Yazar: William Chislett, 14 Kasım 2016
Çeviren: Ercan Caner
Avrupa Komisyonu’nun, Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne tam üye olma şartlarını ne ölçüde karşıladığını ortaya koyan son Türkiye ilerleme raporu, 15 Temmuz 2016 askeri darbe girişimi sonrasında, Türkiye’de hukukun üstünlüğü, basın özgürlüğü ve insan hakları ilkelerinin iyice kötüleştiğini gösterdiğinden, iki tarafın da giriş sürecini sonlandırmayı değerlendirmesi uygun olabilir.
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, ABD’de sürgünde olan İslami imam Fethullah Gülen tarafından yönetildiğini iddia ettiği askeri darbe girişimini, muhaliflerini tasfiye etmek ve ülkeyi istediği şekilde yeniden şekillendirmek maksadıyla kullanmaktadır. Avrupa Birliğine giriş süreci tıkanmış durumdadır. Türkiye-AB ilişkileri neredeyse kopma noktasına gelmiştir.
Avrupa Komisyonu’nun, Türkiye’nin tam üye olmak için kriterleri karşılama durumunu ortaya koyduğu son yıllık ilerleme raporu (görüşmeler resmi başvurudan 18 yıl sonra Ekim 2005’de başlamıştır) öylesine kritiktir ki her iki tarafın giriş sürecini sonlandırmayı değerlendirmesi uygun olabilir.
Türkiye’nin üyelik süreciyle ilgili 19’uncu ilerleme raporu, demokratik bir seçimle iktidara gelen Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ı devirmek maksadıyla düzenlenen ve 265 kişinin hayatını kaybettiği, 15 Temmuz 2016 başarısız askeri darbe girişiminden dört ay sonra yayınlandı. Erdoğan darbenin suçunu bir zamanlar yakın dostu ve müttefiki olan, fakat iktidar savaşında aralarına kara kedi giren ve baş düşmanına dönüşen, Washington yönetiminden sınır dışı edilmesini talep ettiği, ABD’de yerleşik İslami imam Fethullah Gülen ve takipçilerinin üzerine yıkmıştır. O tarihten itibaren de Fethullah Gülen hareketi ile ilgileri ve darbeye katılma iddiaları nedeniyle ülkede çok geniş çaplı tasfiye, işten çıkarma, gözaltına alma ve tutuklamalar gerçekleşmiştir.
Darbenin haklı gösterilmesinin çok ötesinde, şaşırtıcı bir rakam olan 100.000’den fazla insan, ordu üst kademesi, yargı sistemi, okullar, üniversiteler ve bakanlıklardan geniş çaplı bir tasfiye hareketiyle uzaklaştırılmıştır. Gülencilerin kurumlara sızdığı ve hükümet tarafından ‘‘paralel devlet’’ olarak adlandırılan yeni bir devlet yarattıkları iddia edilmiş ve örneğin Dış İşleri bakanlığında görevli, aralarında bazı büyükelçiler de olan yaklaşık 300 kişi işlerini kaybetmişlerdir.
Devlet, silahlı kuvvetler ve yargıdaki büyük çaplı temizlik hareketinin yanı sıra, birçok kurum ve özel şirketler de kapatılmış, varlıklarına el koyulmuş veya devlet kurumlarına transfer edilmiştir. 20 Temmuz 2016 tarihinde, üç ay süreyle ilan edilen ve 3 Ekim 2016 tarihinde üç ay daha uzatılan olağanüstü hal ile basın susturulmuş ve diğer muhalif unsurlara, darbe öncesindeki duruma nazaran çok daha fazla baskı uygulanmaya başlanmıştır.
