savunmahavacılıkteknolojipolitikaanalizmevduatkriptosağlıkkoronavirüsenflasyonemeklilikötvdövizakpchpmhp
DOLAR
35,1981
EURO
36,7471
ALTIN
2.968,65
BIST
9.724,50
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
Ankara
Yağmurlu
6°C
Ankara
6°C
Yağmurlu
Cumartesi Hafif Yağmurlu
6°C
Pazar Parçalı Bulutlu
8°C
Pazartesi Çok Bulutlu
10°C
Salı Yağmurlu
9°C

Türkiye düzensiz göçün yıktığı ilk ulus-devlet olabilir

Türkiye düzensiz göçün yıktığı ilk ulus-devlet olabilir

Türkiye Düzensiz Göçün Yıktığı İlk Ulus-Devlet Olabilir

 

Osman Başıbüyük, Sun Savunma Net, 11 Ağustos 2021

 

 

Türkiye göç üzerinden çok büyük bir tehdit ile karşı karşıya. Tehdidin büyüklüğünü görebilmek için göç mekanizmasının yeni dünya düzenini kurmak için nasıl kullanıldığını anlamamız gerekiyor.

Dünyada düzensiz göç her geçen gün artıyor

Birleşmiş Milletler Mülteci Yüksek Komiserliği raporlarına göre, dünya nüfusunun %3,6’sı göçmen durumunda. Uluslararası göçmen sayısındaki artış, son yirmi yılda katlanarak attı. 2000 yılında dünyada 173 milyon göçmen varken bu rakam 2020 yılında 281 milyonu buldu. Geçtiğimiz yıl 11 milyon 200 bin kişi ülkesini terk etmek zorunda kaldı.

Dünya Bankası’nın tahminlerine göre 2050 yılına kadar Latin Amerika, Sahra Altı Afrika ve Güneydoğu Asya’dan iklim değişikliği sebebiyle göç edenlerin sayısı 143 milyonu bulacak. Çevre Adaleti Vakfı (The Environmental Justice Foundation) ise 2050 yılına kadar yine iklim değişikliği sebebiyle dünya nüfusunun %10’unun ülkesini terk etmek zorunda kalacağını iddia ediyor. Bu rakamlar, göçü kabul edecek ülkelerin demografik yapısını kökünden değiştirecek. Demografik yapının değişmesi, beraberinde çok büyük sorunlar getirerek yeni çatışmalara yol açacak. Hedeflenen de bu galiba.

Türkiye nasıl hedefe koyuldu?

Türkiye olarak daha küresel ısınma ve iklim değişikliği sebebiyle göç almadık diyebiliriz. Ancak 2000’li yılların başından beri kontrolsüz göçün hedef aldığı en önemli ülke haline geldik. Neden Türkiye hedefte ve nasıl hedefe koyuldu?  Bu sorunun cevabını bulmamız gerekiyor.

İnsanları kurulu düzeni bırakıp ülkelerini terk etmeye zorlayan en önemli etken iç savaştır. İç savaş, zulüm, işkence, siyasi baskı, insan hakları ihlalleri, açlık ve işsizlik gibi yarattığı korkunç etkilerle insanları göçe zorlar.

Türkiye’nin en çok göç aldığı ülkelere bakalım. Birinci sırada 3,6 milyon sığınmacı ile Suriye geliyor. İkinci sırada 170 bin ile Afganlar var. 142 bin sığınmacı ile üçüncü sırayı Iraklılar alıyor.

Halep kentinden Suriyeli sığınmacı bir aile yağmurlu bir günde Üsküdar, İstanbul’da görülürken, 08 Mart 2014. Kaynak: Bülent Kılıç/Getty Images

 

Göç İdaresi Genel Müdürü Dr. Savaş Ünlü’nün beyanına göre, Türkiye’de 196 farklı ülkeden yaklaşık 5,5 milyon sığınmacı/mülteci var. Kayıt dışı ile toplam rakamın 7 milyonu bulduğunu iddia eden güvenilir kaynaklar görüyoruz.

