeyerek yaptırımlardan kaçınmaktadır. Bir şekilde yaptırımlar etkili olduğunda ise cezayı o ülke halkı çekmek zorunda kalmaktadır.

15 Kasım 1985 tarihli fotoğrafta Filipinler Devlet Başkanı Ferdinand Marcos eşi Imelda ile birlikte Manila’da bir askeri merasimi izlerken görülmektedir. Ferdinand Marcos 28 Eylül 1989 tarihinde Honolulu’da böbrek, kalp ve akciğer yetmezliğinden ölmüştür. Yargılanan Imelda Marcos ise, 09 Kasım 2018 tarihinde rüşvet ve yolsuzluktan suçlu bulunarak hapis cezasına çarptırılmıştır. Fotoğraf: AFP/Romeo Gacad

Bilindiği gibi sayısız diktatör dış ülkelerden borç almış ve paraları şahsi çıkarları için kullanmış ve borçları da yönettikleri zavallı halkın omuzlarına yüklemiştir. 1980’li yıllarda eski Zaire diktatörü Mobutu Sese Seko yönetiminde 12 milyar dolar borç alınmış ve Sese Seko alınan bu borcun 4 milyar dolar kadarını kendi şahsi hesaplarına yönlendirerek iktidarını sürdürmek ve askeri harcamaları karşılamak maksadıyla kullanmıştır. Aynı şekilde 1986 yılında Ferdinand Marcos da iktidardan düştüğünde Filipinlerin toplam dış borcu 28 milyar dolarken, Marcos efendinin şahsi hesabındaki para ise yaklaşık olarak 10 milyar dolar civarındadır.

Ticari yaptırımların aksine despot bir yönetime uygulanan borç ambargosu çok daha etkili olabilir ve birçok kredi kuruluşu, banka ya da hükümetin, kendilerini zenginleştirmek için para arayan diktatörlere borç/kredi vermesini engelleyebilir.

‘‘Tiksindirici Borç’’ konsepti 21’inci yüzyıl başlarında giderek büyüyen yasal ve politik bir önem kazanmıştır. Dünyanın birçok yerinde; savaş, devrim, bölünme veya toplumların barışçıl bir şekilde hükümet şekillerinin değişmesine bağlı olarak, sömürge döneminden günümüze kadar ve son yıllarda da sürmekte olan büyük sayıda siyasi rejim değişiklikleri meydana gelmiştir. Bu yönetim değişimleri, giderek artan bir şekilde, önceki rejimin borç yükümlülükleri dâhil, eski rejimden yeni rejime geçen yasal zorunlulukların devamlılığı konusunda sorunların ortaya çıkmasına neden olmuştur.

Tiksindirici borç konsepti, önceki iğrenç ve despot bir rejim tarafından alınan borçların halkın yararına olmaması veya çıkarlarına zararlı bir şekilde kullanılması durumunda, bir bütün olarak ya da kısmen ayrılması için yasal yükümlülüklerin devamlılığı açısından, ahlaki ve siyasi bir temel oluşturmaya çalışmaktadır. Genellikle borç veya krediyi verenin, borç sözleşmenin yapıldığı andaki şartları bilip bilmemesi kavramıyla da ilgilidir.

Tiksindirici Borç Konsepti Tanımı

Modern tiksindirici borçlar kavramı ilk kez, Birinci Dünya Savaşı’nın ardından yaşanan ortamda, hukukçu Alexander Nahun Sack tarafından, 1927 tarihli ‘‘The Effects of State Transformations on Their Public Debts and Other Financial Obligations – Devlet Değişimlerinin Kamu Borçları ve Diğer Finansal Yükümlülükleri Üzerindeki Etkileri’’ adlı kitabında kullanılmıştır. Sack’a göre tiksindirici borç; halkın rızası olmadan ve borç/kredi verenin de bunun tamamen farkında olduğu, bir devlet halkının çıkarlarına karşı olarak alınan ve harcanan borçtur. Sack 1929 yılında aşağıdaki ifadeleri kaleme almıştır:

