Yazı ve Fotoğraf: Olay SALCAN, Sun Savunma.Net, 6 Eylül 2019
Anadolu ve yine Anadolu. Her yöresini adım adım gezmeye doyamadığım, gezdikçe gururlandığım ve keyif aldığım dünyanın merkezi. Ne yazık ki ne kadar gezersem gezeyim, ne kadar görürsem göreyim sahip olduklarının tamamını, hatta büyük bir kısmını tamamlayamayacağım. Bu duruma üzülüyorum ama bir taraftan da zaten Anadolu’da her yeri gezmek ve görmek bir insan hayatına sığmaz diye kendimi teselli ediyorum. Görebildiklerim ile kendimi avutuyorum.
Her zaman yazıyor ve sözlüyorum; nitelik ve nicelik olarak Anadolu, sahip oldukları ile diğer devletler ile karşılaştırıldığında açık ara ile öndedir.
Önde de turizmde nerede? Ülkeye gelen yaklaşık 40 milyon yabancı ziyaretçi sayısı ile dünya sıralamasında ilk onda. Bu gurur duyulacak bir sıralama gibi görülse de; konu Anadolu olunca düşündürücü. Senelerdir 40 milyondan bir iniyor, bir çıkıyoruz ve hep etrafında dolaşıyoruz, takıldık kaldık.
Dünya, artık dünyayı geziyor. Milyarlarca insan her yıl sayıları artarak bir ülkeden diğerine gidiyor. Bu kadar kıymetli değerlere sahip bir ülke olarak yalnızca 40 milyonla yetinmek ve bunu başarı saymak olacak şey değil. Hele bu 40 milyon yabancı ziyaretçi sayısına rağmen gelirlerin beklenene ulaşamaması da ayrı bir hayal kırıklığı. Her sene kırk milyonun üzerine onar milyon koyularak hedef belirleniyor.
Bana kalırsa bugünkü durumu ile Türkiye’ye gelen yabancı ziyaretçi sayısının, en az 100 milyon olması gerekir.
Bu kadar değerli ve üst düzey bir ülkede gelen yabancı ziyaretçi sayısının azlığı ve elde edilen gelirlerin düşük seviyede kalması Türkiye’nin büyük kaybıdır. Gelecek 100 milyon yabancı ziyaretçinin sağlayacağı kazançla Türkiye, dünyada bütçesi fazla veren ülkeler arasına girer.
Bu satırları okuyan turizmle uğraşan ve Türkiye’nin turizmine yön verme gayreti içerisinde olanlar, bana tüm yazdıkların hayal diyebilirler. Tabii ki hayal. Ben, Anadolu’ya ve sahip olduklarına güvenerek bu hayalleri görüyorum. Ama hayallerin gerçek olabileceğine de inanıyorum.
Yabancı ziyaretçi turizmini tüm yurda yayarak tüm Anadolu’nun turizmden yaralanmasını sağlayacağız diye birçok sözler söylendiğini senelerdir duyarım. Bu güne kadar bu başarılmış olsa idi 100 milyonu da aşmış olurduk.
T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın istatistiki bilgilerine göre 2018 yılında Türkiye’ye gelen yabancı ziyaretçi sayısı, yaklaşık 40 milyondur. Bu 40 milyonu şehirlere göre dağıttığımızda, İstanbul’a gelen yabancı ziyaretçi sayısı, yaklaşık 13,5 milyon; Antalya’ya gelen turist sayısı ise, 13 milyondur. İki şehrin toplamı, 26 milyon. Yani aslan payı, bu iki şehre gidiyor. Buna İzmir ve Muğla’ya gelen toplam yaklaşık 5 milyon yabancı ziyaretçi sayısını da dahil edersek bu dört şehre giden yabancı ziyaretçi sayısı, toplam olarak 31,5 milyonu bulur.
Bu da, turizmin Anadolu’ya ulaşamadığının, son derece dar bir alanda kısa paslaşmalar ile al gülüm ver gülüm şeklinde devam ettiğinin çarpıcı kanıtıdır.