En çok sığınmacı aldığımız üç ülkenin ortak bir özelliği var: Hepsi de iç savaş yaşayan ülkeler. Peki, bu saydığımız ülkelerde iç savaş tesadüfen mi çıktı? Analizin püf noktası burada yatıyor.

ABD, 2001 yılında Afganistan’ı, 2003 yılında da Irak’ı işgal etmiş, 2004 yılında da Türk kamuoyu Büyük Ortadoğu Projesi (BOP) ile ilk defa tanışmıştı. Dönemin Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan da bu projenin eş başkanı olduğunu ilan etmişti. ABD Ulusal Güvenlik Danışmanı Condoleezza Rice, Washington Post gazetesinde yazdığı makalesinde, BOP projesi ile hedefe koydukları 22 ülkeye demokrasi getireceklerini iddia ediyordu. Hatta bazı ülkelerin sınırları da değişecekti. Proje, demokrasi ve özgürlük söylemleriyle süslenmişti ama asıl amaç hedef ülkeleri istikrarsızlaştırmaktı. Mesela, Irak’a demokrasi getirmek için Saddam Hüseyin’in devrilmesi gerekiyordu, bu ise iç savaş demekti ve öyle de oldu. Arkasından BOP’un devamı olan Arap Baharı başladı ve Tunus’ta çıkan demokrasi rüzgârı çok geçmeden Suriye’ye geldi. Esad’ı devirme çabaları iç savaş ile sonuçlandı ve şu an yaşadığımız göç sorunu ile böylece tanışmış olduk.

İşin ilginç yanı, BOP projesiyle eş zamanlı olarak dünyaya mayın temizleme işini dayatmışlardı. Bütün ülkeler sınırlarını koruyan mayınları temizlemekle mükellefti. Türkiye’de bu kapsamda 25 Eylül 2003’de Ottowa sözleşmesine katıldı. Peyderpey Suriye, Irak ve İran sınırımızdaki mayınları temizledik. Mültecilerin sınırlarımızı kolayca geçmesi için gerekli hazırlıkları yaptığımızı anlayamamıştık bile.

Vatansız Para (küresel sermaye)’nın en önemli istihbarat kuruluşu STRATFOR’un kurucu başkanı George Friedman, Gelecek Yüzyıl (The Next 100 Years) isimli kitabında, Afganistan ve Irak operasyonlarını kastederek; “ABD’nin bir savaşı tamamen kazanmak gibi bir hedefi de yoktur. Vietnam ve Kore örneklerinde olduğu gibi ABD’nin amacı basitçe, bir gücü engellemek veya bir bölgeyi istikrarsızlaştırmaktır; her zaman için bir düzen getirmek ana hedef değildir” demektedir.

Amerikan askerleri ve bürokratları, Afganistan ve Irak gibi ülkelere operasyon yaparlarken gerçekten de bu ülkelere demokrasi ve özgürlük getireceklerini zannetmiş olabilirler. Ama Vatansız Para’nın asıl niyeti hedef ülkeleri istikrarsızlaştırmaktı. Bu planın temelde iki amacı vardı: 1) İstikrarsızlaşan ülkenin yer altı ve yer üstü zenginliklerine ucuza çökmek, 2) Göç hareketlerini tetiklemek.

İç savaşın göçü tetikleyen en önemli unsur olduğunu daha önce yazmıştık. Vatansız Para, iç savaş çıkacak ortamı hazırlayarak göçü bilerek ve isteyerek tetiklemekteydi.

