TBMM BŞK. SAYIN MUSTAFA ŞENTOP, ADALET NÖBETİNİN 6’NCI YILDÖNÜMÜNDE, YASSIADA KARARLARININ YOK SAYILMASI İÇİN YASA TEKLİFİ HAZIRLAMIŞ!!!
Yb. Ali Tatar, son mektubunu şöyle bitirmişti: “Şunu bilin ki en küçük suçu ve günahı olmayan ben bu yapılan hukuksuzluğa isyan ve bu karanlığa bir nebze ışık olabilmek için hayatıma son veriyorum…”
Yazan: V. Murat Tulga
TBMM Başkanı, Sayın Şentop, 27 Mayıs 1960 İhtilali sonrası alınan Yassıada kararlarının yok sayılması için bir yasa teklifi hazırlayarak Meclis Başkanlığı’na sunmuş. Hayırlı olsun.
İmzasını taşıyan 2 maddelik yasa teklifi ile Yüksek Adalet Divanı tarafından gerçekleştirilen ve ‘Yassıada yargılamaları’ olarak bilinen kararlar yok sayılacak[1], ayrıca yeni bir dava yolu öngörülerek, Yüksek Adalet Divanı’nın kuruluşuna ve yetkilerine ilişkin kanun hükümlerinin yürürlükten kaldırılmasıyla birlikte hükümsüz hale gelen kararlardan kaynaklanan zararların tazminine imkân da sağlanacak…
Ne kadar güzel? Sayın Şentop, 1968 yılında doğmuş bir siyasetçi olarak hayatta olmadığı, bizzat yaşamadığı bir dönem ile ilgili olaylara bir duyarlılık göstererek tam 60 yıl sonra tekrar gündeme getiriyor. Adalet istemek ne kadar yüce bir duygu…
Ancak 27 Mayıs 1960 ihtilalinin kudretli veya mağdur isimlerinden Celal Bayar, Cemal Gürsel, Alparslan Türkeş gibi siyasetçi ve ihtilalcilerin ve yargılamaları yapan savcı ve hâkimlerin bugün hayatta olmadığını belirteyim. Bu isimlerin hiç birisi kendilerini savunabilmek şansına sahip değiller.
Sayın Şentop’un bu teklifinin tamamıyla siyasi maksatlı popülist bir girişim olduğu açıkça görülüyor. Zaten bu konuda bir şey yapmasına da gerek yoktu. Biraz araştırmak ve okumak bunun için yeterlidir.
Şöyle ki, kendisi merak etmesin, Yassıada duruşmaları zaten kamuoyu vicdanında yerini bulmuştur. Kamuoyu vicdanı halkın vicdanıdır. Vicdanlara sığmayan hiçbir ceza da muteber olmaz. Bugün idam cezalarının doğru olduğunu söyleyen bir Allahın kulunu bulabilir misiniz? Bunu savunan kimse var mı? Bir insanın canını almak savunulabilir mi?
Biraz araştırılırsa kamuoyu vicdanında bu kararları veren savcı ve hâkimlerin ne duruma düştüğü rahatlıkla görülür. Gerek ihtilali yapanlar gerek Yassıada duruşmalarında yer alan avukatlar bakın bu konuda ne diyorlar?
Bu konuda, MBK Üyesi Kur. Bnb. Orhan ERKANLI infazlar sonrasını şöyle anlatıyor:
“ … Sahipsiz kalan ihtilalın sahipsiz yargıçları husumet ve intikam hisleriyle dolu mağdurlar topluluğunun içine atıldılar. Daha sonraki yıllarda BAŞOL ve EGESEL’in uğramadıkları iftira, hakaret, kötü muamele kalmadı…[2]”
Yassıada yargılamaları avukatlarından ve daha sonrasının siyaset adamı ve aynı zamanda TBMM Başkanlığı’da yapmış olan Sayın Hüsamettin CİNDORUK ise bu konuda;
“Yassıada yargıçları bir müddet sonra sokağa çıkamaz hale gelmişti. İtibar kaybettiler. Yassıada’da çalışmış olanlar sonra avukatlık bile yapamadı; çünkü barolar reddetti. Akrabaları, arkadaşları reddetti…[3]” demektedir.
Yani merak edilmesin, kamuoyu gereken cevabı ve manevi cezayı vermiş. Yok, hükmünde saymış bu cezaları. Cezaları verenleri de yerlerine kondurmuş. Yine verilen teklif, Sayın Şentop’un takdiridir. Kendisinin bizzat yaşadığı ve gözleriyle gördüğü bir döneme ait bir teklif olsaydı daha inandırıcı ve gerçekçi bir teklif olurdu. Fakat kendisi böyle takdir etmiş. Karışamayız.