Örneğin Muğla, İzmir, Ankara, Balıkesir, Çanakkale, Çorum, Urfa, Diyarbakır, Kars, Yozgat, Afyonkarahisar, Hatay, Erzurum, Denizli gibi şehirlerimizin sahip olduğu değerler; İstanbul ve Antalya’dan daha az ve değersiz midir ki buralara bu sayıda ya da yaklaşık yabancı ziyaretçi gelmiyor.
Yabancı ziyaretçiler, bu şehirlere gitmek istiyorlar da; bu şehirler, yabancıların kendilerine gelmesine soğuk mu bakıyorlar ya da istemiyorlar mı?
Bu şehirlerin alt yapıları, bu yoğunlukta yabancı ziyaretçiye ev sahipliği yapacak kadar yeterli değil mi?
Türkiye’nin her bölgesi, son derece zengin değerlere ve çeşitliliğe sahipken neden yanlızca batı ve güney batı bölgesi ön plana çıkıyor?
Buralara giden yabancıların gezerken normal hayatlarındaki yaşantılarını sürdürecek kolaylık tesislerini bulamam endişeleri mi var?
Yurt dışında bu bölgelerle ilgili negatif bir bilgilendirme mi mevcut?
Bu iki bölgede yaşayan halk, diğer şehirlerdeki halktan daha mı misafirperverler?
Turizmin sürdürülmesinden, geliştirilmesinden ve yaygınlaştırılmasından sorumlu bu günkü tüm kuruluşların oluşturduğu teşkilat yapısı yeterli değil mi?
Yukarıda belirttiğim hususlara başkaları da eklenebilir. Anadolu’da yabancı ziyaretçi turizmi yok denecek kadar az. Yalnız ağırlıklı olarak iki şehirde yabancı turizmi yapılarak bunu tüm Anadolu’ya mal etmek, gerçekçi değil.
Yukarıda saydığım şehirlerden benim en çok dikkatimi çeken Ankara’dır. Anadolu, dünyanın merkezi; İstanbul başşehri (şimdi olmasa bile ileride olacağına inanıyorum, bu da bir hayal); Ankara, Türkiye’nin başkentidir. Ankara, Anadolu’da bulunan şehirlerin büyük bir çoğunluğuna İstanbul’dan daha yakındır. Ayrıca Anadolu’nun kendisine has özelliklerini İstanbul’dan daha çok Ankara yansıtır. Ankara’da turizmi geliştirmeden ve gelen yabancı sayısını arttırmadan Anadolu’da yabancı turist sayısının ve turizm çeşitliğinin arttırılamayacağına inanıyorum.
Anadolu’da yabancı turizminin yaygınlaştırılması ve ziyaretçi sayının arttırılmasına katkıda bulunabilmek için Ankara’yı yabancı ziyaretçi turizminde örnek bir şehir haline getirmek, Anadolu’da turizm ateşini yakmak olacaktır. Bunun için de kültür değerlerinin geliştirilmesinin yanında sanat ve eğlenceye öncelik verilmeli; Ankara, uluslararası sanatın Türkiye’deki öncüsü; eğlencesi ile renkliliği ve coşkusu olmalıdır. Kurtuluş mücadelesinin yürütüldüğü Ankara’nın Anadolu’da turizmin yaygınlaştırılmasında merkez olabilecek en önemli şehir olacağına inanıyorum. Sahip olduğu değerlere ve imkanlara ilaveten başkent olması da onun bu görevi en iyi yapabileceğinin kanıtı olsa gerek.
Ancak her faaliyette olduğu gibi turizmde de en önemli unsur, insan faktörüdür. Ne kadar iyi niyetli, ne kadar iyi planmış, ne kadar parasal imkanlara sahip olursa olsun istekli, bilgili, bilinçli ve coşkulu insanınız yeterli değilse projelerin hayata geçirilmesi ve devamlılığının sağlaması tehlikeye girecektir.