Yeni proje ulus-devletleri yıkmak

Vatansız Para’nın nihai hedefi, bu yüzyılda ulus devletleri yıkmaktır. İmparatorlukları yıkıp ulus devletleri kuran da onlardı. 1’inci Dünya Savaşı bu planın bir parçasıydı. Yeni planda ülkelerin daha da küçülmesi ve hatta şehir devletleri kurulması var. Büyük devletlerden, cumhurbaşkanlarından, başbakanlardan ve meclislerden kurtulmayı planlıyorlar. Şimdi bu konuyu Afganistan örneğinden hareketle anlatmaya çalışalım.

Kaynak: History

 

ABD, 11 Eylül olaylarını bahane ederek 2001 yılında Afganistan’a yerleşmişti. Bu hamle ile Washington’un Çin ve Rusya’ya yakın bir noktaya yerleştiği, olası bir savaşta Afganistan’daki üslerden bu ülkelere operasyon yapma imkânı elde ettiği düşünülebilir.  Çok zayıf bir Rusya ve Çin için bu denklem doğru olabilirdi ama son 20 yılda Çin ve Rusya askeri kapasitelerini çok ciddi oranda geliştirdiler. Artık bu denklem mümkün değil. Denize çıkışı olmayan Afganistan, ABD’nin Çin ve/veya Rusya ile girişeceği olası bir savaşta üs olarak kullanılamaz. Havadan yapılacak sınırlı ikmal ile ABD hava kuvvetlerinin ciddi bir savaşta Afganistan’da tutunma ihtimali sıfırdır. Washington’un kurmayları bu askeri gerçeği biliyordur. Yani Washington açısında askeri anlamda Afganistan’da bulunmanın bir anlamı kalmamıştır. O zaman bu ülkeden çekilirken yaratılacak boşluğun değerlendirilmesi gerekiyordu.

Amerikan İstihbarat Teşkilatı tarafından Kongre için hazırlanan bir raporda, Afganistan Ulusal Ordusu’nun savunma kapasitesinin Taliban saldırıları karşısında yetersiz kalacağı ve 6 ay içinde çökeceği söyleniyor. Amerikalı analistler de aynı görüşü destekliyorlar. Onlara göre, Amerikan kuvvetlerinin çekilmesiyle Afganistan’da güç dengesi tamamen Taliban lehine değişecek, Taliban kuvvetleri merkezi hükümetin güvenlik güçlerini ezerek Kabil’e girecek, Taliban’ın kuracağı çağ dışı rejim, büyük bir insanlık faciasının yaşanmasına neden olacak.[1] Peki, nedir bu yaşanacak büyük insanlık faciası? Çok açık; yaşanacak iç savaş sonrasında milyonlarca insanın göçe zorlanması.

Ekonomik açıdan her ülkeyi yutma kapasitesi olan Çin’e sorunsuz bir Afganistan bırakılamazdı.

ABD Dışişleri Bakanlığı, 02 Ağustos’ta yaptığı açıklama ile ABD bağlantıları nedeniyle Taliban şiddetine maruz kalabilecek bazı Afganların “Öncelikli-2” ismini verdikleri bir mülteci programı ile ABD’ye yerleştirileceklerini açıkladı. Daha önceden de Amerikan ordusuna hizmet eden Afganlara yönelik Özel Göçmen Vize Programı ile 73 bin civarında Afgan’a ABD’de oturma izni verilmişti.

Kaynak: Youtube

 

Böylece ABD, Afganistan’dan çekilmek üzereyken yeni bir mülteci programı açıklayarak, ABD’ye mülteci olarak kabul edilebileceklerin kapsamını genişletti. Artık ABD tarafından finanse edilen projelerde çalışanlar, ABD merkezli sivil toplum kuruluşları ve medya kuruluşlarında görev yapanlar da mülteci olmak için başvurabilecekler. Hatta ABD Dışişleri Bakanı Antony J. Blinken, gelecekte kapsamın daha da genişletileceğini Özel Göçmen Vize Programı ve Öncelikli-2 programı çerçevesinde ABD’ye mülteci olarak gitmeye hak kazanamayan ama zulüm ve şiddetten korkan diğer Afganların da mülteci olma haklarından yararlanabileceklerini söyledi.