Kürtlerle yürütülen barış görüşmeleri kapsamında, Temmuz 2015 tarihinde çöken çözüm süreci sonrasında, Kürtlerin çoğunlukta olduğu ülkenin güneydoğusunda, Avrupa Birliğinin terörist organizasyon listesinde yer alan PKK[1] ile yeniden başlayan savaş ağır kayıplara neden olmuştur. Son tutuklamalarla, aralarında iki eş başkanın da olduğu, Kürt yanlısı Halkların Demokratik Partisi (HDP) üyesi 59 kişiden 53’ü gözaltına alınmışlardır.
Avrupa Birliği ve Türkiye, geçen Mart ayında, AB ülkelerine geçişte, Türkiye’yi kullanmakta olan mülteci akımını durdurmak üzere bir geri kabul antlaşması imzalamışlardır. Avrupa Birliği tarafından, Yunanistan’da bulunan sığınmacıları geri almak şartıyla, Türkiye’de bulunan yaklaşık 2.7 milyon Suriye ve Iraklı mültecinin durumlarını iyileştirmek için Türkiye’ye 6 milyar avro ve vize serbestliği sözü verilmiştir. Daha yapılması gereken çok şey olduğunu öne süren Avrupa Komisyonu, vize serbestisi için Ankara tarafından belirtilen Ekim 2016 sonu tarihini dikkate almamıştır. Antlaşma sallantıda görülmektedir.
Türkiye’nin AB’ye üyeliğini düzenleyecek olan 33 başlıktan, 11 yılda sadece 15’i (sonuncusu Aralık 2015’de) görüşmeye açılmış ve sadece bir tanesi geçici olarak kapatılmıştır. Türkiye’nin AB’ye katılım müzakereleri 3 Ekim 2005 tarihinde başlamıştır. Aynı tarihte, müzakerelerin usul ve esaslarını belirleyen “Müzakere Çerçeve Belgesi“ de kabul edilmiştir. Türkiye’nin AB Katılım Müzakereleri, Müzakere Çerçeve Belgesi kapsamında, 35 başlık üzerinden yürütülmekte ve toplumsal yaşamın bütün alanlarını kapsamaktadır. 34’üncü ‘‘Kurumlar’’ ve 35’imci ‘‘Diğer Konular’’ başlıklarının müzakerelerin en son aşamasında ele alınması planlanmıştır.
Müzakerelere açılan 14 başlık, AB Konseyi ve Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’nin siyasi nitelikli engellemeleri nedeniyle bloke edilmiş durumdadır. 11 Aralık 2006 tarihli Avrupa Birliği Genel İşler ve Dış İlişkiler Konseyi’nde alınan karar uyarınca, Ek Protokol’ün uygulanması 8 fasıl için açılış kriteri, diğer tüm fasıllar için ise kapanış kriteri olarak belirlenmiştir. Bu nedenle, bilim ve araştırma başlığından sonra müzakerelere açılan hiçbir başlık, geçici olarak dahi kapatılamamıştır.
Türkiye’nin Ankara Antlaşmasına ek 2005 tarihli Ek Protokolü uygulamaması ve limanlarını Kıbrıs-Rum hava ve deniz trafiklerine açmaması nedeniyle, 2006 yılı sonunda açılması gereken sekiz başlık askıya alınmış ve Türkiye yükümlülüklerini yerine getirene kadar başka başlık açılmayacağı belirtilmiştir. Fransa ve Kıbrıs, tek taraflı olarak diğer başlıkların açılmasını engellemektedirler.
Özellikle darbe girişimi sonrasında uygulanan tedbirlerin büyüklüğü ve kolektif doğası göz önüne alındığında, ne yazık ki yetersiz olan ve tam bir demokrasi için gerekli olan ‘‘hukukun üstünlüğü’’ ilkesine uyulmaması Avrupa Birliği’ni kaygılandıran hususların en başında gelmektedir. Özellikle yargının bağımsızlığı konusunda gerileme yaşandığı belirtilen raporda, bireysel cezai sorumluluğun; sadece güçler ayrımına tam olarak uyulması, yargının bağımsızlığı ve her insanın adil yargılama hakkıyla sağlanabileceği vurgulanmıştır.
