YENİCE ORMANLARI
Doğal afetler, salgınlar; hayat pahalılığı, artan masrafların yarattığı geçim sıkıntısı, işsizlik, mevsim değişiklikleri, kuraklık, kıtlık, her geçen gün artarak devam eden karamsarlık içerisinde geçen hayatın insanı sıkan, nefes almayı güçleştiren karanlık baskısı.
İnsanı hayata bağlayan, yaşadıklarından daha iyi bir hayat yaşayabileceği umudunun yok olma tehlikesi,
Geleceğinin olmaması endişesi,
Her şeyin karanlık olduğunu hissetmek ve ışığı bulamamak korkusu,
Bir şey yapamamanın acısı içerisinde insanı saran çaresizlik ve karışık duyguların yarattığı karabasan,
Bir insanoğlunun hayatı boyunca hiç yaşamayı arzu etmediği durumlardır bunlar.
Ancak ne yazık ki çeşitli nedenlerden dolayı yukarıda saydığım bu olaylarla hayatta karşı karşıya kalma durumu, hayatın içerisinde yaşanacak olgulardandır.
Bunlardan birisi ve birkaçı ile karşılaşıldığında isyan edip “ Yeter artık, bu hayat çekilmez, bu dünyada yaşanmaz; sakin, sessiz ve huzur içerisinde bir yer bulsam da oraya gitsem ve kafamı dinlesem” dediğimiz anlar.
Yazımın girişinde belirttiklerimle sizlere karanlık bir dünya resmi çizmek istemedim. Muhtemel sıkıntıların neler olabileceğini ve umutsuzluğun gerçekliğini vurgulamaya çalıştım.
Yukarıda saydığım olumsuzlukların nedeni, çoğunlukla insanın kendisidir. İnsan, dünyanın sahip olduğu kaynakları hoyratça ve umursamazca tüketmektedir. Yönetimlerin yetersizliği ve hatta bazı durumlarda bilimin çaresiz kalması da bu konuda olumsuz etki yaratmaktadır.
Bu durumda sakin ve huzurlu bir yerin kalmadığını düşünebilirsiniz. Dünya da bir çok ülkeyi gezdim, Anadolu’da da çok yer gördüm. Gördüklerimle dünyada sayılamayacak kadar huzurlu ve sakin yerlerin olduğuna şahit oldum. Emin olun ki Anadolu’da diğer ülkelere nazaran daha çok bu gibi yerlere sahip olduğumuzu fark ettim. Şanslıyız, ancak bu şansı doğru kullandığımız pek söylenemez.
İnsan tarafından tahrip edilmiş ya da yok edilmiş güzelliklerin yanında yine insan ve en büyük sanatkar doğa tarafından yapılmış muhteşem eserleri görmek, bunlara büyük hayranlık içerisinde bakmak mutluluğun kendisidir.
Çünkü bunlar ilerisi için umutlu olamamızın gerçek nedenleridir. Bunlar umudun tükenmeyen kaynaklarıdır.
Bu muhteşem eserlere bakarken aradığınızı bulmuşsunuzdur. Çünkü insan ve doğanın insan için geleceğe yönelik olağanüstü güzellikleri yaratabileceği inancı ile içinizi sıcak bir duygu kaplamaya başlamıştır.
Geleceğin parlak ışını görmüş; umutla ileriye bakmanın mümkün olduğunu anlamışsınızdır. Bundan sonra yaşamın çok daha güzel olabileceği gerçeği ile hayata daha sıkı sarılacaksınız.
Ben bu yazımda size huzur ve sakin bir ortam sağlayacak doğa harikası Yenice Ormanları’dan söz edeceğim.
Umut kaynağı olarak hayata bizlerin sıkı sıkıya tutunmamızı sağlayan bu eserlerden birisidir Yenice Ormanları.
Yenice Ormanları, Türkiye’nin geniş bir alanına yayılmış ve özellikle sonbaharda gezilip görülmesi gerekli orman alanıdır. Buraya gidişlerimden edindiğim tecrübeye göre de en güzel ay Kasım’dır. Kasım, doğanın üst düzey çalışmalarını dünyanın görüşüne sunduğu bu sanat eserinin tamamlandığı aydır. Bir sanat şöleni ve galadır. Burası Yenice ormanlarıdır.
Bir şairimizin dediği gibi sonbahar, mevsim değil bir sanattır. Bir galeriyi ziyaret edip muhteşem bir resim sergisini gezerken büyük bir keyif alırsınız. Ancak tablolara elinizi süremezsiniz, dokunmak izni yoktur. Tek boyutlu seyredersiniz o kadar. Yalnızca gözle algılarsınız.