Fakat Afganların ABD’ye mülteci olarak başvurabilmeleri için öncelikle yapmaları gereken ilk şey, kendi imkânlarıyla ülkeyi terk edip, başka bir ülkede 12 ila 14 ay sürecek başvuru sırasını beklemek. Bu arada şunun altını çizelim. Bu 12-14 ay sadece başvuruyu beklemek için gereken süre, başvurunun cevabının ne zaman geleceği, olumlu mu olumsuz mu olacağı da belli değil.

Bu arada ABD’li Bakan, uygun şartları sağlayan Afganların hızla güvenli ülkelere giderek orada mülteci işlemlerinin gerçekleşmesini beklemeleri için üçüncü ülkelerle anlaşma sağlamaya çalıştıkların söylüyor.[2] Yani Türkiye gibi ülkelere, bu mülteciler biz durumlarını değerlendirene kadar siz de kalsın diyorlar. ABD Dışişleri Sözcüsü ise potansiyel çıkış dalgasına hazırlıklı olunması gerektiğini, Pakistan sınırının açık olmasının önemini vurguluyor ve mültecilere kuzeye yani Tacikistan ve Özbekistan’a gidebilecekleri veya İran üzerinden Türkiye’ye geçmeleri tavsiyesinde bulunuyor.[3]

ABD’nin yapmak istediklerini daha açık yazacak olursak: 1) Afganistan’dan çekilerek iç savaşı tetikliyor, 2) Kendi ülkesine götürmeyi planladığı mülteci kapsamını genişleterek hem daha çok insanın göçe heveslenmesini sağlıyor hem de Taliban’a “aslında bu gruplar da işbirlikçi haindi” mesajı vererek hedef kitleyi büyüterek göç potansiyelini daha da artırıyor. 3) Göçü Türkiye, Özbekistan ve Tacikistan’a yönlendirerek gelecekte istikrarsızlaştırılacak ülkelere sorun ihraç ediyor. Bu çıkarımı rahatlıkla yapabiliriz. Çünkü yukarıda Amerikan İstihbarat Kuruluşlarının raporlarından bahsetmiştik, bunların olacağını bile bile Vatansız Para’nın kuklası Biden bu kararı alıyorsa demek ki küresel sermaye bu yönde bir gelişmeyi istemektedir.

Bir ülkeden göçün ana sebebinin iç savaş olduğunu yukarıda yazmıştık. Ülkedeki iç savaşın ana sebebi ise homojen olmayan demografik yapıdır. Ulus-devlet olmayı başaramayan Irak, Suriye ve Libya gibi ülkeler bu sebepten iç savaş yaşadılar. Vatansız Para’nın 2050 yılına kadar olmasını öngördüğü kitlesel göçlerde birçok devletin demografik yapısı kökünden değişecek. Değişen demografik yapı, otomatikman yeni çatışmalar doğurarak domino etkisiyle yeni göç dalgaları yaratacak. Bu göç dalgalarında birçok ulus-devlet yıkılacak. Demografik yapıya göre oluşmuş daha küçük devletler hatta şehir devletleri türeyecek. Mesela Suriye şimdiden küçüldü. Bu süreçte dış çemberi oluşturan ülkelerden iç çembere doğru vasıfsız insanların oluşturduğu bir göç hareketi yaşanırken, aynı istikamette çok daha hızlı bir göç hareketi, beyin göçü şeklinde dış çemberden merkeze doğru yönelecek. Göç alan ülke aynı zamanda göç verir, gelenler vasıfsız, gidenler vasıflı olur. Örneğin Türkiye, Afganistan, Somali ve Suudi Arabistan gibi ülkelerden göç alırken kendi yetişmiş insanının Avrupa ve Amerika’ya göç etmesini durduramayacak. Yaşanan bu beyin göçü, ulus-devletlerin daha hızlı çözülmesini sağlayarak planlanan şehir devletlere geçiş sürecini hızlandıracak.

