Hukuk Devleti, hukukun üstünlüğü ve hukuki güvenlik kavramları oldukça sık olarak kullanılmakta ise de gerçek anlamları maalesef çok az kişi tarafından bilinmemektedir. Bu yazının maksadı çağdaş hukuk devletinin tarihsel gelişimi ve taşıması gereken nitelikler hakkında bilgi vermektir.
Yakup Battal, Sun Savunma Net, 2 Ekim 2018
Foto: FORENSICS FOR JUSTICE
Devletler, hukuk sistemlerine göre polis/jandarma devleti, kanun devleti ve hukuk devleti olarak üç kategoride tasnif edilebilir.
Polis/jandarma devleti; unvanı kral, padişah, sultan, emir, imam vs. ne olursa olsun tek bir kişinin (istisnai durumlarda konsey/heyet);
Biz de hukuk açısından 1. Meşrutiyete kadar, uygulamada da 2. Meşrutiyete kadar bu tür devlet yapısı hâkimdir.
Kanun devleti ise;
Kanun devleti esasen reform, ticaretin gelişmesi ve sanayii devrimi sonucu oluşan yeni toplumsal yapıya göre 17. ve 18. Yüzyılda Avrupa ve ABD’de oluşturulmuş kapitalist devlet rejimidir.
Kilise ve Kralların hâkimiyeti yerine burjuvazinin egemenliğine dayanan Kanun devleti, Hollanda ve İngiltere’de ortaya çıkmış ve “Özgürlük ve mülkiyet” kavramları ön plana çıkarılmıştır. Özgürlük ve mülkiyetin yanı sıra Fransa’da olduğu gibi “özgürlük, eşitlik, kardeşlik ve mülkiyet” kavramları ana ilke olarak alınmış sosyal devlet ortaya çıkmıştır.
Kanun devletleri, özgürlük, eşitlik, kardeşlik ve mülkiyet kavramlarına yaklaşımlarına göre;
Uygulamada komünizm oligarşik parti diktasına, Faşizm ve Nazizm diktatörlüğe dönüşmüştür. Bunları uygulama açısından totaliter rejimler olarak tanımlamak daha doğrudur; ancak komünizmin amacı daha insani iken, diğerlerinin amaçları insanlık için utanç vericidir.
Kanun devletinde çoğulcu değil, çoğunluk demokrasisi esastır, insan hakları ikincildir.
Biz de 2. Meşrutiyetin sloganı “hürriyet, eşitlik, kardeşlik ve adalettir.” ancak gerek iç gerekse dış koşullar nedeniyle uygulanamamış, sadece meşruti yönetim kurulmuş, bu da savaş nedeniyle parti diktasına dönüşmüştür. Toprak açısından kamu mülkiyeti, ticaret açısından özel mülkiyet esas alınmıştır.
Cumhuriyet döneminde ise 1938 yılına kadar Cumhuriyetçilik, Halkçılık, Milliyetçilik, Devletçilik, Devrimcilik ve Laiklik ilkelerine göre çağdaş bir devlet kurulmaya çalışılmıştır. Yeni kurulan bir devlet olunması, teknoloji ve sermaye ile nitelikli insan zafiyeti, eğitim seviyesinin çok düşük olması, 1929 Dünya Ekonomik Bunalımı, tüm Avrupa’da yükselen otoriter akımlar nedeniyle hürriyet ilkesi çok fazla anlam bulmamıştır. 1908 İhtilali yapıldığında, hürriyet ilan edilmiş, bazı vatandaşlar vapurlara bedava binmeyi hürriyet olarak algılamıştır. Eşitlik ve kardeşlik ilkeleri, Halkçılık ve Milliyetçilik şeklinde uygulamaya koyulmaya çalışılmış, mülkiyet konusunda devletçilik ve özel mülkiyet esas alınmıştır.
1939-1945 savaş dönemidir, 1945 sonrasında Türkiye, yeni dünya düzeninde konumunu belirlemeye çalışmış, ancak bu konuda ABD-SSCB arasındaki rekabete konu olmuş, ABD tarafını seçmiş, daha doğrusu Stalin’in baskısı, tarihi Rusya korkusu nedeniyle seçmek zorunda kalmıştır. Bunun sonucu, Sovyetleri çevrelemek ve komünizmin yayılmasını önlemek için dindarlık ve milliyetçilik ile serbest piyasa ekonomisi ön plana çıkarılmış, Batı yanlısı sağ partilerin iktidar, sol partilerin muhalefet olduğu serbest piyasa ekonomisi ve özel mülkiyete dayalı Batı yanlısı bir rejim oluşturulmuştur. 1957 yılından itibaren yaşanan ekonomik ve sıkıntılar sonrasında ülke yönetilemez hale gelmiş, 1960 yılında rejim değişikliği olmuş, 1961 Anayasası ile kanun devletinden hukuk devletine geçilmeye çalışılmıştır.