Konuya 60 yıl öncesinden girmiştik. Şimdi biraz da Sayın Şentop’un siyasi yaşamını şekillendiren olayların ve yaşananların geçtiği dönemi hatırlayalım. Dedik ya, gördüklerimizden ve yaşadıklarımızdan bahsedelim. Mesela Sayın Şentop’un içerisinde olduğu siyasi iktidar tarafından da kumpas olarak adlandırılan davaları irdeleyelim. Daha çok olmadı, 10 yıllık bir mazisi var. Konu duyarlılık ise bizzat yaşanılan bu olaylar içinde, Sayın Şentop’un aynı duyarlılığı göstereceğine inanıyorum.
TBMM Darbeleri Araştırmalar Komisyonu Raporunda 27 Mayıs için:
“27 Mayıs 1960 darbesinden sonra Yassıada’da demokrasi, hukuk, adalet ve vicdan sehpaya çekilmiştir.[4]” denmektedir. Bunda hem fikiriz.
Hem fikiriz de, elli yıl sonra kumpas davaların görüldüğü Silivri yargılamaları ile demokrasi, hukuk, adalet ve vicdan bir kere daha sehpanın üzerine çıkarılmamış mıdır? Bunda hem fikir miyiz?
Bu yargılamalara hep birlikte bizzat tanık olmadık mı? Yaşananlar siyasi gündem de önemli bir yer tutmadı mı? Bu yargılamalara karşı siyasi iktidarın nasıl bir hassasiyeti var? Bir adalet dağıtma talebi olacak mı?
Zira Yassıada duruşmalarının bizzat tanığı, duruşmaları an ve an yaşayan ve Sayın Şentop’un şu andaki koltuğunda da oturmuş eski TBMM Başkanlarından Sayın Hüsamettin CİNDORUK Silivri yargılamaları için bakın ne diyor?
Sayın CİNDORUK, Sözcü Gazetesinde Nil SOYSAL’a verdiği mülakatta, Yassıada Mahkemeleri ile Silivri arasında bir fark olmadığını ifade ederek bir ülkede cezaevinde mahkeme varsa o ülkede hukuk olmadığını vurguluyor ve “… Silivri Cezaevi içerisine mahkeme kurmanın mezarlığa hastane kurmaktan bir farkı yoktur. Ceza infaz kurumunda yargı olmaz. Özel Yetkili mahkeme kavramı ara rejimlerin kavramıdır. Yirmi sekiz Avrupa ülkesinde bir tane Özel Yetkili Mahkeme varsa Adalet Bakanını davet ediyorum, çıksın konuşsun[5]…” demektedir.
Yine her iki zaman diliminin yakın tanıklarından Cumhuriyet Gazetesi yazarı duayen gazeteci Ali SİRMEN de Yassıada ve Silivri Yargılamalarına şu yorumu getiriyor:
“… Yassıada bizim için ibret dolu bir tarih dersidir.
Yassıada’da zalim rolündekiler üniformalıydı, mazlum konumundakiler de sivil. Geçen zaman bize gösterdi ki, zalimlerle mazlumların giysileri yer değiştirebiliyor.
Buradan çıkan ders şudur:
Bir ya da iki olaya bakıp zalim ve mazlumu giysisine, görüşüne göre ayırmamak gerek. Kimim zalim, kimin mazlum olduğu giysisinden değil, eyleminden belli olur.
Yoksa zalimden hesap soruyorum derken giysiden hesap sormuş olursun. Bu da saçmadır ve acıdır. Saçmadır çünkü zalim olan elbise değil içindekidir. Böylece de sen sorumluyu değil, libasını yargılayarak komik ve acınası bir duruma düşersin.
Evet, durum acınasıdır, çünkü bir zamanlar zalimin kullandığı yöntemleri kullananlar mazlumun hesabını soruyorum derken zalim konumuna sürüklenirler.
Olayı günümüze getirirsek, Hüsamettin CİNDORUK’un yaptığı gibi Silivri’ye karşı çıkmak gerekir. Çünkü Silivri’ye karşı çıkmadan Yassıada’yı aşmak mümkün değildir.
Mesele zalimle mazlumun yerlerini değiştirmek değil, zulmü ortadan kaldırmaktır.[6]”
Kendisi kısaca hem Yassıada’da hem Silivri’de yaşananları zalimlikle eş değer tutmaktadır.
Devam edelim; Ertuğrul ÖZKÖK’de, makalesinde şöyle bir kehanette bulunuyor:
“…Benim gibi yapın. Çocuklarınıza, torunlarınıza bir mektup bırakın. Yaşınız müsaitse, 15-20 yıl sonrası için kendinize bir mektup yazın…
Bugünün bazı olaylarını alın… Tarih Silivri’yi nasıl yazacak?