Vatansız Para, geçmişte imparatorlukları milliyetçilik akımları ile yıkarak ulus-devletlerden oluşan bir dünyayı yaratmayı başarmıştı. Bu seferki plan şehir devletlerinden oluşan bir dünya yaratmak. Fakat bu dünyada herkese özgürlük görülmüyor. Blok zincir teknolojisi ile bağlanan insanlar, özgürce hareket edemeyecekler. Giderek yalnızlaşan insan, sermaye ile tek başına karşı karşıya kalarak köleleşecek.

Ümmetçi zihniyet bu tuzağa düşmeye çok müsait

İmparatorlukları yıkma süreci 1848’de tüm Avrupa’da yaşanan devrim hareketleri (Avrupa Baharı) ile başlamış ve 1. Dünya Savaşı ile son bulmuştu. Yaklaşık 70 yıl süren bu dönemin ilk ve en acılı kurbanı Osmanlı İmparatorluğu olmuştu. Bunun sebebi, Osmanlının “Kaht-ı rical” olarak adlandırdığı, devlet adamı kıtlığı anlamına gelen büyük bir sorun yaşamasıydı. Bugün de planlanan yeni operasyonun ilk ve en acılı kurbanlarından birisinin Türkiye olacağı gözüküyor. Çünkü maalesef yine devlet adamı kıtlığı çekiyoruz.

Kaynak: Middle East Institute

 

Türkiye’nin en büyük şansızlığı iktidarda AKP gibi ümmetçi zihniyette, “İslam Birliği”nin hâlâ bu çağda hayata geçebileceğini zanneden bir partinin olmasıdır. AKP’nin ümmetçi zihniyeti, seçmenini ne olduğu belli olmayan ensar-muhacir safsatasıyla uyuturken, ülkenin kapılarını Müslüman kökenli mültecilere ardına kadar açmaktadır. AKP Hükümeti, bu davranışıyla İslam’a liderlik ve hizmet ettiğini zannetmektedir. Oysaki durum tam tersidir. Ulus-devletlerde çözülme önce Müslüman inançlı olanlarda başladı, sonra bu çözülme göç ile Hristiyan olanlara doğru yayılacak ancak kendi etnik ve dini kimliğinden olmayan hiç kimseyi kabul etmeyen İsrail bu dalgada ayakta kalan tek ulus-devlet olarak hayatta kalacak.  Sözün özü AKP’nin milliyetçilikten çok uzak ümmetçi kimliği, ulus-devleti yıkmak isteyen Vatansız Para’nın işine geliyor.

AKP, Türkiye’yi gelecekte yıkacak paralı askerleri kendi eliyle ülkeye yerleştiriyor

Vatansız Para, Fransa ve Almanya gibi bazı ulus-devletlerin karşı çıkmasına rağmen, Müslüman Kardeşler Örgütünü Türkiye’nin hizmetine vererek, çoğunluğu Suriye kökenli paralı askerlerden oluşan Ankara’nın kontrolünde cihatçı bir güç kurmayı başardı. Bu birlikler önce kendi toprakları Suriye’de sonra Libya’da takiben Karabağ’da kullanıldılar. Türkiye yaptığı bu operasyonlarda başarılı olmalıydı ki her operasyondan sonra yeni maceralara atılacak cesareti kendinde bulsun. İşte bu maksatla, Türkiye’ye el altından başta İHA/SİHA olmak üzere birçok askeri teknoloji transferi yapıldı. Böylece sadece AKP iktidarı değil Türk kamuoyu da gelişen özgüven duygusuyla yeni operasyonlara hazırlanmış oldular. Şimdi sırada Afganistan var.

