Not: Bu yazı 21 Kasım 2012 yılında ulusal kanal internet sitesinde yayınlanmıştı. Ancak halen güncelliğini koruyor. Filistin’de yaşanan katliamın sorunluları arasında BOP projesinin eş başkanları da vardır. Tarih hata yapanları affetmeyecek.
Osman Başıbüyük, 21 Kasım 2012
İsrail’in Ortadoğu’da bir görevi var
İsrail, 2. Paylaşım Savaşının bitişiyle ABD tarafından 1948 yılında Ortadoğu’da kurulan yapay bir devlettir. Niçin böyle bir devlete ihtiyaç duyulmuştur? İsrail’in Ortadoğu’da bir görevi var. Aynı Tayyip Erdoğan’ın BOP’da bir görevi olduğu gibi. İsrail Devletinin görevi; doğası gereği izleyeceği etnik yayılmacı politikalarla, sürekli çatışmalara sebep olmak, sadece Filistin’i değil tüm Ortadoğu’yu istikrarsızlaştırmak (4 savaş yaşanmış ve çatışmalar hala devam etmektedir) böylece bölge halklarını sefalete mahkûm etmektir. Çünkü bu kadar zengin petrol ve doğal gaz yataklarına sahip olan bölgenin başka türlü sömürülmesi mümkün değildir.
İsrail, kendisine verilen bu görevi nasıl yerine getirmektedir? Bu sorunun kısa cevabı, “Tayyip Erdoğan gibilerine külahını ters giydirerek”dir. Şimdi neyi kast ettiğimizi anlatmaya çalışalım.
Arap Denizinde Boğulma Korkusu
İsrail kendisini Arap denizinde yüzen küçük bir ada olarak görmektedir. Deniz tarafından yutulmasını önlemenin tek yolu, o denizin yekvücut halinde hareket etmesini önlemektir. Bunun için etrafındaki Müslüman ülkelerin birbiriyle ve kendi arasında sürekli mücadele halinde olmaları gerekir. Peki, Müslümanları kendi arasında mücadeleye sürükleyecek sihirli güç nedir? İsrail onu da keşfetmiştir; din.
Normalde bir ülkeye dışarıdan bir saldırı yapılırsa veya uluslararası çıkarlar söz konusu olduğunda, o ülkedeki iktidar ve muhalefet milli menfaatler uğruna ortak politika izleyecektir. Bunun tek bir istisnası vardır. Eğer ülkedeki iktidar ve muhalefet dini eksende politika yapıyorsa, dış tehdit dahi onları ortak noktada birleştiremez. Çünkü din tartışılmaz, kabul edilir; ya inanırsın ya da inanmaz. İsrail bunu keşfetmiştir.
İsrail’in bu planı, Odet Yinon’un “The Zionist Plan for the Middle East – 1980’lerde İsrail İçin Strateji” başlıklı raporunda kendini göstermiştir. Yinon, 1982 yılında kaleme aldığı raporunda; Müslüman Arap ülkelerinin sınırlarının 1920’li yıllarda İngiliz ve Fransızlar tarafından yapay olarak çizildiğini, bu devletlerin gerçek devletler olmadığını, etnik ve mezhep temelinde kolayca parçalanabileceğini ifade etmektedir. Örneğin Yinon, petrol zenginliği sebebiyle en güçlü konumda olan Irak’ın, Güneyde bir Şii Devleti, Bağdat civarında bir Sünni Devleti ve Kuzeyde bir Kürt Devleti olmak üzere üçe bölünmesini; Mısır’ın Kuzeyde bir Hıristiyan devleti olmak üzere merkezi otoriteden yoksun birkaç Müslüman devletçiğe bölünmesini; Suriye’nin kıyıya yakın bölgede bir Alevi Devleti, Halep’te ve Şam’da birbirine düşman iki Sünni Devleti ve bir de Dürzi Devleti olmak üzere dörde bölünmesini ön görmüştür. Planın özü, Ortadoğu’yu birbirine düşman etnik ve dinsel cemaat devletçiklerine bölmektir. İzlenecek strateji ise radikal İslami akımları desteklemektir.
