Almanya’nın ABD’ye karşı yaptırım uygulamayı düşünmesi NATO’yu parçalanmanın eşiğine getirdi.
Yazar: Daniel Roland, Before It’s News, 2 Temmuz 2017
Çeviren: Ercan Caner, Sun Savunma Net, 3 Temmuz 2017
ABD senatosunun, 15 Haziran 2017 tarihinde, Rusya’ya yaptırımlar uygulanmasını öngören yasa tasarısını; 98:2 gibi ezici bir çoğunlukla kabul etmesi çok büyük bir sürpriz olmuştur, bu karar tasarısının hedefi tamamen, Baltık Denizi altından geçecek ve Rusya’nın en büyük şirketi ve dünyanın en fazla doğal gaz çıkaran kuruluşu olan Gazprom’un, Avrupa’ya sağlayacağı enerji kapasitesini iki katına çıkaracak olan Kuzey Akımı II boru hattını projesini baltalamaktır.
9,5 milyar avroya mal olacağı öngörülen olan boru hattı, farklı ülkelerden toplam beş şirket tarafından finanse edilmektedir, bunlar; Almanya’dan Uniper ve Wintershall, Avusturya’dan OMV, Fransa’dan Engie ve İngiliz-Hollanda Shell şirketleridir. Bu enerji devlerinin tamamı, halen Rusya’da faaliyet göstermektedir ve Gazprom Şirketi ile aralarında boru hattı sözleşmeleri mevcuttur veya imzalamak üzeredirler.
Almanya Dışişleri Bakanı Sigmar Gabriel ve Avusturya Şansölyesi Christian Kern tarafından yapılan ortak açıklamada; ‘‘Avrupa’nın enerji tedariki, Amerika Birleşik Devletleri’nin değil, bizzat Avrupa’nın kendi meselesidir’’; ‘‘politik yaptırım enstrümanları ekonomik çıkarlara bağlanamaz’’; ifadeleri yer almaktadır ve bütün bu olanlar; Avrupa ile Amerika arasında yeni ve oldukça olumsuz nitelikteki ilişkilerin habercisidir. Körfez bölgesinde petrol alım satım işleri ile uğraşan bir uzmana göre; Rusya Federasyonuna karşı uygulanacak yeni yaptırımlar, açık bir şekilde Avrupa Birliği’ni, ucuz Rusya gazı yerine, pahalı ABD gazını almaya zorlamak anlamına gelmektedir. Ve aslında Almanya ve Avusturya’nın yaptıkları ortak açıklamada, Birleşik Devletlere verdiği mesaj; ‘‘Çekip Gidin!’’ mesajıdır.
Orta Doğuda yaşayan ve Beltway Anlaşmasına muhalif olan üst düzey bir ABD’li istihbarat kaynağı, ABD Senatosunun, neredeyse oybirliği ile bir karar alarak Rusya Federasyonuna savaş ilan ettiğini (yaptırımlar savaş anlamına gelmektedir) ve Almanya’nın da yaptırımları uygulamaya koyması durumunda Birleşik Devletlere misilleme yapma tehdidinde bulunduğunu ileri sürmektedir.
Almanya, Birleşik Devletleri, Rusya’dan Avrupa Birliğine uzanacak olan Kuzey Akımı II boru hattı projesini durdurmaya ve ABD’nin kendi sıvı doğal gazını AB’ye satmaya ve AB’yi Birleşik Devletlere bağımlı hale getirmeye çalışmakla suçlamaktadır. Fakat bu sefer de ortaya, oyunun kurallarını değiştirecek yeni bir durum çıkmaktadır; AB ile ABD arasında bir ticaret savaşının başlaması, NATO’nun sonu anlamına gelmektedir.
Avrupa Birliğinden ayrılmasından şüphelenilen diğer ülkeler de Polonyalıların paranoya ifadesinin göstergesi olarak Molotov-Ribbentrop[1] II olarak adlandırdıkları Kuzey Akım II boru hattı projesini daha başlamadan bitirmeye çalışmaktadırlar.