Raporda ayrıca; Türkiye tarafından alınan bütün önlemlerin sadece durumun gerektirdiği ölçüde olması, her durumda gereklilik ve orantılılığın sağlanmasının güvence altına alınması gerektiği de vurgulanmıştır.
World Justice Project – WJP (Dünya Adalet Projesi)[2] tarafından, 2014 yılında 99 ülke arasında yapılan değerlendirme ve sıralamaya göre Türkiye, hukukun üstünlüğü sıralamasında 0.46 puanla 72’nci sırada yer almıştır.
WJP tarafından yapılan değerlendirmede 9 adet ana ölçüt dikkate alınmaktadır. Bu ölçütler:
© Copyright 2016 by the World Justice Project. The WJP Rule of Law Index and the World Justice Project Rule of Law Index are trademarks of the World Justice Project. All Rights Reserved. Requests to reproduce this document should be sent to Alejandro Ponce, The World Justice Project, 1025 Vermont Avenue, N.W., Suite 1200, Washington, D.C. 20005 U.S.A.
Aynı kurumun 2016 yılında yaptığı hukukun üstünlüğü sıralamasında ise Türkiye, küresel bağlamda 113 ülke arasında ancak 99’uncu sıradadır. Türkiye’nin bu değerlendirmede önünde yer aldığı ülke sayısı ne yazık ki sadece 14 adettir ve bu ülkeler: Kenya, Nikaragua, Honduras, Bangladeş, Bolivya, Uganda, Pakistan, Etiyopya, Zimbabve, Kamerun, Mısır, Afganistan, Kamboçya ve Venezüella’dır.
WJP tarafından yapılan 2016 yılı değerlendirmelerine göre toplam 113 ülke arasında Türkiye ayrıca: devlet güçleri üzerindeki kısıtlamalarda 108’nci, yolsuzlukta 58’inci, hükümetin şeffaflığında 96’ncı, temel insan haklarında 105’inci, düzen ve güvenlikte 98’inci, kanunlara uymada 84’üncü, insan haklarında 86’ncı ve ceza adaletinde ise 75’inci sıradadır.
Darbe girişimi öncesinde parlamento, Avrupa Birliği’ne girmek maksadıyla; reformları uygulamaya ve vize serbestîsi için gereken idari düzenlemeleri yapmaya başlamıştır, fakat günümüze kadar bu alanlarda ne yazık ki yeterli ilerleme sağlanamamıştır. Hukukun üstünlüğü ve temel insan haklarıyla ilgili olarak uygulanmaya başlanan birkaç düzenleme, Avrupa standartlarıyla uyumlu değildir. Avrupa Birliğ’ni rahatsız eden yasal düzenlemelerin en başında, HDP parlamento üyelerinin dokunulmazlıklarının kaldırılması gelmektedir.
WJP HUKUKUN ÜSTÜNLÜĞÜ SIRALAMASI – 2016 (113 ÜLKE)
© Copyright 2016 by the World Justice Project. The WJP Rule of Law Index and the World Justice Project Rule of Law Index are trademarks of the World Justice Project. All Rights Reserved. Requests to reproduce this document should be sent to Alejandro Ponce, The World Justice Project, 1025 Vermont Avenue, N.W., Suite 1200, Washington, D.C. 20005 U.S.A.
PKK ile güvenlik güçleri arasında yeniden başlayan savaş, 1990’lı yıllarda olduğu gibi insan hakları ihlalleri ve orantısız güç kullanıldığı yönünde ciddi iddiaların ortaya çıkmasına neden olmuştur. Ülkenin güneydoğusundaki halkı temsil eden birçok seçilmiş temsilci terörle bağlantılı suçlamalar nedeniyle, bazıları olağanüstü hal kararnameleriyle açığa alınmış veya tutuklanmıştır. Kürt probleminin politik yolla çözülmesi tek yol olmalı, hükümet otoriteleri yeniden önemli faktörler haline gelmeye başlayan, uzlaşma ve yeniden inşa hususlarını da dikkate almalıdırlar.