Hamas’ın Babası İsrail’dir
Şimdi geldiğimiz noktayı değerlendirelim. 1980’li yıllarda birdenbire Arap dünyasında kökten dincilik rüzgârları esmeye başlamıştır. Aynı dönemde Türkiye’de de Türk-İslam sentezinin piyasaya sürüldüğünü unutmayalım. Bu rüzgârlar Arap ülkelerinde Vahabi-Selefi inancının ağırlık kazandığı Müslüman Kardeşler hareketini güçlendirmiştir. Aynı dönemde İsrail’de, Mısır’daki Müslüman Kardeşlerin bir kolu olarak Hamas doğmuştur. Hamas’ın kurulmasına en büyük desteği, Şeyh Ahmet Yasin ve Müslüman Kardeşleri destekleyen İsrail vermiştir.
Hamas, kurulur kurulmaz, Filistin’i, İsrail işgalinden kurtaracağını, Batı Şeria, Gazze ve Yahudilerin yaşadığı bölgeleri de kapsayan İsrail’in tamamına hâkim bir Müslüman devlet kuracağını ilan etmiştir. Hamas’ın bu ulvi amacına ulaşması için öncelikle Filistinlilerin liderliğini ele geçirmesi gerekiyordu. Bu maksatla Hamas, İsrail’i bir kenara bırakıp, İsrail’i tanıyan Filistin Kurtuluş Örgütüyle savaşa tutuşmuştur. Böylece Filistinlileri ikiye bölmeyi başarmıştır. Hamas, mücadele yöntemi olarak terörü seçmişti. Bu durum İsrail’in, Hamas’ı uluslararası kamuoyuna terör örgütü olarak kabul ettirmesini kolaylaştırdı. Böylece Filistin’e yapılan Batılı yardımlar da kesilerek, Filistin halkı iyice sefalete mahkûm edildi. Aynı zamanda İsrail’in Filistinlilere yaptığı saldırıları haklı göstermek için bir gerekçe yaratılmış oldu. Hamas’ın yaptıkları özetle buydur.
Kökten Dincilik Bir Küresel Kraliyet Projesidir
Peki, geçen sürede Yinon’un stratejisi çerçevesinde Müslüman Kardeşlerin diğer kolları ne yapmıştır? Özetleyelim: ABD ve İsrail tarafından kurgulanmış bu İslami akımın amacı, ülkelerinin yönetimini ele geçirmek için başlarındaki laik diktatörleri yıkmaktır. Oysaki bu yapay devletleri ayakta ve bir arada tutan, mezhep çatışmasını önleyen laiklik ve ordunun gücüyle ülkeyi iç çatışmalardan uzak tutan diktatörlerdi. Sonuç itibariyle BOP projesi çerçevesinde öncelikle bu ülkelerin ordularının altı oyuldu, daha sonra halk hareketiyle diktatörler birer birer devrildi-devriliyor. Peki, sonuç ne oldu?
Libya’ya bakın; Kaddafi’yi devirme uğruna ülkeyi harap ettiler; petrol kaynakları yabancılara teslim edildi, halk perişan. Mısır; Mübarek gitti ama ülke bölünmenin eşiğinde; devlet Suudi Arabistan’ın verdiği parayla ayakta zor duruyor; halk perişan. Suriye; Esad direniyor ama ülkede taş taş üstünde kalmadı; mezhep çatışmasının içine battılar; halk yine perişan. Irak’ı konuşmaya gerek yok; Saddam’ı devirdiler, demokrasi geldi, çok sevindik! Türkiye’ye bakın; terörist başı Öcalan memleket meselelerini hapisten çözüyor; iç savaşa, bölünmeye az kaldı; anayasayı değiştirip başkanlık sistemine geçtiğimizde o da olacak.
İsrail’in Durdurulamayan İlerleyişi
Geldiğimiz nokta Odet Yinon’un planının birebir gerçekleştiğini görüyoruz. Peki, bu arada İsrail ne yaptı? Müslüman dünyası birbirini yerken, o kendi bahçesini sessizce düzenlemeye devam etti.