Ormanda gezerken tamamen doğal olarak boyanmış ağaçların yarattığı tablonun içerisine girerek, yollarında yürüyerek dolaşmak, her rengi farklı tonları ile görmek, ormanın kendine özel kokusunu koklamak, nemli ve rahatlatıcı havasını solumak, hafif sisli bölgelerden geçerken mistik ortamın sırrını anlamaya çalışmak büyük bir ayrıcalıktır.
Bu ormanda beş duyunuzla bulunduğunuz konumu algılarsınız. Aldığınız bir orman kokusu, gördüğünüz muhteşem ağaçlar ve elinize aldığınız rengarenk yapraklar, pınarlardan tattığınız sular ve işittiğiniz her kuş sesinin vücudunuzdaki her hücreye yayılmasında yarattığı sıcak dalgalanmayı hisseder ve kendinizi boşluğa bırakır gibi ormanın güzelliklerine terk edersiniz.
Bu ormanın şaşırtıcı ve renkli büyüsüdür. Artık sizi saran bu sihirli ortama teslim olmuşsunuzdur.
Bir anda karşınıza çıkan parlak güneş ile dağ ve ağaçların koyu gölgelerinin yarattığı kontras,
Ağaçlardan meydana gelmiş rengarenk loş bir tünelin ucunda nereye açıldığı merak uyandıran parlak bir ışık,
Tamamen unutulmuş sessizliğin içerisinden gelen ama yadırganmayacak bir kuş sesi,
Kayboldum endişesinin telaşı, sonra doğru yolda olduğunuzu anlamanın rahatlığı,
Onlarca türde dikenli ve geniş yapraklı ağaçlar. Dünyada nesli tükenmekte olan ağaç türleri. Ya o muhteşem ve saygı uyandıran görünüşleri ile anıt ağaçlar,
Ağaçlardan düşen yapraklar ile VIP halısı görüntüsü vererek bizi değişik havaya sokan ve her köşeyi dönünce bize farklı manzaralar sunan yollar, beyaz gelinlik giymiş gibi size tepeden bakan kayalık tepeler.
Daha neler neler.
Burada göreceklerimizin coşku ve heyecanı içerisinde gezi süresince konaklayacağımız Ihlamur Teras tesislerine ulaştık.
Ihlamur teras, Yenice ormanlarının bir kısmını ve Yenice kazasını tepeden görebilen, manzarası çok güzel bir yere konuşlandırılmış bungalov ev şeklindeki konaklama merkezi. Bu evlerdeki su, banyo ve yatak gibi hizmetlerin son derece memnuniyet verici olduğunu söyleyebilirim. Ayrıca lokanta ve kafesinde verilen hizmetler de takdire şayan.
Çevre ile uyumlu yapısı, başta tesis müdürü Aşkın Uzunkara olmak üzere kibar ve gayretli çalışanları ile mütevazi bir görüntü veren tesis, beklentilerimizi karşılamanın ötesinde idi.
Ihlamur Teras’daki ilk gecemizdeki rahat bir uykuyu takiben sabahın ilk ışıkları görünmeden kahvaltımızı aldıktan sonra gezimize başlayacağız.
Günün erken saatlerinde Ihlamur Teras’dan bir kısmı görünen hafif sis içerisindeki Yenice ormanlarının gizemli muhteşem manzarasını sıcak çaylarımızı içerken seyretmek çok güzel. Bu güzelliğin yanında ormanın içini gezerken göreceklerimizin neler olabileceğinin merakı da, ormana olan ilgimizi arttırıyor. Biraz sonra aracımızla bu gizeme doğru gideceğiz.
Yöresel kahvaltımızın sonrasında yer yer sis içindeki tepe, yayla ve vadilerden oluşan Yenice Ormanları’nın sabahın ilk ışıklarında gördüğümüz manzarasının baş döndürücü güzelliği, son çayımızı içerken ki keyfimize keyif katıyor.
İki gün olarak planladığımız hızlı gezimizi 4×4 aracımızla yapacağız.
Birçok tepeden oluşan Yenice ormanlarının en güzel görüntülerini görebilmek için 100 metre yükseklikten başlayarak 2.000 metre yüksekliklere de çıkacağız.
Aracımızla ana yolda ilerliyoruz. Biraz sonra bu yoldan ayrılıp orman yollarına girecek ve yaklaşık 2.000 metre yükseklikteki Kızılkaya tepesine ulaşacağız. Ana yol ayrımından tepeye olan kuş uçuşu uzaklık çok değil. Ancak biz virajlı, dar, uçurumlu, çukurlarla dolu orman yollarından dolana dolana gideceğiz. Bu da uzun bir zaman alacaktır. Sorun değil biz zaten buraya bunun için geldik. Aracınız 4×4 ise merak etmeyin bu geziyi gerçekleştirirsiniz. Ancak aracınız bu şekilde değil ise asla teşebbüs etmeyin.
