savunmahavacılıkteknolojipolitikaanalizmevduatkriptosağlıkkoronavirüsenflasyonemeklilikötvdövizakpchpmhp
DOLAR
34,5424
EURO
36,0063
ALTIN
3.006,41
BIST
9.549,89
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
Ankara
Karla Karışık Yağmurlu
2°C
Ankara
2°C
Karla Karışık Yağmurlu
Pazar Karla Karışık Yağmurlu
1°C
Pazartesi Açık
1°C
Salı Parçalı Bulutlu
3°C
Çarşamba Çok Bulutlu
4°C

Doğu Akdeniz’de Gerçek Hasmımız Kim?

Doğu Akdeniz’de Gerçek Hasmımız Kim?


Doğu Akdeniz’de
Gerçek Hasmımız Kim?

 

Osman Başıbüyük, Sun savunma Net, 16 Ekim 2020 / Bangkok

 

Kaynak: European Council/Flickr

Kriz Tırmanıyor

Avrupa Birliği’nden (AB) gelen yaptırım tehditleri nedeniyle Oruç Reis sismik araştırma gemimizi Antalya’da limana çekmiştik. AKP Hükümeti’nin tehditlere boyun eğdiği ve Doğu Akdeniz’deki hak ve menfaatlerimizi koruyamadığı yönünde kamuoyunda bir algı oluşmaya başlayınca 12-22 Ekim 2020 tarihleri arasında Meis Adası’nın güneyinde yeni bir NAVTEX ilan ederek Oruç Reis’i bölgeye tekrar gönderdik.

Bunun üzerine Fransa, Almanya ve İspanya dışişleri bakanlarının katılımıyla Weimar Üçlüsü (Weimar Triangle) adı altında 15 Ekim’de Paris’te gerçekleştirilen toplantı sonrasında yapılan açıklamada; “Türkiye, Doğu Akdeniz’de yaptığı eylemlerde AB’yi kışkırtmaya devam etmekle suçlandı ve Ankara’ya tutumunu netleştirmesi için bir hafta süre verildiği” söylendi. Yani AKP Hükümetine; “kendi kamuoyunu tatmin etmek için Oruç Reis’i bir algı operasyonu maksadıyla kısa süreliğine bölgeye gönderiyorsan sorun yok, ama niyetin ciddiyse, Doğu Akdeniz’deki hak ve menfaatlerinden vazgeçmiyorsan, o zaman AB olarak yaptırım uygulayacağız” tehdidinde bulunuldu. Böylece Doğu Akdeniz’de yaşadığımız kriz çok kritik bir eşiğe gelmiş oldu.

Büyük Oyun II – Doğu Akdeniz” başlıklı bir önceki makalemizde bölgedeki küresel dengeleri incelemiş, milli çıkarlarımızı gerçekleştirebilmek için ABD ve Çin’in destek alabileceğimiz müttefikler olamayacağını, Rusya Federasyonu’nun (RF) ise ancak dönemsel işbirliğine müsait olduğunu söylemiştik.

Doğu Akdeniz’deki paylaşım kavgasının sadece Türkiye, Yunanistan ve Güney Kıbrıs Rum Yönetimi (GKRY) arasında olmadığı çok açık. O halde doğru stratejiyi belirlemek için öncelikle gerçek hasmımızın kim veya kimler olduğunu iyi tespit etmeliyiz.

Geriye Dönüp Bakalım

İngiliz asker ve siyaset adamı Winston Churchill’in önemli bir sözü var: “Ne kadar geriye bakabilirseniz, o kadar ileriyi görürsünüz.” diye. O halde biz de biraz geriye bakalım, belki geleceği daha iyi görür, planlarımızı ona göre yaparız.

2000’li yılların başında İsrail’in Doğu Akdeniz’de doğalgaz bulmasıyla birlikte Akdeniz’in stratejik önemi bir kat daha arttı. Bu keşif sonrası, 2002 yılında, Annan Planı gündeme getirildi. Annan Planı, GKRY ile Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ni (KKTC) birleştirerek Kıbrıs’ın tamamını AB’ye almayı öngören bir plandı. Batılı devletler, dünyanın birçok bölgesinde, birçok devleti parçalamaya çalışırken acaba niçin Kıbrıs’taki kavgalı iki toplumu birleştirmek istiyordu?