İsrail, kurulduğunda tarihi Filistin topraklarının %78’ini kontrol ediyordu. Bugün Filistinlilerin elinde, Gazze ve Batı Şeria olarak ikiye bölünmüş vaziyette, topraklarının %10’undan daha azı kalmıştır. Her geçen gün durum daha da kötüye gitmektedir. İsrail Batı Şeria’nın en güzel yerlerini yerleşime açarak kendine bağlarken, Filistinlileri suyu bile olmayan işe yaramaz yerlere sürmektedir. Batı Şeria’daki Yahudi yerleşimcilerin sayısı 2000 yılında 200 bin iken, şimdi 350 binin üzerine çıkmıştır. Yerleşimler, Batı Şeria’nın %42’sini kontrol edecek şekilde geliştirilmiştir. Bununla birlikte Kudüs’ün Arap bölümünde yaşamaya başlayan 300 bin Yahudi yerleşimciyi de bu rakamlara ekleyecek olursak, toplam 650 bin Yahudi’nin artık Arap bölgesinde yaşadığını görürüz. Kısacası İsrail adım adım işgali kalıcı hale getirmektedir. İsrail’in nihai hedefi Kudüs merkezli küresel güce sahip bir devlet kurmaktır. Bunu yapabilmek için nüfusunu artırması gerekmektedir. Nüfusunu artırmanın yolu, Filistin tehdidini ortadan kaldırarak, göçün yolunu açmak ve yeni yerleşimcilere alan açmaktan geçmektedir.
Uluslararası toplum Filistin meselesinin çözümü konusunda İsrail’i iki ülkeli çözüme zorlamaktadır. İsrail’in Filistin devletinin varlığını kabul etmesi, yukarıda söylediğimiz nihai hedefinden vazgeçmesi anlamına gelir. İsrail bunu kesinlikle istememektedir. 29 Kasım’da Birleşmiş Milletler (BM)de Filistin Devletini tanıma süreci tartışılacaktı. İsrail, Hamas’ın nasıl tepki vereceğini bilmektedir. Gerekli zemini hazırlayarak Hamas’ı kışkırtmış ve son günlerde yaşanan Gazze çatışmasını başlatarak BM sürecini baltalamıştır. İsrail’in hava harekâtının hedeflerine bakıldığında, kamu binalarının hedef alındığı bariz bir şekilde görülecektir. İsrail, izlediği bu stratejiyle devleti oluşturan altyapı unsurların tamamını yok ederek, devletleşme sürecinin önüne geçmek istemekte, Filistin halkını ortaçağ koşullarında yaşamaya mahkûm ederek, bezdirip mücadeleden vazgeçirmeye çalışmaktadır.
Tarih, İsrail’in toprak kazanma çalışmalarının Arap-İsrail savaşlarıyla engellendiğini göstermektedir. Araplar her ne kadar bu savaşlarda yenişmiş olsalar da İsrail’in büyümesinin önüne geçmeyi başarmıştır. Günümüzde İsrail, Kudüs’ün tamamını ve Gazze’yi kendi topraklarına kattığını ilan etse kim karşı duracaktır? Karşısında Mısır ordusu mu, Suriye ordusu mu, Libya ordusu mu yoksa Türk ordusu mu kalmıştır? İsrail BOP projesinin yarattığı boşluktan faydalanmaktadır ve faydalanmaya devam edecektir.
Erdoğan Arafat’ın Vermediği Kudüs’ü Altın Tepside İsrail’e Sunmaktadır
Tayyip Erdoğan liderliğindeki AKP (Müslüman Kardeşler) Hükümeti, önce Libya’da NATO’nun ne işi var demiş, sonra İzmir NATO karargâhını Libya Harekât Merkezi yapmıştır. Mısır’da Mübarek devrilirken alkış tutmuş, Suriye’de Esad’ı devirmek için kullanılan kiralık savaşçılara (El-Kaide) her türlü desteği sağlamış ve sağlamaktadır.
AKP (Müslüman Kardeşler) Hükümeti, bütün bunları etnik ve mezhep temelinde küçük devletçiklere bölünen Ortadoğu’ya büyük Türkiye’nin hükmedeceği hayaliyle yapmaktadır. Ama aslında, yaptığı işle İsrail’in önünü açmaktadır. Şimdi geriye İsrail’in planlarına direnen tek bir ülke, İran kalmıştır. İran’da ABD’nin yardımıyla bertaraf edildiğinde, İsrail’in hayalleri gerçekleşmiş olacaktır. Aslında Tayyip Erdoğan belki bilerek, belki de bilmeyerek, Kudüs’ü altın tepside İsrail’e sunmaktadır. Peki, karşılığında arzuladığı Yeni Osmanlı Hayallerine kavuşacak mıdır? Bu imkânsız gözüküyor. Türkiye şu an Erdoğan tarafından, dinciler-laikler, Aleviler-Sünniler, Türkler-Kürtler ekseninde zihinlerde bölünmüştür. Erdoğan’ın BOP’daki eş başkanlık görevi bittiğinde, bölünme fiiliyata geçirilecektir. Kuzey Irak’ta Kürtler bağımsızlık için Irak Merkezi Yönetimiyle çatışmaya başlamıştır. PKK’nın Suriye uzantısı PYD, özerkliğini ilan etmiştir. Olası Kürt Devleti, İsrail’in en büyük müttefiki olacaktır. Bu gidişatla İsrail, İran devrildikten sonra Türkiye’deki Kürt nüfusu kullanarak Türkiye’yi hallaç pamuğu gibi atacaktır. Zaten ordunun altını oyma planı, TSK’da da uygulanmış, Cemaat orduyu ele geçirmeye çalışırken, ordu şimdilik zihinlerde ikiye bölünmüştür.
