savunmahavacılıkteknolojipolitikaanalizmevduatkriptosağlıkkoronavirüsenflasyonemeklilikötvdövizakpchpmhp
DOLAR
34,5503
EURO
36,4552
ALTIN
2.965,61
BIST
9.131,88
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
Ankara
Hafif Yağmurlu
17°C
Ankara
17°C
Hafif Yağmurlu
Cuma Hafif Yağmurlu
17°C
Cumartesi Karla Karışık Yağmurlu
2°C
Pazar Karla Karışık Yağmurlu
2°C
Pazartesi Az Bulutlu
2°C

ILIMLI İSLAM TUZAĞI, TÜRKİYEYİ BEKLEYEN TEHLİKE…

ILIMLI İSLAM TUZAĞI, TÜRKİYEYİ BEKLEYEN TEHLİKE…
A+
A-

ILIMLI İSLAM TUZAĞI, TÜRKİYEYİ BEKLEYEN TEHLİKE… 

Haklı olmaktan daha güçlü bir silah henüz icat edilmemiştir!

Yazar: Fatih Bengi, Sun Savunma Net, 21 Aralık 2017


Suudi Arabistan Kamu Yatırım Fonu tarafından 24-26 Ekim 2017 tarihlerinde Riyad’da düzenlenen ve 60 kadar ülkeden 2 bin 500 kişinin katıldığı Geleceğin Yatırımı Girişimi Forumu’nda Suudi Veliaht Prens Muhammed Bin Selman, ülkesini Ilımlı İslam’a dönüştürme sözü vermiştir. Toplantı vesilesiyle İngiliz basınına söyledikleri, Bin Selman’ın bu sözleriyle ne demek istediğini açıklamaktadır. Özetle Prens, 1979 yılına kadar gerilere gitmekte ve o tarihten bugüne, yaklaşık olarak otuz senedir ülkesi Suudi Arabistan’ın “anormal” bir durumda olduğunu belirtmektedir.

Veliaht Prens Bin Selman bu dönüşümden İran Devrimi’ni sorumlu tutmaktadır. İran devriminin Müslüman ülkelerde siyasal bir hareketlilik yarattığını, ülkesinde de aynı gelişmelerin yaşandığını ve İslamcılık endeksli ‘’uyanış’’ projesinin İran devriminin yansımaları olduğunu ifade eden Selman, öte yandan bununla baş etmeyi başaramadıklarını da itiraf etmektedir.

Bin Selman açıklamasında; ‘‘Bu durumdan kurtulmanın çoktan zamanı gelmiştir, bir otuz yılın daha boşa geçmesine izin verilmeyecektir, dolayısıyla radikalizm derhal yok edilecektir. Biz daha önce olduğu gibi tüm dünyaya, geleneklere, halklara ve dinlere açık olan ılımlı İslam’a dönüyoruz” ifadelerini kullanmaktadır.

Bana göre Veliaht Prensin bu çıkışı, “Radikal düşünceleri terk” ifadesi; günümüze kadar içinde yaşadığımız coğrafyayı kan, kıyım, karmaşa ve yıkıma boğan radikal akımlara verilen desteğe dair örtülü bir itiraftır’.

Selman’ın ifadeleri bana göre; ‘‘kadınların araba kullanması’’ gibi Suudi Arabistan’da atılacak bazı hak ve özgürlük adımları olarak algılayan analizcilerin öngörülerinin çok daha ötesinde, bölgenin ve dünyanın jeopolitiği ve jeostratejisi ile en üst katmanda yaşanan kavramsal savaşların temel silahlarından birisi olması nedeniyle çok özel bir anlam ve önem taşımaktadır.   

Zamanın ABD Dışişleri Bakanı Condoleezza Rice’ın bir söylemini hatırlayalım, “teröre karşı savaşı kazanmak için öncelikle fikirler arası savaşı kazanmak gerekmektedir”. “Terörü besleyen” radikal dini düşüncenin karşısına ılımlı dini düşünceyi koymak ve ılımlıları desteklemek bu nedenle elzemdir.

Radikal veya ılımlı İslam diye bir şey yoktur. Sadece tek bir İslam vardır ve bu da kutsal kitap Kuran’daki İslam’dır. Muhammed’in İslam’ıdır. İki çeşit İslam yoktur. Geert Wilders.