SİHA’larımız ve Mehmetçik orada destan yazacak! Pardon! Libya’da olduğu gibi Mehmetçiği oraya götürmeyeceğiz. Ya kimi götüreceğiz? SADAT’ın kurduğu paralı Afgan birliklerini eğitip tekrar kendi ülkelerinde savaştıracağız. Plan bu. Zaten uluslararası medyada Türk istihbaratının, Suriye’de konuşlu iki bin kadar cihatçı savaşçıyı Afganistan’a götürdüğü yönünde haberler yer aldı. Anlaşıldığı kadarıyla Suriyeli savaşçılardan devşirdiğimiz Suriye Özgür Ordusunu Libya ve Karabağ’da kullandıktan sonra şimdi Afganistan’a götürmüşüz. Tabi ki Kabil şehri ve havalimanını korumaya iki bin paralı askerin gücü yetmez. Bu rakama Afganistan’dan devşirilip eğitilecek savaşçılar da eklenmelidir. NATO Afganistan’daki askeri eğitim programını artık ülke dışında sürdürme kararı aldı. Bu kapsamda ilk eğitim programı Türkiye’de başlayacak. Afgan özel askeri birliklerine mensup ilk kafile Ankara’ya geldi bile.

AKP Hükümeti, cihatçı savaşçılardan oluşan, küresel operasyonlarda kullanabileceği çok büyük bir güç oluşturduğunu zannediyor. Çok büyük bir yanılgı içerisindeler. Cihatçı savaşçı modelini geliştiren ABD Başkanı Jimmy Carter’in ulusal güvenlik danışmanı Macar asıllı Yahudi Zbigniew Kazimierz Brzezinski idi. Dünyanın dört bir tarafından getirilen cihatçı savaşçılar, 1979 yılında, Afganistan’da başlayan Sovyet işgaline karşı Taliban ile birlikte kullanılmıştı. Sovyetler, Afganistan’dan çekildikten sonra bu cihatçı guruplar Müslümanların en çok probleminin olduğu İsrail’e gidip Filistinli kardeşleriyle birlikte Siyonistlere karşı savaşmak isteyince Brzezinski’ye karşı büyük tepkiler doğmuştu. Brzezinski’ye “bir politik İslam yarattınız, şimdi bu hareket bize karşı yönelip başımıza bela olmaz mı” diye sorulduğunda Brzezinski; “hiç önemli değil, onlar ancak parasını ödediğimiz müddetçe aktif olabilirler, gidecek ülkeleri yok, biz parayı kesince dağılacaklardır” diye cevap vermişti[4]. Bu cihatçı grupların İsrail’e giderek Siyonizm’e karşı savaşmak isteyen liderleri öldürüldü sonra bu gruplar sırasıyla Bosna-Kosova ve Çeçenistan savaşlarında kullanıldı.

Türkiye, birileri tarafından emrine verilen bu cihatçı savaşçıları ancak parasını ödediği müddetçe kontrol altında tutabilir. Daha fazla para veren birisi olduğunda veya daha güçlü bir aktör çıktığında bu paralı askerlerin kontrolünü kaybedecektir. Türkiye benzer süreci daha önce iki defa yaşamıştır. Apocular, Güneydoğudaki aşırı sol hareketleri bastırmak için Türk istihbaratı tarafından kurulmuştu. Zamanı gelince yabancı istihbarat bu örgütün kontrolünü ele geçirerek ismini PKK yapıp Türkiye’ye karşı kullanmaya başladı hâlâ kullanıyor. Aynı şekilde Hizmet Hareketini de Türk istihbaratı kurmuştu. Belli bir süre sonra örgütün kontrolü dış istihbaratın eline geçti ve örgüt Türkiye’de operasyon yapmak için kullanılan bir Gladyo aparatı haline dönüştü. Büyük çabalarla adı FETÖ yapılan örgütten devlet hâlâ tam anlamıyla arınmış değil. Şimdi bu bilgiler ışığında bugün SADAT’ın topladığı paralı cihatçı savaşçıların zamanı geldiğinde Türkiye’ye karşı kullanılacağından emin olabilirsiniz.

