‘‘Eğitim; refah anında bir süs, felaket sırasında bir sığınaktır’’ Aristoteles
Fatih Bengi, Sun Savunma Net, 15 Mart 2019
Ülkemizde bilim politikaları ve organizasyonundaki engeller bir tarafa, batı toplumlarından geri kalmışlığımız ciddi boyutlarda. Ne üretimlerimiz bilim ve teknolojiye dayanıyor, ne de yatırımlarımız. Hatta ilginçtir ki üretimine katkımız olmayan her şeyi tüketmek için can atıyoruz. Peki, neden bir bilim ülkesi olmayı başaramadık? Ülkemizde yeterli kaynaklar ve iş gücü bulunmasına rağmen neden bilim alanında gelişme kaydedemiyoruz? Neden yeterlilik anlamında birçok ülkeden çok daha gerideyiz?
Toplumları; İlkel Toplum, Tarım Toplumu, Sanayi Toplumu ve Bilgi Toplumu olarak dörde ayırabiliriz.
İlkel Toplumlarda üretim olmadığı için üretim ilişkisi de yoktur, tarımın, hayvancılığın ve ticaretin başlaması ile birlikte üretim ilişkileri doğmuştur. Üretim araçlarının paylaşımı sonucu; ağa, köylü, tacir, köle vb. sınıflar ortaya çıkmıştır. Dahası muhasebe, hukuk gibi bilimler de bu tarım devriminin bir ürünüdür.
Sanayi Toplumunda, kapitalist ve emekçi sınıfı doğmuş, eski dönemin köle ya da köylülerinin bir bölümü kapitalist olurken, kimi ağalar da emekçi oluvermişlerdir. Emeğin sömürülmesine tepki olarak sosyalizm doğmuş, sosyalist ülkelerde proletarya hâkimiyeti kurulurken, kapitalist ülkelerde de işçiler haklarını savunmak için sendikalaşmış, giderek kişisel haklar ve mahremiyet gündemde ön sıralarda yerini almıştır. Ekonomi ve mühendislik gibi yeni bilimler ve meslekler ortaya çıkmıştır.
Elektronik ve bilgisayar alanlarındaki gelişmeler sonucu, 1980’li yıllardan bu yana yeni bir devrime, bilgi teknolojileri devrimine tanık olmaya başladık. Artık, üretim yapmak için her zaman bir yatırımcıya ya da bir sermayeye gerek duyulmayabiliyor, bilgi ve İnternet bağlantısı yeterli olabiliyor. Dolayısıyla, sanayi toplumundaki üretim ilişkileri giderek yok oluyor, yerini yeni bir üretim ilişkisine, belki bir tür ortaklığa, paylaşıma bırakıyor. Bu nedenle yeni bir toplum yapısından, bilgi toplumundan bahsedebiliriz. Yeni gelişen teknolojiler, değişen gereksinimler ve artan nüfus, bilgiye olan gereksinimi, bilgi kullanımını ve bilgi yönetimini ön plana çıkarıyor. Bu eğilim, tüm dünyada bilgi toplumuna geçiş olarak değerlendiriliyor.
1.Ekonomik yapıdaki dönüşüm: Bilgi toplumundaki en büyük özellik mal üretiminden hizmet üretimine doğru bir kaymanın görülmesidir. Aslında hizmet sektörü zaten tüm ekonomilerde her zaman mevcuttur, ancak sanayi toplumunda hizmetlerin niteliği yerel ve mal üretimine yardımcı konumdadır. Sanayi sonrası toplumda ise eğitim, sağlık, sosyal hizmetler gibi insani hizmetler, bilgisayar, sistem analizi, ARGE gibi mesleki hizmetler yoğunluk kazanmaktadır.