Annan Planı. Kaynak: unannanplan.agrino.com

Ne tesadüf! Yine aynı yıl, 2002’de Türkiye ile Yunanistan arasında istikşafi görüşmeler başlatılmıştı. İstikşafi görüşme deyince iki kere düşünün. Niçin iki kere düşünmeniz gerektiğini ileride anlayacaksınız. Şimdi devam edelim. İstikşafi görüşmelerin hiçbir bağlayıcılığı yoktur. Hiçbir sonuç doğurmaz. Sadece taraflara zaman kazandırır. Unutmayın geçen zaman taraflardan birinin lehine diğerinin aleyhine işleyebilir. Türkiye ile Yunanistan, istikşafi görüşmeler kapsamında 2002 ile 2016 arasında geçen 14 yılda tam 60 defa görüştüler. Bu görüşmeler esnasında Ankara ile Atina zımni olarak üç husus üzerinde anlaşmıştı:

1) Müzakerelerin içeriği ile ilgili basına hiçbir haber sızdırılmayacaktı.

2) Müzakereler devam ettiği sürece taraflar tek taraflı eylemlerde bulunmayacaklar, provokasyon yapmayacaklar ve oldu-bittilere başvurmayacaklardı.

3) Aralarında çıkacak sorunları çözmek adına kuvvet kullanmayacak veya kuvvet kullanma tehdidinde bulunmayacaklardı.

Türkiye yukarıdaki kuralların hepsine harfiyen uydu. Fakat sonuç hüsrandı. Geçen süre zarfında Türkiye’nin aleyhine iki şey oldu:

1) GKRY, Annan Planını reddetmiş olmasına rağmen AB üyesi yapıldı.

2) Yunanistan, Kardak adacığına benzeyen 15 adacığı daha sahiplendi. Yunanistan bu sahiplenme işini adacıklara tek oda bir kilise dikip, bir papaz ve bir bekçi ile 3-5 keçi göndererek yapmıştı.

Kaynak: Sabah

Sevilla Haritası Nasıl Ortaya Çıktı?

1996 Kardak krizinde Türkiye ve Yunanistan savaşın eşiğine gelmiş, Ankara’nın silah kullanma tehdidi Atina’ya geri adım attırmıştı. İşte 2002 yılında başlatılan istikşafi görüşmelerle Türkiye’nin silah kullanma tehdidi elinden alınmış oldu. Ama asıl Türkiye’nin elini kolunu bağlayan havuç-sopa politikasıydı.

Hatırlayın o dönemde (2005) Türkiye, AB ile üyelik müzakerelerine başlamıştı. AB’ye üye olacaktık. Bu çok önemli bir havuçtu. Aynı zamanda AB üyeliği vizyonu, ilk defa tek başına iktidar olan Siyasal İslam’ın temsilcisi AKP’nin meşruiyetini güçlendiriyordu.

Türkiye’nin önüne konulmuş başka havuçlar da vardı. Dönemin Başbakanı Erdoğan, Büyük Ortadoğu Projesi’nin (BOP) eş başkanı olmuştu. Bu sayede Türkiye, Sünni Müslümanların lideri olacaktı. PKK açılımı başlatılmıştı. T.C. harfleri bütün tabelalardan kaldırılıyor, Türkiye yeni bir anayasayla federasyona götürülmek isteniyordu. Bu plan çerçevesinde Musul, Kerkük ve Halep bölgesindeki Kürtler federasyona katılacak böylece Misak-ı Milli gerçekleşmiş olacaktı. Türkiye büyüyordu!

Batı’nın aldatma planı tutmuştu. AKP Hükümeti, gerçekten bütün bunların olabileceğine inanıyor, Milli Güvenlik Kurulu’nda askerlerin gösterdiği tepkilere kulak asmıyordu. Türkiye’de siyaset gerilmeye başlamıştı ki, düğümü çözmek için birileri darbe davalarını hemen piyasaya sürdü. 2007’den itibaren darbe tehdidiyle korkutulan hükmet milli duruşu olan askerleri tasfiyeye yönlendirildi. AKP Hükümeti o kadar korkutulmuştu ki, ülkenin çok önemli hak ve menfaatlerinden taviz verdiğini göremiyordu.

