savunmahavacılıkteknolojipolitikaanalizmevduatkriptosağlıkkoronavirüsenflasyonemeklilikötvdövizakpchpmhp
DOLAR
34,7403
EURO
36,5512
ALTIN
2.948,63
BIST
9.827,23
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
Ankara
Hafif Yağmurlu
6°C
Ankara
6°C
Hafif Yağmurlu
Çarşamba Az Bulutlu
8°C
Perşembe Az Bulutlu
9°C
Cuma Az Bulutlu
9°C
Cumartesi Parçalı Bulutlu
11°C

Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın BM Konuşması

Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın BM Konuşması
A+
A-

Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın BM Konuşması

 

Sayın Başkan,

Değerli Devlet ve Hükümet Başkanları,

Sayın Genel Sekreter,

Kıymetli Delegeler,

Sizleri şahsım ve ülkem adına saygıyla selamlıyorum. Bu zor dönemde Birleşmiş Milletler’de yürüttüğü başarılı çalışmalar dolayısıyla Sayın Muhammed Bande’ye teşekkür ediyorum.

Genel Kurul Başkanlığını devralan eski çalışma arkadaşım Büyükelçi Sayın Volkan Bozkır’ı da gönülden tebrik ediyorum. Büyükelçi Bozkır’ın ülkelerin ezici çoğunluğunun desteğiyle bu göreve seçilmesi tecrübeli bir diplomat ve siyasetçi olarak şahsi meziyetlerinin yanı sıra Türkiye’ye duyulan güvenin de işaretidir.

Birleşmiş Milletler sistemindeki en üst düzeyli görevi üstlenen ilk Türk vatandaşı olarak Büyükelçi Bozkır’ın uluslararası toplumun sesi ve vicdanı olacağına inanıyorum. Kendisinin görevini adil ve şeffaf bir şekilde yürüteceğinden şüphe duymuyorum. Birleşmiş Milletler’in Kuruluşu’nun 75. Yıl Dönümü gibi anlamlı bir tarihte üstlendiği görevinde Sayın Bozkır’a başarılar diliyorum.

Genel Kurul’un kovid-19’la mücadele ve çok taraflılık temasıyla düzenlenmesini isabetli buluyorum. Türkiye olarak bu konudaki taahhütlerimize bağlıyız ve kovid-19’la mücadeleye destek vermekte kararlıyız. Salgın dünyayı çeşitli sınamalarla baş etmekte zorlandığı bir dönemde yakaladı. Zaten tartışılan küreselleşme, kurallara dayalı uluslararası sistem ve çok taraflılık salgının etkisiyle şimdi daha da çok sorgulanıyor. Karşımızdaki fotoğrafa bakarak bardağın dolu ve boş taraflarını doğru ve samimi bir şekilde değerlendirmemiz gerekiyor.

Bardağın boş kısmında, Birleşmiş Milletler başta olmak üzere çok taraflı örgütlerin reform ihtiyacı bulunuyor. Mevcut küresel mekanizmaların bu krizde ne kadar etkisiz kaldığını gördük. Öyle ki Birleşmiş Milletler’in en temel karar alma organı olan Güvenlik Konseyi’nin salgını gündemine alması haftalar, hatta aylar sürdü. Salgının başlarında ülkelerin kendi hallerine terk edildiği bir manzara ortaya çıktı. Böylece yıllardan beri bu kürsüden ısrarla dile getirdiğim, “Dünya beşten büyüktür” tezinin haklılığını bir kez daha görmüş olduk. İnsanlığın kaderi sınırlı sayıdaki ülkenin keyfine bırakılamaz. Uluslararası örgütlerdeki itibar kaybının önüne geçmek için öncelikle zihniyetimizi, kurumlarımızı ve kurallarımızı gözden geçirmeliyiz. Etkin çok taraflılık, etkin çok taraflı kurumların varlığını gerektirir. Güvenlik Konseyi’nin yeniden yapılandırılmasından başlayarak kapsamlı ve anlamlı reformları süratle uygulamaya sokmalıyız. Konseyi daha etkin, demokratik, şeffaf, hesap verebilir bir yapıya ve işleyişe kavuşturmalıyız. Aynı şekilde uluslararası toplumun ortak vicdanını yansıtan Genel Kurula da güçlendirmeliyiz.

