Fatih Bengi, Sun Savunma Net, 11 Ocak 2020
Türkiye’yi çevreleyen coğrafyadaki siyasal fay hatları aşağı yukarı aynı faktör ve aktörlerle canlılığını koruyor. ABD’nin İran’ı geriletme stratejisi Irak, Suriye ve Lübnan hattında hem toplumsal çalkantılara sebep olacak hem de İran ve Amerikan unsurları arasında dolaylı ya da doğrudan çatışma riskini tırmandıracak şekilde boyutlanıyor.
Irak’ta ABD işgalinin ardından 2003 sonrası kurulan yeni siyasi düzende nüfuzunu giderek artıran Tahran’la Washington, Irak, Suriye, Afganistan, Lübnan ve Filistin-İsrail sahalarında da vekâlet savaşı halinde. Bölgede İsrail ve Suudi Arabistan’la birlikte İran karşıtı politika yürüten ABD, nükleer uzlaşıdan tek taraflı çekildikten sonra baskı hamlelerinin bir parçası olarak İran’ın dini lideri Hamaney’i de yaptırımlarına dâhil etmiş, onun emrindeki Devrim Muhafızları’nı da “terör listesi”ne almıştı.
27 Aralık Cuma günü, ABD’nin Kerkük’teki askeri üssüne yapılan füze saldırısına karşılık, ABD 30 Aralık’ta Haşdi Şaabi üssüne bir saldırı düzenlendi. “intikam” konulu mesajlaşmalar sonunda 31 Aralık’ta, ABD’nin Bağdat Büyükelçiliği Haşdi Şaabi elemanları tarafından basıldı ve elçilik binasına girildi. ABD bu saldırıyı hazmedemedi ve yeni yılın üçüncü günü, Haşdi Şabi’nin Genelkurmay Başkanı olarak anılan General Kasım Süleymani’yi öldürerek karşılık verdi.
Saldırıyı ABD’nin açıkça üslenmesi, yalnız Ortadoğu’da değil, bütün dünyada gerginliğe neden oldu. Suikast haberi ilk duyulduğunda, “3 Dünya Savaşı mı başlıyor” sorusunu akla getirdi.
Bizler Libya’ya asker gönderme konusuna odaklanmışken yaşanan bu gelişme, “Bağdat Havaalanında Haşdi Şabi’nin Genelkurmay Başkanı General Kasım Süleymani’yi vuran ABD’nin hedefi yalnızca İran mıdır?” sorusunu sormamıza neden oldu.
ABD’nin Bağdat’ta düzenlediği hava saldırısının ardından uluslararası toplum diken üstünde. Saldırının yapıldığı Irak’ta, Amerikan üs ve askerlerinin ülkedeki varlığına ilişkin tartışmalar alevlendi. Ülkede aylardır devam eden gösteriler nedeniyle istifa eden ancak görevi geçici olarak sürdüren Irak Başbakanı Adil Abdulmehdi, Süleymani ve Mühendis’in öldürülmesini “yıkıcı bir savaşı ateşleyecek saldırganlık”, Irak topraklarında “ABD birliklerinin varlığına izin veren koşulların açık bir ihlali” olarak nitelendirdi.
Suriye’de İran’la işbirliği yapan Rusya’nın Dışişleri Bakanlığı tarafından yapılan açıklamada; “Süleymani’nin öldürülmesi, bölge genelinde tansiyonu artıracak maceracı bir adımdır” ifadeleri kullanıldı ve İran halkına taziye mesajı iletildi.
Suriye Dışişleri Bakanlığı yaptığı kınama açıklamasında. Saldırı, bölgede gerilimin yükselmesine neden olmuş ve ABD’nin Irak’taki istikrarsızlıktaki payını bir kez daha göstermiştir” ifadelerini kullandı.
Çin, özellikle ABD’ye itidal ve gerilimden kaçınma çağrısı yaptı. Irak’ın egemenliğine, bağımsızlığına ve toprak bütünlüğüne saygı gösterilmesini istedi.