Yargı sistemi üzerindeki eleştiriler oldukça fazladır. Rapora göre yüksek mahkemelerin yapı ve kompozisyonunda yapılan yaygın değişiklikler Avrupa standartları ile uyumlu değildir. Hâkim ve savcıların, Gülencilerle birlikte hareket ettikleri iddiasıyla görevden uzaklaştırılmaları ve bazı durumlarda tutuklanmaları devam etmektedir. 15 Temmuz 2016 başarısız darbe girişimi sonrasında her beş hâkim ve savcıdan bir tanesi görevden uzaklaştırılmış ve mallarına el koyulmuştur. Ankara ayrıca, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin kararlarına aykırı olarak, olağanüstü hal kapsamında bazı suçlar için gözaltı süresini 30 güne çıkarmıştır.
İnsan haklarına saygıyla ilgili olarak da, darbenin hemen sonrasında işkence ve kötü muamele ile ilgili olarak çok ciddi iddiaların olduğu da bildirilmektedir. Raporda, ifade özgürlüğü konusunda, ciddi şekilde kötüleşmeler olduğu savunularak, özellikle de ulusal güvenlik ve terörle mücadele hükümlerinin seçici ve keyfi uygulanmalarının, ifade özgürlüğünü olumsuz yönde etkilediği vurgulanmıştır. Basına vurulan son darbede, Türkiye’nin en eski gazetelerinden olan muhalif Cumhuriyet Gazetesinin editör ve 12 üst düzey yetkilisinin, Gülen hareketi adına suç işledikleri gerekçesiyle, bazılarının evlerine yapılan baskınlar sonrasında tutuklanmalarıdır.
Türk Gazeteciler Birliği Genel Sekreteri Sibel Güneş’e göre darbe girişimi sonrasında 170’den fazla medya organı kapatılmış ve 105 gazeteci tutuklanmıştır. Yetkililer 700 gazetecinin basın kartlarını da iptal etmiştir. Cumhuriyet Gazetesinden tutuklananlar arasında karikatür sanatçısı Musa Kart da bulunmaktadır. Darbenin çok öncesinde Erdoğan (2004-2014 yılları arasında başbakan), korkutan otoriterliğini eleştirenleri acımasızca takip etmesiyle ün yapmıştır.
Mücadele etmek için ortada bir plan olmasına rağmen, rüşvet hala birçok alanda yaygın durumdadır. Türkiye 2013 yılında 177 ülke arasında 50 puanla 53’üncü sırada olduğu sıralamadan 2015 yılında 168 ülke arasında yine 50 puanla 68’inci sıraya gerilemiştir. 2016 yılında ise 133 ülke arasında 47 puanla 58’inci sıradadır.
Kıbrıs meselesine gelince, raporda Türkiye’nin Ankara Protokolu gereklerini yerine getirmesi uyarısında bulunulmakta, yani Avrupa Birliği’ne 2004 yılında katılan Kıbrıs Cumhuriyeti’ni tanıması talep edilmektedir. Kuzey kısmı 1974 yılında ele geçirilen[3] ve o tarihten beri Türkiye’nin işgali altında olan adanın yeniden birleşmesi, tek başına AB üyeliği için bir şart olmasa da Brüksel ile gergin olan ilişkileri yumuşatacağı kesindir.
Pragmatik Mustafa Akıncı’nın[4], Nisan 2015 seçimlerinde, daha katı olan Derviş Eroğlu’nu geçerek, dünya tarafından tanınmayan Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin cumhurbaşkanlığına seçilmesi adanın yeniden birleşmesi yönündeki ümitlerin artmasına neden olmuştur.
