Yazar: MARC PIERINI, Carnegie Europe, 11 Temmuz, 2017
Çeviren: ERCAN CANER, Sun Savunma Net, 17 Temmuz 2017
Darbe girişiminden on iki ay sonra Ankara, önemli halk muhalefetine rağmen, topluma dini ve muhafazakâr bir gündem dayatma yönünde sağlam adımlarla ilerliyor.
15 Temmuz 2016 gecesi kanlı bir askeri darbe girişimi Türkiye’yi derinden sarsmıştır. Başarısız darbe girişiminden bir yıl sonra ülke hala, bu sarsıcı şokun ve sonrasında hükümet tarafından uygulanan geniş tasfiye hareketinin etkisi altında bulunmaktadır. İçte ve dışta Türkiye, bir yıl öncesine nazaran çok daha büyük sorunlarla karşı karşıya bulunmaktadır. Daha da önemlisi; başarısız darbe girişimi, iktidardaki Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) ile Türkiye’nin Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’a, siyasi hayatta muhalefet ve müzakereyi ortadan kaldırırken, dini ve muhafazakâr ajandalarını, halkın büyük muhalefetine rağmen uygulama fırsatı vermiştir.
İçteki gelişmeler açısından bakıldığında, Türkiye’de hukukun üstünlüğü ilkesinin geleceği hiç te parlak görünmemektedir. Ordu personeli, emniyet güçleri, hâkimler ve akademisyenler dâhil, yaklaşık olarak 140.000 devlet memuru işlerinden uzaklaştırılmış ve aralarında birçok gazeteci, aydın, insan hakları savunucusu ve iş adamlarının da bulunduğu 50.000’den fazla insan cezaevlerine atılmıştır. 2.000’den fazla okul ve üniversite kapatılmıştır. Medya susturulmuş durumdadır. Birçok şirkete el koyulmuş ve varlıkları devlete aktarılmıştır.
Hükümet, başlangıçta darbeyi tamamen ABD’de sürgünde olan imam Fethullah Gülen hareketinin üzerine yıkmıştır. Fakat şimdi darbenin suçunu, Türkiye’de hüküm süren olağanüstü yönetim altında, her ne kadar aralarında yapısal bağlantı kurmak zor olsa da terörist olarak nitelendirilen Gülenciler, Kürdistan İşçi Partisi (PKK) ve İslami Devlet terör örgütü (IŞİD) üstüne yıkma eğilimi ortaya çıkmış durumdadır.
Her ne kadar, başlangıçta bizzat hükümetin kendisi tarafından bulundukları yerlere yerleştirilseler de devlet yapısını gizli bir örgütten temizlemeyi hedefleyen tasfiyelerin doğası göz önüne alındığında, böylesine kapsamlı bir tasfiye hareketinin nereye kadar uzanabileceği hakkında ölçülebilir bir nihai sonuç bulunmamaktadır. Olağanüstü hâl idaresi altında neredeyse her şey vatan hainliği veya terörizm olarak nitelendirilebilmektedir.
Bütün bunlara ilave olarak, Ankara’nın bütün Kürt kentlerini tahrip etmeyi ve Halkın Demokrasi Partisi (HDP) mensubu olan demokratik yollardan seçilmiş parlamenterleri hapsetmeyi içeren Kürtlere karşı kullandığı kuvvet stratejisi, gelecek nesiller açısından bakıldığında, daha fazla nefret tohumları ekmektedir. Önceki AKP hükümeti ise aksine Kürt liderleri ile bir Barış Süreci başlatmıştır.
Batı standartlarına göre, Türk demokrasisi paramparça olmuş durumdadır ve Yüksek Seçim Kurulu (YSK), Anayasa Mahkemesi ve parlamento (TBMM) gibi birçok demokratik kurumun, kendi normal görevlerini yapmalarına son verilmiştir. Bu konuda ilginç bir gösterge, 9 Haziran 2017 günü ana muhalefet partisi başkanı tarafından başlatılan barışçıl Ankara-İstanbul ADALET yürüyüşünün etkileri olacaktır. Adalet yürüyüşü, yumuşak muhalefeti dahi terörizm olarak gören, iktidardaki partinin stratejisine, çok nadir görünen bir örnek olarak parlamento dışında şiddet içermeyen bir şekilde kafa tutmadır.
Uluslararası arenada ise, Ankara’nın darbe sonrası politikaları Türkiye’yi geleneksel müttefikleri olan ABD’den; Suriye savaşındaki ABD stratejisine karşı çıkması, Avrupa Birliğinden; onu hayali bir düşman olarak kullanması, Almanya’dan; bir dizi anlaşmazlıkları ateşlemesi ve Suudi Arabistan ile Mısır’dan; son diplomatik krizde Katar’ı desteklemesi nedeniyle uzaklaştırmıştır. Zayıflayan Ankara karşısında, çok avantajlı bir durumda olan Rusya ile ilişkiler dahi eşit bir ortaklıktan çok uzaktadır.
Halen Türkiye’nin en önemli meselelerinden bir tanesi de Suriye’deki askeri operasyonlarının sürmesi ve olası genişlemesidir. Rusya tarafından liderlik edilen Astana barış görüşmelerinde tam üye olarak kalma yönünde istekli görünen Türkiye, Suriyeli Kürt kuvvetlere karşı, özellikle Türk sınırı güneyinde yer alan Kürt bölgelerinin birleşmemesi maksadıyla, ABD ve Rusya’nın Suriyeli Kürtlere özerklik için destek verdiği bir ortamda, kendi hedeflerini gerçekleştirmek için çaba sarf etmektedir. Ankara’nın, operasyonlarını kuzey Suriye’deki Kürt kuvvetleri üzerinde genişletmeye karar vermesi durumunda, bölgede durum çok daha karmaşık bir hale gelebilir.