Avrupa Birliği’nin lokomotif ülkeleri Fransa ve Almanya ile İngiltere’den kaygı dolu açıklamalar geldi.
ABD’nin bölgedeki en önemli müttefiklerinden İsrail’in Başbakanı Binyamin Netanyahu, “Adalet mücadelesinde yan yana oldukları ABD’nin kendini savunma hakkının olduğunu” söyledi. Golan Tepelerindeki Hermon Dağı füze saldırısı riskine nedeniyle ziyaretçilere kapatıldı.
NATO’nun Sözcüsü Dylan White, bölgedeki durumun yakından izlendiğini ve ABD yetkilileriyle temas halinde bulunduklarını söyledi. White, NATO’nun, Bağdat’ın talebiyle, Irak ordusunun güçlendirilmesi ve IŞİD tehdidinin dönüşünü engellemek üzere Irak’ta bulunduğunu da sözlerine ekledi.
Bu saldırı her şeyden önce egemen bir ülkenin (Irak’ın) bir sivil havalimanında o egemen ülkeden, kendi Meclis’inden, BM’nin Güvenlik Konseyi’nden zor kullanmak üzere yetki almaya ihtiyaç duymayan pervasız bir güç tarafından işlenmiş, hukuksuz bir eylemdir. Bu tanımın bu netlikte yapılmasına bir gün bizim de çok muhtaç olabileceğimizi unutmamamız gerekir.1980’lerde tüm bölgeyi etkisi altına alan İran-Irak Savaşı’ndan bu yana İran’ın bölgedeki güvenlik politikalarının belirlenmesinde önemli bir rol oynayan, son 10 yılda Lübnan, Irak, Suriye, Gazze ve Yemen’de İran’ın attığı adımları yönlendiren İranlı General Kasım Süleymani’nin Bağdat’ta ABD’nin üstlendiği bir saldırıyla öldürülmesi bölgemizi, dolayısıyla küresel barışı çok olumsuz etkileyecek ve sonu nereye varacağı kestirilemeyen bir dizi tehlikeli gelişmenin yaşanmasına neden olacaktır.
İsrail’in öteden beri kışkırttığı şey İran’la ABD’nin doğrudan kapışmasıydı. 1980’lerde İran sivil uçağının düşürülmesinden bu yana ilk kez taraflar İsrail’in istediği kapışma noktasına sürüklenmiş oldu. Kasım Süleymani’nin öldürülmesi ABD ile İran arasında 1979’dan beri süren örtülü ve ilan edilmemiş savaşın en gözü kara hamlesini oluşturuyor. ABD İran’ın Ortadoğu’daki etkinliğini kırma yolunda hem psikolojik hem de operasyonel önemli bir darbe vurdu. Süleymani sadece İran değil Ortadoğu’da İsrail-Amerikan eksenine karşı direnç gösteren kesim ya da gruplar açısından simgeseldi. ABD; Ekim 2019’da Suriye’de Türkiye sınırı yakınında kendisini Halife ilan etmiş olan Bağdadi’yi bir operasyonla, 2020’ye girerken, Kasım Süleymani ve Haşdi Şabi’nin Irak’taki yöneticisi Mehdi el Mühendis’i öldürerek hâlâ Ortadoğu’da kontrolün kendisinde olduğu mesajını verdi. Bu olay İran’ın Lübnan’dan Yemen’e Irak’tan Afganistan’a dek uzanan etkinlik alanını ABD’nin geri çevirme konusundaki kararlılığının da bir göstergesi olarak önem taşıyor.