Tepeye tırmanmaya başladığımızda yukarıdaki paragrafda anlattıklarımda ne kadar haklı olduğumu anlamış oldum. Ben yanlızca yoldan dolayı tepeye geç ulaşacağımızı tahmin ederken her virajı döndüğümde gördüğümüz değişken ve baş döndürücü manzarayı hesaba katmamıştım.
O kadar ki her 50 metrede araçtan inerek bu inanılmaz güzellikleri seyrettik. Bir tünel gibi olan ağaçlar arasında ayaklarımızın altında bir Türk halısı gibi rengarenk yapraklardan oluşan halının üzerinde yürüdük.
Bazende derinlerden gelen rüzgarın uğultusuna karışan kuş seslerinin büyüleyici havası içerisinde kendimizi tutamayıp hayretimizi haykırdık. Rengarenk yaprakları yerden alıp tepemizden aşağı attık.
Yani sizin de anlayacağınız gibi şımardık ve çocuklaştık. Çok ama çok zaman önce varlığını unuttuğumuz çocukluğumuzu zaman zaman yaşadık. Hiçbir sorunumuz yokmuş gibi.
Gördüğüm mavi bir kubbenin altında dünyadaki o muhteşem renkler ve bu renklerin birbirleri ile uyumundan ortaya çıkan bir sanat şaheseri ile karşı karşıyayız. Çok ama çok büyük bir sanat galerisini gezer gibiyiz. Her eser, birbirinden farklı ve bir birinden güzel.
Şu anda Kızıl Kaya’dayız. Ufak bir tabelada Loru Kayası yazısını okuyoruz. Demek ki bu şekilde de anılıyor. Araçtan inip bu tepeye doğru ağaçlar arasından geçtikten sonra karşılaştığımız manzarayı tam manası ile anlatmaya imkan yok.
Arkamız yoğun bir orman, ilerimiz, sağımız ve solumuz yüksek dağlar ve ormanlar. 2.000 metreye yakın bir yükseklikten hiçbir engel olmadan gözün alabildiği kadar boşluğa tepeden bakıyoruz. O ulu ağaçlar halıdaki bir ilmik gibi küçük görünüyorlar. Yukarıdan baktığımızda ormanın tüm desenini seçebiliyoruz. Çeşitli ağaçların toplu ve dağınık olarak farklı renklerden oluşturdukları renk şöleni. İleriye doğru tepeler birbiri arkasında koyudan başlayarak gittikçe açılan renkleriyle bu desenlerin arka plan fonunu oluşturuyor ve baktığımız resme sonsuzluk veriyorlar.
Birçok eseri sergileyen bir sanat galerisinde bir ya da birkaç tane baş eser bulunur. Bu gibi eserler, galeriyi cazibe merkezi haline getirerek galeriye olan ilgiyi arttırır. İşte şimdi gezdiğimiz bu sanat galerisinin baş yapıtına bakıyoruz. Bulunduğumuz yükseklikten değil bu eserin güzelliğinden dolayı başımız dönüyor. Yüksek bir tepeden bu kadar geniş ve baş döndürücü güzelliklere bakabilmek yaşadığımız bir ayrıcalık.
Kasım ayında günler hala kısa olduğu için hava erken kararıyor. Hava kararmadan da Ihlamur Tepe’de olmak istiyoruz. İsteksiz bir şekilde bu muhteşem manzarayı terk etmek zorundayız.
Bu sefer dönüş yolumuzu farklı bir yoldan yaparak yeni güzellikler görmeyi planlıyoruz. Dönüşümüzde sık ağaçlar arasında kıvrıla kıvrıla akan dereleri takip ederek ya da tepelerden akan ufak şelalelerin çıkardığı sesleri dinleyerek yolumuza devam ediyoruz.
Kendimizi ormanın büyüsüne o kadar kaptırmışız ki alaca karanlıkta otele geldiğimizde acıktığımızı anlıyoruz. Yorulduğumuzu da.
İyi bir yemek ve derin bir uyku sonrası yarın gezinin ikinci bölümüne hazır olacağız.
Bu gün gezimizin ikinci günü. Planımıza sadık kalarak Subatan tepesine gideceğiz. Yolumuz daha da uzun olduğundan yine sabahın erken saatlerinde geziye başlıyoruz.
Yeni doğan güneşin ışıklarının sisi yararcasına delip geçerek aydınlatmaya çalıştığı daracık ve engebeli orman yollarında kıvrıla kıvrıla tepelerin etrafından dolanarak en yükseğe tırmanmaya çalışıyoruz.
