savunmahavacılıkteknolojipolitikaanalizmevduatkriptosağlıkkoronavirüsenflasyonemeklilikötvdövizakpchpmhp
DOLAR
34,5503
EURO
36,4552
ALTIN
2.965,61
BIST
9.131,88
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
Ankara
Hafif Yağmurlu
17°C
Ankara
17°C
Hafif Yağmurlu
Cuma Hafif Yağmurlu
17°C
Cumartesi Karla Karışık Yağmurlu
2°C
Pazar Karla Karışık Yağmurlu
2°C
Pazartesi Az Bulutlu
2°C

Erdoğan’ın Ekonomi Politikası

Erdoğan’ın Ekonomi Politikası
A+
A-

Erdoğan’ın Ekonomi Politikası

Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, diğer ülkelerden mali yardım sağlamak maksadıyla, Mayıs 2023 seçimlerine kadar popülist harcama çılgınlığını sürdürmeyi başardı. Ama şimdi acı gerçekler ortaya çıkacak ve bu hiç hoş olmayacak.

Ercan Caner, Sun Savunma Net, 04 Temmuz 2023

Anne O. Kruger tarafından kaleme alınan ve 27 Haziran 2023 tarihinde Project Syndicate haber sitesinde paylaşılan ‘‘Erdoğan’s Economic Reckoning’’ başlıklı makalenin çevirisi aşağıdadır.

ISTANBUL – Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın geçen ay yeniden seçilmesinin ardından attığı zafer turu kısa olacak, bunun nedeni ise ülkesinin ekonomik iflasın eşiğinde olmasıdır. Erdoğan’ın Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) 2002 yılında ilk kez iktidara geldiğinde de Türk ekonomisi krizdeydi. O yıllarda Türkler ezici bir çoğunlukla Avrupa Birliği’ne girmek istediğinden, Erdoğan’ın 2003 yılından, cumhurbaşkanı olduğu 2014 yılına kadar liderliğini yaptığı AKP hükümeti ekonomik reformları hayata geçirmiş ve tam üyelik için AB’ye başvurmuştur.

2010 yılına  gelindiğinde reformlar hâlâ amaçlandığı gibi işlemektedir. Kişi başına düşen milli gelirin üç katına çıkması  Dünya Bankası’nın Türkiye’yi üst-orta gelirli bir ülke olarak sınıflandırmasına dahi yol açmıştır. Türk ekonomisi hızla büyümeye devam ederken, %100’ün üzerinde zirve yapan enflasyon oranı da tek haneli rakamlara düşmüştür. Ancak, bütün bu ilerlemelere rağmen AB üyelik müzakereleri tıkanmış, tam üyelik umutlarının hızla kaybolmasıyla birlikte Erdoğan Avrupa’ya sırtını dönmeye başlamıştır. Erdoğan’ın yeni siyasi  stratejisi artık; teknokratik yeterlilikten otoriter bir popülizme geçişi gerektiren bir manevra olan, kırsal kesimdeki Türklerin dindarlığına hitap etmektir.

85 milyonluk nüfus ve Avrupa Birliği, Rusya ve Ortadoğu’yu içine alan jeopolitik ortamda Erdoğan, her zaman karmaşık bir diplomatik oyun oynamak zorunda kalmıştır. Amerika Birleşik Devletleri’nden savaş uçakları ve bazı silah sistemleri tedarik etmekte başarısız olan Erdoğan, Rusya’dan silah satın almak zorunda kalmıştır. Geçtiğimiz yıl, Rusya ile Ukrayna limanlarından tahıl sevkiyatını sağlayan bir anlaşmaya aracılık etmiştir ve İsveç’in NATO’ya girişini Kürdistan İşçi Partisi’ne mensup kişilere sağladığı sığınağı gerekçe göstererek engellemeye devam etmektedir.