İleri Demokrasinin başlama vuruşu olarak mı? Yoksa bir zulüm dönemi gibi mi?…
Demokrasinin sıfır yılı olarak mı anılacak?
Yoksa bu dönemin adı, Yassıada duruşmalarının, 12 Eylül özel yargılamalarının hanesine mi yazılacak?
Yoksa ikisi birden mi?
15–20 yıl sonra kim sokaklarda daha rahat yürüyecek?
Silivri hâkim ve savcıları mı yoksa Silivri mahkûmları mı? … “
Ve günümüze ilişkin güncel olaylara dair diğer sorularını sorduktan sonra şişeye koyup denize attığı tahminlerini şöyle sıralıyor ÖZKÖK:
“Tarih Silivri Davalarını, Yassıada ve 12 Eylül yargılamalarıyla aynı haneye yazacak.
Bavulla belge taşıyıp savcılara teslim edenler tarihe adını iyi gazeteciler olarak yazdıramayacak.
15- 20 yıl sonra Silivri mahkûmları sokakta daha rahat yürüyecekler…[7]”
Bu Özkök’ün kehaneti… Ama çoğu da gerçekleşti, hepimiz de şahit oluyoruz.
Sayın Şentop’un, hal böyleyken şahit olduğu döneme ait zulümler üzerine bir şeyler yapmak, yasa tasarıları getirmesi daha mantıklı değil mi? Daha uygun gelmiyor mu?
Bırakalım 27 Mayısı o zaten kapandı, kendi yaşanmışlıklarımıza, dönemimize ait açılan çukuru kapatalım önce.
Bugün Yassıada “Demokrasi Adası” olarak imara açıldı. Bakalım yarın Silivri’ye ne ad verilecek? Hep birlikte göreceğiz.
Yoksa Kuddis Okkır’ın, Yb. Ali Tatar’ın, Alb. Murat Özenalp’in, Türkan Saylan’ın elleri bu siyasi iktidarın üzerinde olur. Hatırlatayım bir bir.
Lütfen Kuddisi Okkır’ın hasta yatağından baktığı son fotoğrafı bir önünüze koyun da bir kere daha bakın.
Yb. Ali Tatar, son mektubunu şöyle bitirmişti: “Şunu bilin ki en küçük suçu ve günahı olmayan ben bu yapılan hukuksuzluğa isyan ve bu karanlığa bir nebze ışık olabilmek için hayatıma son veriyorum…” Biraz duygudaşlık yapın, Ali’nin karanlıkları sona erdi mi? Bir ışık olmayı ister misiniz?
Sakın ha!! Sayın Türkan Saylan’ın o pencereden son el sallayışını hiç unutmayın…
Ya Murat’ın Mamak Cezaevindeki Duru ile oynadığı son yakan topu… O da aklınızdan hiç çıkmasın, olur mu?
Bugün 18 Haziran. Anayasa Mahkemesi önünde adalet arayışımızın 6’ncı yıldönümü. Hukuk ve adalet cephesinde değişen yeni bir şey yok. Tam 6 yıl sonra Müyesser Yıldız, Barışlar ve Murat Ağırel için yine adalet talep ediyoruz.
Sayın Şentop, aynı duyarlılığı bu arkadaşlarımız için de bekliyoruz.
Unutmayın olur mu? Bizi 60 yıl bekletmeyin.
Bu fırsatla tutuklu gazeteciler Müyesser Yıldız, Barışlar ve Murat Ağırel’i anıyor, yaşanan karanlıkların aydınlığa çıkmasını diliyorum.
Dipnotlar:
[1]https://www.cumhuriyet.com.tr/haber/27-mayis-teklifi-mecliste-yassiada-yargilamalari-yok-sayilacak1744226
[2] Anılar, Sorunlar, Sorumlular, Orhan ERKANLI
[3] Ezgi BAŞARAN’ın Hüsamettin CİNDORUK ile yaptığı ”Dersim’den CHP kadar DP’de sorumlu” başlığı ile yayımlanan söyleşi, Radikal, 28 Kasım 2011
[4] TBMM Ülkemizde Demokrasiye müdahale eden Tüm Darbe ve Muhtıralar ile Demokrasiyi İşlevsiz Kılan Diğer bütün Girişim ve Süreçlerin tüm boyutları ile araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla kurulan Meclis Araştırma Komisyonu Raporu, Cilt 1, Kasım 2012
[5] Sözcü Gazetesi, 07 Mayıs 2013
[6] Ali SİRMEN, Cumhuriyet, 03 Mayıs 2013, “Yassıada- Silivri Tarih Dersleri” başlıklı köşe yazısı.
[7] Ertuğrul ÖZKÖK, Hürriyet Gazetesi, 09 Mart 2013, “Kendi Tarih Falımı Açıyorum” konulu köşe yazısı.