Ilımlı İslam kavramının, sadece küresel güçlerin kendilerinin yarattığı terör ile savaş amaçlı olarak tasarlandığı tespiti eksik bir değerlendirme olacaktır. Ilımlı İslam’ın Büyük Ortadoğu Projesi’yle (BOP) yan yana/iç içe yürütülmesi, ABD’nin menfaatlerinin olduğu Asya ile Orta Doğu’daki siyasal ve ekonomik içerikli emperyalist amaçları için çok önemlidir, yakın ve uzun vadede kullanışlı bir araç olarak görülmektedir.



Söz konusu proje için milyonlarca dolarlık bir bütçe hazırlanmıştır. Belli bir plan ve program dahilinde, 24 Müslüman ülkede çok çeşitli etkinlikler yapılmıştır. Medreselere alternatif dinî okullar açılmış, ortak ya da müttefik olarak seçilen düşünce kuruluşlarına fonlar aktarılmış, bunlarla sempozyumlar, paneller tertip edilmiştir. Bazı ülkelerde cami imamları eğitilmiş, Radyo ve TV kanalları hizmete sokulmuştur. Neticede ne BOP projesi hedefine ulaşmış ne de Müslümanlar “ılımlılaşmıştır“.

Müdahalede bulunduğu veya bizzat işgal ettiği ülkelerdeki insanlık dışı icraatları, haksız ve adaletsiz uygulamaları ve Filistin’deki insanlık dramı karşısında, koşulsuz İsrail yanlısı tavrı nedeniyle ABD, asla Müslümanların güvenini kazanamamıştır.

Özellikle Arap devrimleri süreci ve sonrasında, ABD’nin bölgedeki monarşileri koruyup kollayan ve dikta rejimlerinin geri dönüşünü sağlayan malum siyaseti, ılımlı İslam’ın demokrasi kartını zaten göstermelik bir hale getirmiştir. Bir şekilde iş birliği niyeti içinde olan İslami yapılar dahi zan altında kalmamak maksadıyla ABD’yle ilişkilerinde çok mesafeli davranmışlardır. Prens Bin Selman’ın söz konusu çıkışı olmasaydı, en az on yıldır dile getirilmeyen ‘‘Ilımlı İslam’’ kavramı belki de kalıcı bir unutuluşa mahkûm olacaktı.

Ilımlı İslam, ortaya yeni çıkmış bir kavram değildir. İkinci Dünya savaşından sonra küresel güçler tarafından oluşturulan bir projeye verilen isimdir. 

İkinci Dünya Savaşı’nın bitiminden sonra başlayan Soğuk Savaş da sona erince, Amerikalı Siyaset Bilim Profesörü Samuel P. Huntington, Batı uygarlığının rehavete kapılarak laçkalaşmaması için yeni düşmanlara gereksinme duyulduğu gerekçesi ile ortaya, önce  büyük enerji kaynaklarını elinde bulunduran ve enerji yollarında bulunan Müslüman devletler, yani “İslam Alemi’nin” ve sonra da dünyanın yükselen yeni yıldızı ” Sind Uygarlığının” yani Çin’in, Batı’nın karşısına dikileceği yönünde bir takım tezler ileri sürmüştür.

Günümüzde Amerika Birleşik Devletleri’nin gerek Afganistan gerekse Irak ve Suriye’de yürüttüğü savaşlara bakıldığında, Huntington’un kuramsal açıdan dile getirdiği bu düşmanlığın izlerini görmek mümkündür.

İncirlik Hava Üssündeki Amerikan askerleri 10 Kasım Atatürk’ü Anma Gününde modern Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün heykelini selamlarken.


Geri kalmış bir İslam toplumunda ulus devlet modelini kuran Atatürk, bu modelini, Batı emperyalizmine karşı verdiği bir ‘‘Kurtuluş ve Bağımsızlık Savaşı’’ ile gerçekleştirdiği için, Batılıları korkutmaktadır. 

Türkiye, Huntington’un “olamaz” dediği batılılaşmayı, Atatürk’ün önderliğinde ve üstelik de Müslüman bir toplumda gerçekleştirmiştir. 