Sık sık yurt dışına çıkıyorum ve dünyanın birçok ülkesinde Türkler tarafından işletilen Türk lokantalarını görüyorum.Gördüğüm bu lokantaların büyük bir çoğunluğu, kebap ve döner üzerine hizmet veriyorlar. Birkaç ülkede bazılarını denedim. Artık denemiyorum. Çünkü sundukları kebap ve dönerin kebap ve dönerle hiç alakası yok. Restoranlar da, kaliteli değiller. Bu lokantalara gidenler de, yalnızca ucuzundan karınlarını doyurmak için gidiyorlar.
Bu ülkelerdeki Türk restoranlarına giden insanlar, Türklerin yalnızca kebap ve döner yediği yorumunu yapabilirler. Bu Türk restoranları, belkide farkında olmadan Türk mutfağına zarar veriyorlar. Dünyada Fransız, İtalyan, Çin, Japon ve Peru mutfakları, tüm detayları ile çok iyi tanınıyor da onlardan çok ama çok daha iyi olan Türk mutfağı tanınmıyor ve hak ettiği yere ulaşamıyor.
Türkiye’de hizmet veren Fransız, İtalyan, Brezilya v.s. gibi restoranları, kendi ülkelerinden bol seçenekli menüler sunabiliyorlar. Fast food restoranlarını bu örneklerin dışında tutuyorum. Bu gibi restoranlardan bazılarını işleten ve şeflik görevi yapanların, özel olarak seçilmiş, görevlendirilmiş oldukları ve hatta desteklendikleri fikrine kapılıyorum.
Peki neden bu konuyu burada yazmak ihtiyacını duydum? Çünkü son zamanlarda çok popüler olan bir konu var: Gastronomi Turizmi.
Bana göre gastronomi turizmi yalnızca Türkiye’de yapılmakla olmaz. Gastronomi turizmi, yabancı turistin yaşadığı ülkede başlar ve Türkiye’de biter. Önemli merkezlerde açılacak gerçek Türk mutfağını sunan kaliteli restoranların, yürütülecek bu faaliyete etkili başlangıç noktaları olacağına inanıyorum. Açılacak bu restoranların Michelin yıldızlarının parıltılarını şimdiden görüyorum. Bana şimdi yine hayal görüyorsun diyeceksiniz, ama bunun neresi hayal? Emin olun bizim Türk mutfağı olarak sahip olduklarımız, onların mutfaklarına her bakımdan on basar.
Ben bu yazımda yalnızca Teos’dan söz edecektim. Ancak bir iki cümlede yukarıda belirttiğim konulardan bahsedeyim derken bir de baktım ki iki sayfa olmuş.
Neyse gelelim Teos’a.
İzmir’e her gidişimde Teos’u ziyaret etmeye niyet ettim. Birincisinde zamanlama hatası yaparak kapanma saatinden az bir zaman önce giriş kapısında oldum ve tamamını görmek için daha sonraki bir gelişime erteledim. İkincisinde güneşli bir havada evden ayrılıp Teos’a yaklaştığımda havanın azizliğine uğradım ve bardaktan boşanırcasına yağan yağmur nedeniyle aracımdan dahi çıkamayarak geri döndüm. Sonunda yani üçüncü seferde çok güzel bir havada Teos’u doya doya, keyifle gezdim.
Teos, İzmir’e 50 km. uzaklıkta. Buraya gitmek için Seferihisar ilçesinin Sığaçık limanına gitmeniz gerekiyor. Sığacık’ın içinden geçerek marinayı geçtikten sonra asfalt yolu takip ettiğinizde Teos’a ayrılan yolu gösteren işaret levhasının okunu takip ettiğinizden kısa bir süre sonra tepeden Teos harabelerini göreceksiniz.
Teos’un kapısından içeri girdiğinizde Anadolu’nun o paha biçilmez diğer bir değerlerine daha geldiğinizi hemen anlıyorsunuz. Anadolu tarihinin en güzel kesitlerinden birisini size sunacak bu müstesna eserin her bölümünü gezerken; bu şehirde yaşananları yaşar gibi oluyorum.