Hem Mustafa Akıncı hem de Nikos Anastasiades[5], 2004 yılında yapılan Annan Planı Referandumunda[6], adanın yeniden birleşmesi yönünde oy kullanmışlardır ve dünyanın en uzun süreli çatışmalarından bir tanesini sonlandırmak için yürütülen görüşmelerin hassas bir aşamasındadırlar. 2004 yılında yapılan halkoylamasında; Kıbrıs Rum Halkının referanduma katılım oranı % 88 olmuş, kabul yönündeki oylar sadece % 24.17’de kalmıştır. Asıl ilginç olan, % 87 oranı ile halkoylamasına katılan Kıbrıs Türk Halkının, Annan Planına % 64.90 oranında ‘‘EVET’’ oyu kullanması olmuştur.
Türkiye ile Avrupa Birliği arasındaki ilişkiler kopma noktasında olmasa da çok düşük bir seviyededir. Erdoğan’ın mı havlu atacağı yoksa Avrupa Komisyonun mu katılım müzakerelerini askıya alacağı tartışılırken, Avrupa Komisyonu ilk adımı atma cesaretini göstererek, stratejik sonuçları olacağı kesin olan bir hamle yapmış ve Türkiye’nin AB’ye katılım müzakerelerini askıya almıştır. Türkiye’yi yıllardır gemide tutmak Avrupa Birliğinin bir oyunudur fakat Türkiye açısından bakıldığında bunun da bir sınırı vardır.
Türkiye’nin AB’ye katılım müzakerelerini durdurmak AB’nin iknaya dayanan yumuşak güç politikası için büyük bir darbe olacaktır. Bugüne kadar katılım müzakerelerine başlayan bütün ülkeler, önünde sonunda AB’ye tam üye olarak kabul edilmişlerdir. Fakat Erdoğan, sürekli olarak Avrupa Birliği yetkililerinin eleştirilerini önemsememiş ve hatta görmezden gelmiş, onlarla alay etmese de genelde terörle mücadele adına Avrupa Birliğinin kırmızı çizgilerini hep aşmıştır. Bu ayın başlarında yaptığı bir konuşmada Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Avrupa Birliğinin Türkiye’yi 53 yıldır kapıda beklettiğini hatırlatarak, artık Türkiye ile AB arasındaki göbek bağını kesme vaktinin geldiğini ifade etmiştir. Brüksel’in uzun bir süreden beri Türkiye üzerine herhangi bir baskı uygulama gücü kalmamıştır.
Erdoğan 2004 yılında kaldırılan idam cezasını yeniden uygulama tehditlerini ileri götürür ise bu katılım müzakerelerinin otomatik olarak askıya alınmasını tetikleyecektir. Böyle bir durum mülteci antlaşmasını tehlikeye sokacak ve Batı dünyası Türkiye ile sınır komşusu olan Suriye ve Irak’ta sözde İslami Devlet ile savaşırken, Türkiye ile ilişkileri derin bir krize sokacaktır değerlendirmelerinin yaapıldığı sırada, yukarıda belirtildiği gibi Avrupa Komisyonu, AB açısından cesur bir hamle yaparak, Türkiye ile katılım müzakerelerini durdurma kararı almıştır.
AB katılım müzakerelerini ileri götürmek ve Erdoğan’ın demokratik özelliklerini son bir teste tabi tutmanın bir yolu da, AB için temel değerler olan hukuk ve temel haklar, güvenlik ve özgürlüklerle ilgili başlıkları görüşmeye açmaktır. Fakat bu başlıklar Kıbrıs tarafından bloke edilmiştir.
Eylül 1959: Türkiye’nin üyelik için Avrupa Ekonomik Topluluğu’na (AET) başvurması.
Eylül 1963: Ekonomik işbirliği ve Türkiye ile AET arasında Gümrük Birliğini gerçekleştirmek üzere Birleşme Antlaşmasının imzalanması.
Nisan 1987: Türkiye’nin resmi başvurusunu AET’ye yapması.
Ocak 1995: Türkiye-AB Gümrük Birliği Antlaşması’nın imzzalanması.