Bu niteliği ile Atatürk Türkiye’si, Huntington’un tezlerinin tümüyle yanlış olduğunun yaşayan en güzel kanıtıdır. Bu nedenle de model olmasının önüne geçmek için Türkiye’nin mümkün olan en kısa sürede İslami yapıya geri döndürülmesi gerekmektedir. 

 Nitekim, 

  • Huntington, son derece ilginç bir biçimde “İnsan hakları ve kadın hakları gibi değerler Batı’nın değerleridir. Yani emperyalist değerlerdir. Siz, İslam Alemi’nde kendi değerlerinize sahip çıkın ve bu emperyalist değerlere inanmayın” demektedir.
  • Böylece Batı’nın, sömürgeleştirdiği yerlerde, Mustafa Kemal Atatürk’ün örnek alınması engellenmeye çalışılmaktadır.

İşte Amerika’nın “Ilımlı İslam” projesinin altında yatan gerçek budur: Amerikan nüfuzu altına alınacak bölgelerdeki halkların, Batı değerlerini benimseyerek, Batı’nın sömürgeciliğine karşı çıkmalarını engellemek ve İslam’ın, ‘‘Tarım Dönemi’’ değerlerini geçerli kılarak, bu değerler aracılığı yoluyla, Müslümanların Amerika ile iş birliğine gitmeleri, yani ikinci sınıf müttefik olmaları gerçekleştirilmek istenmektedir.

Orta Doğu-Yeni şekillenen bu ittifakın hedefinde hangi ülkeler var?


Bu proje ile; Müslümanların İslam dininden çıkmalarından ziyade, Müslüman gibi yaşadığını zanneden, ancak emperyalizmin dikte ettiği gibi düşünen bir Müslüman profili yaratılması hedeflenmektedir.

Şimdi Suudi Arabistan’a biçilen Ilımlı İslam vizyon ve misyonuna Türkiye hiç de yabancı değildir. Ve hatta bu konu da Türkiye’yi “Dünyadaki en tecrübeli ülke” olarak nitelendirmek hiç de yanlış değildir.  Bu proje, yaklaşık kırk yıldır Türkiye’de hayata geçirilmeye çalışılmaktadır. 

Rand Corporation adlı kuruluş 1989 yılında, ABD Savunma Bakanlığı’nın isteği üzerine “Türkiye’de İslami Radikalizmin Geleceği” başlıklı 79 sayfalık bir rapor hazırlamıştır. Bu raporun son bölümünde yer alan şu tespitler gerçekten çok dikkat çekicidir; “Türkiye’de İslam’ın yükselmesi olgusuna dikkatli ve seçici bir şekilde yaklaşılmalıdır. Ancak, ihtiyatlı ve alçak perdede kalarak Amerikan çıkarlarına en iyi hizmet mümkündür. İslam’ın rolünü etkileme konusunda en ufak bir Amerikan girişimi ABD’nin çıkarlarına hizmet etmez… Ayrıca İslami hareketin ılımlı üyeleri ile ihtiyatlı ve gayr-i res­mî temasların kurulması ve Yeni Dünya düzenine uygun dini yorumların yayılmasının sağlanması gerekir.”

Yine 1999 yılında, dönemin ABD Başkanı Clinton, Türkiye’yi “Laik bir İslâm Devleti” olarak tanımlayarak “Ilımlı İslâm” fikrini Müslümanların zihnine nakşetmeye çalışmıştır.

Aslında bu ifadeler; İdeolojik İslam, tasavvuf-tarikat-cemaat öğretilerini kullanarak ortaya çıkan güç, etki ve menfaat odaklı Ilımlı İslam’ın uygulayıcısı FETÖ Çetesinin, Türkiye’de nasıl kurulduğunu, örgütlendiğini ve kimlere hizmet ettiğini bizlere açık ve net bir şekilde göstermektedir.

Öyle ki bu projeyi Türkiye’de istedikleri gibi hayata geçiremeyen küresel güçler, şimdi Suudi Arabistan’ı ‘‘Ilımlı İslam’ın Lokomotifi’’ yapmayı düşünmektedirler.