Sevgili Başbakanım Külahınızı Ters Giymişsiniz
İsrail büyümekte ve büyümeye devam edecektir. Çünkü karşısında hiçbir güç kalmamıştır. İran’da devre dışı bırakıldığında Türkiye, İsrail ile karşı karşıya kalacaktır. İsrail’in önünün açılmasına en büyük yardımı BOP Eş başkanı Tayyip Erdoğan yapmıştır ve hizmetlerine tüm hızıyla devam etmektedir. Şimdi bir paradoksun altını çizmek istiyorum. Bu dinciler eylemleriyle (özellikle dini eksende politika izleyerek) İsrail’e en büyük hizmetleri yaparken, antisemitistliğe varan İsrail karşıtı söylemleriyle de iktidarlarını güçlendirmektedir. Erdoğan’ın “one minute” çıkışı, oylarını %50’nin üzerine çıkarmıştır. Şimdi Başbakan, İsrail’in Gazze saldırısını çok ağır bir dille eleştirerek yine kamuoyunda puan toplamaya çalışmaktadır. İsrail Başbakanı Benyamin Netenyahu ve Erdoğan’ın “one minute” çektiği Cumhurbaşkanı Şimon Peres ise kıs kıs gülmektedir. Çünkü onlar, Erdoğan’ın kafasındaki külahın ters durduğunu görmektedir. Kendi inancını, ülkesini, milletini ve komşularını yıpratırken, bu politikaları izleyen iktidarı güçlendiren bu paradoks, Küresel Kraliyetin kullandığı en önemli maniveladır. BOP eşbaşkanının görevi nedir diye merak ediyorsanız; cevabı budur. Küresel Kraliyet, hedef ülkelerde izah edilen bu paradoksu çözme kapasitesi olmayan, dini taassuba saplanmış, hastalıklı ruhları kilit mevkilere, yönetimin başına, iktidara getirmeye çalışmaktadır. İşte “haçlı irticanın” şövalyeleri bunlardır: Müslüman (?) Kardeşler.
Gazze meselesine tekrar dönecek olursak, kendini Küresel Kraliyete teslim edenler şimdi Obama’ya yalvarıyor; “söyle İsrail’e ateşi durdursun”. Aldıkları cevap; “İsrail’in kendini savunmaya hakkı vardır, biz de arkasındayız”. Başkasının icazetiyle iktidara gelenlerin söz söylemeye hakkı yoktur.
Türkiye Haydut Devlet Olur mu?
Başbakan AKP Grup toplantısında (20 Kasım): “Türkiye, Filistin’i yalnız bırakmayacak, bölgeyi kaderine terk etmeyecek, BM’nin adaletine inanmıyorum diyor. Suudi Arabistan, Katar ve Mısır’ı iş birliğine davet ediyor, bugün onlara yarın bize, öleceksek adam gibi ölelim diyor. Ya elimizle müdahale edeceğiz ya dilimizle müdahale edeceğiz ya da buğz edeceğiz diyor.”
Şimdi Erdoğan’ın seçeneklerini değerlendirelim. “Ya elimizle müdahale edeceğiz”. Bu bir askeri seçenek olamaz. Çünkü Türkiye’nin F-4, F-5 uçaklarını modernize eden, Popeye, Harpy gibi silahları sağlayan, Heronları verip bakımını yapmayan İsrail’dir. Türkiye’nin asli vurucu gücü F-16’lar ABD menşelidir. TSK, hem zihnen hem de silah sistemleri olarak %100 ABD’ye bağımlıdır. Olası bir savaşta İsrail karşısında üç gün dayanamayacaktır, çünkü dışarıdan aldığı modern mühimmat stoku üç günle sınırlıdır. Şimdi bu hayali seçeneği bir kenara bırakalım; “dilimizle müdahale edeceğiz” seçeneğine gelelim. Erdoğan’ın “one minute” krizinde olduğu gibi İsrail karşıtı söylemlerle iç politikaya oynadığı görülmektedir. Erdoğan’ın İsrail’e karşı söz söyleme haricinde hiçbir gücü yoktur. Ne İsrail’le ticareti askıya alabilir ne de onları korumak için bizi tehlikeye atan Kürecik Radar üssünü kapatabilir. İsrail’e gerçekten muhalefet ettiğinde, Küresel Kraliyet tarafından deliğe süpürüleceğini en iyi o bilmektedir.
