Washington ve Ankara arasındaki sözde stratejik ilişkiye veda zamanı geldi.
Yazar: Steven A. Cook, Foreign Policy, 13 Ağustos 2018
Levent Kağan, Sun Savunma Net, 08 Ocak 2019
New York Times dergisinde, Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın Birleşik Devletler hakkındaki şikâyetlerini dile getirdiği bir makalesi yayınlanmıştır. Türk lider makalesinde, ABD politikası hakkında, Türk liderler ve vatandaşlarının gerçekten canını sıkan, onları üzen haklı ve geçerli endişelerini dile getirmiştir.
Fakat Erdoğan, hikâyenin sadece yarısını anlatarak okuyucuları, Washington’un güvenilir bir müttefik ve ortağı kurban ettiğine inandırmak istemiştir. Birleşik Devletler’in de uzun süreden beri kendi şikâyet listesi bulunmaktadır, fakat kendinden öncekilerin aksine, bu konuda bir şeyler yapıyor gibi görünmek, nihayetinde Trump yönetiminin başarısı olmuştur.
ABD’nin şikâyetleri, Ankara’nın Rusya’dan S-400 gelişmiş hava savunma sistemlerini alımını kapsamaktadır; Türkiye hem Amerika’nın elindeki en yeni yüksek teknoloji ürünü F-35 savaş jetlerini kullanacak hem de S-400 füzelerinin bakım ve yedek parçaları için Rusya’ya bağımlı olacaktır. Bu durum; Moskova’ya bu uçakların tespit edilmeleri konusunda değerli istihbarat bilgileri toplama fırsatı sağlayacaktır.
Türkler, Birleşik Devletler’in İslami Devlet terör örgütüne karşı sürdürdüğü savaşı da karmakarışık hale getirmiştir. Türkiye önce, İncirlik Hava Üssünün kullanılabilmesi için ABD’yi bir yıldan fazla süren görüşmelere zorlamış, sonra da kuzey Suriye’ye girerek Washington’un Kürt müttefiklerini hedef almıştır. Bütün bu olanlar nedeniyle bizzat Türkiye Cumhurbaşkanı Erdoğan Suriye’deki ABD birliklerini tehdit etmiştir.
İran’a gelindiğinde, Ankara ABD politikasının altını oymak için ayrı bir nükleer anlaşma görüşmesi yaparak veya İran yaptırımlarına karşı çıkarak, müteakiben de yaptırımları delmesi için yardım ederek mümkün olan her şeyi yapmıştır.
Bir de Ekim 2016’dan beri Türkiye’de tutuklu olan Rahip Andrew Brunson var. Bu olay, özellikle geçtiğimiz günlerde, Ankara’nın varılan bir anlaşmadan dönmesi sonrasında, sonra iki ülke arasında bir parlama noktası olmuştur. Fakat Türkiye, bir NASA (National Aeronautics and Space Administration-Ulusal Havacılık ve Uzay Dairesi) bilim insanı dâhil, uydurma terör iddialarıyla suçladığı 15-20 ABD-Türkiye çifte vatandaşını da elinde tutmaktadır.
ABD Büyükelçiliğinin üç Türk çalışanı da tutuklanmış durumdadır. Bu insanlar, Birleşik Devletleri, yeşil kart sahibi olan ve Ankara’nın başarısız darbe girişimini planlamakla suçladığı Fethullah Gülen’i vermeye ve/veya New York mahkemesi tarafından İran’a çok taraflı yaptırımları delmekte yardım eden Türk bankacının serbest bırakılmasını zorlamak için pazarlık kozu olarak kullanılmaktadır.
Washington ile Ankara arasında son haftalarda ilişkilerin ani bir şekilde kötüye gitmesi, hâlihazırda Türkiye’yi saran iki krizden bir tanesidir. Yatırımcıların, ekonominin kötü yönetildiği yönündeki endişeleri ve Birleşik Devletler ile Türkiye arasındaki gerilimden kaynaklanan belirsizlik nedeniyle ellerinden çıkardığı Türk lirası serbest düşüşe geçmiş durumdadır. Hiç şüphe yok ki Washington’da Türk ekonomisi ile ABD-Türkiye ilişkilerini kurtarmak için çaba harcayan birçok insan bulunmaktadır. Hepsi zamanlarını boşa harcamaktalar; artık Birleşik Devletler tarafından yapılabilecek hiçbir şey yoktur.