Türkiye’nin, başkent Ankara’da bulunan 1,000’den fazla odaya sahip yeni cumhurbaşkanlığı sarayı. Fotoğraf: Aykut Ünlüpınar/Anadolu Agency/Getty Images

Avrupa Birliği’ne en fazla sırt çevirme belki de Erdoğan’ın giderek alışılmışın dışına çıkan ve istikrarsızlaşan ekonomi politikalarında görülmektedir. Istanbul Boğazı’na üçüncü bir köprü yapılması, yeni bir kanal inşası ve binden fazla odalı cumhurbaşkanlığı külliyesi dâhil olmak üzere iddialı inşaat projelerini finanse edebilmek ve Türkiye’nin artan cari hesap açıklarını dengelemek için sermaye girişlerine giderek daha fazla bel bağlamak zorunda kalmıştır. Ardından, enflasyon giderek yükselirken, merkez bankalarının standart uygulamalarının tam tersi bir uygulamayla, faiz oranlarının düşürülmesi gerektiğinde ısra etmiştir. Beklendiği gibi bu yaklaşım, Erdoğan’ın ihraacat artışını teşvik edeceğini umduğu, lira kurunun düşmesine neden olmuştur. Son olarak, liranın beş yıl süren değer kaybından sonra, enflasyonu azaltmak için başarısız bir gayretle bu düşüşü durdurmaya çalışmıştır.

2022 yılının başında Türkiye’nin ekonomik durumu çoktan çok kötü bir durumdadır.  The Economist tarafından Recep Tayyip Erdoğan’ın ‘‘efsunlu ekonomisi’’ olarak adlandırılan ekonomi politikaları nedeniyle döviz kuru aşırı bir şekilde değerlenmiş ve  enflasyon üç haneli rakamlara ulaşmıştır.

Enflasyonun faiz oranlarının düşürülerek kontrol altına alınabileceğine olan inancını vurgulayan Erdoğan beş yıl içinde dört merkez bankası başkanını değiştirmiştir. Onun talimatıyla, iddialı harcama programlarını finanse etmek üzere yabancı sermayeyi ülkeye çekmek maksadıyla özel tedbirler uygulanmıştır. Bunlar arasında, mevduatlarını Türk lirası cinsinden bankalarda tutan Türklerin, faiz oranından daha yüksek değer kayıplarının tazmin edileceğine dair bir kamu taahhüde de bulunmaktadır. 2023 yılı başlarında bu tür mevduatlar (Kur Korumalı Mevduat), Türkiye’nin 2022 GSYİHnın yaklaşık olarak yedide birine karşılık gelen, tahmini olarak 125 milyar dolara  ulaşmıştır.

Yaklaşan bu miktar yeterince külfetli değilmiş gibi, AKP hükümeti bunun yanı sıra Mayıs-2023 cumhurbaşkanlığı seçimi öncesinde birçok akıldışı politikaları da uygulamaya koymuştur. Kamu harcamaları yükseltilmiş ve asgari ücret %55 oranında artırılmıştır. Türkler bir aylık bedava doğal gaz ve çok daha fazlasını almıştır. Beklendiği şekilde enflasyon yıllık neredeyse %100’lük bir orana ulaşmış durumdadır ve sübvanse edilmiş ekmek gibi temel tüketim mallarının arzı da yetersiz hale gelmiştir.

Kur Korumalı Mevduat

Resmi olarak İslam dininde ‘‘tefecilik’’ haramdır, yasaklanmıştır. Müslüman lider olarak itibarını yükseltme arzusundaki Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı ve AKP Lideri Recep Tayyip Erdoğan, bir buçuk yıldan fazla bir süredir, Türk lirasının faiz oranlarında herhangi bir artış olmaması için mücadele etmektedir.

 Ancak sonuç olarak ülkede enflasyon patlamış durumdadır ve ülke bugüne kadar görülmemiş bir ekonomik krize girmiştir. Türkiye cumhurbaşkanı 19 Aralık 2021 günü yaptığı bir açıklamada ‘‘En kısa zamanda enflasyon aşağı inmeye başlayacak. Çünkü faiz sebep, enflasyon neticedir’’ demiştir.