2.Yükselen Yeni Sınıflar: Yeni toplumda insanların çalıştıkları yer değil, aynı zamanda yaptıkları işlerin türü de değişmektedir. Sanayi toplumunda yarı vasıflı işçiler çalışan sınıf içinde en kalabalık grubu oluştururken bilgi toplumunda ise teknik ve profesyonel sınıf, yani Peter Ferdinand Drucker tarafından “bilgi işçisi” olarak nitelenen bilim adamları, teknisyenler, mühendisler, öğretmenler en kalabalık gurubu oluşturmaktadır.
3.Bilginin Artan Rolü: Sanayi toplumunda malların üretimi, makine ve insanların koordinasyonu çok önemliydi. Yeni toplumda ise bilgi etrafında örgütlenilmektedir. Sanayi uygarlığının öncü isimlerinden Francis Bacon’ın yüzyıllar önce söylediği gibi “bilgi güçtür” ancak bilgi toplumunda bilgi aynı zamanda toplumun temel eksenini de oluşturmaktadır.
4.Bilişim Teknolojisi: Bilişim teknolojilerinin ortaya çıkıp hızla gelişmesi de etkilerini de hızlı biçimde göstermiştir. İletişim ve bilgisayar teknolojileri, daha yetenekli işgücüne gereksinim doğurduğundan ve ulusal verimliliği artırma ve rekabetçi üstünlük elde etme yolunda daha yüksek değerlere sahip ürünler ortaya koyma yeteneğine sahip olduğundan iktisadi gelişme açısından en fazla önem verilmesi gereken alan bilişim teknolojileri olarak görülmektedir. Küreselleşmenin hayatımızı derin ve sarsıcı bir şekilde etkilediği günümüzde, bilimsel araştırmalar sonucu elde edilen bilgiye bağlı olarak büyük bir teknolojik gelişme ve rekabet de yaşanmaktadır. Bu teknolojilerden gerektiği şekilde ve amaca uygun olarak yararlanabilmek için bilgiye büyük bir gereksinim duyulmaktadır. İşletmelerde amaca yönelik olarak kullanılabilecek bilgilerin toplanması, depolanması ve kullanıma sunulması, ancak etkin ve verimli bir bilgi yönetimi ile sağlanabilecektir.
Günümüzde işletmelerde karşılaşılan değişik sorunları çözmek amacıyla ve bilgileri etkin kullanmak için bilişim sistemleri oluşturulmuştur. Bu durum, bilgi çağında bilginin etkin ve yaygın kullanımı sonucunu doğurmakta ve bilgi toplumu ile tüketicileri yakından etkilemektedir. Bu bağlamda, bilgi çağında yeni ekonomi, e-ekonomi ya da bilgi ekonomisi de denilen yeni kavramlarla karşılaşılmaktadır. Bu kavramlar, yüksek teknoloji alanlarında sahip olunan teknoloji üretme ve inovasyon yeteneği aracılığıyla mal ve hizmet üretiminin gerçekleştirilmesini anlatmaktadır. Yoğun bilgi birikimi ve katkısı içeren yüksek teknoloji alanlarından bazıları biyo-teknoloji, nano-teknoloji, uzay/havacılık teknolojileri vb. yaşadığımız çağı “Bilgi Çağı” yapan işte bu gelişmelerdir.
Bu da muazzam bir yarışı beraberinde getirmiştir. Öyle ki bu ekonomiden daha fazla pay almak isteyen sanayileşmiş ve bilgi toplumu olma yönünde önemli yollar kat etmiş ülkeler, yeni teknolojiler üreten ülkeler olma gücünü elde tutmak üzere mevcut kurumsal yapılarını, yönetsel süreçlerini ve mevzuatlarını bu yeni ekonominin gereklerine göre yeniden yapılandırmakta ve bu değişime yanıt vermek üzere yeni kurumlar oluşturmaktadır.