1979 İran devrimi, bölgedeki bütün ülkelerin genetiğini bozmuştur. İran Devrimi’nin bitmiş olması, rejim ve devrim ihracı gibi tehlikelerin ortadan kalkmış olmasına rağmen, Şii-Sünni ayrışmasından, cepheleşmesinden sonra, coğrafyamızda yeni bir ayrışmanın, bölünmenin, cepheleşmenin nifak tohumları atılmaktadır. Birleşik Arap Emirlikleri (BAE), Mısır, İsrail ve ABD arasındaki tuhaf gelişmeleri bir süredir izliyoruz. Bölgede, İran’a karşı olduğunu bildiğimiz, ama son zamanlarda açıkça Türkiye karşıtı bir hal alan, Türkiye’nin bölgedeki etkisini sınırlamaya yönelik yeni bir durum söz konusudur. Bu cephenin Sünni Arap dünyasını tek bir eksende tutmaya, onu da ABD-İsrail eksenine hapsetmeye dönük olduğu apaçık ortadadır. Müslüman Arap coğrafyası, BAE ve İsrail üzerinden rehin alınmakta, işin pazarlama tarafı da Suudi Arabistan üzerinden yürütülmektedir.

Toprak kazanan ülkeler siyah, kaybedenler kırmızı, kazanç-kaybı olmayan ülkeler ise gri renkle gösterilmişlerdir.


Arap ve Arap olmayan Müslüman ayrışması, İslam’ı Arap dünyasına hapsetmek isteniyor.

Ama bundan sonra gerçekleşecek olanlar, Ortadoğu’daki İslam ülkeleri, Türkiye ve İran, Asya’daki Müslüman ülkeler için açık bir tehdittir. Bunun nedeni; etnik ve mezhep eksenli ayrışma ve çatışmalardan sonra, bütün coğrafyayı sarsacak olan yeni bir ayrışma ve çatışma projesinin devreye sokuluyor olmasıdır. Bugüne kadar kimlik ve etnisite savaşlarına yatırım yapanlar, şimdi de Arap ve Arap olmayan Müslümanlar şeklinde bir ayrıştırmaya yatırım yapmak niyetindedirler.

Bütün bu yapılanlar, Müslümanları ve İslam dinini Arap dünyasına hapsetme girişimi ve Türkiye ile İran’ı yalnızlaştırma projesinden başka bir şey değildir.

Uygarlık, ortak tarihsel ve toplumsal ilişkiler tabanından beslenen, benzer kültürlerin bir sentezidir. İslam uygarlığı, dünya uygarlığının ebesidir.

Medeniyetler Çatışmasında, İslam Medeniyeti, çatışmanın hedefi haline getirilmiştir. Daha da ilginç olanı, o hedefe yönlendirilenler, İslam’ın başıbozuk çete birlikleridir. “İslamı İslam’a kırdırma” görüntüleri, büyük bir keyifle bütün dünya tarafından izlenmektedir.

Arabistan çöllerinden estirilen “sam yeli” bütün İslam coğrafyasını kavurmaktadır.

“Tarih bize göstermektedir ki, İngiliz desteği olmasaydı, bugün ne Vahabizm olurdu ne de Suudi sarayı. Vahabizm, İslam dini içinde, İngiliz destekli kökten dinci bir harekettir. Vahabizm, şiddete dayanan, sağcı, aşırı tutucu, katı, aşırı, gerici, cinsiyetçi ve hoşgörüsüzdür.”

Bugün, bu barbar saldırıların arkasında hâlâ Batının ve ABD emperyalizminin olduğunu görmüyor musunuz?..

Sonuç olarak, başta da söylediğim gibi dinlerin radikali veya ılımlısı olmaz. İslam dininin ise hiç olmaz.

Peki toplum aleyhine örgütlenen bu “Mafya”ya karşı biz neler yapmalıyız?

“Kötü niyetli emperyalistler ile çılgın mollalar arasında bir tercih yapmak zorunda değiliz”. Biz kendi bildiğimiz yolda, kendi istediğimiz şekilde, direniş ve mücadele ile yolumuza devam etmeli “Yeni Osmanlı’’ gibi tuzaklardan da uzak durmalıyız.

İslam’ın kutsal ilkelerini, iktisadi çıkarlar adına tahrip eden ve emperyalizme hizmet eden bu proje, hayata geçirilse dahi uzun ömürlü olmayacaktır.

Çünkü tarihte ve bugün, yeryüzünde haklı olmaktan daha güçlü bir silah henüz icat edilmemiştir.

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.