 Enflasyon ve yüksek faizin ne olduğunu bilmeyen ülkelerin çift haneli fiyat artışları ve bozulan dengeler karşısında şaşkına döndüğü bir ortamda Türkiye’nin de bunun dışında kalmasının mümkün olmadığını savunan Erdoğan, diğer ülkeler sıkıntıya girerken Türkiye’nin önümüzdeki yıldan itibaren ferahlamaya başlayacağını da iddia etmiştir.

 Beraber yürüdüğü arkadaşlarından faizi savunanları da eleştiren Erdoğan, faiz ve enflasyonla mücadelesini görevde olduğu sürece sürdüreceğini ve değerler silsilesi içerisinde olaya ‘‘nas – açıklık, açık ve kesin yargı’’ açısından bakılması ve adımların buna göre atılması gerektiğini ifade etmiştir.

 “Türkiye’yi dünyanın en büyük 10 ekonomisi arasına sokarak, küresel gelişmişlik liginin en üstüne çıkarmanın mücadelesini veriyoruz. Demokraside, kalkınmada, güvenlikte ve diplomaside hak ettiği yere getirdiğimiz Türkiye’yi ekonomide de aynı başarıya ulaştırmakta kararlıyız” diyen Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Kur Korumalı Mevduat hakkında yaptığı açıklama aşağıdadır.

 Tasarruflarını değerlendirirken kurdaki yükselişten kaynaklanan kaygılarını gidermek isteyen vatandaşlarımıza yeni bir finansal alternatif sunuyoruz. Dövizin muhtemel getirisine Türk Lirası varlıklarda kalarak ulaşılabilmesini sağlayacak bu yeni araç şöyle işleyecektir: İnsanlarımızın bankadaki Türk Lirası varlığının mevduat kazancı kur artışından yüksekse bu getiriyi elde edecek. Ama kur getirisi mevduat kazancının üstünde kalırsa, aradaki fark doğrudan vatandaşımıza ödenecek. Üstelik bu kazanç stopaj vergisinden de muaf tutulacak. Ayrıca, Türk Lirası varlıklarını yeni bir döviz talebi oluşturmayacak şekilde değerlendirilmesini temin edecek araçları devreye alacağız. Dolayısıyla bundan sonra hiçbir vatandaşımızın kur daha yüksek olacak diye mevduatını Türk Lirasından dövize geçirmesine ihtiyaç kalmayacak.

 Erdoğan’ın, AKP sistemi biraz daha devam etsin diye ortaya attığı kur korumalı mevduat sisteminde merhum Turgut Özal’ın tavsiyelerini hiç dikkate almadığı aşikârdır. Türk lirasının ABD doları karşısında her gün değer kaybetmesi ve sözde bağımsız Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası’nın Türk lirasının değerini koruma çabalarının etkisiz olması nedeniyle hazine üzerine düşen yük her gün artmaktadır.

Ardından Şubat-2023 başlarında Türkiye’nin güneydoğusunda 55,000’den fazla insanın ölmesine neden olan ve konutlar, yollar ve diğer altyapıyı muazzam bir ölçekte tahrip eden 7.8 büyüklüğünde bir deprem olmuştur. Bu depremin yaralarını sarma ve depremden etkilenen yerleşim birimlerinin yeniden inşası için gereken kaynaklar, mali durumu düzgün olan bir hükümeti dahi zorlayacak büyüklüktedir.

