Dr.Noyan UMRUK
ABD’nin Kuzey Suriye’den Akdeniz’e bir petrol koridoru açmak niyetinde olduğu, IŞİD’in bu amaçla, bölgeyi iyice karıştırmak amacı ile yaratıldığı ve desteklendiği, ama bölge yeterince karıştırıldıktan sonra IŞİD işlevini tamamlayınca, Kuzey Suriye’de ABD’nin büyük silah ve uzman desteğiyle güçlendirilen PYD- SDG’e İŞİD’le mücadelede ABD’nin müttefiki olma sıfatı ile meşruiyet kazandırıldığı geniş çevrelerce ileri sürülüyordu.
Bu arada Türkiye yönetiminin, mevcut Suriye yönetimine kendi meşrebine uygun alternatif yaratarak bölgede üstünlük sağlama amacı ile başlangıçta “yaramaz ve heyecanlı gençler” olarak gördüğü başta El Nusra olmak üzere bazı İslamcı unsurlara farklı baktığı ve hatta lojistik destek sağladığı, ÖSO’nun da bu unsurlardan oluşturulduğu ve daha sonra önemli bir bölümü İdlib’e çekilen bu unsurlarla ilgili de sorumluluklar üstlendiği dünya kamuoyunca biliniyor ve söyleniyordu.
Öte yandan Obama döneminde, peşmerge oldukları ileri sürülen silahlı unsurların Türkiye sınırları içinden “Biji Obama” nidaları ve zafer işaretleriyle, kendilerine ikramlarda bulunularak geçirildiği ve bu unsurların PYD-SDG oluşumunun ilk adımları olduğu söyleniyor ve biliniyordu…
Ancak Türkiye, bu duruma nihayet bu unsurların ABD ve AB desteğiyle bir devlet ya da özerk yönetim oluşturma gücüne erişmesi sonucu, terör örgütüyle sınırdaş olmanın güvenliği açısından ciddi bir tehdit oluşturacağı gerekçesiyle, Suriye ise toprak bütünlüğü nedeniyle kararlı biçimde karşı çıkmaya başladı.
Yıllardır süren ve bu süreçte Türkiye’nin ciddi tehditler karşısında kaldığı bu derin anlaşmazlık, ABD’den 180 derece ters istikamette esen rüzgârlarla aniden yeni bir görünüm kazandı.
Trump birdenbire “Hiçbir getirisi olmayan bu sonu olmayan, saçma, anlamsız savaştan çekilmek gerektiğini, bölgedeki çatışmalara artık müdahele etmeyeceklerini, IŞİD’i bölgeden PYD-SDG ile birlikte büyük ölçüde temizlediklerini, bölgedeki IŞİD artıklarının ise artık başta Türkiye, Suriye olmak üzere Avrupa ülkelerinin ve bölgeyle ilgili diğer ülkelerin sorunu olduğunu, Kürtleri satmadıklarını, kendilerine devasa miktarda silah bıraktıklarını, ama Türkiye sınırında YPG-SDG bölgesindeki Amerikan askerlerinin çekildiği söyleyebildi…
Bunun üzerine Türkiye yönetimi, iç ve dış politika açısından ciddi sorunlarla birlikte yaşadığımız ekonomik kriz ortamında aklı başında geniş çevreler ve usta bir satranç oyuncusu sakinliğiyle bölgede tek etkili güç haline gelen Rusya’nın uyarıları doğrultusunda başta Suriye olmak üzere bölge ülkeleriyle birlikte hareket etmek yerine, sürecin başında olduğu gibi Rusya, İran ve dünya kamuoyunu hesaba katmadan meydanın boş kaldığını sanarak Barış Pınarı operasyonunu başlattı…
Operasyon, dünya kamuoyunda Trump’ın ikircikli tehditlerine, ABD ve dünya kamuoyunun ciddi protesto, silah ambargolarına, “işgalcilik” suçlamalarına rağmen Mehmetçiğin beklenmedik süratteki başarısıyla Resulayn-Telafer dörtgeninde hakimiyetin sağlanması noktasına vardı.
Ammaa, artık bölgenin en etkin gücü olduğunu tüm dünyaya tescil ettiren Rusya derhal devreye giriyor… Suriye ile YPG arasında anlaşma sağlanıyor. Giderek YPG’nin kendini fesh ederek Suriye ordusuna katıldığı, 5.Orduyu oluşturacağı ve bunun için özerklik dahi istemediği söyleniyor.
Bu gelişmenin akabinde Suriye ordusu çok kısa sürede uzun süredir dillerden düşürülmeyen Menbiç ve Aynelarab’a(Kobani) giriyor. Suriye uzun süre sonra yeniden sınır komşumuz oluyor.
Trump’ın, dünya medyasına henüz sızdırılan 9 Ekim tarihli lümpen mektubu ise tüm bu gelişmelerin üzerine tüy dikiyor.
“Değerli Yalnızlığı” ile başa başa kalan Türkiye yönetiminin bunca can ve maliyete mal olan operasyonu ise tüm bölgedeki bu hızlı ve beklenmedik gelişmeleri harekete geçiren, indükleyen bir operasyon olarak tarihte yerini alırken akıllara, şu çok bilinen köye giderken atlı arabaya sahip olmak pahasına aynı “haltı” sırayla yiyen ağa maraba anekdotunu getiriyor…
Bu üzücü ve onur kırıcı durumu hak etmeyen Atatürk Türkiye’sinden ise “Huuu muhalefet oralarda mısınız” feryatları yükseliyor…