Hukuk devleti ise daha farklıdır ve kanun devletinin daha gelişmiş şeklidir. Kıta Avrupa’sında devletler her ne kadar 18. ve 19. Yüzyılda kanun devletine dönüşmüş ise de çoğunluk demokrasisine dayandığından ve kanunlar ve bunların uygulanması Anayasal denetime tabi tutulmadığından Almanya ve İtalya’da totaliter rejimler yasal yollardan başa geçmiş ve kanun devletini polis/jandarma devletine dönüştürerek iktidarda kalmış, diğer ülkelerde de kanunların denetimsizliği nedeniyle olumsuz uygulamalar olmuş ve azınlıklara farklı davranıldığı görülmüştür.
Bu nedenle Fransa, Almanya, İtalya başta olmak üzere Kıta Avrupası’nda çoğunluk demokrasisi yerine çoğulcu demokrasi esas alınmış, temel hak ve özgürlükler genişletilmiş ve Anayasa Mahkemesi gibi Yüksek Mahkemeler kurularak kanunların anayasal uygunluk denetimi yapılmaya başlanmıştır. Bir anlamda milli iradeye, Anayasal sınırlama getirilmiş, buna göre kontrol ve denge mekanizması oluşturulmuştur.
Biz de ise 1961 Anayasası ile hukuk devleti anlayışı benimsenmiştir. Bu kapsamda Anayasa Mahkemesi kurulmuş, temel hak ve özgürlüklere yer verilmiş; egemenlik açısından yürütme, yasama ve yargı arasında erkler ayrımı ilkesine göre düzenleme yapılmış, denge ve karşılıklı kontrol mekanizması kurulmuştur. Ancak ülkenin sosyolojik ve ekonomik düzeyi, gerek ABD ve gerekse SSCB’nin Türkiye’ye karşı açık ve örtülü faaliyetleri, ABD/SSCB rekabeti ve tüm dünyada esen 1968 rüzgârı sonrasında ülke tekrar yönetilemez hale gelmiştir. 1971 yılında Anayasa değişikliği ile yürütmenin (Hükümetin) yetkileri artırılmış, ancak sonuç alınamamış, nihayetinde 1982 Anayasası ile yürütmenin yetkileri daha da artırılmış, en sonunda 2017 Anayasa değişikliği ile yasama, yürütme ve yargı kâğıt üzerinde ayrı ve bağımsız, uygulamada ise (Cumhurbaşkanlığının) yürütmenin kontrolüne girmiş; denge ve kontrol mekanizmaları hukuki mevzuat açısından var olsa da gerçekte kaybolmuştur.
Anayasalar genel olarak 1) Başlangıç ve Genel 2) Vatandaşın Hal ve Ödevleri ve 3) Devletin Yapısı ve Çalışma Şekli olmak üzere üç bölümden oluşur. Mevcut Anayasamız, devletin yapısı ve çalışma şekli açısından 1921, 1924 ve 1961 Anayasalarından hatta 1908 sonrası 1876 Anayasasından daha otokratik, buna karşılık 1876 Anayasasının ilk haline göre daha demokratiktir. İnsan hak ve ödevleri daha ziyade 1961 ve 1982 Anayasasında ve günümüz Anayasasında yer almaktadır.
Hukuk devleti, hukuki mevzuatın ve adalet mekanizmasının bulunması demek değildir, Hukuk devleti aşağıda belirtilen özelliklere sahip olan devlettir.
Hukuki mevzuatın anayasa, yasa, tüzük, kararname ve yönetmelik şeklinde hiyerarşik biçiminde yapılandırılması, yasa ve kararnamelerin Anayasa’ya, tüzüklerin yasalara, yönetmeliklerin ise yasa veya kararnamelere uygun hazırlanması.
Yasa ve kararnamelerin Anayasa Mahkemesince Anayasal denetime, yönetmelik ve diğer uygulama mevzuatların yasal denetime tabi olması.
Hukuki mevzuatın görünürlüğü ve belirliliği, hukuka güvenin sağlanması.
Yargı makamlarının (Anayasa Mahkemesi, Yargıtay, Danıştay, İlk Derece ve Bölge Adliye/İdare Mahkemeleri) bağımsız ve tarafsız olması, hâkimlik teminatı ve Hâkimler ve Savcılar Kurulu’nun tarafsızlığı, Makul sürede hakkaniyete dayanan adil yargılama hak ve mekanizması.