Yine, Bağdadi’nin öldürülmesiyle birlikte ele alındığında, kendi sınırlarından 10 bin km. ötede ABD’nin istihbarat ve ateş gücünün etkinliğini de göstermiş oldu. İran hem son derece yetenekli bir komutanını hem de ülkesinde efsane komutan, bir ulusal kahraman olarak görülen figürünü kaybetti. Bunun ilk aşamada sahada bir etkisi olacak. Süleymani, İran’ın vekâlet savaşının en önemli aktörüydü, başında olduğu Kudüs güçleri ve diğer vekil savaşçılarla bölgede İran’ın etkinliğini artırmasının başlıca aracıydı. Bunun ayrıca Suriye ve Irak’taki vekil savaşı yürüten güçler üzerinde olumsuz psikolojik etkisi de olacak. Bunun yaratacağı boşluğu İran’ın doldurması zor görülüyor, bu nedenle İran’ın buralardaki etkisinde bir azalma beklenebilir. Bunun sonuçları çatışma dinamiğinin artması olabilir. İran buna sert ve misliyle karşılık verirse, Ortadoğu çatışma süreci, hem vekil savaşları, hem de devletten devlete boyutuyla tırmanma gösterebilir.
ABD bu darbe sonrasında İran’ın nasıl adım atacağını bekleyecektir. Çünkü şimdi zor durumda olan İran. Bu bir bakıma İran’ın ulusal gururuna indirilmiş bir darbe. İran hâlihazırda geniş bir coğrafyaya yayılmış ve birden fazla vekâlet savaşı yürütmekte. İçte toplumsal huzursuzluk çok artmış durumda ve ekonomisi giderek kötüleşiyor. ABD özellikle İran’ın üzerindeki siyasal, stratejik ve ekonomik yükü artırmak için bu yola çekmeye çalışıyor. ABD bu nedenle İran rejimini de çatışmayı tırmandırmaya zorlayacak. İçeride İran yönetimi böylesine önemli, bir kaybın etkisini telafi edecek bir karşılık vermek zorunda kalacak. Rejim ABD ile çatışmayı tırmandırmak ile kendi halkı karşısında hiçbir şey yapmamış konumda olmanın gerilimini yaşayacak. Muhtemelen, İran yönetimi ABD’nin öncelikle Suriye ve Irak’ta olmak üzere Ortadoğu’daki askeri varlığına yönelik sınırlı karşılık verecek. Bir diğer karşılık verme alanı, Lübnan ve Gazze üzerinden İsrail’e yönelik füze saldırılarının gerçekleşmesi olabilir.
Eğer yanıt vermezlerse inandırıcılıkları kalmaz, verirlerse aynı ağırlıkta yanıt vermeleri gerekir. Öngörüler İran’ın Süleymani suikastını yanıtsız bırakmayacağı ama misilleme konusunda acele etmeyeceği yönünde. Yine de her türlü olağanüstü gelişmeye açık bir durum oluştu. ABD başta Irak ve Suriye olmak üzere Ortadoğu’nun her yerinde bulunuyor, suikast bölgedeki Amerikan askeri, diplomatik ve ticari varlığını olası misillemeler için açık hedef haline getirdi. Böylesi bir tırmanışta Irak, Suriye, Lübnan, Filistin ve Yemen başta olmak üzere İran’ın yönlendirebileceği ya da İran’la ortak hareket eden örgütlerin yanıt vermesi ihtimal dâhilinde.
Bu gelişme Trump’a içte muhafazakâr ve İsrail’e yakın çevrelerin desteğini artırıcı etkide bulunacak. Bu yılsonundaki seçimde Trump bu iki önemli ismi ortadan kaldırmayı bolca kullanacak.
İran’ın zorda kalması, Amerikan unsurlarının güven içinde hareket edebileceği anlamına gelmiyor. Amerikan yönetimi bir seçenek olarak bölgeye daha fazla asker ve istihbaratçı yığıp İran’ı kuşatma stratejisini sürdürebilir. Ancak bu durum ABD’yi Orta Doğu’daki askeri kapasitesini azaltıp Asya’da Çin’i karşılama stratejisinden uzaklaştırabilir.
Irak’ta Haşd el Şaabi liderlerinden Mehdi Mühendis’in de aynı suikastta öldürülmesi Irak iç siyasetindeki gelişmeleri de yönlendirecektir. Iraklı siyasi gruplar Amerikan güçlerinin Irak’tan çekilmesi yönündeki tasarıyı meclisten geçirmek için bastıracaklardır. Ayrıca bu suikasttan sonra Irak artık Amerikalılar için güvenli üslenme yeri olmaktan çıktı. ABD’nin durumu kontrol etmek ya da caydırıcılığını artırmak için daha fazla askeri kapasite kullanmaya yönelmesi çok işe yaramayabilir. Bu hamle kendisini daha fazla saldırıya açık hale getirmesi anlamına gelebilir.