Bardağın dolu tarafında ise; Birleşmiş Milletler’in insanlığın barış, adalet ve refah arayışında bir dönüm noktası olma potansiyelini sürdürmesi bulunuyor. Henüz salgın, krizinin üstesinden gelemediğimizi de göz önünde bulundurarak, çok taraflı iş birliği için elimizdeki kurumları ve mekanizmaları en etkin şekilde kullanmaya çalışmalıyız. Sorunların küresel olduğu durumlarda yerel çözümler ancak günü kurtarır. Uzun vadeli çözümler için uluslararası dayanışma şarttır.

Türkiye olarak salgın krizinin ilk günlerinden itibaren tüm uluslararası platformlarda iş birliği çağrısında bulunduk. G-20’de, Türk Konseyi’nde, MİKTA’da, İslam İşbirliği Teşkilatı’nda ve diğer platformlarda salgınla mücadele amaçlı çalışmaların en önünde yer aldık. Dost kara günde belli olur, anlayışıyla tıbbi malzeme yardımı talep eden 146 ülkeye ve yedi uluslararası kuruluşa elimizi uzattık. Yürüttüğümüz tahliye operasyonlarıyla 141 ülkedeki 100 binden fazla vatandaşımızın evlerine dönüşünü sağladık. Aynı seferlerle 67 ülkeden 5 bin 500’den fazla yabancıyı da vatanlarına kavuşturduk. Tüm bunları koronavirüs diplomasisi niyetiyle yapmadık. Yardım ve tahliye çalışmalarımız için kimseden herhangi bir karşılık beklemedik, beklemiyoruz. Mağdurların ve mazlumların yanında olmak, milletimizin mayasında ve girişimci ve insani dış politikamızın özünde vardır.

Buradan bir kez daha tıbbi malzeme ve ilaç tedariki ile aşı geliştirme çalışmalarının rekabet konusu yapılmaması çağrısında bulunuyorum. Hangi ülkede üretilirse üretilsin kullanıma hazır hale getirilecek aşılar insanlığın ortak istifadesine sunulmalıdır.

Değerli Delegeler,

Salgınla birlikte devlet kapasitesi etkin yönetişim ve dayanıklılık gibi unsurların ne kadar hayati role sahip olduğunu hep birlikte bir kez daha tecrübe ettik. Türkiye’nin başarı hikâyesinin arkasında Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi ile birlikte tesis ettiğimiz etkin yönetişim mekanizmaları, sağlık alanındaki altyapı yatırımlarımızın geliştirdiği yüksek kapasite ve yetişmiş insan kaynağı vardır.

Bununla beraber, salgın dünya genelindeki çatışma dinamiklerini olumsuz etkilemiş ve kırılganlıkları arttırmıştır.

Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri’nin bizim de desteklediğimiz küresel insani ateşkes çağrısının somut sonuçlar doğurmamış olmasından üzüntü duyuyoruz.

Türkiye olarak ülkemize ve insanlığa yönelen tehditleri gerektiğinde her türlü inisiyatifi alarak bertaraf etmenin yollarını arıyoruz.