Beni kucaklayan bu şehrin kalıntılarını gezerken öyle bir zaman geliyor ki, bu günkü hayattan kopup geçmiş zamana gidiyorum. Sanki bir arazide değil de sokaklar arasında dolaşıyorum. Pazar yerindeki satıcıların seslerini, limana yanaşmış gemilerden karaya çıkmış gemicilerin taşkın hareketlerini, çocukların çığlık atarak koşuşturmalarını, insanların günlük hayatlarındaki telaşlarını görebiliyorum. Onlar sanki beni hiç görmüyorlar. Ben onlar için bir hayaletim. Burada zaman duruyor ve geriye sarıyor.
Bölgede sürdürülen kazılarda elde edilen verilerden Teos’a M.Ö. 1000 civarına denk gelen Protogeometrik Dönem’den itibaren yerleşildiği anlaşılmaktadır.
Zamanında sanatkar şehri diye de adlandırılan Teos’da Anakreon, Antimakhos, Epikuros, Nausiphanes, Apellikon isimli şairler ile antik çağın önemli filozof ve sanatçılarından olan Hekataios yaşamıştır.
Ionia Bölgesi’nin 12 kentinden biri olan ve M.Ö. 241-197 Pergamon Krallığı’na bağlanan Teos, M.Ö. 138-133 kralın topraklarını vasiyet yoluyla Roma’ya bırakmasıyla Roma egemenliği altına girmiştir. M.Ö. 129 yılından başlayarak Roma’nın Asia Eyaleti sınırları içerisinde yer alan kent, Roma İmparatorluğu döneminde de önemini devam ettirmiştir.
Yapılan kazı çalışmaları sonunda ortaya çıkarılan 400 adet yazıt ile Teos, Anadolu’nun en verimli ve yazıtların içeriği açısından en tatmin edici kentlerden birisidir. Bulunan vakıf, kral mektupları ve başka kentlerle yapılan anlaşmaları kapsayan yazıtlar ile Hellenistik ve Roma dönemi ile ilgili olarak tatmin edici bilgilere ulaşılmıştır. Bu yazıtlar, antik bölgede sergilenmektedir.
Ancak yazıtlar arasında 1.5 metre yüksekliğinde mermer bir stele yazılmış ve 58 satırdan oluşan ayrıntılı bir kira anlaşması en ilginçlerinden birisidir. Teoslu bir vatandaş, içinde yapılar, köleler, kutsal sunak bulunan arazisini Gymnasium’ndaki 20 ile 30 yaş grubundaki Neoslar’a bağışlamış. Neoslar da çeşitli masraflarını karşılamak ve her yıl düzenli olarak o araziden gelir elde etmek için açık arttırma ile kiraya vermişler. Arazinin önceden kime ait olduğu, nelerden oluştuğu detayları ile belirtilmiş. Bir kutsal sunaktan da söz edilmiş. Sözleşmede kutsal olarak nitelendirilen bu arazinin Neoslar tarafından yılda 3 gün kullanılabileceği de ilave edilmiş. Kutsal olması nedeni ile de arazi, vergiden muaf tutulmuş.
Bu yazıt, Gymnasium’un yapısını, Neoslar’ın mal sahibi olabildiklerini ve bunları kiraya vererek gelir elde ettiklerini göstermesi bakımından antik dünyaya ışık tutan ve başka hiçbir örneği bulunmayan geçmişten bu güne gelen nadide bir hazinedir. Ayrıca kiracının mülke zarar vermesi, arazi ve binaların yıllık bakımını yapmaması halinde ödeyeceği cezalar da, maddeler halinde kayda alınmıştır.
Akropol
Yarımadanın üzerine kurulu antik kentin ortasındaki akropol, denizden yaklaşık 35 metre yükseklikte Kocakır Tepe üzerinde yer alıyor. Şehirde bulunan iki limana da hakim konumdaki akropolde, dikdörtgen şekilli bir tapınak ile bir sunak da bulunuyor. Yaklaşık 5 metre boyundaki ana kayanın oyularak, üzerine büyük taşların koyulmasıyla oluşturulan akropolün, yazıtlarda adı geçen Zeus Kapitolos’a adandığı biliniyor.