Öte yandan gelişmekte olan ülkeler de sürdürülebilir kalkınma stratejilerini, bilgi ekonomisine dayandırmak suretiyle rekabet üstünlüğü sağlamayı temel strateji olarak benimsemektedirler. Sanayileşme sürecini henüz tamamlayamamış ve bilgi toplumu olma yönünde çaba gösteren ülkemiz de Sekizinci Beş Yıllık Kalkınma Planı kapsamında 2001-2023 dönemini içeren uzun vadeli gelişme stratejisini, bilgi toplumuna dönüşümü sağlamaya dayandırmaktadır. Bu bağlamda, küresel düzeyde güçlü bir devlet olabilmek için ülkemizin bilim ve teknoloji yeteneğinin güçlendirilmesi hedeflenmektedir.
Dünyada 1000 kişi başına düşen bilgisayar sayısı, başlıca “bilgi toplumu ”nu yaşayan ülkelerde yaklaşık 500 iken, bu sayı ülkemizde sadece 38’dir. Kişisel bilgisayardan İnternete bağlantısı olan kullanıcı sayısı ABD’de yaklaşık 100 Milyon, Japonya’da 50 milyon olarak hesaplanmaktadır. Türkiye’de ise nüfusun çok küçük bir kesiminin yani yaklaşık 2 Milyon kişinin hâlihazırda İnternete erişim imkânı bulunmaktadır. Ar-Ge harcamalarının GSMH ’ya oranı ise gelişmiş ülkelerde yaklaşık yüzde 2 ile yüzde 4 arasında değişmektedir. Türkiye’de ise bu oran sadece binde 48’dir. Ar-Ge personeli sayısına baktığımızda da yine ülkemizin gelişmiş ülkelerin çok gerisinde olduğu görülmektedir. Örneğin, İsveç’te Ar-Ge alanında bir milyon kişi başına düşen bilim adamı ve mühendis sayısı 4507 iken, bu sayı ülkemizde 303’tür.
Kişi başına bilgi ve iletişim teknolojisi harcaması ise ülkemizde yaklaşık 150 dolardır. Bu rakam İsviçre, İsveç, ABD, Japonya gibi ülkelerde 2500 ila 3500 Dolar arasında değişmektedir. Yüksek teknoloji ihracatı açısından da ülkemiz ileri ülkelerin çok gerisinde bulunmaktadır. Malezya, Filipinler, Kuzey Kore gibi gelişmekte olan ülkelerde yüksek teknoloji ihracatı/toplam imalat sanayii ihracatı oranı yüzde 35 ila yüzde 60 arasında değişmektedir. Oysa bu oran ülkemizde sadece yüzde 35’tir. Türkiye’nin 2016 yılında toplam ileri teknoloji ihracatı yaklaşık 3 Milyar dolardır. Bu rakam gelişmiş ülkelerle mukayese edilmeyecek düzeydedir. Bu veriler çerçevesinde Türkiye’nin “bilgi toplumu“nu yaşayan ülkelerin çok gerisinde oldukları açık biçimde görülmektedir.
“Dünyada ve ülkemizde teknoloji devrimi ve bilgi toplumuna geçişte eğitim büyük önem taşımaktadır. Bilgi toplumunda en değerli varlık insan ve insan gücüdür. Tarım ve sanayi toplumlarında insanın bedensel gücü ön planda iken bugün artık insan gücü denildiğinde beyin gücü akla gelmektedir. Bu nedenle, üniversitelerin bilgi toplumundaki yeri eskiye oranla çok artmıştır. Ancak ülkemizde, üniversitelerin ve bilim adamlarının önemi artmak yerine azalmıştır. Özellikle son yıllarda izlenen politikalar nedeniyle, öğretim üyeliği ve üniversiteler sürekli bir şekilde itibar kaybetmektedir.”
Ülkemizde ciddi bir eğitim sorunu var. İlköğrenimde verilen eğitimle çocukların zihinleri küçük yaşta köreltiliyor, tek tipleştiriliyor, soru soran, araştırma yapan çocuklar toplum tarafından hoş karşılanmıyor. Okullarda uygulamalı eğitim yeterli değil, teoriye ve ezberci ilkelere dayalı çocuklar yetiştiriliyor. Sınıflardaki kalabalık nedeniyle sağlıklı bir eğitim neredeyse imkânsız. Çocuklar zamanlarının büyük çoğunluğunu televizyon izleyerek geçiriyor.
