19 Temmuz 1974 Gecesi – Mağusa Açıkları…
8 Türk muhribi dünya savaş tarihine geçecek bir savaş planının ilk adımını atıyordu. Mağusa açıklarında turluyorlar, kıyıdaki Mücahitlerle ışıkla haberleşiyorlar, beklenen çıkarmanın ön hazırlığını yapıyormuş intibaını veriyorlardı.
Bu manevraları izleyen kıyıdaki Rum birlikleri doğru noktaya konuşlandıklarından emin oldular.
En önde 8.000 kişilik bir tugay, arkasında 2.500 askeri olan bir takviye alayı, onun arkasında bir zırhlı alay, en arkada da ihtiyattaki piyade alayı Türk çıkarmasını karşılamak için hazır bekliyorlardı.
***
20 Temmuz sabahı Türkler Girne’den çıktılar.
Rumlar Ters Cepheli Muharebeye yakalanmışlardı.
Türkler namlularının arkasında kalmıştı.
Yunan Komutan Tuğgeneral Konstantin Zarkadas birliklerini Girneye götürmek zorundaydı. Barış Gücüne sivillerin Mağusadan tahliye edileceğini duyurdu.
Mağusa’yı düne kadar Namık Kemal Lisesi Tarih Öğretmeni olarak bilinen Türk Subayı Oğuz Kalelioğlu komutasındaki Mücahitler savunuyordu.
Komutanın emri netti :
-Kontrol edilmeyen hiçbir araç buradan çıkamayacak.
Rumlar askerlerini 100 kadar kamyonete yüklediler, içeride kimin olduğu belli olmasın diye tenteleri sıkı sıkıya kapattılar.
Konvoyun geçişi başladı.
Üsteğmen Kadir Bayraktar korkusuzca yola kadar indi.
Aralıklardan araçlarda sivillerin değil de askerlerin olduğunu görünce, büyük bir soğukkanlılıkla elindeki eski roketatarla en önde giden kamyonete nişan aldı.
Piyuvvv diye bir ses çıktı, benzin deposundan vurulan araç önce kurbağa gibi zıpladı, sonra da kaplumbağa gibi ters döndü.
Oğuz Kalelioğlu’nıun komutasında ellerinde Osmanlıdan kalma namluları paslanmış, dipçikleri çürümüş silahları olan 250 mücahit ve 800 kadar av tüfekli, kazmalı, bıçaklı köylü vardı.
36 şehit, 264 yaralı verildi ama 750 ölü 2.000 yaralıyla Rum konvoyu da orak gibi biçildi.
***
Mağusa düşman açısından mutlaka ele geçirmeleri gereken çok stratejik bir noktaydı.
Yerli halk kalenin içine toplandı.
-10.000 askere karşı 250 mücahit 800 köylüyüz komutanım, teslim olalım.
Oğuz Kalelioğlu etrafını saran kalabalığa şöyle bir baktıktan sonra :
-Beni buraya gönderen Yüce Türk Devleti dedi, düşmanı çok görünce teslim ol demedi. Kanımızın son damlasına kadar savaşacağız.
Rumlar ağır silahlarla saldırıya geçmişlerdi. Onca insan küçücük Mağusa kalesine hapsolmuştu.
İstisnasız bütün evler yanıyordu.
Ama direniyorlardı.
***
Üçüncü günden sonra açlık başladı.
Herkes Oğuz Komutandan bir şeyler yapmasını bekliyordu.
O ise gece olmasını bekledi.
Yanına beş Mücahit aldı.
Herkesle helalleşerek yola çıktılar.
Kimseye görünmeden düşman tarafına sızdılar.
Limandaki kulenin gönderindeki Yunan bayrağını indirip yerine ay yıldızlı şanlı al bayrağımızı çektiler.
Ertesi sabah bu büyük bir sürprizle uyanan düşman askerleri , etraflarının sarılmış olduğunu düşünüp sağa sola kaçışmaya başladılar.
Bizimkiler bu anı bekliyordu.
Mevziisinden çıkanı yere serdiler.
Hemen limana koşup depolarda ne kadar gıda maddesi, ilaç, işe yarar şey varsa alıp kaleye döndüler.