 

Balyoz Davasının yeniden görülmesi yönündeki karar sonrası sevinç ve mutluluk. Kaynak: Hürriyet Daily News

Örneğin; Balyoz kumpasındaki iddialara göre, askerler Ege’de kendi uçağımızı düşürüp, Yunanistan ile gerginlik çıkaracaklar, böylece hükümeti düşüreceklerdi. Yabancı istihbaratın bu senaryosuna inanan AKP Hükümeti, bir dönem uçaklarımızın Ege’de silahlı uçmasını, aidiyeti anlaşmalarla Yunanistan’a devredilmemiş ada, adacık ve kayalıkların üzerinden geçmesini yasakladı. Bu arada Yunanistan adacıklara papazlarını göndermeye devam etti. İşte Sevilla Haritası böyle ortaya çıktı.

Sevilla Haritası, İspanya’nın Sevilla Üniversitesi’nde görevli bir profesör tarafından çizilen, Rodos, Meis, Kıbrıs ve Girit adalarına münhasır ekonomik bölge verip tüm bu alanı AB’nin münhasır ekonomik bölgesine katarak Türkiye’yi Ege ve Akdeniz’den tamamen mahrum bırakan AB’nin hayalindeki bir haritaydı. Piyasaya 2007 yılında sürülmüştü.


Kaynak: Savunma Sanayi

 

Projenin Sahipleri Kimliğini İfşa Ediyor

Türkiye geç de olsa bütün bunların farkına varıp Doğu Akdeniz’deki hak ve menfaatlerine sahip çıkmaya başlayınca birileri giderek sesini yükseltmeye başladı. Türkiye Oruç Reis’i Meis Adası’nın güneyine gönderdi tam arama çalışmalarına başlayacaktı ki Almanya Başbakanı Merkel, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı aradı. Arabulucu rolünde, Oruç Reis’in geri çekilmesini sağladı. Kazanılan bu zaman zarfında Yunanistan ile Mısır münhasır ekonomik bölge anlaşması imzalayıverdi. Böylece Oruç Reis’in araştırmalarını gayri hukuki göstermeye çalıştılar. 

Takip eden günlerde Merkel’in birkaç ay öncesine kadar Türkiye büyükelçisi olan Martin Erdmann, Frankfurter Allgemeine Zeitung gazetesine yazdığı bir makalede; “Erdoğan’ın nefesi kesilene kadar sabırlı ve dikkatli olunması gerektiği” tavsiyesinde bulunuyordu. Bu şahsın Erdoğan’dan kastı tabii ki Türkiye Cumhuriyeti’ydi. “Türkiye’nin gücünün tükenmesini bekleyelim, gücü tükenince kendimizi yıpratmadan, Doğu Akdeniz’deki Türkiye’nin haklarını kolayca gasp edebiliriz” demeye getiriyor.

Bu açıklamalardan sonra 1-2 Ekim 2020 tarihleri arasında yapılan AB Liderler Zirvesi’nde alınan kararlarda özetle:

1) Türkiye’nin Libya ile yaptığı münhasır ekonomik bölge anlaşması hukuk dışı ve yok hükmünde sayıldı.

2) Türkiye’nin Doğu Akdeniz’de gerçekleştirdiği sismik araştırma ve sondaj faaliyetleri, Yunanistan’a ve (Güney) Kıbrıs’a karşı yapılmış uluslararası hukuka aykırı, yasa dışı faaliyetler olarak nitelendirildi.

3) Türkiye eğer bu tür tek taraflı hareketlere veya tahriklere devam ederse, AB’nin elindeki tüm vasıta ve seçenekleri Türkiye’ye karşı kullanarak “kendisinin” ve üye ülkelerin çıkarlarını savunacağı vurgulandı.

Bakın yukarıda iki kelimenin altını çizdim. “Üye ülkelerin” çıkarlarından Yunanistan ve GKRY’yi kastettiklerini anlıyoruz. Peki, “kendisi” kelimesiyle hangi ülke veya ülkeleri kastediyorlar? Anlatalım.

Yunanistan ve GKRY tek başlarına ayakta kalamayacak büyüklükte devletlerdir. Bu tür devletler, varlıklarını devam ettirebilmek için bir imparatorluğa veya bir birliğe yaslanmak zorundadır. Bu günkü dayanakları AB’dir. 2008 yılında başlayan ve hâlâ devam eden küresel ekonomik krizde Yunanistan ve GKRY, ilk batan iki ülkeydi. Bu iki ülkeyi de Almanya kurtardı. Almanya’ya borçlular. Hatırlayın! O tarihlerde Alman politikacılar, Yunanistan’a krizden çıkış için “adalarınızı satın” önerilerinde bulunuyorlardı. Acaba adaları niçin sattırmak istediler dersiniz?