Suriye’de 10. yılına giren ihtilaf bölgemizin güvenlik ve istikrarı için tehdit oluşturmaya devam ediyor. Bölgede DEAŞ’a karşı ilk ve en ciddi darbeyi vuran ülke olarak, PKK-YPG terör örgütüyle de mücadeleyi sürdürüyoruz. Uluslararası toplum olarak, tüm terör örgütlerine karşı aynı ilkeli tutumu takınmadan ve kararlı duruşu göstermeden Suriye meselesine kalıcı çözüm bulamayız. Bu yaklaşım Suriye’ye güvenli ve gönüllü geri dönüşlerin temin edilmesi için de şarttır. Suriye’de terör örgütünden kurtardığımız bölgelere 411 binin üzerinde Suriyeli kardeşimizin dönmesi bunun en açık göstergesidir. Aynı şekilde güvenli hale getirdiğimiz bölgeler sayesinde İdlib başta olmak üzere ülkenin çeşitli yerlerinden milyonlarca Suriyelinin de vatanlarından ayrılmalarının önüne geçtik. Türkiye yıllardır 4 milyona yakın Suriyeli sığınmacıyı tüm ihtiyaçlarını karşılayarak kendi topraklarında barındırıyor. Bir o kadar Suriyelinin ihtiyaçlarını da sınırımıza yakın yerler başta olmak üzere kontrol altında tuttuğumuz bölgelerde yerinde karşılıyoruz. Son olarak bu kardeşlerimiz için İdlib’de ve diğer yerlerde 10 binlerce briket konut inşa ediyoruz. Bütün bu faaliyetleri uluslararası toplumdan ve uluslararası kuruluşlardan kayda değer bir destek almadan kendi imkânlarımızla ve halkımızın desteğiyle yürütüyoruz. Suriye’deki ihtilafın Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin 2254 sayılı kararındaki yol haritası temelinde çözülmesi hepimizin önceliği olmalıdır. Bunun için özellikle Birleşmiş Milletler’in himayesinde başlatılan, Suriyeliler tarafından da sahiplenilen ve yönlendirilen siyasi sürecin başarıyla sonuçlandırılması gerekiyor. Suriye’nin toprak bütünlüğü ve siyasi birliği korunmuş olarak kalıcı bir barışa ulaşabilmesi ancak bu şekilde mümkündür. Bu hedef gerçekleşene kadar Suriye’nin siyasi birliği ve toprak bütünlüğü ile milli güvenliğimize kasteden terör örgütlerini engellemekte kararlıyız.

Bugün dünyada en çok sığınmacıya ev sahipliği yapan Türkiye gibi ülkeler yaptıkları fedakârlıkla tüm insanlığın onurunu kurtarıyor. Buna karşılık aralarında bazı Avrupa ülkelerinin de yer aldığı kimi devletler maalesef sığınmacıların ve göçmenlerin haklarını ihlal ediyor. Cenevre Sözleşmesini ve uluslararası insan hakları sistemini aşındıran bu ihlaller karşısında Birleşmiş Milletler’in güçlü bir tavır almasının vakti gelmiştir.

Libya’da darbecilerin geçen yıl meşru Milli Mutabakat Hükümeti’ni devirmek için başlattığı saldırılar bu ülkeye sadece acı ve yıkım getirmiştir. Uluslararası toplum yapılan katliamların insan hakları ihlallerinin ve özellikle Tarhuna şehrinde bulunan toplu mezarların hesabını ne darbecilerden, ne de destekçilerinden sorabilmiştir. Libya’nın meşru hükümetinin yardım çağrısına somut cevap veren ve destek sağlayan tek ülke Türkiye olmuştur. Libya’da kalıcı siyasi çözümün Libyalılar tarafından yürütülecek kapsayıcı ve kapsamlı diyalog yoluyla tesis edilebileceğine inanıyoruz.

Yemen’de 5 yılı aşkın süredir akan kanın durdurulması ve insani krizin önüne geçilmesi de uluslararası toplumun sorumluluğundadır. Bölgede nüfus kazanma niyetiyle Yemen’in egemenliğine, siyasi birliğine ve toprak bütünlüğüne göz dikenleri ve Yemenlilerin ıstırabının sürmesine göz yumanları tarih affetmeyecektir.

Irak’ın dış güçlerin çatışma sahasına dönüşmemesi bölgemiz için istikrar ve refah yöneten bir konuma gelmesi samimi arzumuzdur. Komşumuz Irak’a her alanda destek olurken, özellikle terörle mücadelede daha yakın iş birliği yapmak istiyoruz. Tıpkı DEAŞ gibi Irak’ta yuvalanan PKK terör örgütünün kökünü kazıma konusunda uluslararası toplumdan ve bu ülkeden samimi iş birliği bekliyoruz. Bölgenin terör örgütlerinden temizlenmesi, insanlığın en kadim coğrafyasına ev sahipliği yapan Irak’ın geleceğinin aydınlanmasına katkı sağlayacaktır.