Aslında, Türk ekonomisinin cumhurbaşkanlığı ve milletvekili seçimlerinin çok öncesinde tam ölçekli bir kriz içinde olmamasının tek nedeni, Erdoğan’ın başta Suudi Arabistan olmak üzere diğer ülkelerden mali destek almayı başarmış olmasıdır. Türkiye’nin jeopolitik konumundan yararlanan Erdoğan, Türkler seçimlerde oylarını kullanana kadar harcama çılgınlığını sürdürmeyi başarmıştır. Ancak şimdi yeni bir dönem daha cumhurbaşkanlığı görevini yürüteceğine göre ekonomik bir hesaplaşma ile yüzyüze gelmesi kaçınılmaz durumdadır. Diğer ülkeler Türkiye’nin aşırı hükümet harcamaları (ve verimsiz faiz oranı politikalarını) finanse etmeye devam etmediği takdirde türkiye’nin ciddi reformlar yapması gerekmektedir. Aksi takdirde Türkiye uluslararası sermaye piyasalarına erişimini kaybedecek ve ekonomik görünümü tam bir felakete dönüşecektir.

Kaşıkçı Cinayeti & Suudi Arabistan

Türkiye Cumhurbaşkanı ve AKP lideri Recep Tayyip Erdoğan tarafından kaleme alınan ve 03 Kasım 2018 tarihinde The Washington Post gazetesinde yayınlanan ‘‘Suudi Arabistan’ın, Cemal Kaşıkçı’nın öldürülmesi hakkında hâlâ cevaplaması gereken birçok soru var’’ başlıklı yazısı aşağıdadır.

Bu hikâyeyi hepimiz iyi biliyoruz: Suudi gazeteci ve aile babası Cemal Kaşıkçı, 2 Ekim günü Suudi Arabistan’ın İstanbul’da bulunan başkonsolosluğuna evlilik işlemleri için girdi. Hiç kimse, kendisini binanın dışında bekleyen nişanlısı bile, O’nu bir daha görmedi.

 

Türkiye, yaşanan olayı tüm yönleriyle aydınlatmak için geçtiğimiz bir aylık süre zarfında elindeki tüm imkânları seferber etti. Bu gayretlerimiz neticesinde tüm dünya Kaşıkçı’nın soğukkanlı biçimde bir suikast timi tarafından öldürüldüğünü öğrendi. Cinayetin önceden planlandığı kesin olarak ortaya çıktı.

 Öte yandan bu detaylardan daha önemsiz olmayan bazı soruların yanıt bulması, bu menfur olayı daha iyi anlamamızı sağlayacaktır. Kaşıkçı’nın cenazesi nerededir? Suudi yetkililerin cenazeyi teslim ettiklerini öne sürdükleri ‘yerel işbirlikçi’ kimdir? Bu ince ruhlu insanın katil emrini kim vermiştir? Maalesef Suudi makamları bu soruları yanıtlamayı reddetmektedir.

 Cinayeti işleyenlerin Suudi Arabistan’da derdest edilen 18 şüphelinin içinde olduğunu biliyoruz. Aynı şekilde bu şahısların kendilerine verilen “Kaşıkçı’yı öldürme ve Türkiye’den ayrılma” emirlerini yerine getirmek üzere geldiğini de biliyoruz. Son olarak Kaşıkçı’nın katil emrinin Suudi hükümetinin en üst makamlarından geldiğini de iyi biliyoruz.

 ‘‘Beklentim hala iyi niyetli, inşallah arzu etmediğimiz bir durumla karşı karşıya kalmayız. Cumhurbaşkanı olarak takibindeyim, kovalıyorum, buradan çıkacak sonuç neyse onu da dünyaya bizler bildireceğiz. Büyükelçiliğe giriş çıkışlar hepsi inceleniyor. Süratle bir netice alalım istiyoruz”

 

Kaşıkçı’nın ölümünden önce yazdığı son yazı olan ‘‘Veliaht Prens, Gaddar Yemen savaşını Sonlandırarak Ülkesine haysiyetini yeniden Kazandırmalıdır’’ başlıklı yazıyı Sun Savunma Net sitesinden okuyabilirsiniz.