Şu an Türkiye’de 170 bin civarında kayıtlı Afgan var. Gelen Afganların neredeyse hepsi genç, bekar ve erkek. Bu yalnız adamların gelecekleri için kaygı duyacakları bir aileleri veya kaybedecek hiçbir şeyleri yok. Türkiye’de evlenip aile kurmaları da çok zor. Dolayısıyla çok uzun süre pervasızca yaşayabilecekler. Afganistan’da yaşanan iç savaşta Afgan Ulusal Ordusu çöktüğünde, genç, ordu mensubu, eli silah tutan ve bekâr erkeklerden oluşan çok daha büyük bir göç dalgası Türkiye’ye doğru yönelecektir. Türkiye, Afganistan’a gider Kabil’in düşmemesi için ne kadar direnirse, direnişle doğru orantılı olarak Afganistan’dan alacağı mülteci sayısı da artacaktır.

Bir ülkede kaybedecek çok şeyi olmayan, hayatı savaş ile geçmiş, gözü kara, savaş haricinde para kazanma şansı olmayan çok büyük bir genç kitlenin olduğunu düşünün. Bir de bu ülkenin demografik yapısının şimdiden %10 oranında değiştiğini, ülkede 7 milyon sığınmacı olduğunu ve zamanla dışlanan bu insanların Türklere karşı duymaya başlayacakları nefreti hesaba katın. Bütün bunlar ulus-devleti parçalayacak bir saatli bombanın içimize yerleştirildiği anlamına gelmektedir.

Suriye’de halk ayaklanması başladığında, ülke dışından getirilen cihatçı savaşçılar başta Türkiye olmak üzere komşu ülkelerden Suriye’ye sokulmasaydı Suriye’de iç savaş çıkar mıydı? Kesinlikle çıkmaz, ordu ayaklanmayı bastırır ve iç savaşı önlerdi. Şimdi biz kendi elimizle cihatçı savaşçıları ülkeye yerleştirip uykuya yatırıyoruz. Böyle bir hata olamaz. Bu hata değil, ihanettir.

Sonuç ve öneriler

Türkiye bu kontrolsüz göç ihanetine bir an önce dur demelidir. Bu maksatla:

1) Afganistan’dan Türk askeri derhal çekilmeli, Kabil Havalimanı’nın güvenliğini sağlama sorumluluğu kesinlikle alınmamalıdır. Türkiye, Afganistan’a gittiği takdirde kendisini, Afganistan’ın komşuları Çin, İran, Pakistan, Özbekistan ve Kırgızistan ile birlikte bölgede ciddi çıkarları olan Rusya ve ülkede ciddi yatırımları olan Hindistan’ın içinde yer aldığı çok karmaşık bir denklemde, Amerika’dan gelen paraya muhtaç, zayıf bir oyuncu olarak bulacaktır. Çin, Afganistan ile sınır komşusudur. Bu sınırda Uygur kökenli Türk ve Müslüman halk yaşamaktadır. Vatansız Sermaye’nin planlarından birisi de Afganistan’dan komşu ülkelere dağılacak sığınmacıların gerektiğinde bu ülkede savaşçı olarak kullanılmalarıdır. Bu manada Çin, Türkiye’nin olası Afganistan operasyonundan tehdit algılayacaktır. Benzer tehdit algılaması Rusya için de geçerlidir. Çünkü Türk Cumhuriyetlerinde ciddi ölçüde Rus kökenli halk yaşamaktadır. Dolayısıyla bu ülkelerdeki din veya etnik temelli gerginlikler her zaman Rusya’yı işini için çeker. AKP Hükümeti, Afganistan’a giderek Çin ve Rusya’nın şimşeklerini üzerine çekerse bu iki ülkeyi Türkiye’nin içini karıştırmaya sevk ederek ilk yıkılacak ulus-devletin Türkiye olmasına sebep olabilir.