Hukuki uyuşmazlıklara hukuki mevzuatın uygulanması, bu konuda ırk din milliyet, zenginlik ve güç farkı gözetmeksizin eşit davranılması.
Egemenliğin yasama, yürütme ve yargı olmak üzere erkler ayrılığı ilkesine kullanılması, aralarında denge ve kontrol mekanizmalarının bulunması.
En tepedeki norm Anayasa’dır. Anayasalar, esasen birer toplumsal sözleşmedir, anayasaların dini kurallara göre değil, çağın ihtiyaç ve temel değerlerine göre hazırlanması gerekir.
Kanunlar ve kararnameler anayasaya, tüzükler yasaya, yönetmelikler ise yasalara/ kararnamelere uygun olmalıdır. Anayasamızın 11. Maddesi de “Anayasa hükümleri, yasama, yürütme ve yargı organlarını, idare makamlarını ve diğer kuruluş ve kişileri bağlayan temel hukuk kurallarıdır. Kanunlar Anayasaya aykırı olamaz.” şeklindedir.
Kanunlar, toplum ve devlet ihtiyaçlarını karşılamak için Anayasa hükümlerine göre hazırlanan hukuk kurallarıdır.
Anayasa’nın 90. Maddesine göre, Türkiye Cumhuriyeti adına yabancı devletlerle ve milletlerarası kuruluşlarla yapılacak anlaşmaların onaylanması, TBMM’nin onaylamayı bir kanunla uygun bulmasına bağlıdır.
Diğer yandan aynı konuda usulüne göre yürürlüğe koyulmuş temel hak ve özgürlüklere ilişkin milletlerarası anlaşmalarla, milli kanunların farklı hükümler içermesi nedeniyle çıkabilecek uyuşmazlıklarda milletlerarası anlaşma hükümleri esas alınır. Dolayısıyla aynı konuda milli kanunlar ile İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi (İHAS) farklı hükümler içeriyorsa İHAS hükümleri esas alınır.
Hukukun üstünlüğü, devletin bütün faaliyetlerinde hukuka bağlı olmasını ve hukuki sınırlar içinde hareket etmesini, hukuk kurallarının makam, mevkii, servet, din, mezhep ve etnik yapı gibi hususlar dikkate alınmaksızın herkese eşit olarak uygulanmasını içerir.
Bir ülkenin eski bir Cumhurbaşkanı “Benim memurum işini bilir” diyorsa araç kullanırken hız limitini aştığını gösteren görseller medyaya yansıyorsa, bir ülkenin İçişleri Bakanı “Bu kişilere karşı polis en sert tedbirleri alsın, bacağını kırsın” diyorsa, hukuki mevzuat güçlüye farklı, zayıfa farklı uygulanıyorsa hukukun üstünlüğünden bahsedilemez, güçlünün üstünlüğü söz konusu olur.
Hukuki güvenlik ilkesi, bireylerin kamu kurum ve kuruluşlarının keyfi uygulamalarına karşı güvence olarak hukuk devletinin temel ilkelerindendir. Hukuki güvenlik ilkesi, normların (Anayasa, yasa, KHK, tüzük, yönetmeliklerin) öngörülebilir, ulaşılabilir ve açık olmasını gerektirir.
Normlar şekil olarak ayrıca genel, objektif (nesnel) ve soyut (belirli kişilere ve olaylara yönelik değil) olmalıdır. Normların şekil özellikleri Anayasa Mahkemesi Başkanlığının en son 18.06.2013 tarihli 2012/157 Esas ve 2013/79 Karar sayılı ilamında şöyle açıklanmıştır:
“Anayasa Mahkemesi’nin 05.11.2008 tarihli Resmi Gazete’de yayınlanan 17.04.2008 günlü, E.2005/5, K.2008/93 sayılı kararında belirtildiği üzere; Anayasa’nın 2. maddesinde yer alan hukuk devletinin temel ilkelerinden biri “belirlilik”tir.
Bu ilkeye göre, yasal düzenlemelerin hem kişiler hem de idare yönünden herhangi bir duraksamaya ve kuşkuya yer vermeyecek şekilde açık, net, anlaşılır, uygulanabilir ve nesnel olması, ayrıca kamu otoritelerinin keyfi uygulamalarına karşı koruyucu önlem içermesi de gereklidir.
Belirlilik ilkesi, hukuksal güvenlikle bağlantılı olup birey, yasadan,
Hukuk güvenliği, normların öngörülebilir olmasını, bireylerin tüm eylem ve işlemlerinde devlete güven duyabilmesini, devletin de yasal düzenlemelerde bu güven duygusunu zedeleyici yöntemlerden kaçınmasını gerekli kılar.”