Anlayacağınız Almanya; GKRY’yi Annan Planı ile AB’ye alarak çizimini tamamladığı Sevilla Haritasındaki münhasır ekonomik bölgeleri sahipleniyor. “Yunanistan ve GKRY’nin ekonomik ve teknolojik gücü yoktur. Onlar ardına bölgeye yatırımı ben yapar, küçük bir pay karşılığı pastanın büyüğünü ben alırım” diyor. Almanya’nın yanına aldığı ortakların ise Fransa ile İspanya olduğunu görüyoruz.

Silah Kullanmadan Kimse Bir Şey Alamaz

AB’nin Türkiye’ye yönelik tehditvari zirve kararlarından hemen sonra Cumhurbaşkanı Erdoğan; “Anlaşmazlıkların diyalogla, uluslararası hukuk temelinde ve hakkaniyete uygun biçimde çözümü öncelikli tercihimizdir. Bu amaçla önkoşulsuz diyaloğa hazır olduğumuzu vurguladık. İstikşafi görüşmelere hazırız.” şeklinde bir açıklama yapmıştı.

İstikşafi kelimesine geldik mi yine? İstikşafi ne demekti? Oyalama demeti. Eğer bu oyalama görüşmeleri yine başlarsa, bilin ki bu sefer AKP Hükümeti değil, Türk Halkı uyutulacaktır. Çünkü Hükümetin gerçekleri görmemesi için kör olması veya şantaja açık olması gerekir.

18 yıldır tezgâhlanan oyun artık tüm açıklığıyla ortaya çıkmıştır. Bu saatten sonra AKP Hükümetinin geri adım atması mümkün olmaz. Eğer Erdoğan geri adım atarsa, hiç savaşmadan bugünkü Türkiye’nin iki katı toprak kaybeden II. Abdülhamit’in düştüğü duruma düşerek iktidarı ile birlikte itibarını da kaybeder. Artık Türkiye’nin AB üyeliği sevdası, BOP ve PKK açılımı hayalleri de yoktur. Yani kamuoyu artık kolay kolay kandırılamaz. Gelinen durum, silah kullanmadan Türkiye’den hiçbir şey koparılamayacağına işaret ediyor.

Meis’in güneyinde kimseye verecek bir kova suyumuz yoktur. Ekonomik krizin yaratacağı acıya dayanıp kendi ayaklarımız üzerinde durmayı öğreneceğiz. Bu arada AB de Türkiye kaynaklı kendi ekonomik krizine hazır olsa iyi olur. Azdan az, çoktan çok gider.

KKTC’nin Geleceği Türkiye Açısından Hayati Öneme Sahiptir

Bir hususa dikkat çekelim. Annan Planı’nda Rumlara bırakılması istenilen topraklar arasında adanın batısında Lefke ve Güzelyurt, adanın doğusunda ise Maraş, Yeni Erenköy ve Dipkarpaz bölgeleri vardı. Bu toprakların Rumlara verilmesi demek, denize sınır olan bu bölgelerin münhasır ekonomik bölgesinin de başkalarına kaptırılması demektir. Eğer bir şekilde bu topraklar Rumlara verilirse veya KKCT günün birinde AB’ye üye olursa Kıbrıs adasının etrafındaki münhasır ekonomik bölgenin tamamına AB sahip çıkmaya çalışacaktır. Adadaki siyasi partilerin tamamı bu projenin hedefindedir. Şu an KKTC’de seçimler oluyor. Cumhurbaşkanlığı seçimi ikinci tura kaldı. 20-30 siyasetçi satın alınarak bütün Türk milletinin hakları gasp edilebilir. Dolayısıyla Türkiye bu noktada çok dikkatli olmalı ve kendi planını geliştirmelidir. KKTC, ya bağımsız devlet olarak tüm dünya tarafından tanınmalı ya da Türkiye ile birleşmelidir.

Bu arada kıymetli siyasetçilerimize de bir mesaj vererek bitirelim. Mercedes ve BMW marka lüks makam arabalarına binmek için birbirinizle yarışmaya devam edin. Orta direk vatandaşlarımız da onlarca yıl borcun altına girerek Volkswagen, Peugeot ve Citroen marka arabalara servet döksünler. Doğu Akdeniz’deki pastayı da Almanlar ve Fransızlar yesin. Gariban asgari ücretliye de aç karnına dua etmek kalsın!

Yok öyle yağma. Bu duaya âmin diyecek kimse kalmadı artık.

İlgililere duyurulur.


 

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.