‘‘… eğer despot bir iktidar, Devlet’in ihtiyaçları veya çıkarları için olmayan, sadece kendi zorba rejimini güçlendirmek ve kendisine karşı mücadele eden halkı bastırmak gibi nedenlerle bir borca girerse, bu borç o Devlet halkı için tiksindirici borçtur. Tiksindirici borç ulus için bir yükümlülük değildir, alan rejimin borcudur, onu alan iktidarın şahsi borcudur, ödenmesi de o iktidarın sorumluluğundadır. Tiksindirici borçların Devlet borcu olarak kabul edilememesinin nedeni, bu tür borçların, Devlet borcu statüsünde sayılmasını belirleyen koşullardan bir tanesi olan; devletin borçlarının alınması ve elde edilen fonların devletin ihtiyaçları ve çıkarları için kullanılması koşulunu sağlamıyor olmasıdır. Borç/kredi verenlerin bilgisi dâhilinde alınan ve ulusun çıkarlarına aykırı olarak kullanılan tiksindirici borçlar, ulusun borcu alan hükümetten kurtulmayı başarması durumunda, bu borçlardan gerçekten avantajlar sağlandığı durumlar hariç ulusu bağlamaz.’’

Sack tiksindirici borçları: savaş borçları, hüküm altına alınan veya dayatılan borçlar ve rejim borçları olarak birkaç kategoriye ayırmıştır. Diğer hukukçular da çok az farklılık gösteren sınıflandırmalar yapmıştır. O’Connell (1967), savaş borçlarına ilave olarak düşmanca borçlar, diğerleri ise müsrif borçlar tanımlarını kullanmışlardır. Bazıları ise, konsepti sorumsuz ve tiksindirici borç alma açısından çerçevelendirerek, yeni bir kategori olan ‘‘halkın çıkarları için harcanmayan gelişen dünya borçları’’ kavramını literatüre kazandırmıştır.

Tiksindirici borçların en yaygın klasik tipleri düşmanca borçlar ve savaş borçlarıdır. Düşmanca borçlar; ayrılıkçı hareketleri bastırmak maksadıyla alınan borçlar olarak tanımlanabilir. Savaş borçları ise; Devletin sonunda kaybettiği ve galip tarafın borcunu ödemek zorunda olmadığı bir savaşı finanse etmek maksadıyla Devlet tarafından alınan borçlardır.

Sack, tiksindirici borç doktrininin pozitif uluslararası hukukun bir parçası olduğuna inanmakta, ancak bu doktrinin uygun olmayan durumlarda fırsatçı bir şekilde kullanılmasını engellemek için de göreve gelen yeni hükümetin, uluslararası bir mahkemeye; önceki hükümetin söz konusu olan borcu sözleşmeye bağlamak için iddia ettiği ihtiyaçların tiksindirici olduğunu, eski Devlet’in halkının genelinin çıkarlarına aykırı oluğunu ve borcu sağladıkları anda verenlerin de bu tiksindirici maksattan haberdar olduğunun kanıtlaması gerektiğini düşünmektedir.

Bu iki noktanın sağlanması durumunda borç verenler de geri alabilmek için verdikleri borcun iğrenç maksatlar için kullanılmadığı, aksine tiksindirici bir karakteri olmayan bir Devlet tarafından genel veya spesifik amaçlar uğruna ve halkın yarına kullanıldığını kanıtlamalıdırlar.