Dionysos Tapınağı
Etrafını çevreleyen temenos duvarının trapez biçimli olması ile alışılmışın dışında bir mimari yapıya sahip olan bu tapınak, Anadolu’daki en büyük Dionysos Tapınağı olması nedeni ile haklı bir üne sahiptir. Augustus Dönemi’nin ünlü Mimarı Vitruvius’a göre tapınağın mimarı, Prieneli (Güllübahçe/Söke) Hermogenes’tir.
Gymnasion
Büyük bir bölümü halihazırda toprak altında bulunan gymnasiumun, Hellenistik dönemde inşa edildiği düşünülmektedir. Ele geçirilen M.Ö.2. yüzyıla ait bir yazıtta, Polythros’un kurmuş olduğu vakıf okulunda hem kız hem erkek çocukların, okuma, yazma ve edebiyat dersleri için 3 ayrı öğretmene yılda 500-600, ayrıca müzik öğretmenine 700, spor öğretmenine her birine 500 drahmi ücreti ödedikleri belirtilmektedir.
Bouleuterion
Bouleuterion, Antik Teos kentinde zamana, doğal olaylara ve insanların yaptığı kıyımlara karşı koyarak en iyi şekilde ayakta kalabilmiş yapı diyebilirim. Bouleuterion’un oturma bölümü, yarım daireden biraz büyük olarak inşa edilmiştir. En üst oturma sırasının arkasında yapının arka duvarına paralel konuşlandırılan fil ayaklarının, daha sonraları yapıya ilave edildikleri büyük bir olasılıktır.
Kentle ilgili kararları alan meclisin toplandığı bu yapının, 850 kişilik oturma kapasitesi ve agoraya yakınlığı nedeni ile tiyatro, müzik gibi sosyal faaliyetler için de kullanıldığı düşünülmektedir.
Tiyatro
Zamanın sanatçıları için özel bir yeri olan tiyatro, şehrin güney ucunda bulunmaktadır. At nalı planı ve yamaç eğimi mimari yapısıyla Helenistik karakterdedir. Daha sonra Roma çağında genişletilerek seyirci kapasitesinin arttırıldığı görülmektedir. Sahne korunmuş olarak bu güne kadar gelebilmiş olmasına rağmen oturma sıraları için aynı şeyleri söylemek maalesef mümkün değil.
Agora Tapınağı
Tanrıça Apollonis Eusebes Apobateria’ya adanmış olan ve agoranın içerisinde yer alan bu tapınak hakkında bu zamana kadar elde edilen bilgiler, sınırlı kalmıştır.
Güney Limanı
Kuzey ve güney limanları olmak üzere iki limanı sahip olan Teos, antik dönemin bir liman kenti olarak deniz ticareti ile ekonomik açıdan tarihte önemli rol oynamıştır. Kuzey limanından günümüze pek bir kalıntı kalmamış olmasına rağmen; güney limanı, Roma dönemine ait kalıntıları ile tüm Anadolu sahillerindeki en iyi korunmuş antik limandır.
Heredot’un “Dünyanın en ılımlı yeri” diye söz ettiği, antik çağın önemli filozof ve sanatçılarının yaşadığı, zamanın büyük şairlerinin şiirlerine ilham olan ve deniz aşırı ticaretin önemli merkezi Teos antik kentini arkamda bırakırken; tarihin geriye doğru giden merdivenlerindeki 3000 yıl öncesinin basamağında durarak zamanı yaşamanın hayatta yaşanılacak en büyük güzelliklerden birisi olduğunu düşünüyorum.
Antik şehrin kapısından çıktığım anda da 21. yüzyıldayım. M.Ö. 1000 nci yıldan 2019’a bir kapının eşiğini aşarak geçebildim. Zaman yolculuğu bu olsa gerek.
Artık gönlüm rahat, keyfim yerinde. Sonunda Teos’u gördüm. Park yerinden tepeye çıkarak bu muhteşem kente Anadolu’ya duyduğum aşk ve gururla bir defa daha baktım.
Aracıma binip Teos arkamda uzaklaşmaya başladıkça benim de aklımdan bundan sonra tarihte geriye doğru giden merdivenin hangi basamağında olacağım merakı vardı.
Hoşça kalınız.
FOTOĞRAF GALERİSİ