Şüphesiz Birleşik Devletler’in sağlıklı bir Türk ekonomisinde çıkarları vardır, en azından gelişmekte olan diğer piyasaların para birimlerini etkilememesinin hatırına Türk lirasının erimesinin önlenmesi gerekmektedir. Yatırımcılar içinde bulunduğumuz bu günlerde tatilde olduklarından, tehdit bir şekilde küçük gibi görünüyor olabilir, fakat yakında Ağustos ayı sona erecek ve Eylül ayına girilecektir.
Gelecek ay daha da derinleşecek olan ekonomik sıkıntıları engellemek için Türkler kendilerine yardım etmek istemek zorunda kalacaklardır ve meselenin bu olduğu da o kadar net değildir, Erdoğan’ın siyasi çıkarlarının da onlara bunu yapmalarına izin vermesi kuşkuludur. Cumhurbaşkanının damadı ve aynı zamanda Türkiye’nin hazine ve maliye bakanı da olan Berat Albayrak, oldukça sorumlu olan bir plan açıklamıştır.
Bloomberg’e göre Albayrak mali bir disiplin sürdürmeyi, liranın düşmesinden en çok etkilenen firmalara yardım etmeyi planlamaktadır ve hükümet söylentilerin aksine, yabancı yatırımcılar için güzel haber anlamına gelen, bankalardaki döviz cinsinden mevduata el koymayacaktır. Bakan Albayrak bunun yanı sıra, Türk lirasındaki dalgalanmanın ekonomik verilerle örtüşmediğinin de altını çizmiş, bu nedenle de Türkiye’nin ‘‘küresel finans sisteminin en büyük oyuncusunun saldırısı’’ altında olduğunu ifade etmiştir. Bakanın kastettiği en büyük oyuncu Birleşik Devletleri’dir.
Birleşik Devletlerin Türkiye’deki döviz krizinin sorumlusu olarak suçlanması kimseyi şaşırtmamalıdır. En azından 2013 yılından beri Erdoğan Türklere, Türk ekonomisi için kıyamet günü geldiğinde bunun başkasının suçu olacağını söylemektedir. Türkler acı çekiyorlar ise bunun sorumlusu muhtemelen, yüksek faiz oranlarının enflasyona neden olduğuna (aslında tam tersi geçerlidir) inanan biri tarafından yönetilen hükümetin sorumluluğunda olmaktan ziyade faiz lobisi, Siyonistler ve her zaman işe yarayan ‘‘Dış Güçlerin’’ çirkin emelleridir.
Erdoğan ekonomiyi ulusal bir mesele haline getirdiğinden, IMF’den (International Monetary Fund-Uluslararası Para Fonu) yardım talep etmesi politik olarak risklidir. Bunun yerine, Türk cumhurbaşkanı bugüne kadar ne yaptıysa aynısını yapmayı sürdürmektedir: dik duruşunu sürdürmek, Washington’u suçlamak, Tanrı’ya sığınmak ve seçmenlerini dolar ve avroyu lira ile değiştirmeleri için teşvik etmek. O zaman lirayı nasıl kurtaracağını ilan eden Albayrak’ın söylediklerine neden inanalım ki?
ÇN: Birleşik Devletler, uluslararası finans kurumlarında da her daim başat güç olmak istemektedir. Örneğin; Uluslararası Para Fonu açısından bakıldığında; IMF tarafından alınan kararların uygulanması için %85’lik bir oy oranı gerekmektedir ve Birleşik Devletler, kurulduğu 27 Aralık 1945 tarihinden bugüne kadar geçen sürede IMF’de en az %15,1 oranındaki oy gücünü sürekli olarak muhafaza etmiştir. Bu bir anlamda IMF tarafından alınacak kararlarda ABD’nin veto yetkisi anlamına gelmektedir ve ABD bu gücünü IMF tarafından verilen borçlarda günümüze kadar daima kullanmıştır. ABD ile Türkiye arasındaki ilişkiler böylesine kötü durumdayken ve Birleşik Devletler ezan ve bayrağa saldırırken Türkiye’nin IMF’den para koparma şansı hiç yoktur.