Bu ülkeler, Almanya’yı ‘‘Doğu ve Merkezi Avrupa’nın güvenlik ve ekonomik çıkarlarının altını oyarak’’ Rusya ile iş yapma cüretinde bulunması nedeniyle yerin dibine sokmakta ve kahkahalarla gülmeye hazır olun, Amerika’nın NATO’ya olan duygusal desteğini baltalamakla suçlamaktadırlar.
Böylesine bastırılmış duygular, iğrenç ihanet suçlamalarına kadar uzanmaktadır: ‘‘Biz Polonya’nın hangi tarafta olduğunu biliyoruz. Almanya hangi tarafta?’’
Burada affedilemeyecek olan tek şey, Kuzey Akımı II projesinin, uygulamada, başarısız Ukrayna devletini boru hatlarından kazandığı 2 milyar dolarlık gelirden tamamen mahrum bırakacak olmasıdır.
Kuzey Akımı II projesine, her zamanki olağan şüpheciler Polonya, Baltık ülkeleri ve Washington’un yanı sıra İskandinav ülkeleri tarafından da itiraz edilmektedir. Tartışmalarda en üst düzey argüman, boru hattı projesinin AB’nin enerji güvenliğine verdiği zarardır. Bu argüman, Avrupa Birliğinin, on yıldan fazla bir süredir Brüksel’de bitmez tükenmez enerji güvenliği görüşmeleri ile kendi kendine zarar verdiği göz önüne alındığında, aslında çok büyük bir mizah içermektedir.
Analizci Peter G. Spengler, ABD Senato karar tasarısını, Almanya ve Avusturya’ya karşı direkt ve AB içindeki diğer olası alıcılara da endirekt olarak bir yaptırımlar savaşını içeren, ‘‘ilan edilmiş’’ fakat henüz uygulamaya koyulmamış bir savaş olarak nitelendirmektedir.
Spengler, Federal Almanya Cumhuriyeti ile Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği (SSCB) arasında 1978 yılında imzalanan ve 25 yılı kapsayan Ekonomik İşbirliği anlaşmasına dikkat çekmektedir. Spengler’e göre bu anlaşma ve o tarihlerde, Batı Almanya ile Sovyetler Birliği arasında sürmekte olan diğer bütün anlaşmaların, aslında Helmut Kohl’ün, 1989 yaz aylarından itibaren Sovyetler Birliği ile kurmayı planladığı Avrupa Evinin temeli olduğunu ifade etmektedir. En önemli hususlardan bir tanesi de anlaşmanın Moskova, Tahran ve Bonn arasında bir gaz ulaşım üçgeni tesis edilmesini içermesi ve Carter yönetimi tarafından, o yıllarda Federal Almanya Cumhuriyetine karşı şiddetle ve acımasızca, fakat tamamen örtülü bir şekilde sürdürülen birçok sessiz savaş gibi anlaşmaya karşı koyulmasıdır.
Bu anlaşmayı durmak bilmeksizin sabote etmeye çabalayanın kim olduğunu tahmin edin; 26 Mayıs 2017 günü 89 yaşında hayatını kaybeden Başkan Carter’in danışmanı Polonyalı büyük satranç ustası Zbigniew Brzezinski.
1970’li yıllardan günümüze çok fazla şey değişmedi; Washington hem Tahran’ı hem de Moskova’yı kötülemeyi sürdürmektedir. ABD Senatosu karar taslağının Rusya ile ilgili olan kısmı, sanki İran’a uygulanmakta olan ve Rusya’ya yaptırımları da içeren, İran’ın Faaliyetlerini İstikrarsızlaştırma Yasasının sonradan akla gelen yeni sürümü gibi görünmektedir.
ABD Senatosunun yaptırımlara yönelik yasa tasarılarının enerjiyi hedeflemesi kesinlikle bir tesadüf değildir, Senatonun bu tutumu, şiddetli ve zalim enerji savaşlarının bir sonucudur. Peki, ABD Senatosu bu yasa tasarısı ile aslında nereye varmak istiyor? Gelin bunu yaratıcı (kârlı) imha olarak adlandıralım. ABD Senatosu, Kuzey Akımı II projesinin ABD’nin Avrupa’ya olan sıvı doğal gaz satışlarıyla rekabet edeceğine ikna olmuş görünmektedir. Bu nedenle ABD hükümeti, Amerikalılara iş yaratmak, müttefik ve ortaklarına yardım etmek ve ABD dış politikasını güçlendirmek maksadıyla Birleşik Devletlerin enerji kaynaklarını ihraç etmeye öncelik vermek zorundadır.