Genel olarak bakıldığında, Türkiye şu anda içte ve dışta bir kriz içindedir. Fakat göze görünenden çok daha büyük krizler kapıdadır.
Darbe sonrası uygulanan düzeltici tedbirler ve tek-adam yönetiminin arkasında, aslında AKP’nin bütün Türk toplumuna dayatmak istediği tutucu sosyal reformlar yatmaktadır. AKP hükümetinin iktidara geldiği Kasım 2002 ile Recep Tayyip Erdoğan’ın cumhurbaşkanı seçildiği Ağustos 2014 tarihleri arasında geçen yaklaşık 12 yıllık zaman diliminde, Türkiye’de yönetim, laiklik ve muhafazakârlık arasında temelde eşit olarak ikiye bölünmüş bir topluma, hiç bu kadar geniş kapsamlı dini-muhafazakâr normları dayatma fırsatı yakalayamamıştır.
Haziran 2015 milletvekili seçimleri, AKP’nin 2002 yılından beri elinde tuttuğu parlamentodaki çoğunluğunu kaybetmesi ile sonuçlanmış ve toplumdaki bu denk bölünmeyi açık ve net bir şekilde ortaya çıkarmıştır. Fakat bir arada yaşama yönünde ilerlemek ve çaba göstermek yerine, AKP yönetimi bu politik gerçeği reddetmeyi seçmiş ve koalisyon hükümeti kurma görüşmelerini sonlandırmıştır. Sonrasında da olağanüstü hâl ve Nisan 2017 anayasa referandumunu, laiklik yanlılarının karşı çıktığı radikal değişiklikleri, toplumun tamamına dayatmak maksadıyla kullanmıştır.
Türk yönetimi, dini okullardan mezun olanların askeri okullara girmesine müsaade ederek, kamu okullarının hepsine mescit inşa ederek, AB ile bir eğitim iş birliği programını askıya alarak ve sonrasında Darwin’in öğretilerini müfredattan çıkararak, Türkçe lisanını yabancı kelimelerden temizleyerek ve Türk devlet televizyonunu Euronews Konsorsiyumundan çıkararak, Türkiye’ye merkezci-dini-muhafazakâr bir gündem dayatmaktadır. Bütün bu hamleler, çağdaş Türkiye tarihinde çok büyük bir tektonik kayma anlamına gelmektedir.
Bununla beraber, toplumsal meseleler, birlikte yaşama ve adalet konularında Türk toplumu, AKP yönetiminin düşündüğünden çok daha kararlı ve dayanıklıdır. Türk toplumunun otokratik liderliğe karşı çıkması, terörist organizasyonlar veya yabancı hükümetlerden ziyade, birçok laik ve önemli sayıda muhafazakârda kök salmış durumdaki açık muhalefetten kaynaklanmaktadır. Bu nedenlerden ötürü, kontrol mekanizması ve denge unsurlarının olmadığı bir tek-adam yönetimi gerçekten riskli bir plandır.
Bu strateji gelecekte çok daha tehlikeli bir hale gelecektir, bunun nedeni ise mevcut trendler ile Türkiye’nin ana müttefikleri ve ekonomik ortaklarından giderek daha da uzaklaşacak olmasıdır. Hem Avrupa Birliği hem de NATO, anayasa ve askeri meselelerle ilgili son zamanlarda Türk yöneticiler tarafından ilan edilen siyasi tercihlerin sürdürebilirliği hakkında ciddi kaygılar içindedir. İlave olarak Avrupa Birliği liderleri, Türkiye cumhurbaşkanının basın özgürlüğü ve hukukun üstünlüğü hakkındaki görüşlerinden şaşkına dönmüş bir durumdadırlar.
Bütün bunlara rağmen, Türk cumhurbaşkanının içteki politik pozisyonu, son zamanlarda yapılan seçimlerde daha düşük performans gösterse de son 14 yıldaki başarılı ekonomi politikası nedeniyle hala sağlamlığını korumaktadır. Ülkenin genel ekonomik dönüşümü hala etkileyiciliğini korumakta ve iktidardaki parti açısından en iyi politik garanti olmaya devam etmektedir
Türkiye, geçmişte sık sık etnik şiddet, dini gerilimler ve politik anlaşmazlıklar ile mücadele etmiştir. Bu kez tehlikeli olan ise; ülke içinde siyasi üstünlüğü sürdürmek için gereken çabaların, Türk liderleri tehlikeli iç tercihler ve dış maceralara zorluyor olmasıdır. Birçok yönden, 15 Temmuz 2016 tarihinden bu güne kadar geçen sürede Ankara’nın verdiği siyasi kararlar, Türkiye’yi başarısız darbeden çok daha fazla tehlike içine sokmuştur.
Çevirenin Notları: Yazı aslına sadık kalınarak çevrilmiştir ve yazar Marc Pierini ve Carneige Europe’un görüşlerini yansıtmaktadır. Yazının çevrilmesi Sun Savunma Net sitesi ve çevirenin yazıda ifade edilen görüşleri paylaştığı anlamına gelmemektedir. Yazının orijinaline aşağıdaki linkten erişilebilir.