ABD ile ilişkiler hakkında Erdoğan’ın Washington’un Türkiye’ye ekonomik savaş ilan ettiği yönündeki sözleri, iki ülke arasındaki ilişkilerin son beş yılda ne kadar kötü bir hale geldiği gerçeğini yansıtmaktadır. Dışişleri Bakanlığı ve Pentagon’daki bazı ofislerde ve Ankara’ya şüpheyle yaklaşılma avantajını vermek isteyen, sayıları giderek azalan dış politika analizcileri arasında, stratejik ilişkinin sona erdiği ve kurtarılması gerektiği yönünde birçok endişeler bulunmaktadır.
Fakat neden? Şimdiye kadar ortada stratejik bir ilişkinin olmadığının açık ve net bir şekilde anlaşılmış olması gerekirdi. Türkiye ve Birleşik Devletler farklı çıkarlara ve önceliklere sahiptir. Her iki tarafın elindeki şikâyet listeleri bu gerçeği yansıtmaktadır. İki liderin aralarının açılmasının nedeni; her ikisinin de benzersiz kişilik ve dünya görüşlerinin farklı olmasından ziyade, değişen dünyada Washington ve Ankara’nın artık ortak bir tehditlerinin olmadığı gerçeğidir.
Türk lirası büyük bir düşme yaşarken, Beyaz Ev’in gümrük vergileriyle ilgili aldığı karar hiç şüphesiz yangına körükle gitmekten başka bir şey değildir. Fakat Rahip Andrew Brunson nedeniyle öfkeden deliye dönen Trump tarafından atılan bu adım, Erdoğan’ın ‘‘her şeyin Washington’un suçu’’ olduğu yönündeki söylemine katkı sağlayarak onun ekmeğine yağ sürmüştür.
Yine de Trump yönetiminin Türkiye’ye baskı uygulayan bu hamlesi, Türkiye’yi ABD’ye yardım etmesi için ikna etmek veya ‘‘stratejik bir ortakla’’ ayrılığı riske sokmamak maksadıyla, Türkiye’nin habis politikalarını görmezden gelerek pasif bir yaklaşım sergileyen son iki yönetimle karşılaştırıldığında, memnuniyetle karşılanan bir değişikliktir. Bugüne kadar bu tür yaklaşımlar hiçbir işe yaramamış, üstüne üstlük Ankara’ya, eylemlerinin hiçbir sonucu olmayacağı, çok değerli bir müttefik olduğu mesajı da verilmiştir.
Ankara’ya baskı uygulamak da işe yaramayabilir, fakat bahisler artık oldukça düşük. Türkiye’nin Washington açısından önemi bir süreden beri giderek azalmaktadır. Türk hükümeti Atlantik ittifakı konusunda kararsızdır, aşırılık yanlısı gruplarla birlikte hareket etmektedir ve Körfez Bölgesi, Kudüs ve Kızıl Deniz’de problem yaratmaktadır. İslami Devlet terör örgütü tehdidi yavaş yavaş ortadan kalkarken, İncirlik Hava Üssünün değeri dahi azalmış durumdadır. Üstelik Ankara, Moskova ile bağlarını geliştirirken, yaklaşmakta olan büyük güç rekabetinde, İncirlik Hava Üssünün, Soğuk Savaş döneminde olduğu kadar faydalı olması da pek olası görülmemektedir. Peki, geriye kalan ne? Fazla bir şey değil.
Soğuk Savaş sonrası ve NATO ittifakı, çok uzun bir süre, Washington ve Avrupa’da Türkiye hakkındaki tartışmaları şekillendirmiştir. Belki de Papaz Brunson’la ilgili anlaşmazlık ve Türk hükümetinin lira krizine tepki gösterme yöntemi, şimdiye kadar çoktan anlaşılması gereken bir gerçeği ortaya çıkaracaktır: Türkiye artık bir müttefik veya ortak değildir.
Çevirenin Notları: Yazı aslına sadık kalınarak çevrilmiştir. Yazıda ifade edilen ve ileri sürülen görüşler yazar ve yayıncı kuruluşa aittir. Yazını çevrilerek paylaşılması, çeviren ve Sun Savunma Net sitesinin aynı görüşleri paylaştığı anlamına gelmemektedir.
Yeni bir dünya kurulur. Türkiye de o dünyada yerini alır. İsmet İNÖNÜ
Trump Is the First President to Get Turkey Right
Last Friday, Turkish President Recep Tayyip Erdogan published an op-ed in the New York Times outlining his country’s grievances toward the United States. The Turkish leader raised valid concerns about U.S. policy that genuinely vex Turkish leaders and citizens alike.