Müyesser Yıldız, Sincan Kadın Kapalı Ceza İnfaz Kurumu, G4 Blok, 10 Ekim 2020
Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi, bir diğer ifadeyle “Yeni Türkiye”nin miladı olacak 24 Haziran 2018 seçimlerine gidilirken, AKP’nin “insana” verdiği önem ve değer şöyle anlatıldı:
“Kurulduğu günden bugüne ‘İnsanı yaşat ki, devlet yaşasın.’ şiarı çerçevesinde partimizin lideri, teşkilatları ve gönüldaşları, tüm düşünce ve uygulamalarında insan için siyaset üretmeyi, insana dokunmayı, insanı en güzel biçimde yaşatmayı hedeflemiştir.”
Bu hedef doğrultusunda da, çoğulcu bir yaklaşımla herkesin kucaklanıp bağıra basılacağı, herkesin hak ve hukukunun korunacağı vurgulanıp, “yeni dönem” için şu tarif yapıldı:
“Yeni dönem, insanı merkeze alan ve ihya eden, özgürlük alanlarının genişletildiği, daha demokratik, her alanda kaliteye odaklanmış bir dönemi ifade etmektedir.”
Erdoğan ise, “Yaptıklarımız, yapacaklarımızın teminatıdır.” dercesine, şunları söyledi:
“AK Parti döneminde yaşanan demokratikleşme ve kalkınma hamlesiyle Türkiye’nin çehresi değişti, milletimizin yüzü güldü, ötekileştirme son buldu. Toplumumuzun her kesimi insan hakları ve hürriyetlerinden azami seviyede faydalanma imkânı yakaladı.”
2 yılın sonunda özellikle demokrasi, özgürlükler, hak, hukuk ve adalet konularında gelinen noktayı anlatmaya gerek yok; her gün yaşıyor, görüyoruz.
Artık biliyoruz ki, adalet muktedirlerin, Trump’ın, Merkel’in, Macron’un iki dudağı arasında; sahipsizler için de Kaf Dağı’nın ardında.
Hukuk ise “Bağımsız ve tarafsız yargıyı tesis ettik. Artık üstünlerin hukuku değil, hukukun üstünlüğü yürürlükte.”gibi güzel cümlelerle, özel günlerde yad edilen nostaljik bir kavram oldu.
Artık hiçbir anlamı kalmayan ve alışılan bu acı tabloyu hatırlatmamın sebebi mi?
Malum, son olarak “dış güçlerin” değil, içeriden birinin, Cumhur İttifakı’nın ortağı Bahçeli’nin dileği üzerine bir tahliye gerçekleşti. 3 ay önce Bahçeli, “FETÖ üyeliğinden” hapis cezasına çarptırılan Mümtazer Türköne’nin durumunu gündeme getirip, “Şehit ağabeyi Türköne’nin davası tekraren ve titizlikle değerlendirilmelidir.”çağrısında bulundu.
Tesadüf; geçtiğimiz günlerde Yargıtay, Türköne’ye verilen cezayı bozarak tahliyesini kararlaştırdı.
Bahçeli’nin talebinin gerekçesi, Türköne’nin “şehit abisi” olmasıydı, ama daha önce cezaevinde çeşitli hastalıklarla boğuştuğu konuşulmuştu.
“Haksız ve hukuksuz bir şekilde hapse atılanlarla, çok ağır hasta olduğu halde şu korona günlerinde bile cezaevinde tutulanları da Allah kurtarsın.” deyip, sağlık açısından Türköne benzeri bir örnekten söz etmek istiyorum.
Daha önceki bir yazımda belirttiğim gibi, artık adalet için bambaşka kriterler geçerli olduğu, olgular değil algılar esas alındığı için bu mahkûmun da adını vermeyeceğim.
O da Türköne gibi hükümlü. Dosyası ise henüz Yargıtay’da değil, İstinaf aşamasında.
Hakkında hüküm verildikten kısa bir süre sonra rahatsızlandı, hastaneye kaldırıldı. 10 gün kadar sonra da teşhis kondu: kalp ve karaciğer nakli yapılması gerekiyordu.
Bu zamanda böyle bir rapor vermek adeta cesaret işi, ama sağlık kurulu oybirliği ile dedi ki;
“Cezanın tehiri gerekir. Cezanın cezaevinde infazı halinde hayati tehlike arz eder. Cezanın 6 ay süreyle tehiri uygundur. 6 ay sonraki değerlendirme sonucuna göre sürekli hastalık haline karar verilecektir.”
Rapordan sonra ne mi oldu?
Teşhisin ardından hastanede yapılacak bir şey kalmadığından, mahkûm cezaevine gönderildi. Yine tek kişilik hücreye kondu ve 1 ayda tam 20 kilo zayıfladı.
Durumunun ağırlaşması üzerine organ nakli için tetkiklere başlanırken, avukatları da heyet raporuyla birlikte İstinaf’a başvurup, infazın ertelenmesi talebinde bulundu.
Cevap mı?
“İnfaz erteleme konusunu esasla birlikte değerlendireceğiz.”denildi.
Bahse konu dosya yüzlerce sanıklı, incelemesi belki daha aylarca sürecek; ama verilen karar bu.
Avukatlar bunun üzerine Anayasa Mahkemesi’nin yolunu tutup bireysel başvuruda bulundu.
Sonuç mu?
Yargılama devam ettiğinden, İstinaf’ın ilgili dairesinin karar vermesinin gerektiği bildirildi.
Şimdi buradan çıkacak karar bekleniyor.
İdam cezasının geri getirilmesinin konuşulduğu bir dönemde anlamı yok, ama yine de soralım; bu durumdaki bir insanın cezaevinde kalmasının, ülkeye ve adaletin tecellisine sağlayacağı katkı nedir?
Anlaşılan, “İnsanı yaşat ki, devlet yaşasın” şiarı da herkes için değil, sadece arkası olanlar için geçerliymiş!..
Sincan’dan açık cezaevindeki tüm dostlara kucak dolusu sevgiler…