İran’ın nükleer programıyla ilgili hususların uluslararası hukuk dikkate alınarak diplomasi ve diyalog yoluyla çözülmesinden yanayız. Tüm tarafların bölgesel ve küresel güvenliğe ciddi katkılar sağlayan kapsamlı ortak eylem planındaki yükümlülüklerine riayet etmeleri çağrımızı tekrarlıyorum.

İnsanlığın kanayan yarası olan Filistin’deki işgal ve zulüm düzeni vicdanları acıtmaya devam ediyor. Üç büyük dinin kutsallarına ev sahipliği yapan Kudüs’ün mahremiyetine uzanan kirli el cüretini giderek arttırıyor. Filistin halkı İsrail’in tüm baskı, şiddet ve yıldırma politikalarına yarım asırdan uzun bir süredir göğüs geriyor. “Asrın Anlaşması” adı altında Filistin tarafına dayatılmaya çalışılan teslimiyet belgesi reddedilince İsrail bu kez işbirlikçilerinin yardımlarıyla kaleyi içeriden fethetme girişimlerine hız vermiştir. Türkiye olarak Filistin halkının rıza göstermediği hiçbir plana destek vermeyeceğiz. Kimi bölge ülkelerinin bu oyuna ortak olması, İsrail’in temel uluslararası parametreleri aşındırma çabalarına hizmet etmenin ötesinde anlam taşımıyor. Birleşmiş Milletler kararları ve uluslararası hukukun hilafına Kudüs’te büyükelçilik açma niyetini beyan eden ülkeler bu tavırlarıyla sadece itilafın daha da çetrefil hale gelmesine hizmet ediyor. Filistin meselesi ancak 1967 sınırları temelinde Başkenti Doğu Kudüs olan bağımsız, egemen ve coğrafi devamlılık içinde bir Filistin Devleti’nin kurulmasıyla çözülebilir. Bunun dışındaki çözüm arayışları beyhudedir, tek taraflıdır, adaletsizdir.

Temmuz ayında Azerbaycan topraklarına saldıran Ermenistan, Güney Kafkasya’da kalıcı barış ve istikrarın önündeki en büyük engel olduğunu bir kez daha ispatlamıştır. Yukarı Karabağ sorunu başta olmak üzere bölgedeki ihtilafların Azerbaycan ve Gürcistan’ın toprak bütünlüğü ve egemenliği ile Birleşmiş Milletler ve AGIT kararları doğrultusunda bir an evvel çözülmesinden yanayız.

Güney Asya’nın istikrar ve barışı içinde kilit önem taşıyan Keşmir sorunu halen çözüm bekliyor. Cemmu Keşmir’in özel statüsünün ilgasının ardından atılan adımlar sorunu daha da karmaşık hale getirmiştir. Bu meselenin diyalog yoluyla Birleşmiş Milletler kararları çerçevesinde ve özellikle Keşmir halkının beklentileri doğrultusunda çözülmesinden yanayız.