Çalışıyoruz diyorum, çünkü sık araçlarla kaplı bu ormanın içerisinde daracık, kaygan, çukurlarla dolu engebeli yolda araçla yükseklere tırmanmak dikkat ve iyi şoförlük gerektiren bir şey. Aracı kullanan arkadaşım tamamen yola dikkat kesildiğinden etrafla pek ilgilenemiyor. Bu durumda durup etrafı görmek ve fotoğraf çekmek için çevreyi kontrol etmek görevi bana düşüyor.
Yolculuğumuz sırasında gördüğümüz muhteşem görüntüleri araçtan inip seyretmek ve fotoğraf çekmek için o kadar çok duruyoruz ki zamanımızın çoğunu bu alıyor.
Daha öncede belirttiğim üzere aracın katiyetle 4×4 olması gerekiyor. Aracınızda bu özellik yoksa sakın bu maceraya kalkışmayın.
Yükseklere tırmandıkça değişiklik gösteren bitki örtüsü ve ağaç cinsleri bu görüntülere her seferinde farklılık katıyor.
Yol boyu, gökyüzünde dolaşan beyaz bulutları yakalamak istercesine yukarıya doğru uzanan ulu ve anıtsal ağaçların görkemli görüntülerini ve çevrenin baş döndürücü güzelliğini gördükçe atalarımızın bu dağ ve ormanları neden kutsallaştırdıkları bir anlam kazanıyor.
Yukarılara tırmandıkça sıcaklık düşüyor ve yer yer buz tutmuş su birikintilerinden geçiyoruz. Çevre ve bitki örtüsü de vahşi bir görüntüye dönüşüyor.
Aşağıda görünen ova ve yayları kaplayan beyaz bulut kümeleri bir gelinin üzerindeki gelinlik gibi dalgalana dalgana nazlı bir şekilde yol alıyorlar. Ne söyleyebilir ve de ne yazabilirim ki. Muhteşem ve şok edici. İnsanı saran ve içine alan doyumsuz görüntüler ve bu görüntüler içerisinde bizler. Benim için bunu anlatacak kelimeler dağarcığımda yok. En iyisi mi siz oralara gidip kendi gözünüzle görün, koklayın, dokunun, doğayı dinleyin ve tadın.
Subatan tepeye ulaştık. Bu yükseklikte hala kar var. Karlara bata çıka tepenin en yüksek yerine ulaştığımız yerden ormanın doğusu görünüyor. Sabahın erken saatlerinde yola çıkmamıza rağmen buraya ulaşmamız öğleni buldu. Burada da Kızıl Kaya tepedekine benzer güzel görüntüler var. Kızıl Kaya’da ormanın doğusundan batısına güneşe karşı bakarken; burada batısından güneş arkamızda doğusuna bakıyoruz. Burada etrafımızda bizi çevreleyen doğanın sunduğu güzellikleri seyretmek ve gördüklerimizi fotoğraflamak için uzun zaman kalıyoruz.
Sonunda da gönülsüz, oyuncağı elinden alınmış bir çocuğun çaresizliği içerisisinde buradan ayrılıp farklı bir yoldan konakladığımız yere dönüyoruz.
Bu da bizim Yenice Ormanları maceramızın şimdilik sonu anlamına geliyor. Ancak her gezinin sonu, bizim için yeni bir gezinin başlangıcıdır.
Subatan yaylası, Eğriova göleti, kayak merkezi görülebilir yerlerden bazıları. Ormanlarda bulunan her bir ağaçtan birer tane dikilerek belirli bir yerde oluşturulmuş Arboretum, ormandaki ağaçların türlerini bir arada görmeniz açısından son derece faydalı bir çalışma.
Bölgede bulunan Şeker Kanyonu, ayrı bir kategoride görülmeye değer bir yer. Ormanlara yapacağınız gezinin bonusu olacaktır.
İki gün süren gezimizde yaklaşık deniz seviyesinden başlayarak 2.000 metre yüksekliğe kadar inişli, çıkışlı ve tepeleri dolana dolana ormanı dolaştık. Orman yollarından başka bir yolun olmadığı ve doğa şartlarının geziyi zorlaştırdığı bu maceradan büyük keyif aldık. Ormanın baş döndürücü güzellikleri bu zorlukları aşmamızdaki en büyük nedendi. Her virajı döndüğümüzde, her ışığı gördüğümüzde, her tepeye çıktığımızda bizi şaşırtacak ve hayrete düşürecek farklı bir manzarayla karşılaşacağımız inancı içerisinde, durmadan zaman zaman araçla ya da yürüyerek yol aldık.
Ormanın bize yüklediği enerji, sakinlik ve umut içerisinde aracımızla Yenice’den geri dönerken geleceğe bakış açımız, eskisinden daha çok fazla umut dolu idi.
Hoşça kalınız.