Fakat bu olayın müttefiklere ve ortaklara yardım ile hiçbir ilgisi yoktur, bu olay ABD enerji devlerinin Senatodaki dostları ve kuklalarından aldıkları küçük destektir. 2015/2016 yılı seçimlerinde ABD enerji devlerinin bu senatörlere yaptığı 50 milyon dolardan fazla bağışı bütün dünya kamuoyu bilmektedir.
ABD Senatosu ile karşılaştırıldığında, Avrupa Komisyonunun rolü, bir karar tasarısı yoluyla işe karışacağını gösterene kadar karanlıkta kalmıştır. Bu karar tasarısı, üye ülkeler tarafından, AB nüfusunun %65’ini temsil eden ve oyların %72’sini sağlayan ‘‘güçlü nitelikli çoğunluk’’ ile onaylanmak zorundadır.
Spengler, Avrupa Komisyonunun Avrupalı şirketler ile Gazprom arasındaki sözleşmelere yasal bir taban bulma yönündeki sürekli gayretlerinin, bir başkanın, Senato (veya Temsilciler meclisi) tarafından onaylanan yaptırımlar yasa tasarısını imzalamasından nasıl çok daha zarar verici ve potansiyel olarak daha etkili olacağını bilmektedir.
Peki, bütün bunlar sonunda nereye varacak? Tartışmasız bir şekilde sonuç, Avrupa Komisyonu/ Avrupa Adalet Divanı ile Almanya/Avusturya (artı Rusya) yargı unsurlarını içine alan karmakarışık bir çatışmaya doğru gitmektedir.
Senato karar tasarısı, Temsilciler meclisinde veto edilemeyecek bir çoğunluk tarafından desteklenmek zorundadır ve bu oylama Hamburg’da yapılacak olan G-20 zirvesi öncesinde yapılmayacaktır. Sonra, yasaları onaylayan konumundaki Başkan Trump’ın da Temsilciler Meclisini ezmeyerek yasayı imzalaması beklenmektedir. Fakat yasa tasarısında çok önemli olan, fakat ABD Hazine Bakanlığı için zorunlu olmayan, Kuzey Akımı II projesine katılan beş şirket için yaptırımlar uygulanması maddesi bulunmaktadır. Yasa tasarısı onaylanırsa, Beyaz Evin bunu dikkate almaması çok daha iyi olur. Aksi takdirde, Almanya, Avusturya ve Fransa bunu kesinlikle bir savaş ilanı olarak algılayacaklardır.
G-20 zirvesi esnasında, Merkel, Trump’ı bezdirecek biçimde iklim değişikliği, mülteciler ve ticari korumacılığın kaldırılması konuları üzerinde duracağından, Başkan Trump ve Şansölye Angela Merkel arasında derin bir fikir ayrılığının olacağı muhakkaktır. Rusya yaptırımları yasa tasarısı da bu cehennemi ortamı daha da ısıtmaktadır. Hamburg’da ikili ortaklık ve anlaşmaları kutlayan havai fişek gösterilerine hazır olun.
Çevirenin Notları: Yazı aslına sadık kalınarak çevrilmiştir ve yazarın görüşlerini yansıtmaktadır. Yazının çevrilmesi, çevirenin yazarın düşüncelerini paylaştığı anlamına gelmemektedir. Yazının orijinaline aşağıdaki link üzerinden erişebilirsiniz.
https://sputniknews.com/columnists/201706301055121126
-washington-berlin-collision-course/
[1] Hitler ile Stalin arasında 23 Ağustos 1939 tarihinde imzalanan Saldırmazlık Anlaşması, imza atanların isimleri ile Molotv-Ribbentrop anlaşması olarak adlandırılmaktadır. Anlaşmanın gizli protokollerine göre Rusya Letonya, Estonya ve Finlandiya’yı Almanya ise Litvanya, Danzig’i işgal edecek. Polonya ise, Almanya ve Rusya kontrolünde üç parçaya bölünecektir.