Müyesser Yıldız, Sincan Kadın Kapalı Ceza İnfaz Kurumu G4 Blok, 26 Ekim 2020
Anayasa Mahkemesi Üyesi Engin Yıldırım, “Işıklar yanıyor” diye bir tweet atınca ortalık karıştı.
Muhalefet de tepki gösterdi, ama özellikle iktidar cenahı, “darbe imasında bulunduğu” gerekçesiyle Yıldırım’ın istifasını istedi… “Hakkında soruşturma açılsın” dedi…
Son olarak Erdoğan, Pazartesi günkü kabine toplantısından sonra şöyle konuştu:
“Biz ülkemizde darbeler ve vesayet döneminin kapandığını söyledikçe, birileri buna eski Türkiye’nin hastalıklarını hatırlatan imalı hezeyanlarla cevap veriyor. Biz milli iradenin üstünlüğüne, demokrasiye, hukuka vurgu yaptıkça, darbe ve vesayet heveslilerinin çirkin yüzleriyle ve aşağılık üsluplarıyla karşılaşıyoruz. Bunların hepsini de eski devir alışkanlıklarıyla yapılan son çırpınışlar olarak değerlendiriyoruz.”
Gerçekten merak ediyorum;
– Engin Yıldırım veya başka bir üye, mesela muhalefet liderleri veya Atatürk aleyhine bir tweet atsa, yine böyle mi tepki gösterilirdi? Hatırlayın, bir savcı Gül’le, Davutoğlu’yla ve Babacan’la ilgili çok berbat bir karikatürü paylaştı. Ne oldu? Muhalefeti hedef almak, hatta hedef göstermek de demokrasiye bariz bir saldırı değil midir?
– Kesin ifadelerle, “Darbeler dönemi kapandı” denmemiş miydi? Dün Canan Kaftancıoğlu’nun ve Özgür Özel’in birkaç cümlesinden, bugün bir AYM üyesinin tweet’inden “darbe” endişesine kapılmak neyin nesidir? Yoksa 15 Temmuz’un yeterince aydınlanmadığını mı düşünüyorlar? Öyleyse, siyasi ayağın peşine neden düşülmüyor? O geceye ait HTS kayıtları neden açıklanmıyor?
– Tweet’in atılmasının iki gün sonrasında iktidar medyası, Engin Yıldırım’ın kardeşinin “FETÖ”den yargılandığını ortaya çıkarıverdi!.. “FETÖ” soruşturmalarında, pek çok kişi için suyunun suyu akrabalar üzerinden hüküm kurulurken, Yıldırım’ın kardeşinden dolayı bugüne dek suçlanmamış olması ve bu vesileyle “suçun şahsiliği” ilkesinin hatırlanması hukuk adına ne kadar değerliyse, konunun o tweet’ten sonra dillendirilmesi, bir o kadar dikkat çekici değil mi? Acaba elde başka üyelerin de böyle “özel” dosyaları var mıdır?
Soruların ardından iktidarın bir kaleminin tepkisine geçeyim. Sadece Engin Yıldırım’ı değil, AYM’yi ve iktidarı da eleştirip şunları yazdı:
“Sadece dört yıl önce kanlı bir darbe girişimi yaşamış ülkede, çalışanlarının neredeyse yarısı FETÖ’cü çıkmış yüksek mahkemenin bir üyesinin darbe imalı tweet atması öylesine geçiştirilemez, geçiştirilmemeli… AYM, anayasayı herkesten çok savunması beklenen yüksek mahkeme üyesinin, anayasayı askıya almayı ima eden bir göndermede bulunmasının gölgesinden kurtulmak istiyorsa, ‘Şahsi görüşüdür, bizi bağlamaz’dan öte bir inisiyatif ortaya koymalıdır. Bu noktada kusura bakmasınlar AK Partili ilgili yetkilileri anlamıyorum. Biz de tweet atıyoruz, onlar da tweet atıyorlar. Ellerinden gelen sadece bu mu? En azından kamuoyuna meselenin ciddiyetini anlatmaya çalışan başka bir girişimleri olacak mı, merak ediyorum doğrusu.”