Bazılarının bu olayı zamanla unutup gidecek bir “problem” olarak gördüğü izlenimini ediniyoruz. Ancak biz, hem Türkiye’de devam eden kriminal soruşturma hem de Kaşıkçı’nın ailesi ve sevdikleri için büyük önem taşıyan bu soruları sormaya devam edeceğiz. Kaşıkçı’nın katlinin üzerinden bir ay geçmiş olmasına rağmen cenazesinin nerede olduğunu hâlâ bilmiyoruz. Kendisi, en azından İslamî usullere uygun şekilde defnedilmeyi hak etmektedir. O’nun ailesine ve Washington Post gazetesindeki çalışma arkadaşlarının da aralarında olduğu dostlarına, bu onurlu adama veda etme ve saygılarını sunma imkânını vermek boynumuzun borcudur. Dünyanın aynı soruları sormaya devam etmesi amacıyla elimizde bulunan kanıtları Amerika Birleşik Devletleri başta olmak üzere tüm dost ve müttefik ülkelerle paylaştık.

Suudi Arabistan veliaht prensi ‘‘HIRSLI ÇOCUK’’ Mohammed bin Salman Foto: Amir Levy/Reuters

Sorularımızın cevaplarını ararken, Türkiye ve Suudi Arabistan’ın dostça ilişkiler içinde olduğunu vurgulamak isterim. Cemal Kaşıkçı’nın öldürülmesi emrini Hadim ül-Haremeyn Kral Salman’ın verdiğine inanmam kesinlikle mümkün değildir. Dolayısıyla bu cinayetin, Suudi Arabistan’ın resmi politikasını yansıttığına inanmak için de herhangi bir sebep bulunmamaktadır. Bu itibarla Kaşıkçı cinayetini iki ülke arasında bir “problem” olarak görmek yanlış olacaktır. Öte yandan Riyad’la uzun yıllara dayanan dostluğumuzun, gözlerimizin önünde işlenen bu planlı cinayeti görmezden geleceğimiz anlamına gelmemektedir. Kaşıkçı’nın öldürülmesinin izahı mümkün değildir. Bu suç Amerika Birleşik Devletleri’nde veya bir başka ülkede işlenseydi, o ülkenin makamları yaşanan olayı aydınlatırlardı. Bizim farklı bir davranış sergilememiz söz konusu değildir.

 Hiç kimse bir daha bir NATO müttefikinin topraklarında böyle bir suç işlemeye cüret etmemelidir. Eğer bu uyarıyı göz ardı edenler olursa, çok ciddi sonuçlarla karşı karşıya kalacaklardır. Kaşıkçı cinayeti Konsolosluk İşleri Hakkında Viyana Sözleşmesi’nin açık bir ihlali ve suiistimalidir. Sorumluların cezalandırılmaması hâlinde gelecek için çok tehlikeli bir emsal teşkil edecektir.

 Bu nedenle bazı Suudi yetkililerin, dostluğumuzun gerektirdiği biçimde adalet davasına hizmet etmek yerine Kaşıkçı’nın kurban gittiği planlı cinayetin üstünü örtme çabalarını şaşkınlık ve üzüntüyle karşıladık. 18 şüpheliyi derdest eden Riyad’ın medyaya yalan söyleyen ve kısa bir süre sonra Türkiye’den kaçan Suudi konsolosa yönelik hiçbir adım atmaması endişe vericidir. Aynı şekilde bu hafta İstanbul’a gelerek muhatabıyla görüşen Suudi savcının soruşturmaya destek olmayı ve en basit sorulara bile cevap vermeyi reddetmesi çok üzücüdür. Kendisinin Türk savcıları ek görüşmeler için Suudi Arabistan’a davet etmesi, umutsuz ve kasıtlı bir oyalama taktiği olarak değerlendirilmiştir.

 Nasıl Watergate skandalı bir hırsızlık olayından daha büyükse ve 11 Eylül terör saldırıları uçakları kaçıran kişilerden ibaret değilse, Cemal Kaşıkçı cinayetinde de bir avuç güvenlik görevlisinden çok daha fazla kişinin parmağı vardır. Uluslararası toplumun sorumluluk sahibi üyeleri olarak, Kaşıkçı’nın öldürülmesi olayındaki kuklacıları teşhis etmek ve olayı örtbas etmeye çalışan Suudi yetkililerin kime güvenerek bu hareketleri yaptığını ortaya çıkarmak mecburiyetindeyiz.