Değerli Delegeler,

Doğu Akdeniz’de bir süredir yaşanan gerilimin gerisinde kazanan hepsini alır, anlayışıyla hareket eden ülkeler bulunuyor. Ülkemizi dışlama amaçlı nafile adımların başarı şansı kesinlikle yoktur. Bizim ne Doğu Akdeniz’de ne de başka bir bölgede kimsenin hakkında, hukukunda meşru çıkarlarında gözümüz bulunmuyor. Ancak ülkemizin ve Kıbrıs Türkleri’nin haklarının çiğnenmesine, çıkarlarının yok sayılmasına da göz yumamayız. Bölgede bugün yaşanan sıkıntıların sebebi Yunanistan ile Kıbrıs Rum Kesiminin 2003’ten beri maksimalist taleplerle attıkları tek yanlı adımlardır. Türkiye Doğu Akdeniz’deki her türlü olumsuz gelişmenin yükünü tek başına omuzlamak durumunda bırakılan bir ülkedir. Buna karşılık bölgedeki doğal kaynaklar söz konusu olduğunda ülkemizin yok sayılması ne akıl ve vicdanla ne de uluslararası hukukla izah edilebilir. Anlaşmazlıkların samimi bir diyalogla uluslararası hukuk temelinde hakkaniyetle uygun biçimde çözümü öncelikli tercihimizdir. Ancak aksi yöndeki hiçbir dayatmaya, tacize, saldırıya asla müsamaha göstermeyeceğimizi de açıkça ifade etmek istiyorum. Doğu Akdeniz’deki kıyıdaş ülkeler arasında diyalog ve iş birliğini tesis etmeye yönelik çağrımızı burada tekrarlamak istiyorum. Bu amaçla tüm bölge ülkelerinin hak ve çıkarlarının göz önünde bulundurulduğu, içinde Kıbrıs Türkleri’nin de yer aldığı bölgesel bir konferans düzenlenmesini teklif ediyoruz. Bölgedeki krizin sebeplerinden biri de 1968 yılından bu yana aralıklarla devam eden müzakerelerde Kıbrıs meselesine adil, kapsamlı ve kalıcı bir çözüm bulunamamasıdır. Çözümün önündeki yegâne engel Rum tarafının uzlaşmaz, hak tanımaz, şımarık yaklaşımıdır. Uluslararası anlaşmaları hiçe sayan Rum tarafı Kıbrıs Türkleri’ni kendi yurtlarında azınlık yapmayı, hatta tümüyle adadan tasfiye etmeyi amaçlıyor. Garantör ülke sıfatıyla Kıbrıs Türk Halkı’nı haklı davasında hiçbir zaman yalnız bırakmadık, bundan sonra da bırakmayacağız. Kıbrıs meselesinde çözüm ancak Kıbrıs Türk Halkı’nın adanın ortak sahibi olduğu gerçeğinin kabul edilmesiyle mümkündür. Kıbrıs Türk halkının güvenliğiyle adadaki tarihsel ve siyasi haklarını kalıcı biçimde teminat altına alacak her çözümü destekleyeceğiz.

Değerli Delegeler,

Bu sene Hiroşima ve Nagazaki’ye atom bombası atılmasının 75’nci yıl dönümüdür. Silahsızlanma, küresel barış ve güvenliğin sağlanması bakımından hayati öneme sahip, buna karşılık silahların kontrolü mimarisi son yıllarda önemli hasarlar aldı. Uluslararası toplumun bu konuda eşitlik ve adalet temelinde ilerleyerek, kitle imha silahlarının tamamını ortadan kaldırması gerekiyor.

Hep birlikte hareket etme mecburiyetimizin bulunduğu bir diğer önemli konu, iklim değişikliğidir. İnsanoğlunun tabiatın dengelerine müdahale etmesinin nasıl ağır bedellere yol açabileceğini görüyoruz. Bu kötü gidişatı durdurmak ve tersine çevirmek mecburiyetindeyiz. Türkiye olarak gelinen noktadaki tarihi mesuliyetimiz yok denecek kadar az olmasına rağmen bu mücadeleye samimiyetle destek veriyor ve yükümlülüklerimizi yerine getiriyoruz. Yakın geçmişte Birleşmiş Milletler Çölleşmeyle Mücadele Sözleşmesi Taraflar Konferansı’na ev sahipliği yaptık. Afrika başta olmak üzere pek çok bölge ve ülkeyle verimli bir iş birliği yürüttük. Biyolojik Çeşitlilik Sözleşmesi’nin 2022’de yapılacak 16. Taraflar Konferansı’nın da ev sahipliğini üstlendik.