Türkiye’yi de zor günler bekliyor. Eğer ABD tarafında yer alırsa son dönemde geliştirdiği ABD’nin bölge politikalarına karşı söylemleri ile çelişecek, İran tarafında yer alması durumunda bu ABD’nin asla affetmeyeceği bir adım olacak ve Bush’tan bu yana var olan “ya bizimlesiniz ya teröristlerle” politikası gereği Türkiye’yi “teröristleri destekleyen ülke” konumuna sokabilir. Lübnan ve Hizbullah tarafını da takip etmek lazım. Hizbullah iki lideri öldürülen, “direniş ekseninin” Lübnan’daki ileri karakolu. Hizbullah harekete geçerse zaten karışık durumda olan Lübnan yeniden İsrail saldırılarına hedef olabilir. Suudi Arabistan ve BAE zaten ABD ile hareket ediyor ve bu ikisinin olası bir çatışmaya müdahil olmaları kaçınılmaz. İran’ın ABD’nin bu ciddi darbesine vereceği karşılık belirleyici olacak. Eğer karşılık verirse İran’a yönelik politikanın sıcak savaşa doğru evrilmesi kaçınılmaz. Bu da bölgedeki bütün ülkelerin çeşitli düzey ve pratiklerde bu savaşa dâhil olması demek.
Her ne kadar ABD ve küresel güç odaklarının Suriye planları zora girmiş ise de; “ABD’nin planlarında artık BOP’un olmadığı veya başka bir forma dönüştüğü” şeklinde görüşler ortaya atılsa da, Ortadoğu sahasındaki uygulamalarına baktığımızda söz konusu plan ve niyetlerinden asla vazgeçmedikleri, aksine, planlarını zaman ve mekân değişiklikleriyle örtmeye gizlemeye çalıştıkları görülmektedir.
ABD, bu planın sürdürülebilirliği için; mekân değişikliği ile projenin bir diğer ekseninde bulunan İran’a odaklanmak niyetindedir. Bu kapsamda; bir taraftan İran’ın coğrafi kuşatılmışlığını sağlarken, bir taraftan da ekonomik yaptırımlarla çökertmek ve etnik-mezhebi yapıyı da hareketlendirmek istemektedir. Yani, etnik çerçevede ABD’nin öncelikli hedefinde, BOP projesinin en doğu ayağında bulunan ve İran’ın önemli etnik yapılarından birisi olan Beluci Kürtleri bulunmaktadır.
ABD’nin Suriye’den çekilmesi, buna mukabil çektiği güçlerin büyük bir kısmını Irak’ta konuşlandırmaya çalışması, Başkan Trump’ın İran’a yönelik olarak; “Tek isteğim İran’ı izleyebilmek, Irak’ta inanılmaz ve pahalı bir askeri üssümüz var, buradan İran’ı izlemeye devam edeceğiz. Şeklinde sarf ettiği sözler, aynı dönemlerde Beluci Kürt bölgesinde İran ordusuna yönelik meydana gelen silahlı saldırı eylemleri ve yirmi yedi askerin hayatını kaybetmesi, ekonomik yaptırımlar paketi gibi gelişmeler, ABD’nin önümüzdeki süreçte İran odaklı çalışacağından ve özelde de İran-Beluci Kürt bölgesine yönelik gayretlerini artıracağından şüphe yoktur.
ABD’nin Fırat’ın doğusundan çekilmesinin önemli sebeplerinden birisi de, BOP projesi planının Beluci Kürt bölgesinden devam ettirilmesi arayışının yattığı söylenebilir. Beluci Kürt bölgesinin; bölgemizdeki kurulması düşünülen sözde Kürdistan’dan daha hızlı ve kolay kurulabileceğini ve kurulması halinde oradan Türkiye ve İran’ı rahatlıkla etki altına alacak yeni bir Kürt devleti dinamiği yaratabileceklerini düşünmektedirler.