Aralık 1999: Avrupa Konseyi’nin Türkiye’yi aday ülke olarak tanıması.
Aralık 2004: Avrupa Konseyi’nin Türkiye ile katılım müzakerelerini başlatmayı kabul etmesi.
Ekim 2005: Üyelik müzakerelerinin başlaması.
Aralık 2006: Türkiye, Birleşme Antlaşması Katma Protokolu’nun bütün gereksinimlerini ayırım yapmaksızın karşılayana kadar, Avrupa Konseyi’nin ilave sekiz başlığın açılması ve açılan başlıkların hiç birisinin kapatılmaması kararını alması.
Mayıs 2012: Avrupa Komisyonu ve Türkiye’nin Türkiye için pozitif ajanda uygulamasını başlatması.
Kasım 2013: Bölgesel politikalar ve yapısal enstrümanların koordinasyonu konulu 22’nci altbaşlığın, 14’üncü altbaşlık olarak açılması.
Aralık 2013: AB-Türkiye geri kabul antlaşmasının vize serbestisi görüşmeleri ile paralel olarak imzalanması.
Ekim 2014: AB-Türkiye geri kabul antlaşmasının yürürlüğe girmesi.
Mart 2015: Avrupa Komisyonu ve Türkiye’nin üst düzey enerji diyaloğunu başlatması.
Mayıs 2015: Avrupa Komisyonu ve Türkiye’nin 20 yıllık Gümrük Birliği antlaşmasını modernize etmek ve AB-Türkiye ikili ticaret ilişkilerini geliştirmek üzere anlaşması.
Kasım 2015: AB-Türkiye Liderler Toplantısında iki tarafın, AB ve uluslararası standartlarla tam uyumlu, Türkiye’den Avrupa’ya düzensiz mülteci geçişlerini sonlandırmak üzere bir Ortak Aksiyon Planını hayata geçirmek üzerinde anlaşması.
Aralık 2015: 17 numaralı ekonomik ve mali politikalar konulu başlığın 15’inci başlık olarak açılması.
Ocak 2016: AB-Türkiye üst düzey enerji diyaloğunun başlaması.
Mart 2016: AB ve Türkiye’nin Kasım 2015 tarihli Ortak Aksiyon Planı ortak metni üzerinde anlaşması.
Nisan 2016: İlk AB-Türkiye üst düzey ekonomik diyaloğunun yapılması.
Mayıs 2016: Türkiye’nin vize serbestisiyle ilgili gereksinimlerini karşılama durumunu yansıtan 3’üncü raporun yayınlanması.
Haziran 2016: Finansal ve bütçe başlıklı 33’üncü başlığın 16’ıncı başlık olarak açılması.
Eylül 2016: 18 Mart 2016 tarihli AB-Türkiye Bildirisinin üçüncü raporunun yayınlanması.
Çevirenin Notları: Analiz aslına sadık kalınarak çevrilmiştir. Yazının yayınlanması sonrasında Avrupa Komisyonu katılım müzakerelerinin durdurulması yönünde bir karar almıştır. Çeviren tarafından ilave açıklama ve grafikler eklenmiştir. Yazının orijinaline aşağıdaki linkten erişilebilir.
Çeviren: Ercan Caner Elektrik ve Elektronik Mühendisliğinin yanı sıra, uçak ve helikopter lisanslarına sahiptir. Yüksek lisans derecesini 2012 yılında Gazi Üniversitesi’nden Avrupa Birliği – Türkiye İlişkileri alanında alan Caner, halen Türkiye Hava Sahası Yönetimi alanında Haliç Üniversitesi’nde doktora tez çalışmalarını sürdürmektedir. Bir yazılım firmasında proje yöneticisi ve havacılık projeleri alan uzmanı olarak çalışan Caner, Asliye Ceza Mahkemelerinde havacılık bilirkişiliği görevini de yürütmektedir. Yazı ve çevirilerini academia.edu ve sunsavunma.net sitelerinde paylaşan Caner evli ve iki çocuk babasıdır. İngilizce bilen ve Fransızca okuyabilen Caner’in İnsansız Hava Araçları (2014) ve Taarruz Helikopterleri (2015) konulu makaleleri yayımlanmıştır. 39 yılı kapsayan TSK, Birleşmiş Milletler, NATO ve savunma sektör deneyimlerine sahiptir.