 

Türkiye İhanet Etti

 The Washington Post online haber sitesinde, gazetenin görüşü olarak, 02 Nisan 2022 tarihinde paylaşılan; ‘‘Opinion: Turkey betrays Jamal Khashoggi. Biden must not – Görüş: Türkiye Kaşıkçı’ya ihanet etti. Biden etmemeli’’ başlıklı yazının çevirisi aşağıdadır.

 Suudi Veliaht Prensi Mohammed bin Salman,  Washington Post yazarı Cemal Kaşıkçı’yı boğarak öldürmek ve sonra da parçalara ayırmak üzere bir suikast timini İstanbul’a göndermiştir. Ne Kaşıkçı’nın bedeni bugüne kadar bulunabilmiş, ne de MBS olarak bilinen veliaht prens bu cinayetten sorumlu tutulmuştur. Şimdi, Türkiye’nin aldığı; 26 Suudi vatandaşı hakkında cinayetten yürüttüğü gıyabi davadan vazgeçme kararıyla, geride kalan son adalet umudu da ortadan kalkmış durumdadır.

Solda Suudi Arabistan Veliaht Prensi Mohammed Bin-Salman, sağda ise Türkiye Cumhurbaşkanı ve AKP Lideri Recep Tayyip Erdoğan. Fotoğraf: Middle East Institute

Cuma günü Türkiye Adalet Bakanı Bekir Bozdağ, Suudi yetkililerin talebi doğrultusunda, bu davanın Suudi adaletine devredilmesini uygun bulduğunu belirten hükümet kararının İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı’na gönderildiğini açıklamıştır. Bunun anlamı; davanın faillerin kanlı ellerine teslim edilecek olması ve gerçeğin geçmiştekinden çok daha derinlere gömülecek olmasıdır. Bu karar, Arap dünyasında ifade özgürlüğü ve daha hesap verebilir yönetimleri savunan ünlü Suudi gazeteci Kaşıkçı için çok büyük bir ayıptır.

 Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Kaşıkçı’dan arkadaşım diye bahsetmektedir ve Ekim 2018’deki cinayetten günler ve aylar sonra Suudi Arabistan ve MBS’nin bu cinayette öncü rolü oynadığını, katilleri tanımlayan ses kayıtları ve güvenlik kamerası görüntülerini duyurarak başrol oynamıştır. MBS’ye yakın bir haydut sürüsü, yanlarında bir kemik testeresiyle İstanbul’a giderek Suudi Konsolosluğu’nda Kaşıkçı’yı pusuya düşürmüştür. Türkiye’nin ifşaatları, Kaşıkçı’nın konsolosluktan ayrıldığını ve öldürülmediğini iddia eden Suudi yetkililerin söylediği uydurma yalanları boşa çıkarmıştır.

 Veliaht prens, Atlantik ile yakın tarihli bir röportaj dâhil olmak üzere cinayet emrini kendisinin verdiğini inkâr etmiştir. Ancak ABD istihbaratı, 2021 yılında gizliliği kaldırılan bir raporda, MBS’nin Suudi gazeteci Cemal Kaşıkçı’yı yakalamak ve öldürmek için İstanbul’daki operasyonu onayladığı sonucuna varmıştır. Bu çıkarım, MBS’nin karar verme sistemindeki kontrolüne ve ayrıca yakın koruma ekibi üyeleri ve kilit bir danışmanının operasyona direkt olarak katılmasına dayanmaktadır.