Fakat Erdoğan’ın konuşmasında bir husus dikkat çekmektedir. Erdoğan, Suudi Arabistan ve Katar’ı iş birliğine davet etmiştir. Türkiye, son zamanlarda bu iki ülke ile birlikte Esat’ı devirmek için iş birliği yapmaktadır. Suriye yönetimine karşı savaşanların büyük çoğunluğu ülkeye dışarıdan getirilen kiralık savaşçılardır. Savaşçıların önemli bir bölümü El-Kaide bağlantılı Vahabi-Selefi inançlı teröristlerdir. Başta ABD olmak üzere, Avrupa kaynakları bu savaşçıların Türkiye, Suudi Arabistan ve Katar tarafından beslendiğini, silahlandırıldığını açık açık yazmaktadır. Planın perde arkasında kendileri olmasına rağmen, amaçlarının suçu maşa olarak kullanılan ülkelerin üzerine yıkmak olduğu anlaşılmaktadır. Ancak tuzağın burada kalmama ihtimali yüksektir. Batı medyası bu işi boşuna dillendirmez. Türkiye, Suudi Arabistan ve Katar’ın, İsrail’i durdurabilecek ne askeri ne ekonomik ne de politik güçleri olmadığı aşikârdır. Onları, Erdoğan’ın üçüncü ihtimal olarak ortaya koyduğu “buğz edeceğiz” seçeneği olan aciz kalmaktan kurtaracak tek şey Hamas’a sağlayacakları destektir. Suriye meselesi sayesinde El-Kaide ile irtibatlandırılan Türkiye, Hamas’a da destek veren bir ülke olarak, “haydut devlet” (rogue state) konumuna sürüklenmek istenmektedir. Sayın Davutoğlu ve Hakan Fidan Beyefendi, bu tuzağa düşmemek gerekmektedir.
Bütün Müslümanlardan Özür Diliyorum
Hangi amaç uğruna olursa olsun, sonuçta Küresel Kraliyetin işine yarayacak, Müslüman görünümlü kiralık katiller tarafından Filistin’de, Libya’da, Mısır’da, Suriye’de işlenen bütün cinayetlerde Recep Tayyip Erdoğan ve Ahmet Davutoğlu’nun payı vardır. Akıl almaz bir şekilde, bu kadar kötü, bu kadar kirli, bu karar yanlış bir politika izleyenlerin Filistin’e gidip orada çocuğunu kaybeden insanlara sarılarak ağlamaya hakkı yoktur. Kiralık katillerin öldürdüğü canların da birer anası-babası babası olduğunu unutanlar Müslüman’sa ben onların dininden değilim.
Başta Filistin olmak üzere kirli oyunlara sahne olan bütün Müslüman halklardan bir Türk, bir Müslüman olarak özür diliyorum. Hükümetimizin izlediği politikadan utanıyorum. Bu, Türk milletinin politikası değildir. Ancak suçumuz çok büyük; bunları iktidara getirdik. Bizi affedin.
ben bir şey sormak istiyorum size. mustafa kemal atatürk cumhuriyeti getirmekle vatansız paranın çıkarlarına alet olmuş olmuyor mu hele hele sizin dediğiniz gibi çok partili rejime geçmesi partileri kurmaya teşvik etmesi onların çıkarlarına hizmet değil mi. bilerek ya da bilmeyerek.
eskişehire gelmenizi istiyorum konferans vermek için nasıl yaparız. gerçekten yazılarınızla kafam netleşti artık. bu düşüncelerden herkesin haberi olması gerekmektedir o yüzden hız vermeniz lazım milleti uyandırmak için
Yılmaz boş konuşma Atatürk onların çıkarlarına hizmet etmedi etmez. Çok partili rejim demokrasiyi getirmek istedi hep hainlik yaptılar . Sonra İsmet İnönü getirdi tarihi araştırırsan. Bence erken davranıldı.