[1] Kürdistan İşçi Partisi (Kürtçe: Partiya Karkerên Kurdistanê / پارت ی کار کهرێن ی کوردستان, ) veya Kürtçe isminin kısaltmasıyla PKK, Türkiye‘nin doğu ve güneydoğusu, Irak‘ın kuzeyi, Suriye‘nin kuzeydoğusu ve İran‘ın kuzeybatısını kapsayan bölgede devlet kurmayı amaçlayan ve bu amaçla söz konusu toprakların Türkiye sınırları dahilinde kalan kısmına sahip olabilmek için askeri hedeflere, köy korucularına ve sivillere karşı stratejik ve sansasyonel eylem yapan yasa dışı bölücü silahlı örgüt-Wikipedi.
[2] Microsoft’un kurucusu Bill Gates’in de sponsorları arasında bulunduğu World Justice Project (Dünya Adalet Projesi), hukukun üstünlüğünün dünya çapında geliştirilmesi maksadıyla çalışmalar yürüten bir kuruluştur. Türkiye Barolar Birliği’nin de destek verdiği Dünya Adalet Projesi, 2006 yılında Amerikan Barolar Birliği’nin girişimleri ile kurulmuştur. Projeye, Uluslararası Barolar Birliği (IBA) ve Uluslararası Avukatlar Birliği (UIA) gibi kuruluşlar da destek vermektedir.
[3] Ankara Kıbrıs’a yaptığı müdahelenin 1960 tarihli, Kıbrıs, Yunanistan, Türkiye ve Birleşik Krallık arasında imzalanan Garantörlük Antlaşmasına uygun olduğunu iddia etmiş ve müdahaleyi, Kıbrıs’ı Yunanistan’a ilhak etmeyi hedefleyen askeri darbeye tepki olarak gerçekleştirdiğini öne sürmüştür.
[4] Mustafa Akıncı KKTC cumhurbaşkanı seçilmesinin ardından Kıbrıs sorununa insan hakları temelinde, siyasi eşitliğe dayalı bir çözüm bulunmasını ve Türkiye ile anavatan-yavruvatan ilişkisinin değişmesini istemiş ve ‘Kıbrıslı Türklerin kendi ayakları üzerinde durabilmesi ve kendi kendilerini yönetebilmesi gerektiğini’ söylemiştir.
[5] Nikos Anastasiadis (Yunan: Νίκος Αναστασιάδης , 27 Eylül 1946,) Demokratik Seferberlik Partisi lideri ve Kıbrıs Cumhuriyeti‘nin yedinci devlet başkanı. 27 Eylül 1946 yılında, Kıbrıs‘ın Limasol şehrinde doğmuştur, mesleği avukatlıktır. 1981 yılında Kıbrıs Temsilciler Meclisi‘ne, 1997’de Demokratik Seferberlik Partisi‘nin liderliğine seçilmiştir. 2013 Kıbrıs cumhurbaşkanlığı seçimlerini % 58 oyla kazanmıştır – Wikipedia.
[6] 2004 Annan Planı Halkoylaması, Kıbrıs Adası‘nda yaşayan ve 1963‘den bugüne ayrı olan iki toplumu iki kesimli tek devlet bünyesinde birleştirmek maksatıyla dönemin Birleşmiş Milletler genel sekreteri Kofi Annan tarafından hazırlanan plan için 24 Nisan 2004 tarihinde yapılan halkoylaması. -Wikipedia.