Acaba yazarın beklentisi ne; “gözaltına alınsın, hatta tutuklansın” mı?
15 Temmuz şartlarında değiliz ki; AYM, “sosyal çevre kanaati”nden üyeliğini düşürsün… Sağlık gerekçesi dışında üyeliği düşürme imkânı olmadığına göre, geriye “istifaya mecbur bırakılması” ya da “darbeden” gözaltına alınıp tutuklanması kalıyor!..
Şayet istifa etmezse, gözaltı ve tutuklama olur mu olur… 15 Temmuz’un ertesinde bazı AYM üyeleri dâhil binlerce hâkim-savcı, sanki suçüstü yapılmış gibi, yasalara aykırı şekilde “darbeden” gözaltına alınıp ihraç edilmedi mi? Ya sonuç? Bir tanesi bile “darbeden” cezalandırılmadı, mahkûmiyet kararlarının tümü “FETÖ üyeliğinden” çıktı…
Bizim de Ginsburg Gibi Bir Yargıcımız Olur mu?
Şu tartışmalar sırasında yakın zamanda vefat eden Amerikalı yargıç Ruth Bader Ginsburg’u hatırladım. Yas ilan edildi, bayraklar yarıya indirildi.
Vazgeçtim ülkemizde böyle bir yargıcın olmasından; yerel mahkeme, “AYM’nin kararını tanımıyorum.” dedi -yani bir anlamda hukuk bayrağı gönderden indirildi- ama ülke “ışık” tartışmasına gömüldü!..
“Işıkların yanması”nın yegâne anlamı darbe midir, yoksa başka anlamları da var mı?
Gelin, AKP’nin iktidar olduğu 3 Kasım 2002 seçimlerinin bir hafta öncesine gidelim.
O hafta AKP Genel Başkanı Erdoğan, tüm iletişim mecralarını kullanarak Türkiye’ye şöyle seslendi:
“Yakın ışıkları, yolsuzluk bitsin. Yakın ışıkları, yasaklar kalksın. Yakın ışıkları, herkesin işi olsun. Yakın ışıkları, Türkiye aydınlansın.”
3 Kasım gecesi seçim sonuçları geldiğinde de İstanbul İl Teşkilatı binasının balkonundan halkı selamlarken şunları söyledi:
“Size ‘yakın ışıkları’ demiştik, yaktınız ve bütün ülkeyi ışığınızla aydınlattınız. Aylar süren bir maratonu siz kazandınız. İş, aş, ekmekten sonra eğitimde, sağlıkta, temel hak ve özgürlüklerde atacağımız adımlar için oy verdiniz. Sizler, yönetemeyen bir demokrasiden, yöneten bir demokrasiye geçiş için oy verdiniz ve bütün bunların gerçekleşeceği adres olarak da Ak Parti’yi işaret ettiniz. Karar sizindir. Atatürk’ün ifade ettiği, ‘Hâkimiyet, kayıtsız şartsız milletindir.’ ilkesini hayata geçirdiniz. Asıl önemli süreç bundan sonra başlıyor. Sağduyunun hâkim olduğu bir Türkiye inşa edeceğiz. Hukukun üstünlüğü prensibine sadık kalarak, Ak Parti’nin ve ülkemizdeki tüm kurum ve kuruluşların müşterek bir dayanışma içerisinde yürümesi, aydınlık yarınların Türkiye’sini kurmaya yarayacaktır.”
18 yılın sonunda;
Yolsuzluk olağan işlerden sayıldığına,
Yasaklar görülmemiş derecede yaygınlaştığına,
İşsizlik intiharları yaşanıp, gençler ülkeden gitmek istediğine,
Ve hukukun üstünlüğüne rahmet okunduğuna göre;
Yöneticilerimize soralım:
Son kararınız ne; ışıklar yansın mı, yanmasın mı?
Sincan’dan açık cezaevindeki tüm dostlara kucak dolusu sevgiler…