Şimdi de insanlığı tehdit eden, ancak nedense görünmez sayılan bir soruna dikkatinizi çekmek istiyorum; ırkçılık, yabancı karşıtlığı, İslam düşmanlığı ve nefret söylemi vahim boyutlara ulaştı. Salgın sürecinde yabancı düşmanlığı ve ırkçılık iyice artarken, göçmenler ve sığınmacılar başta olmak üzere savunmasız kişilere yönelik şiddet eylemleri hız kazandı. Ön yargılardan ve cehaletten beslenen bu tehlikeli eğilimlere en çok da Müslümanlar maruz kalıyor. Bu tehlikeli gidişin en önemli sorumluları oy uğruna popülist söylemelere yönelen siyasetçiler ile ifade özgürlüğünü suiistimal ederek nefret söylemini meşrulaştıran marjinal kesimlerdir. Tüm uluslararası kuruluşları acilen bu zihniyete karşı mücadelede daha somut adımlar atmaya davet ediyorum.

Yeni Zelenda’da Müslümanlara yönelik terör saldırısının yıldönümü olan 15 Mart tarihinin Birleşmiş Milletler tarafından İslam düşmanlığına karşı uluslararası dayanışma günü olarak ilan edilmesi çağrımı tekrarlıyorum. Birleşmiş Milletler’den özellikle daha sonra en büyük ikinci uluslararası kuruluş olan İslam İşbirliği Teşkilatı bugünü resmen kabul etmiştir.

Salgın ve onunla bağlantılı olarak tırmanan ekonomik kriz, sürdürülebilir kalkınma ve 2030 hedefleri bakımından da olumsuz etkilere yol açıyor. Gelişmekte olan ülkeler ile düşük gelir düzeyine sahip ülkeler bu krizden daha fazla etkileniyorlar. Esasen salgın döneminde yaşananlar bize sürdürülebilir kalkınma hedeflerinin her türlü küresel krizle mücadelede önemli bir yol gösterici olabileceğini gösterdi. Krizden çıkışın ekonomik reçetelerini tasarlarken, dijitalleştirmenin dönüştürücü gücünden de yararlanmalıyız. Birleşmiş Milletler Genel Sekreterinin dijital iş birliği haritasını destekliyoruz.

Küresel ve bölgesel meseleleri ele almak üzere tasarladığımız ilk Antalya Diplomasi Forumunun temasını da dijital çağda diplomasi olarak belirledik.

Ayrıca, en az gelişmiş ülkeler için Birleşmiş Milletler Teknoloji Bankası’na da ev sahipliği yapıyoruz.

En doğudaki Avrupalı ve en batıdaki Asyalı olmak üzere her alanda Türkiye’nin özgül ağırlığını artırdığımızı bilmeniz lazım. Tarihin sarkacının yeniden Asya’ya doğru kaydığı bu dönemde yeniden Asya girişimimizle ilişkilerimize yeni bir dinamizm kazandıracağız.

Coğrafi yakınlığımızı perçinleyen beşeri ve tarihi bağlara sahip olduğumuz Afrika ile ilişkilerimizde de ciddi ivme yakaladık. Önümüzdeki yıl Türkiye’de düzenlemek istediğimiz Türkiye-Afrika Birliği Ortaklık Zirvesi’nin üçüncüsünün de Afrika’nın kapasitesini güçlendirmeyi amaçlayan projeleri hayata geçirmeyi planlıyoruz.

Sözlerine son verirken, içinden geçtiğimiz bu hassas dönemde çok taraflılığa verdiğimiz güçlü desteğin süreceğini belirtmek istiyorum.

Salgına karşı elbette mesafeyi korumalıyız, ancak uluslararası toplumu tehdit eden tüm imtihanlara karşı ortaklaşa mücadele ve iş birliğinde safları sıklaştırmak mecburiyetindeyiz. Tarih boyunca dünyanın en gözde şehirlerinden olan İstanbul’un Birleşmiş Milletler merkezi haline gelmesi yönündeki gayretlerimizi sürdüreceğiz.

  1. Genel Kurul çalışmalarının başarılı geçmesini diliyorum, sizleri şahsım ve milletim adına saygıyla selamlıyorum, kalın sağlıcakla.

 

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.