Kanal İstanbul Projesi

İktidardaki AKP ve Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan tarafından ‘‘Asrın Projesi’’ olarak adlandırılan Kanal İstanbul projesiyle ilgili ayrıntılar ve tartışmaları bilim insanlarına bırakarak, ‘‘Söke söke alırlar’’ söylemi ve ‘‘Tiksindirici Borç’’ kavramı açılarından konuyu inceleyelim. Yukarıda anlatıldığı gibi bir borcun tiksindirici borç sayılabilmesi için;

  1. Despot bir iktidar tarafından halkın genelinin ihtiyaçlarından ziyade kendi despot rejimini güçlendirmek maksadıyla alınması,
  2. Borç ve/veya krediyi verenlerin borç sözleşmesinin akdedildiği anda verdikleri borcun ulusun çıkarlarına aykırı olarak kullanıldığının bilincinde olması,
  3. Ulusun, tiksindirici borcu alan hükümetten seçim yoluyla kurtulması ve
  4. Ulusun, alınan tiksindirici borç/kredilerden gerçekten fayda sağlamamış olması gerekmektedir.

İktidarın despotluğu tartışmasını da siyasilere bırakalım, ancak halkın çoğunluğunun karşı çıkması ve Türk halkının genelinin çıkarlarına aykırı olması nedenleri ve ‘‘ONLARA RAĞMEN KANAL İSTANBUL’U YAPACAĞIZ, İNADINA YAPACAĞIZ’’  ifadelerini kullanarak Kanal İstanbul projesinin gerçekleştirileceğini ifade etmek birinci maddeyi geçerli hale getiriyor gibi görünmektedir.

Kaynak: MetroPOLL Araştırma Şirketi – 24 Haziran 2018 milletvekili seçiminde oy verilen partiye göre dağılımı göstermektedir.

Kamuoyu anketlerine göre iktidara en yakın adaylar olan Millet İttifakı’nın iki üyesi CHP ve İYİ Parti genel başkanları, iktidara geldiklerinde Kanal İstanbul projesi için verilen borç ve/veya kredileri ödemeyeceklerine dair açıklamalarda bulunmuş ve özellikle Sayın Meral Akşener ‘‘Tiksindirici Borç’’ terimini kullanmıştır. Reuters’te yer alan bir haberde Garanti Bankası, İş Bankası ve Yapı Kredi dâhil olmak üzere bazı Türk bankaları imzaladıkları Birleşmiş Milletler sözleşmesindeki yükümlülükleri nedeniyle Kanal İstanbul projesine destek vermeyeceklerine dair iddialar yer almıştır. Bazı büyük bankaların projeye finans sağlamayacaklarını dile getirmeleri de bu projeye borç ve/veya kredi vermeyi düşünen finans kuruluşlarına, verecekleri borcun, gelecekte TİKSİNDİRİCİ BORÇ olarak nitelendirilebileceğine yönelik açık bir mesaj niteliği taşıyabilir.

Üçüncü koşul; tamamen Türk halkının önüne koyulan sandıktaki seçimine bağlıdır ve belki de gerçekleşmesi uzun bir zaman alacaktır. İktidardaki AKP ve küçük ortağı MHP’nin 2023 yılında yapılması öngörülen seçimleri kaybetmesi durumunda dahi dördüncü koşulun; yani Türk halkının Kanal İstanbul projesinin gerçekleştirilmesi için alınan borç/kredilerden gerçekten faydalanmadığının kanıtlanması gerekmektedir.

Üç koşul sağlansa dahi dördüncü koşulun kanıtlanma zorunluluğu, Kanal İstanbul projesine karşı çıkan bütün tarafların gelişmeleri yakinen takip etmesini zorunlu kılmakta ve gelecekte ihtiyaç duyabilecekleri bütün kanıtları şimdiden toplamaya başlamalarını gerektirmektedir.

Unutulmamalıdır ki iktidara gelen yönetim; uluslararası bir mahkemeye; önceki hükümetin söz konusu olan borcu sözleşmeye bağlamak için iddia ettiği ihtiyaçların tiksindirici olduğunu, eski Devlet’in halkının genelinin çıkarlarına aykırı oluğunu ve borcu sağladıkları anda verenlerin de bu tiksindirici maksattan haberdar olduğunu kanıtlamak durumundadır. Söylemlerin ileride uygulanabilmesi ve tiksindirici borçların millet tarafından değil de alanlar tarafından ödenebilmesinin en önemli koşullarından bir tanesi budur.

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.