***
Tarihler 15 Ağustos 1974 ü gösteriyordu.
Mağusa’nın şanlı direnişçileri gelen şu mesajla güne başladılar :
“28.Tümenimiz Girne’ye yaklaşmaktadır. Yaklaşık bir aydır kahramanca çarpışıyorsunuz. Bir gün daha dayanın, bugün Türk Askeriyiz diye gelen kimseye de inanmayın.”
Mağusa düşmek üzereydi.
Oğuz Kalelioğlu’nun gözü uzaklardaydı.
9 Türk kariyerinin kapıya geldiğini haber verdiler.
Komutan telaşlanmıştı.
Sabahki mesajda tümenimizin ancak yarın gelebileceği belirtiliyordu.
Oğuz Kalelioğlu kalenin burçlarından kafasını uzattı ve gelenlere ben Türk subayıyım siz kimsiniz evladım dedi :
-Yavuz Selim Bozkurtoğlu Tokat emret komutanım…
Oğuz Komutan gelenlerin gerçek Türk askerleri olduğunu o an anlamıştı.
Zira hiçbir Yunan, bu koşullarda bile esas duruşunu bozmadan bu kadar içten tekmil veremezdi.
Kaleye ulaşan 9 kariyer hepi topu 90 kadar askerdi.
Su bile içmeden Rum mevzilerine daldılar.
Zırhlı taşıyıcının içinde olması gereken askerler sanki düğüne bayrama gelmiş gibi araçların üstüne çıkmış bir sağa bir sola ateş ediyorlardı.
O sırada bir Mücahit geldi.
-Komutanım tuzakladığımız ikinci kapıya bir Türk kariyeri geldi. Bu kapıda patlayıcı olduğunu söyledik ama ne desek asker bizi dinlemiyor. Gelebilir misiniz ?
O telaşede Oğuz Kalelioğlu bir buçuk kilometrelik mesafeyi koşarak gitti.
Gelen kara kuru bir onbaşıydı.
Burçlardan ona doğru bakarak :
-Evladım ben Türk subayıyım bu kapı tuzaklı diğer taraftan dolan dedi.
-Ha öyle mi dedi bir saattir Mücahitlerin laf anlatamadığı onbaşı. Tamam o zaman geleyim, geleyim de buraları temizlemeden mi geleyim ?
-Temizle ama dikkat et vurulma evladım.
-Emredersiniz komutanım.
Onbaşı Mücahitlere düşman mevzilerini sordu.
Onlar da yaklaşık 400 metre ilerideki Evkaf Apartmanının üçüncü katını gösterdiler.
Düşman oraya mevzilenmiş, bir kamyon mühimmat istiflemiş ve bize 6 şehit verdirmişti.
Mermiler onbaşının ayak ucuna düşüyordu.
O ise işine odaklanmıştı.
89 luk roketatarını birleştirdi.
Asfalta diz çöktü ve nişan aldı.
Piyuvv…
400 metreden mermiyi bir metreye bir metrelik delikten sokmayı başarmıştı.
Büyük bir patlama oldu.
Üçüncü kattan aşağıya kol, kafa, bacak uçtu.
Onbaşı üzerini silkeledi ve surlardaki Mücahitlere baktı :
-BAŞKA NEREDE VAR HEMŞEHRİM…
***
Onlar Türk Subayı Oğuz Kalelioğlu’nun komutasındaki bir avuç Mücahittiler.
Ellerindeki avuçlarındakileri verdiler, emek verdiler, can verdiler ama etraflarını saran 10.000 düşman askerine Mağusa’yı vermediler.
***
Kıbrıs Barış Harekatımızın 45.Yıldönümü Kutlu Olsun…
Başta Kıbrıs Türklerinin Başbuğ’u Rauf Raif Denktaş’ımız olmak üzere, cümle şehitlerimizin ve de ebediyete intikal eden gazilerimizin mekanları cennet olsun.
NE MUTLU TÜRKÜM DİYENE…
Ağlayarak okudum. Bunları unutturmayalım. gençler de bilmeli ki ecdat ölümüne savaşmıştır, gençler de gerektiğinde ölümüne savaşacak, fakat geri adım atmayacaktır.