Yani, bölgemizdeki sözde Kürdistan’dan önce Beluci Kürdistan kurulacaktır demek, yanlış olmayacaktır. Bu noktada, Suriye’de eğitilen bazı IŞİD teröristlerinin Afganistan’a gönderilirken, bazı YPG/PKK unsurlarının da Beluci Kürt bölgesine gönderilmiş olabileceğini hatırdan çıkarmamak gerekir.
Beluci Kürtler; İran-Pakistan-Afganistan sınır hattı üçgeninde dağılmış durumdadırlar. PKK’nın bağımsız Kürdistan mücadelesi gibi etnik Beluç Kurtuluş Ordusu (BLA), Beluci Kurtuluş Cephesi (BLF), Beluci Cumhuriyetçi Ordusu (BRA) ve mezhebi olarak ise Cundullah (Allah’ın Askerleri), Ceyşu’lAdl (Adalet Askerleri), Ensar’ul Furkan gibi terör örgütleriyle bağımsız etnik-mezhebi bir Beluci Kürt devleti kurabilmek için mücadele etmektedirler.
Nitekim son dönemde, bölgede İran ordusuna yönelik Beluci Kürt saldırıları dikkat çekmektedir. İran Milli Güvenlik Komisyonu Başkanı Felahatpişe’nin paylaştığı bilgilere göre, son bir yılda Belucistan bölgesinde askeri noktalara 50’den fazla saldırı düzenlenmiştir. Beluci Kurtuluş Örgütü’nün önemli bir kısmı Pakistan tarafında da bulunan Beluci Kürt bölgesindedir. Tıpkı Kuzey Irak’ta PKK’nın barındığı gibidir. İran, kendi topraklarında meydana gelen çoğu eylemlerinde zaman zaman Pakistan’ı sorumlu tutmaktadır. Beluci Kürt bölgesi kurulduğu takdirde, sadece İran ve Türkiye’ye olabilecek etkisi ile kalmayacak, ABD güdümüne girecek olan Beluci Kürt bölgesi, Çin ve Hindistan’ın, İran’ın güneyinden Hürmüz boğazına uzanan enerji koridorunu engelleyecek stratejik bir bölge halini alacaktır. Ayrıca, bu noktada, Beluci Kürt bölgesinin, bölgemizdeki sözde Kürdistan sahasından daha stratejik öneme haiz olabileceğini de belirtmek gerekir.
Beluci Kürtlerin bulunduğu saha, önemli enerji rezervlerine sahiptir. Aynı zamanda, dünya petrolünün % 40’nın geçtiği Umman denizi ile Hürmüz boğazını kontrol edebilecek konumda ve transit enerji geçiş koridoru olma özelliğine sahiptir.
Söz konusu Beluci Kürt bölgesi, Çin-Pakistan Ekonomik Koridorunun denize çıkışını sağlayan bir hat üzerinde ve Orta Asya’nın iki önemli limanını (Çabahar-Gwadar) kontrol edecek durumdadır. Çin bu limanlardan Gwadar limanına teknik donanım ve yatırım yapmıştır. İşte bu noktada ABD, Çin ticaretini ve enerji sahasına ulaşan kollarını kesmek istemektedir. Öte yandan, ABD’nin Uygur projesini de Beluci projesiyle birlikte değerlendirmek gerekir.
Diğer yandan, Çin’in Orta Asya boyunca ve Avrupa’ya doğru uzanacak kuşak-yol projesini de sekteye uğratabilecek bir noktadadır. Çin, ABD’ye rağmen Beluci Kürt bölgesinin petrol yataklarıyla yakından ilgilenmektedir.
Sonuç olarak önümüzdeki süreçte;
Yani Dünyanın teröristlerle dolup taşmasından enerji kaynaklarındaki kıtlığa kadar, Orta Doğu’daki mevcut bozulmalar bizlere gelişen değil, hepten kötüye giden bir durum vaat etmektedir.