 

İstanbul’da süren dava aslında sadece semboliktir, saldırganların hiçbirisi ortada yoktur. Ancak davanın, Suudi Arabistan’daki adaletin komikliğinin tam tersine, tanık ifadeleriyle halka açık olarak yapılması çok değerlidir. Suudi Arabistan’da yapılan kapalı bir duruşmanın ardından yetkililer Aralık 2019’da cinayete karışan beş kişinin ölüm cezasına üç kişinin de çeşitli hapis cezalarına çarptırıldığını açıklamıştır. Ölüm cezaları Eylül 2020’de hapis cezasına çevrilmiştir. Suçluların isimleri hiçbir zaman açıklanmamıştır. Operasyonu yönettiği bilinen iki adam; eski istihbarat başkan yardımcısı Ahmed al-Assiri ve MBS’nin üst düzey yardımcılarından Saud al-Qahtani ise aklanmıştır.

 2016 yılında kendisine karşı düzenlenen darbe girişiminin ardından Türkiye’de baskısını artıran otoriter Bay Erdoğan ülkenin ekonomisini kötü yönetmiş, enflasyon oranı %50’yi aşmıştır. Bu durum onu, bölgede uzun süredir rakibi olan Suudi Arabistan da dâhil olmak üzere diğer ülkelerle daha iyi ilişkiler arayışına itmiştir. Kaşıkçı için adaletten feragat, arkadaşa yapılan kaba ve üzücü bir ihanettir.

 Başkan Biden, olası petrol yokluklarını gidermek maksadıyla krallıkla bağları onarması yönünde benzer baskılarla karşı karşıyadır. Başkan Biden, bir katile merhametli davranması yönündeki her türlü baskılara karşı direnmelidir.

 Erdoğan, her ikisi de son derece saygı duyulan yeni bir maliye bakanı ve merkez bankası başkanı atamıştır. Yeni yönetim, faiz oranlarını yeterince yükseltmek, Türk lirasının değer kaybetmesine izin vermek ve gerçekçi bir bütçe hayata geçirmek dâhil bir dizi politika reformu gerçekleştirir ise, yine de bir ekonomik çöküşten kaçınabilir ve çok daha sürdürülebilir bir büyüme politikası uygulayabilir. Ancak başarı acı verici ayarlamalar yapılmasını gerektirecektir.

Recep Tayyip Erdoğan – 07 Aralık 2019 – ‘‘Peki bu nasıl doğruluk? Peki, yanında kim var? Yine bir başka isim o da Sayın Babacan var. Onun da imzası var bu işin altında. Başka kim var? Mehmet Şimşek var. Başka kim var? O zaman Ulaştırma Bakanı olarak Özelleştirme Yüksek Kurulu’nun içinde olan Feridun Bilgin var. Hani bunlar dürüsttü ya. Dürüstlüğü bunlar kimseye bırakmıyordu? Bunlar Halk Bank’ı da dolandırmaya çalışıyorlar.’’

Yeni hükümet, temel sorunları çözmedikçe veya dost ülkelerden daha fazla finansman sağlamadıkça ekonomik kriz kaçınılmazdır. Bu kriz, Türkiye için bir diğer trajedi, Avrupa ve dünyanın geri kalanı için ise üstesinden gelinmesi gereken bir başka büyük zorluk olacaktır.

Çevirenin Notları: Anne O. Kruger tarafından kaleme alınan ve 27 Haziran 2023 tarihinde, Project Syndicate haber sitesinde paylaşılan ‘‘Erdoğan’s Economic Reckoning’’ başlıklı makalede paylaşılan düşünceler ve ileri sürülen iddialar Sayın Anne O Kruger’e aittir. Yazının çevrilerek paylaşılması içeriğinin ve ileri sürülen iddiaların paylaşıldığı anlamına gelmemektedir.

Kur Korumalı Mevduat ile Kaşıkçı Cinayeti alt başlıkları altında Recep Tayyip Erdoğan’ın Washington Post makalesi ve ‘‘Türkiye İhanet Etti’’ başlıklı makaleler konuyla ilgileri nedeniyle çeviren tarafından eklenmiştir.

Makalenin orijinal metnine aşağıdaki link üzerinden erişebilirsiniz.

https://www.project-syndicate.org/commentary/erdogan-turkey-faces-post-election-economic-reckoning-by-anne-o-krueger-2023-06

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.