2) Türkiye ile AB arasında 2016 yılında yapılan “18 Mart Mutabakatı” derhal sonlandırılmalıdır. Mutabakat kapsamında AB’nin, Türkiye’ye Yunanistan üzerinden Avrupa’ya gitmek isteyen düzensiz göçmenleri ülkede tutması şartıyla 6 milyar avroluk bir mali yardım yapması öngörülmüştü. AB’nin vaatleri arasında Türkiye’nin AB üyeliğinin hızlandırılması, Gümrük Birliği’nin güncellenmesi ve vize muafiyetinin getirilmesi de bulunuyordu. Fakat AB, paranın ilk 3 milyar avroluk kısmını vermenin dışında hiçbir sorumluğunu yerine getirmedi. Geçtiğimiz Haziran ayında da ikinci parti 3 milyar avronun kullanılmasına izin verdi. Ancak bu parayı Türk hükümeti kendi istediği gibi kullanamıyor. AB ancak paranın Türkiye’deki sığınmacıların yerleşik düzene geçmesini sağlayacak şekilde kullanılmasına izin veriyor. Zaten yapılan araştırmalarda bir ülkeye gelen sığınmacıların 5 sene geçtikten sonra o ülkede yerleşik düzene geçtiğini, aile kurup iş güç sahibi olduklarını, başka ülkelerde daha iyi şartlar olsa bile yerleştiği ülkeyi tekrar sığınmacı durumuna düşmemek için terk etmediklerini, aynı zamanda kendi ülkelerine de geri dönmediğini gösteriyor. Suriyeli sığınmacılar Türkiye’ye geleli 5 sene oldu. Anlaşılacağı üzere AB, 3 miyar avroyu Suriyeli sığınmacıları Türkiye’de yerleşik hayata geçirmek için vermişti. Şimdi de 3 milyar avroluk dilimi serbest bıraktılar. Bu paranın da Afganistan’dan gelen sığınmacıları Türkiye’de yerleşik hayata geçirmek için kullanılacağı anlaşılıyor. Türkiye bu tuzaktan kurtulmak için bütün kapılarını ardına kadar açarak sığınmacıları Avrupa’ya doğru yönlendirmelidir. Avrupa’nın küresel sisteme baskısı olmadan Türkiye kendisine yönelen göçü durduramaz ve kendine biçilen kaderi değiştiremez. 6 milyar avro ve iktidar için memleket satılmaz.

3) Türkiye en kısa sürede Suriye yönetimi ile anlaşarak ülkede sığınmacı statüsünde bulunan Suriyelilerin gönderebildiği kadarını ülkelerine geri göndermelidir. Suriyeliler doğurganlık oranlarıyla özellikle Suriye sınırındaki şehirlerimiz için ciddi demografik ve dolayısıyla çatışma riski yaratmaktadır.

4) Bütün bu bilgiler ışığında sade vatandaş olarak sizlere düşen görev, elinizden gelen her türlü çaba ile düzensiz göç ile mücadele etmek ve siyasiler üzerinde baskı kurmaktır. Türkiye’nin bekası ve çocuklarınızın geleceği buna bağlıdır.

Düzensiz göç ile mücadele bir vatan borcudur.

 

[1] https://www.sozcu.com.tr/2021/yazarlar/ugur-dundar/mehmetcik-amerikanin-afganistandaki-vekalet-savasinin-taseronu-oluyor-6579491/

[2] https://www.state.gov/secretary-antony-j-blinken-remarks-to-the-press-on-the-announcement-of-a-u-s-refugee-admissions-program-priority-2-designation-for-afghan-nationals/

[3] https://www.state.gov/briefings/department-press-briefing-august-4-2021/

[4] https://www.youtube.com/watch?v=tUwC63uo42Q (Prof. Gilles Kepel)

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.