Yazan: Sencer Başat
Kadın cinayetleri duyabildiğimiz ve bilebildiğimiz kadarıyla artarak devam ediyor. Eskisinden daha “duyulur” olduğu ortada, eskisinden daha fazla “sayıda” olduğu da ortada, çünkü destekçisi erkek egemen sistem eskisinden daha güçlü. Eski kocalar, eski sevgililer, yeni kocalar, yeni sevgililer, babalar, ağabeyler,kardeşler, oğullar, kayınbiraderler, kayınpederler, enişteler, dayıoğulları, halaoğulları, teyzeoğulları ve amcaoğulları diye uzayan bir liste var cinayetlerin öznesi olan erkekleri kapsayan.
Avrupa Konseyi, kadınlara yönelik şiddet ve aile içi şiddetin önlenmesi ile bu konulardaki mücadeleye ilişkin bilinen adıyla İstanbul Sözleşmesi’ni 2011’de imzaya açmıştı.
Sözleşme 2014 yılında yürürlüğe girdi. Bugünlerde, kadına karşı şiddet ve aile içi şiddet konularında temel standartları ve devletlerin bu konudaki yükümlülüklerini belirleyen bu uluslararası sözleşmeden çıkış yolları aranıyor. Sözleşmeden çıkışın tartışıldığı her gün bilebildiğimiz ve duyabildiğimiz bir sürü kadın cinayeti işleniyor.
Çok kısa bir geçmişi olan ve kadınlar için büyük bir kazanım olan İstanbul Sözleşmesi’nin en önemli özelliği, biyolojik veya hukuki, ailevi bağına bakılmaksızın ev içi şiddetin önlenmesidir. Bu durumda kapsama; eski veya mevcut eşler, evlilik dışı partnerler, birlikte ikamet edilen aile fertleri, akrabalar veya birlikte ikamet edilen başkaları tarafından yöneltilen şiddet de dâhil edilmektedir. Aynı zamanda kadınlara yönelik her türlü şiddetin önlenmesi ve bunlarla mücadeleye ilişkin standartları öngören ve Avrupa ülkelerini hukuki olarak bağlayan ilk belgedir.
Toplumda bir kesim, kadın cinayeti kavramına katılmıyor çünkü kadın hakları kavramına da katılmıyor. Cinayetlerin de erkekler tarafından işlendiği için “kadın cinayeti” adını aldığını kabul edemiyorlar. Cinayetin cinsiyetinin olmadığını düşünüyorlar. Kadın öldürüldüğünde, toplumsal kültür ve gelenekler doğrultusunda, erkekler gene kadını suçlu bulabiliyorlar. Kadının örf ve adetlere uymaması, erkeğin suçunu nötr duruma getirerek, her durumda kadını suçlu çıkartabiliyor.
Aynı kapsamda ülkede hukukun olması ama yasanın erkek lehine işlemesi ayrı bir adalet sorunu ortaya çıkarıyor. Bir ceket kravat ile önden bağlanan bir çift masum el ve sağ yana yatmış bir gariban erkek kafasının yere bakan utangaç gözleri, yıllarca ceza indirimi almaya yetebiliyor.
Kadın cinayetleri konusunda erkeklerinde pasif kalmaması gerektiği ortada.
Kadın platformlarında kadınların isteğiyle destekçi erkekler kadınların bir adım arkasında duruyor. Ama artık İstanbul Sözleşmesi tartışmaları ve kadın cinayetleri gerektiğinde yan yana durmayı zorunlu hale getiriyor. Erkekler bu cinayetlerin dolaylı faili ve tarafı olmak zorunda kalıyor. Fakat her cinayette bir kadın platformunun tepkisini beklemek kadın cinayetlerinin sayısını azaltmıyor. Sorunun toplumsal cinsiyet sistemi çerçevesinde herkesin sorunu olduğun ve bazen de cinayetlerin sadece öznesinin erkek olduğunu hatırlamak gerekiyor.
Kadın cinayetleri için oluşacak bir erkek platformu, doğal olarak kadın platformlarına ve insiyatifine, “onlara rağmen” bakış açısına sahip olmamalı doğal olarak. Onların ne dediğini daha fazla anlamaya çalışarak, erkek destekçilerle destek vermeyen veya vermekten kaçınan kadın destekçileri platforma katarak, ama son kararı kadın platformlarına bırakarak bir erkek platformu oluşturmak belki de amaç. Kadın cinayetlerine karşı erkeklerin “erkekliğini” sorgulamaları için toplumsal cinsiyet bakış açısı temelinde sonuçlara ulaşmak.
Bu çerçeve üç boyutlu/dört boyutlu olabilir, daha fazla zenginleşebilir ve değişebilir. Platformlardaki amaç “erkekten feminist” olur mu tartışmasının ötesinde, elde edilmiş kazanımların yitirilmemesi ve şiddete karşı ortak bir karşı duruş sergilerken, erkeklerin hemcinslerinin davranışlarını ve kendilerini sorgulaması sonrasında verdiği tepki ve mücadeledir.
Kadın cinayetleri mücadelesinde erkek platformlarındaki erkekler, feminist olmayan kadınlardan daha az garipsenecek insanlar değillerdir. Bu durumu “eğitim” dediğimiz, davranış alışkanlığının değişimine uğramış erkeklerin, toplumsal cinsiyetle mücadele çerçevesinde bir araya gelmesidir. Toplumsal cinsiyete karşı dururken; önce dilindeki küfürü törpüleyen sonra gözlerindeki perdeleri ışık çok parlak olduğunda kapatmasını bilen erkekler de vardır. Bu kapsamda erkekler arasında bir akademik kültür ve araştırma literatürü oluşmaktadır. Profeministler, cinsiyetsizliği savunanlar ve ataerkil karşıtçıları erkekler de birçok noktada aynı doğrultuda mücadele etmektedirler.
Bu arada bu destek ve mücadele aşamasında önemli bir ayrıntıyı atlamamak gerekiyor. Kimsenin koruması kimsenin sorumluluğunda değildir. Kadını korunmaya muhtaç ikinci bir cins olarak gördüğümüzde, toplumsal cinsiyetçi sistemin de belirli standartlarını kabul etmiş sayılırız. Bu nedenle “bayanlar” yerine “kadınlar” diyoruz, diyeni de düzeltmeye davet ediyoruz. Şiddeti “adam” üzerinden tanımlamaktan kaçınsak da, “eril toplumsal kaynakların temelindeki ataerkil yapının” ne kadar sağlam olduğunu biliyoruz.
Kaynak: Datça Gündem