Okuma oranımız çok düşük, Türkiye genelinde 6-17 yaş grubundaki 15,3 milyon çocuğun yüzde 8,5’i, yani 1,3 milyon çocuk okula gitmiyor. Uluslararası PISA testi 2016 sonuçlarına göre, Türkiye’deki öğrenciler bilim, matematik ve okumada OECD ortalamasının altında kaldı, Türkiye 72 ülke arasında 50. sırada yer alırken, önceki testlere göre de performansı geriledi. Dünya Ekonomik Forumu’nun dünyanın en nitelikli eğitim sistemleri sıralamasında Türkiye 134 ülke arasında 104’üncü oldu.
Millî eğitimde öğretmen ve derslik açığı bulunuyor. Çocuklara örnek olacak ebeveynler yeterli seviyede değiller. Teknolojiyi eğlence odaklı kullanmaktan öteye geçemiyoruz. Aşırı özgüven patlaması yaşayan bir toplumuz. Kendimize gerektiğinden fazla güveniyoruz. Söylemlerimiz hep en iyi olduğumuz yönünde. Ama baktığımızda teknoloji ve bilimsel gelişmelerde birçok dünya ülkesinin gerisinde kaldığımız ortada. Eğitim kurumlarına liyakatli atamalar yapılmıyor. Yetenekli insanlar kalabalıklar arasında sıkışıp kalıyor. Duygusallığımız, profesyonelliğin de önüne geçmiş durumda. Toplum olarak yaşadığımız duygusal çalkantılar maalesef bilim alanında kendine yer ediniyor. Bilime ve eğitime gerekli kaynak ayrılmıyor.
Diyebiliriz ki Türkiye henüz sanayileşme sürecini tamamlayamamıştır ve birçok yapısal sorunla karşı karşıya bulunmaktadır. Türkiye’nin sanayileşme sürecini tamamlaması, ekonomik, sosyal, siyasal ve kültürel alanlarda yapısal değişimini gerçekleştirmesi ve uluslararası alanda globalleşme sürecine uyum sağlaması açısından bilgi toplumuna yönelik gelişmeleri yakından izlemesi ve bu alana öncelik veren politikaları oluşturması gerekmektedir. Bunun için de başta insana yatırım yapmalı, eğitime önem vermelidir. Türkiye’nin en önemli sorunlarından biri nitelikli işgücü açığıdır. Bilgi toplumunda nitelikli işgücü açığının giderilmesi ancak okul eğitiminin yanı sıra mesleki eğitimlerle, okul sonrası eğitimle, hatta sürekli yani ömür boyu eğitimle sağlanabilir.
Ülkemizde bilim, teknoloji ve araştırma-geliştirme faaliyetlerine daha fazla yatırım yapılmasının gerekliliği ve bu konuda, birey, firma ve devlet düzeyinde sorumlulukların olduğu unutulmamalıdır. Zira Türkiye, enformasyon toplumunun altyapısını oluşturan teknolojilerinin üretimine yönelik, çok köklü bir seferberliği başlatmadığı müddetçe, tüketici olarak yaptığı harcamalarla gelişmiş ülkelerin ARGE faaliyetlerini finanse edecektir. Bunun maliyeti çok daha yüksek olacaktır.
Son olarak diyebiliriz ki, ülkemizin kalkınma yarışından kopmaması ve bilgi teknolojileri alanında dünyanın gerisinde kalmaması için bilgi toplumuna ulaşmanın tüm koşullarını ulusal bir politika çerçevesinde ele alması zorunluluktur ve Türkiye, bilgi çağını yakalamış uygar ülkeler ile arasındaki açığı kapatmak, mutlu ve kaliteli yaşam, ekonomik refah, bağımsızlık, özgürlük ve ulusal kalkınma için ‘‘eğitime’’ daha fazla önem vermek zorundadır. Çünkü ülkemizin zaman kaybetme lüksü kalmamıştır.